Gürsoy Turan

İşçi sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs’ın ortaya çıkışı, 8 saatlik işgünü talebiyle, 1800’lü yıllardan itibaren verilen mücadelelere dayanır. 19. yüzyılın vahşi kapitalizm koşullarında, günde 16 saati aşan çalışma sürelerine karşın çok düşük ücret alan işçiler ve ailelerinin içinde bulunduğu yoksulluk derinleşirken, kötü çalışma koşulları ve beslenme yetersizliği nedeniyle baş gösteren hastalıklar yaşamlarını çekilmez hale getiriyordu. Pek çok ülkede işçiler, daha yüzyılın başlarında, bu ağır sömürüye, sefalete ve baskıya karşı, insanca çalışmak ve insanca yaşamak için mücadeleye giriştiler. Temel talepleri çalışma sürelerinin kısaltılmasıydı; “sekiz saatlik iş günü, sekiz saatlik sosyal hayat ve sekiz saatlik uyku” istiyorlardı, “gün ışığını görmek istiyoruz” diyorlardı.

1830’lardan itibaren insanca yaşam talebiyle Avrupa’da birçok ülkede verilen mücadeleler sonucunda Avusturya işçi sınıfı 1856 yılında bu hakkı kazandı. Amerika’da da daha kısa iş günü için ilk eylemler 1700’lerin ikinci yarısında başlamıştı; 1860’larda bazı eyaletlerde 10 saatlik iş günü hakkı kazanılmıştı. Amerikan Emek Federasyonu, 1864’te düzenlediği kongrede, 8 saatlik işgünü için mücadele kararı aldı. 1866’ya gelindiğinde 8 saatlik iş günü talebi sadece Amerika’da değil tüm dünyada yayılmıştı. 1866’da toplanan Birinci Enternasyonal, 8 saatlik iş gününü, “diğer bütün talepleri gölgede bırakan” en önemli talep ilan edince, mücadele uluslararası bir boyut kazandı.

1 Mayıs 1886’da Şikago’da yapılan mitinge polisin kanlı saldırısı sonucu 4 işçi hayatını kaybederken, sonraki günlerde devam eden gösteriler sırasında tutuklanan işçilerden 4’ü de idam edildi. Ancak işçi sınıfı 8 saatlik işgünü talebinden geri adım atmadı. İkinci Enternasyonal, 1891’de yapılan kongresinde 1 Mayıs’ın İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak her yıl kutlanmasını kararlaştırdı.

1 Mayıs’ı var eden mücadelenin merkezinde iş gününün kısaltılması olsa da işçilerin talepleri bundan ibaret değildi. 1 Mayıs ekonomik, demokratik, sosyal ve siyasal taleplerle zenginleşen; işçi sınıfının üyelerine güven, burjuvaziye korku veren bir mücadele günü olarak, sömürüsüz, savaşsız ve sınıfsız bir dünya özleminin sembolü oldu.

Sağlık, eğitim, emeklilik, sosyal güvenlik gibi ekonomik taleplerin yanı sıra genel oy hakkı, eşitlik, basın-yayın, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplantı, gösteri ve örgütlenme hakkı gibi talepler ile savaş karşıtlığı, anti-emperyalist içerikli siyasi talepler, birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ın en önemli gündemleri olmaya devam ediyor. 

2020 1 Mayısı’na giderken çalışma süreleri başta olmak üzere, sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin çalışma ve yaşam koşulları 19. yüzyıldaki vahşi kapitalizminin egemenliği altındaki koşulları aratmıyor. 12-14 saati bulan çalışma süreleri, ağır çalışma koşulları ve angarya devam ediyor. İşçiler hem fazla mesaiye zorlanıyor hem de fazla mesai ve ek iş olmadan yaşamlarını sürdüremez durumda. İşçi ücretleri kriz, savaş gibi gerekçelerle baskılanırken, zamlar, vergiler, artan hayat pahalılığı yoksulluğu derinleştiriyor. İşsizlik oranlarındaki artış, esnek-kuralsız çalışma, hakların ortadan kaldırılması işçilerin 200 yıl önceki taleplerini yeniden güncel kılıyor. Bugün, benzer bir kavgaya tutuşmadan insanca yaşayacak bir çalışma ve yaşam koşulları elde etmek ve savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünyaya ulaşma yolunda ilerlemek mümkün değildir.

EKONOMİK KRİZİN VE POLİTİK BASKILARIN AĞIR FATURASI

2019 yılına damgasını vuran ekonomik kriz, 2020 yılının ilk aylarında devam etti. Ekonomik krizin belirtileri apaçık ortadayken siyasi iktidar ekonomik kriz demeyi bile yasakladı; soğan, patates üreticileri, bakkal, manav vatan haini ilan edildi. Ekonomideki kötüye gidişi eleştirenlerin teröristlikle suçlandığı bir dönem yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Bakan damadın “Ekonomimiz iyiye gidiyor” dediği her açıklamanın ardından çıkarılan kısa ve orta vadeli “ekonomik önlem” paketlerinde kaynaklar sermayeye aktarıldı.

Emek cephesinde ise “Krizin faturasını ödemeyeceğiz” içerikli açıklama, yürüyüş ve eylemler lokal ve sınırlı kaldığı, birleşik bir mücadele örgütlenemediği için ekonomik krizin faturası işçi sınıfı ve emekçilere kesildi. İşsizlik arttı, yoksulluk derinleşti, intiharlar çoğaldı. İktidarın ekonomi iyiye gidiyor söylemleri eşliğinde, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) enflasyon ve işsizlik verileri ile oynaması, yaşanan ekonomik krizin üzerini örtemedi. Bütün bunlar yaşanırken, sarı sendikacılığın, sermayeyle iç içe geçmiş işbirlikçi ve sırtını iktidara dayamış ihanetçi sendikacıların, krizin yükünün emekçilerin sırtına yıkılmasında payı büyük oldu.

Kriz sürecinde işbirlikçi tutumlarını sürdüren sarı sendikal anlayış, 2019 yılında kamu ve özel sektördeki toplu iş sözleşmelerinde de aynı tutumu gösterdi. İşbirlikçi sendikal anlayışın yanı sıra, Tüpraş sözleşmesinden başlayarak neredeyse her türlü hak arama eylemi iktidar tarafından polis şiddeti ile baskı altına alındı. Grevler yasaklandı, sözleşmeler yüksek hakeme gönderildi. Kamu TİS’leri, özel sektörde birçok işkolunda grup toplu sözleşmeleri enflasyonun altında rakamlarla imzalandı. Asgari ücret ve emekli maaşları enflasyonun altında belirlendi. Elektrik, doğalgaz, su, ekmek, temel gıda başta olmak üzere arka arkaya yapılan zamlar işçi ve emekçileri yoksullaştırırken, işsizlik tarihi rekor kırdı. TÜİK’in 2019 yılı işsizlik verilerine göre Türkiye genelinde 15 ve yukarı yaş grubunda işsiz sayısı bir önceki yıla göre 932 bin kişi artarak 4 milyon 469 bine çıktı. İşsizlik oranı 2,7 puanlık artış ile yüzde 13,7 seviyesinde gerçekleşti. Tarım dışı işsizlik oranı 3,1 puanlık artış ile yüzde 16 oldu.15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusun işsizlik oranı bir önceki yıla göre 5,1 puan artarak yüzde 25,4 oldu. Gerçek işsizlik rakamları ise resmi rakamların çok üzerinde.

İş cinayetlerindeki büyük artış, fabrikalardaki ağır çalışma koşullarını gözler önüne sermektedir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin açıkladığı rapora göre 2019 yılında en az 1736 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.

OHAL döneminde çıkarılan KHK’larla on binlerce kamu emekçisi sorgusuz sualsiz ihraç edilirken, yine KHK ile sözde kadroya alınan yüz binlerce işçinin toplu iş sözleşmesi hakkı gasp edilerek, 2020 Temmuzuna kadar 4+4 zamla açlık sınırında bir ücrete mahkûm edildi. Sözde kadro verilen işçilerden on binlercesi ise “güvenlik soruşturması” ile elendi.

Her alanda yaşanan baskılar, süren ekonomik kriz, kadın cinayetleri, artan işsizlik, yoksulluk, gençlerde gelecek kaygısı, bölgede Kürt halkının seçtiği belediyelere atanan kayyumlar, basın üzerindeki sindirme politikaları, tek adam tek parti yönetimine karşı hoşnutsuzluğu derinleştiriyor. İşçiler ve yoksul halk kitleleri içerisinde artan tepki ve rahatsızlık AKP tabanında çözülmelere yol açıyor. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde iktidarın büyük şehirleri kaybetmesi, 23 Haziran’da tekrarlanan İstanbul seçim sonuçları ve son olarak ortaya çıkan anketler de bunu gösteriyor. Durum böyleyken yeniden “parlamenter sistem” vurgusuyla işçi ve emekçileri yedeklemeye çalışan burjuva muhalefet partileri farklı toplumsal kesimlerde biriken tepkiye karşı dalgakıran işlevi görüyor.

İşçi sınıfının öfkeli ve hoşnutsuz yığınlarının ekonomik, demokratik, sosyal ve siyasal taleplerini kararlı bir şekilde savunmayı esas alan bir mücadele ve sınıf tutumu, mücadeleyi ilerletecek ve bu durumu değiştirecektir.

SAVAŞIN FATURASI DA İŞÇİ SINIFINA

Tek adam tek parti yönetimi, krizin yükünü üzerine yıktığı işçi-emekçi halk kitlelerini, beka söylemleri etrafında savaş ve çatışmacı politikalar eşliğinde gerici, ırkçı propaganda ile yedeklemeye çalışmaktadır. Erdoğan ve Hükümetinin, Suriye’de sürdürülen savaşa ve Libya’da savaşçı politikalara sarılması bundandır. Ne var ki bu çatışmacı politikalar her gün biraz daha iktidarın ayağına dolanmaktadır. Nitekim büyük meydan okumalarla girişilen İdlib operasyonuyla, kabaca ifade edilirse Dimyat’a pirince gidilirken evdeki bulgurdan olunmuştur. Halk bu söyleme ve iktidarın haklılık iddialarına rağbet etmemiştir. “Şehitler Tepesi boş kalmayacak” ajitasyonu geniş yığınlarda istenilen düzeyde etkili olmadığı gibi, “İdlib’de ne işimiz var” sorusunu soranlar artmıştır. Bununla birlikte iktidar savaş politikalarından vazgeçmiş değil ve ücretlerine zam isteyen işçilerin taleplerini “Sizin mermi fiyatından haberiniz var mı” sözüyle baskılamaya devam etmektedir.

Savaş politikalarının ortaya çıkardığı milyonlarca mülteci, Erdoğan iktidarı tarafından şantaj ve pazarlık konusu olarak kullanılıyor. Çoluk çocuk, yaşlı ve kadın demeden, önlemsiz, korumasız binlerce mülteci sınırlara sürülerek AB ile pazarlık aracı haline getirildi. “Kapıları açtım bundan sonrasını siz düşünün” denilerek Avrupalı emperyalistlere karşı bir koz olarak kullanılan mülteciler hem iktidarın hem de Avrupalı kapitalist hükümetlerin “Para verelim sende kalsın” tüccar politikasının kurbanı olarak görülüyorlar. Savaşın durdurulması ve mültecilerin Türkiye’de eşit koşullarda bir arada yaşaması, mücadelenin temel taleplerinden biri olmaya devam ediyor. 

KORONAVİRÜS SALGINI KAPİTALİSTLER İÇİN FIRSATA ÇEVRİLİYOR

Dünya ve Türkiye’de binlerce kişinin ölümüne sebep olan koronavirüs salgınına karşı göstermelik önlemler alınırken, işçilerin can güvenliği, hayatı ve sağlığı yok sayılıyor. Kapitalistler, özel doktorları ve mali imkanları ile kendilerine korunaklı alanlar oluştururken işçiler ve emekçiler kitlesel olarak korumasız ortamlarda çalışmaya ve salgın tehdidi altında yaşamaya zorlanıyor. Korona salgını iktidar için kaynakların sermaye sınıfına aktarılmasının yeni bir fırsatıdır. Cumhurbaşkanının açıkladığı “Ekonomik İstikrar Kalkanı” adlı paketle Garanti Fonu 25 milyardan 50 milyara çıkarıldı, sermayeye 100 milyarlık kaynak aktarılacağı açıklandı. İşçilerin payına ise işten atılma, ücretsiz izin, esnek ve kuralsız çalışma düştü.

Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulunca yapılan “evde kal” çağrıları milyonlarca işçiyi ve emekçiyi kapsamamaktadır. Kamuda çalışma asgariye düşürülürken, zorunlu işler dışında çalışma yoktur. Okullar tatil edildi, AVM’ler, lokantalar, kahveler, kuaförler, güzellik merkezleri kapandı, bankalar günlük çalışmayı beş saatle sınırladı. Ancak özel sektörde milyonlarca işçi, serviste, makine başında, yemekhanede, soyunma odalarında tehlikeyle baş başa bırakıldı. İşçiler kitlesel olarak adeta salgının kucağına itildi. Çin’de ve İran’da salgın hızla yayılırken ve er geç Türkiye’ye de yayılacağı belliyken zamanında hiçbir tedbir alınmamış oldu. Umreye gidenlere izin verilmesi ve dönüşlerinde hiçbir önlem alınmaması, sağlık kontrolleri ve karantina uygulanmaması iktidarın salgın karşısında aldığı tutumu özetlemeye yetiyor. 

Türkiye’de önleyici sağlık hizmetlerinin azaltılması ve kalitesinin düşürülmesi, sağlığın ticarileştirilmesi, sağlık çalışanlarının çalışma koşullarını ağırlaştıran uzun çalışma süreleri, personel yetersizliği, bitmek bilmeyen nöbetler ve performans dayatması da düşünüldüğünde salgın karşısında tablo daha vahim bir hale gelmiştir. Sağlık ve eğitime ayrılan bütçeler giderek azalırken, savaş ve silahlanmaya daha çok pay ayrılmasının sonuçları da ortaya çıkmıştır.

KORONA GÜNLERİNDE BİRLİK, DAYANIŞMA, MÜCADELE

Salgınla birlikte evden çıkmama çağrıları yaygınlaştı. 1 Mayıs sürecinde salgın tehlikesinin azalıp azalmayacağını, miting, gösteri ve toplantıların işçilerin ve halkın sağlığı açısından uygun olup olmayacağını bugünden görmek zordur. Ancak salgının nasıl seyredeceğini bekleyerek 1 Mayıs için çalışma yapmamak, salgın koşullarını da fırsata çevireceği bilinen sermaye saldırılarına izin vermek anlamına gelecektir. Her koşulda uygun yol, yöntemler ve araçlarla çalışma yapmak, 1 Mayıs sürecini mücadeleye dönüştürmek için başta sınıf bilinçli işçiler olmak üzere, bütün mücadeleci işçi ve emekçiler bugünden çalışmaya başlamalıdır. 

1 Mayıs acil taleplerimizin karşılanması, işyerlerinde her gün yaşanan ağır sömürü koşullarının geriletilmesi ve ortadan kaldırılması ihtiyacından ayrı ele alınamaz. Birlik, dayanışma ve mücadeleyi bu özünden koparacak politikalar, işçilerin taleplerine ve en geniş birliğine sırt çevirmek anlamına gelecektir. 1 Mayıs hangi koşullarda ve araçlarla kutlanırsa kutlansın, işçi ve kamu emekçileri sendikaları, konfederasyonları işçi hareketini bölücü tutumlarından vazgeçmelidirler.

1 Mayıs’ın işi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak mevcut koşullara uygun biçimler altında kutlanmasının örgütlenmesi, koronavirüs salgınında dezenfekte ettirdikleri sendika odalarından sosyal medya hesaplarından fotoğraf paylaşan, kendilerini evlerinde karantinaya alan sarı ve bürokrat sendikacılara bırakılamaz.

Bu yılki 1 Mayıs çalışmalarında ve 1 Mayıs günü yapılacak eylem ve etkinlikler konusunda, sınıf partisinin militanlarının, ileri işçilerin ve mücadeleci sendikacıların tutumu her zamankinden daha belirleyici bir öneme, etkiye sahip olacaktır. Fabrika ve işyerlerinde üretim ve hizmet devam ettikçe, en acil taleplerin hemen hayata geçirilmesi için iş bırakmalar, iş yavaşlatmalar, işe giriş çıkışlarda, yemek aralarında eylem ve etkinliklerin örgütlenmesi de temel hedef olmalıdır.

Gerek fabrika-işyeri kutlamaları için gerekse genel kutlama biçimlerinin belirlenmesi için başta sanayi kentleri olmak üzere il ve ilçelerde var olan yerel platformların harekete geçmesi de etkili olacaktır. 

İş, ekmek, barış, demokrasi, özgürlük ve adalet, sağlıklı yaşanabilir bir ülke ve çevre için tüm olanaklarımızla seferber olmalıyız. Salgın koşullarını da dikkate alarak, birlik, mücadele ve dayanışma ruhuna uygun bir 1 Mayıs çalışması ve kutlaması için her sokağı, her panoyu, fabrika duvarını 1 Mayıs afiş, duvar gazetesi, pankart ve fotoğraflarla donatmak için bugünden adımlar atmaya başlamalıyız.

Ekonomik krizler ve virüs salgınları altında sömürülüp, ölüme mahkûm edilmediğimiz, savaşsız, sömürüsüz ve sınıfsız yeni bir dünya için şimdiden 2020 1 Mayıs’ı kutlu olsun!

1 MAYIS VE TALEPLER

2020 1 Mayısı yaklaşırken baskı ve zora karşı “İş, Ekmek, Özgürlük” sloganının etrafında birleşelim.

–     Koronavirüs salgını nedeniyle zorunlu işler dışında tüm fabrikalarda üretim durmalı, işçilere ücretli izin verilmeli, işten atmalar ve ücretsiz izinler yasaklanmalı;

– Halkın sağlık hakkı güvenceye alınmalı, bu kapsamda özel hastaneler kamulaştırılmalı, herkese parasız, nitelikli, ulaşılabilir ve eşit sağlık hizmeti sağlanmalı;

–     Zorunlu çalışılan yerlerde çalışma saatleri düşürülmeli, çalışma dört vardiyaya çıkarılmalı, çalışanlar arasında sosyal mesafe korunmalı, iş yerlerinde işçilerin can ve sağlık koşulları güvenceye alınmalı;

–     Yoksulluk sınırının altında yaşayan emekçilere, su, elektrik, gaz ve temel gıdalar asgari oranda sağlanmalı;

–     İşsizlik ödeneğinden yararlanma koşulları genişletilerek tüm işsizleri kapsamalı ve iş buluncaya kadar ödeme devam emeli;

–     Eşit işe eşit ücret;

–     İş yerinde emzirme odaları oluşturulmalı veya emzirme izni verilmeli;

–     8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü tatil olmalı;

–     Her işyerine ve emekçi semtlerine kreş;

–     Regl dönemlerinde ücretli izin hakkı; 

–     Kadın cinayetlerinin önlenmesi, her türlü şiddet, taciz ve mobbing in cezalandırılması için önlemler alınmalı; 

–     Artan oranlı vergi dilimi uygulamasından vazgeçilmeli, az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmalı;

–     Asgari ücretten vergi alınmamalı;

–     Temel tüketim mallarına yapılan zamlar geri alınmalı, işçi ücretleri artırılmalı, 

–     KHK ile ihraç edilenlerin işe iadesi sağlanmalı;

–     Emeklilikte Yaşa Takılanların emeklilik için yasal düzenlemenin yapılmalı;

–     Basın-yayın ve ifade özgürlüğü, grev hakkı, sendikal hak ve özgürlükler, siyasal örgütlenme hakkı, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı tanınmalı;

–     Emperyalist güçler Ortadoğu’dan, Türkiye Suriye’den çekilmeli ve barış sağlanmalı;

–     Her türlü savaş ve silahlanma harcamaları durdurulmalı, kaynaklar sağlığa aktarılmalı;

–     Savaştan kaçıp ülkemize gelen mültecilerden isteyenlere vatandaşlık hakkı tanınmalı;

–     Zorunlu barınma merkezlerinde tutulan mültecilerin barınma ve sağlık koşulları düzeltilmeli, insan onuruna yakışır barınma ve yaşama koşulları oluşturulmalı;

–     Sağlık emekçilerinin çalışma koşulları iyileştirilmeli;

Bu talepler etrafında 1 Mayıs’ta daha kararlı, birleşik ve militan bir mücadele için çağrılar yapılmalıdır.