Kays Abbas[1]

Çeviren: Ali Karadaş

Bu yazı, İran’ın uluslararası ilişkiler bakımından durumunu, karmaşıklığını ve tüm bölge üzerindeki etkisini inceleyen bir çalışmadır. Yazıda İran’la ilgili birçok dosyayı da ele almaya çalışacağız. Bunların arasında en son ABD’nin çekildiği nükleer anlaşma ve yarattığı gerilimler de mevcuttur. İncelemede ABD’nin son aldığı pozisyonun olası gerekçeleri detaylandırılırken, nükleer anlaşmadan çekilmenin “bir Amerikan pozisyonu mu, yoksa son ABD yönetimi ile ilgili bir tutum mu” olduğu sorusuna cevap aranacaktır. Ayrıca ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları, gelişim aşamaları ve İran sokağına etkileri incelenecektir. Diğer yandan İran muhalefetinin pozisyonları ve siyasi programları, ABD’nin İran’dan net talepleri ve eğer arabulucu devletler yeni müzakereler başlatmayı başarırlarsa İran’ın iradesinin ne olacağı da incelenecektir. Uluslararası toplumun baskısı karşısında İran’ın ekonomik önemi nedeniyle sahip olduğu en güçlü koz Hürmüz boğazı incelenecektir. Araştırma ayrıca boğazla ilgili uluslararası yasaları da inceleyecektir. Ayrıca İran’ın Yemen’deki müttefiki Husiler tarafından kontrol edilen Bab el Mendeb Boğazı’ndan vermek istediği mesajlara da değinilecektir. Daha düşük bir olasılık olmakla beraber savaş senaryosu, İran’ın caydırıcı güç noktalarının ayrıntıları ve bölgedeki ABD üsleri üzerine de durulacaktır.

GİRİŞ

Donald Trump’ın ABD’de yönetime geldiğinden bu yana içeride izlediği siyaset, Amerikan sokağının “Obama’nın başarıları olarak gördüğü” politikalara karşı çıkışa dayalı bir siyaset olarak şekillendi. Bu tutum Sağlık Sigortası Yasası’nın (health care) kaldırılmasıyla başladı. Bu kanun Obama’nın kanunu olarak biliniyordu. Daha sonra Trump, Obama’nın göçmenlere yönelik yumuşak politikasına karşı göçmen karşıtı bir politika izledi. Meksika ile ABD’yi ayıran ırkçı bir duvar inşa edeceğine söz verdi. Trump’un bu tutumu Obama’nın başta Suriye olmak üzere geleneksel dış politikasına kadar uzandı. Birden fazla kez Trump, Obama yönetimini terör örgütü IŞİD’i oluşturmakla suçladı. WikiLeaks’ten dönemin dışişleri bakanı Hilary Clinton’la ilgili belgeler sızdı. Bununla birlikte Obama döneminde ABD, Libya’daki büyükelçisinin Eylül 2012’de İslami militanlar tarafından öldürülmesinden sonra Ortadoğu’daki İslami muhalefeti destekleme politikalarını yeniden gözden geçirdi. Amerikan Büyükelçisi Chris Stevens, Bingazi kentinde öldürüldüğünde Hillary Clinton 4 yıllık dışişleri bakanıydı. Trump, ABD’nin İslamcıları desteklemesi politikasına yönelik sert eleştirisiyle, selefinin aksine kendisinin terör karşıtı olduğunu göstermeye çalıştı. Trump’ın İran ve Suriye dahil olmak üzere ABD’ye 7 İslam devletinin vatandaşlarının girmesini yasaklamasıyla ırkçı-gerici politikasının arka planı iyice belirginleşmiş oldu. Asya yakasında ise, Trump, Kuzey Kore ile olan anlaşmazlıkları çözmeye yönelik attığı adımlarla gurur duymaktadır.

Son olarak Trump, Obama döneminde İran ile imzalanan Nükleer anlaşmayı “haksız ve yararsız bir anlaşma” olarak nitelendirerek uzun süre eleştirdi. Seçimde verdiği en önemli vaatlerden biri “nükleer anlaşmadan çekilmek ve daha iyi şartlarda yeni bir anlaşma yapmak” üzerineydi. ABD’nin İran’a yönelik katı politikaları İsrail’in memnuniyetinin yanı sıra Trump’a Basra Körfezi’ndeki Arap müttefikleriyle ve özelikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) yeni özel ilişkiler kurmasına olanak sağladı. Trump, nükleer anlaşmadan tek başına çekildi ve İran üzerindeki ekonomik kuşatmayı ağırlaştırdı.

Trump yönetiminin nükleer anlaşmayı protesto etmesi konusunda ileri sürdüğü en önemli neden; küresel güvenlik için tehdit olarak gördüğü İran’ın sürekli geliştirdiği füze sistemleridir. Nükleer anlaşmadan çekilmeyle ilgili en net resmi açıklama, Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ağzından yapılmış olup İran’a 12 talep iletilmiştir. Bunlardan sadece dördü nükleer anlaşmayla ilgili olup geri kalanı İran dış politikasına yöneliktir. ABD, İran’ın balistik füzeler konuşlandırmayı durdurmasını ve nükleer başlık taşıyabilen füze geliştirmemesini talep etmektedir. ABD ve müttefiki ülkelerin İran tarafından “uydurma” suçlamalarla tutuklanan veya kayıp olan vatandaşlarının bırakılması istenmektedir.  Bunun yanı sıra Irak hükümetiyle saygılı bir biçimde ilişkiler kurmasını, silahlı Şii oluşumların dağıtılarak silah verilmemesini ve Suriye’den bütün güçlerini çekmesini talep etmektedir. ABD’nin Ortadoğu’da “terör örgütü” olarak nitelendirdiği Lübnan Hizbullah’ı, Hamas ve İslami Cihad’a, Yemen’de Husilere; Afganistan’da Taliban’a verdiği desteği durdurması listede yer alan bir başka maddedir. Cumhuriyet muhafızlarına bağlı olan Faylek el Kudüs kuvvetleri vasıtasıyla terörü desteklemeyi durdurarak, birçoğu ABD’nin müttefiki olan komşu ülkelerle ilişkilerinde tehdit dilinden vazgeçmesi istekler arasındadır. İsrail’e yönelik tehditleri ile Suudi Arabistan ve BAE’ye roket saldırılarına son vererek uluslararası deniz ticaretini tehdit etmekten vaz geçmesi de ABD taleplerinin önemli bir maddesidir. Son olarak, siber saldırıları durdurması istenmektedir çünkü ABD; İran ve Rusya’yı resmi ağlarına siber saldırıları başlatmakla suçlamaktadır.

1. İRAN’IN FÜZE PROGRAMI

İran, hem karada hem de denizde kullanılabilen kısa, orta ve uzun menzilli balistik füzeleri nedeniyle Ortadoğu’nun en güçlü balistik füze cephanesine sahiptir. 1991’de Birinci Körfez Savaşı’nın patlak vermesinden önce saldırı ve savunma amacına yönelik bu sistemleri geliştirmeye başlamıştır. O dönemde İran’a yönelik en büyük tehdit Irak yönetimiydi. İran, İran-Irak Savaşı (1980-88) sırasında Irak füzelerinin İran şehirlerine düşmesini engellemek için füze programını geliştirmeye başladı. Sekiz yıl süren savaş süresince Irak füzelerine Suriye ve Libya’dan aldığı bir dizi Scud-B füzesi kullanarak karşılık vermeye çalıştı. Savaş senaryosunun gerçekleşmesi durumunda İran’ın son birkaç yıldır ortaya koyduğu ve açıkladığı en önemli füze sistemleri hakkında bilgi vermek bir gereklik haline geldi.

1. Şahab1, 1991 yılında geliştirilen bu füzeler 300 km menzilli ilk İran yerli yapımı balistik füzedir.

2. Şahab2, 1993 yılında geliştirildi, menzili 500 km’dir

3. Şahab3, İran tarafından geliştirilen orta menzilli bir balistik füzedir. 1998 yılında geliştirildiği ilan edilen bu füze 1.200 kiloluk savaş başlığı taşıyabilmekte ve 1.300 km uzaklığa ulaşabilmektedir. Daha sonra bu füze aşamalı olarak geliştirilerek menzili uzatıldı.

4. Şahab4, 3000 km’den fazla menzile sahip uzun menzilli bir balistik füzedir. Uydu fırlatmak ve taşımak için tasarlanmış ilk İran füzesidir.

5. Şahab5, İran tarafından geliştirilen uzun menzilli bir balistik füzedir. Hala geliştirilmektedir. Tamamlandığında 5.000 km’nin üzerine çıkması bekleniyor. İran’ın ilan ettiği gibi uydu fırlatma ihtiyaçlarını karşılaması bekleniyor.

6. Şahab6, İran tarafından geliştirilen kıtalararası bir füzedir. Hâlâ gelişme sürecindedir ve tamamlandığında yaklaşık 10.000 km menziline ulaşması bekleniyor.

Gelişmiş füze sistemlerine ek olarak kısa menzile sahip bir dizi füzesi mevcuttur. Bunlardan Zelzel1 150, Zelzel2 200, Zelzel3 250 km menzile sahiptir. AyrıcaTufan1-1-2B gibi tank savar füzeleri ve helikopterlere karşı kullanılan lazer güdümlü Tufan 5 füzesi İran’ın cephaneliğinde yer almaktadır.

Falak radarlı füze savunma sistemi etkili kara muharebe silahlarından biri olarak kabul edilir. Ağır ateş altında önemli bir rol oynamaktadır, ayrıca yüksek manevra kabiliyetine sahiptir. Engebeli arazilerde kullanılabilmekte ve sürpriz saldırılar yapabilmektedir. Falak1 1990’yılında geliştirildi.  Falak2 ses hızının üstünde bir hıza sahiptir. Fırlatılan füze 107 mm tipi 12 füzeye eşittir. Kiyam 1 sıvı yakıtlı, yüzeyden yüzeye bir İran balistik füzedir. Yeni nesil İran balistik füzeleri Ağustos 2010’da açıklanmıştı. Bunlardan Okab (Kaltal) 34-45 kilometre menzilli bir füze olup 70 kg’lık bir savaş başlığı taşıyabiliyor ve kimyasal başlık takılabiliyor.

Kendi geliştirdiği bir dizi hava savunma sistemine ek olarak son zamanlarda İsrail istihbaratı Rus S-300 sisteminin Tahran’a kaçırıldığını iddia ediyor.

1.1. İran Füze Denemeleri

İran 1988’den beri 100’den fazla deneme gerçekleştirdi. Bu sayıya 2015 yılında büyük ülkelerle nükleer anlaşmanın imzalanmasından sonra yapılan düzinelerce deneme de dahildir. Amerikan Missile Threat (Füze Tehdidi) sitesine göre İran, ilk 8 yılda yani 1996 yılına kadar sadece 3 deneme gerçekleştirdi ve sonraki bir yıl içinde 3 deneme daha izledi. 2006 yılına kadar 14 deneme gerçekleştirilirken sonrasında füze denemelerinde büyük bir atılım oldu. 2013 yılına kadar yılda 5 denemeden 15 denemeye kadar sürdürüldü. 2014 yılında 2, ardından 2015 yılında 6 füze denemesi yapıldı. 2016 yılında İran 9 füze denemesi gerçekleştirdi ve bunu 14 deneme takip etti. ABD’nin istediği ikinci talep, İran’ın füze denemeleri üzerinde uluslararası kontrol uygulanmasını anlaşmaya dahil etmekti. ABD İran’ın nükleer savaş başlıkları taşıyabilecek, kendi topraklarının derinliklerine erişebilecek ve böylece ulusal güvenliğini tehdit edebilecek füzeler geliştirmesinden çekiniyor.

1.2. ABD’nin İran’a Karşı Tavrı

ABD tek taraflı olarak nükleer anlaşmadan çekilir çekilmez İran’a baskı uygulamaya başladı. Her iki taraf kartlarını karşılıklı olarak oynamaya başladı. ABD, İran’ı ekonomik abluka altına alarak her zamanki düşmanca yöntemlerini benimsedi ve İran sokağını hareketlendirmeyi hedefledi.

1.2.1. Ekonomik abluka

ABD’nin İran’a yaptırımları Humeyni’nin liderlik ettiği “İslam Devrimi”yle yaşıttır. Washington ilk olarak yaklaşık 12 milyar dolarlık İran varlıklarını dondurdu. 1984’te Washington İran’a silah satışını ve kredi verilmesini yasakladı. 1987’de ABD ve İran arasındaki ticarete kapsamlı bir yasak getirildi. 1996’da ABD Kongresi, daha sonra İran Yaptırım Kanunu olarak bilinen bir dizi önlem başlattı. 2010 yılında ABD, İran’a karşı alınan ve daha sonra İran’a karşı yeni yaptırımlar kanunu olarak bilinen yeni bir yasa çıkarıldı ve ticaret yasağı listesine halı, havyar ve Antep fıstığı gibi ürünler de eklendi. Mayıs 2018’de Trump yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilmesi sonrasında yaptırımlar iki aşamalı olarak geri geldi. 3 ay sonra uygulanmaya başlayan birinci bölüm; İran’a dolar satma ve tahvillerine yatırımın, İran riyaliyle büyük işlemlerin yapılmasını, çelik ve alüminyuma ek olarak altın ve diğer değerli madenlerin ve İran halıları ve yemeklerinin satın alınmasının yasaklanmasını içeriyordu. Bunlara ek olarak İran otomobil ve sivil havacılık şirketlerine ihracat lisansları da iptal edilmişti.

Uygulaması Kasım 2018’den bu yana başlayan ikinci aşama ise liman trafiği ve gemi inşasını, para transferlerini ve petrol faaliyetleriyle ilgili kısıtlamaları içeriyordu. ABD yaptırımları hala devam ediyor. Trump, Mayıs 2019’da madencilik endüstrilerine yeni kısıtlamalar getiren yeni bir kararname imzaladı. Yeni yaptırımların İran ekonomisi üzerinde güçlü bir etkisi olması bekleniyor ve Tahran’ı demir ihracatıyla elde ettiği yılda 5,5 milyar dolardan mahrum etmeyi hedefliyor. Reuters’e göre İran’ın petrol ihracatı günde 2,5 milyon varilken yaptırımlardan sonra günde yaklaşık bir milyon varile düştü. Finans ve petrol sektöründeki yaptırımlar, İran’da ekonomik krize neden oldu. Bazı bölgelerde et, ilaç ve hatta benzin gibi bazı temel malların bulunmamasına ek olarak İran riyali bir yılda yaklaşık yüzde 60 değer kaybetti.

1.2.2. Yaptırımların İran ekonomisine etkisi

İran Merkez Bankası’nın verilerine göre nükleer anlaşmanın uygulanmasını takip eden yılda İran ekonomisi büyümeye döndü ve GSMH’si yaklaşık yüzde 12,3 arttı. Ancak bu ekonomik büyümenin büyük bir kısmı petrol ve doğal gaz sektörüne bağlıydı. Diğer sektörler İranlılar’ın beklediği düzeyde büyümedi.

2017 yılında büyüme oranının tekrar yüzde 3,7’ye gerilemesi öfkeyi körükledi ve geçen Aralık ayında son on yılın en büyük hükümet karşıtı protestoların patlak vermesine yol açtı. Bununla birlikte, özellikle enerji, denizcilik ve finans sektörlerini hedef alan ABD yaptırımlarının geçtiğimiz yıl yeniden uygulanması, yabancı yatırımların kesintiye uğramasına ve petrol ihracatının ciddi şekilde etkilenmesine neden oldu.

Yaptırımlar İran’da faaliyet gösteren yabancı şirketlerin yanı sıra ABD şirketlerinin de İran’la iş yapmasını engelliyor. IMF tahminlerine göre İran’ın GSMH’si 2018’de yüzde 3,9 daraldı. IMF, 2019 yılı Nisan ayında yaptığı açıklamada İran ekonomisinin yüzde 6 oranında daralmasını beklediğini söylemişti. Ancak bu tahminler, ABD’nin bazı ülkelere İran petrolü satın almak için verdiği altı aylık süreyi sona erdirme kararından önceydi. Başkan Ruhani ve hükümeti neredeyse yaptırımlardan önceki dört yıl boyunca İran para biriminin döviz kuru olarak istikrarını korumasını sağlayabilmişti. Ancak yabancı para transferleri konusunda uzmanlaşmış sitelere göre ABD’nin Tahran üzerindeki yaptırımlarını yeniden başlatmasından bu yana, riyal kayıt dışı piyasada ABD doları karşısında değerinin yaklaşık yüzde 60’ını kaybetti. Resmi döviz kuru olan dolar başına 42 bin riyal ödenmesi sadece dar bir işlem aralığında kullanılmaktadır. Bu nedenle İranlıların çoğu, döviz bürolarında değişim yapmaktadır. Hükümet Başkan Ruhani 2017 yılında enflasyonun yüzde 9 seviyesine düşürmesini sağladı. Ancak IMF, enflasyonun 2018’de yüzde 31’e yükseldiğini söyledi. Petrol ihracatının düşmeye devam etmesi durumunda 2019 yılında enflasyonun yüzde 37 olarak gerçekleşmesi bekleniyordu. Riyalin değerinin düşmesi ithal edilen malların fiyatlarını etkilemekle kalmayıp, ondan da fazla yerel olarak üretilen temel malzemeleri olumsuz etkiledi. İran İstatistik Merkezi’ne göre sebze fiyatları yüzde 47, kırmızı et ve tavuk fiyatları yüzde 57, süt, peynir ve yumurta fiyatları ise yüzde 37 arttı.

1.2.3. Protestolar ve batı tarzı muhalefeti güçlendirmek

Görünüşe göre Nükleer Anlaşma, İranlıların beslediği ekonomik umutlarda hayal kırıklığı yarattı. İran’daki rejimleri yirminci yüzyılın ikinci yarısında iki kez değiştiren en önemli etmen ekonomik krizler olmuştu. İlki Musaddık hükümetinin kurulmasıyla sonuçlandı (1951-53), ikincisi ise İkincisi İslam Cumhuriyeti’nin (1979) kurulmasına neden oldu. Petrol fiyatlarındaki düşüş İran yönetiminin ihtiraslarını büyük ölçüde sınırladı.

Öte yandan İran; nükleer anlaşmanın yapıldığı 2015 sonrasında muhafazakârlar ve reformcular arasında çetin bir mücadeleye sahne oldu. Reformistler İslam Devrimi’nden sonra 2009’dan beri ülkenin en büyük protestolarına önderlik ettiler. Sonunda gösteriler, siyasi reformlara yol açtı ve siyasi olarak reformcu olarak nitelendirilen Ruhani’nin iktidara gelmesine yol açtı. Ruhani muhafazakâr rakibi İbrahim Reisi’yi yenerek 2017 yazında tekrar seçildi. Son seçimlere katılım yüzde 70’i aşan oranıyla yüksek oldu. Bölgeye gelince, İran aralarında Suudi Arabistan ve müttefiki BAE’nin ve İsrail’in bulunduğu nispeten düşmanca bir ortamda yaşıyor. Şimdiye kadar başarılı olmasa bile, Amerikan yönetimi İran’a karşı önlemler almada önemli bir rol oynadı.

Bu karmaşık koşullar ışığında ve 10 Aralık 2017 tarihinde Hasan Ruhani tarafından açıklanan taslak genel bütçe, muhafazakârlar tarafından nükleer anlaşmanın bir başarısızlığı olarak değerlendirdi. Birkaç gün içinde Başkent Tahran’dan sonra Meşhed şehrinde gösteriler başladı. Meşhed aynı zamanda Kum’dan sonra ikinci büyük dini şehir ve muhafazakâr hareketin en önemli halk tabanının bulunduğu yerdi. Sokakta görülen kadınların örtünme biçimleri dini arka planlarını açıkça gösteriyordu. Ancak çok geçmeden başkent Tahran’ın yanı sıra batıdaki Kürt Kirmanşah, al Ahwaz ve Isfahan kentlerinde de gösteriler patlak verdi. Protestonun tonu giderek lidere yönelik siyasi taleplere evrildi. Göstericiler ekonominin durumunun kötü olmasının en önemli sebepleri arasında dış politikayı görüyorlardı. Gazze, Lübnan ve Suriye’deki askeri harcama miktarının İran bütçesinin karşılayamayacağı kadar büyük olduğunu düşünüyorlardı. Doğal olarak bu talepler İsrail ve Suudileri mutlu etti. Amerikan Dışişleri Bakanlığı 29 Aralık 2017’de yayınladığı ilk açıklamada barışçıl göstericilerin tutuklanmasını kınadı. Üçüncü günde gösteriler çoğu İran şehrine yayıldı. Dördüncü gün İranlı yetkililer sosyal medyayı kapattılar ve yüzlerce kişi tutuklandı. Başkan Ruhani’nin ilk yorumu kanun sınırları dâhilinde gösteri yapma hakkını teyit etmek oldu. Beşinci günde batılı devletler hareketi destekleyen bir pozisyonda yer aldı. Hareketin silahlı eylemlerle ilişkilendirildiği ve kayıpların yaşandığı bir dönemde, Meşhed ve doğu şehirlerindeki gösteriler zayıflarken, İran’ın batısında yoğunlaşan bir hal aldı. ABD’nin çağrısıyla BM Genel Kurulu İran gündemli olarak toplandı. Ayetullah Ali Hamaney’in açıklaması beşinci günde geldi. Açıklamanın geç olduğu açıktı. Ayetullah’a ait birimler gösterilere müdahaleden kaçınırken, hükümetin polis gücü protestocularla karşı karşıya geldi.

İran siyasi muhalefetine gelince; reformcuların 2013 yılında seçimi kazanmasıyla birlikte muhafazakârlar muhalefete düştü. Fakat muhafazakârlar, özellikle İslam Cumhuriyeti’nin kurucu partisini temsil ettikleri için en etkili güç olmaya devam ettiler. Yetkiler, para ve iktidar 40 yıldır onlardaydı. Ayetullah Ali Hamaney, reformculara karşı muhafazakârları desteklemektedir. Muhafazakarların iktidarı döneminde yapılan eylemler genellikle ABD’nin işi olarak gösterilirken son gösterilerle ilgili Ayetullah’ın kısa bir yorumu dışında başka bir yorum yapılmadı. Bunlara ek olarak İslami Şûra Meclisinin çoğunluğunu muhafazakârlar oluşturuyor.

İran’da devrimci muhalif güçlerden TUDEH Partisi teokratik rejimi kınayan bir açıklama yaparak İran protestolarını destekledi. Gericiliğe düşmeme ve ABD-İsrail planlarına uyumlu olmama konusunda uyardı. İran Emek Partisi (TUFAN) de aynı şekilde gösterileri destekledi ama halkı emperyalistlerin müdahalelerine açık kapı bırakan tutum ve sloganlara karşı da uyardı.

Öte yandan Meryem Rajavi’nin liderliğinde Halkın Mücahitleri Örgütü, geçen yıllın Haziran ayında toplantısında İran direnişinin yıllık konferansında “Velayet-i fakih sisteminin yıkılması elimizin altında” dedi. Konferansa eski New York Belediye Başkanı ve Amerikan Cumhuriyetçi Partisinin en önde gelen liderlerinden birisi olan Rudy Giuliani, Eski Cumhuriyetçi Meclis Başkanı Noette Gingrich, Eski Cumhuriyet Senatör Joseph Lieberman katıldı. Ayrıca eski Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, ABD eski Birleşmiş Milletler büyükelçisi John Bolton, eski FBI şefi Louis Freee, eski Kanada Dışişleri Bakanı John Baird, ABD eski Genelkurmay Başkanı Yardımcısı General Jack Keane ve düzinelerce Avrupalı ve Arap yetkili de buluşmada mevcuttu. Doğal olarak, Rajavi gösterileri destekliyor ve genişlemelerini istiyordu. Devrik İran Şahı’nın oğlunun Amerikan yönetimden Amerikan şirketlerini İran’da internet hizmeti vermeye teşvik etmesini istemesi ve Trump yönetimini de İranlılar ve talepleri doğrultusunda somut adımlar atmaya çağırması ilginçtir. 

2. SU YOLLARI SAVAŞI VE HÜRMÜZ BOĞAZI

İran, ajandasını gerçekleştirmek için uluslararası alanda özellikle batıya karşı gerektiğinde baskı aracı olarak kullanabileceği kozlara sahiptir. İran’ın öne sürmeye çalıştığı en büyük koz, en önemli su yollarından biri olan Hürmüz boğazına sahip olması ve istediği anda petrol akışını kesme yeteneğidir. Özellikle imzalanan uluslararası anlaşmalar İran’ın lehine olmadığından Hürmüz boğazı özel bir önem kazanıyor.

Uluslararası boğazlardan geçiş rejimini düzenleyen en önemli kurallar bütünü 1958 Cenevre Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi (KBBS) ile 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde (BMDHS) yer almaktadır. Söz konusu sözleşmeler incelendiği zaman karşımıza dört çeşit geçiş çıkmaktadır: Serbest geçiş, adhoc (özel) geçiş, zararsız geçiş ve transit geçiş rejimleri. Hürmüz Boğazı’nın genişliği 21 deniz mili olduğu için 20’nci yüzyılın ortalarından önce geçiş problem oluşturmamaktaydı. Karasuları 3 deniz mili iken Hürmüz Boğazı’ndaki açık deniz alanından gemiler sorunsuz olarak geçiş yapmaktaydılar. Ancak 1959 yılında İran’ın, 1972 yılında Umman’ın karasularını 12 deniz miline çıkardıklarını ilan etmeleri üzerine durum değişmiştir. Toplam genişliği 21 deniz mili olan Hürmüz Boğazı’nda açık denizalanı kalmamış, tüm boğaz iki ülke arasında karasuları olarak taksim edilmiş ve geçişte sıkıntılar yaşanmaya başlanmıştır.

Hürmüz Boğazı’na gelince, denizlerin ve boğazların genel kuralından istisna değildir. Bu nedenle İran ve Umman Sultanlığı, iki ülke arasındaki ikili anlaşmalara uygun olarak, iç ve bölgesel bölümlerinde boğaz üzerindeki egemenliklerini kullanmaktadır. Sonuç olarak, trafiği düzenleme sorumluluğu İran ve Umman Sultanlığı’na aittir.

Bununla birlikte, bu anlaşma ABD başta olmak üzere bölgesel çıkarlarına engel oluşturduğu ülkeler tarafından itirazlara neden olmakta; İran ve ABD’yi karşı karşıya getirmektedir. ABD bir serbest trafik sistemi talep ettiğinden ve Hürmüz Boğazı’nın petrol taşımacılığı için hayati bir alan olduğunu düşündüğünden, geçişin hür olmasını istemektedir. İran ise, trafik üzerinde daha fazla kontrole sahip olmak ve dış politikasında bir baskı kartı olarak kullanmak için Umman Sultanlığı ile yaptığı anlaşmayı yeterli görmektedir.

Hürmüz Boğazı, İran’ı ve Umman Sultanlığını ayıran bir su yoludur. Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlamaktadır. Boğaz en dar kısmında 33 km genişliğindedir. Ancak nakliye şeridi her iki yönde de genişliği üç kilometreyi geçmiyor. ABD’nin İran’a yaptırımları başlattığı andan itibaren, İran Basra Körfezi’ndeki petrol ticaret hareketini baltalamak için harekete geçti. Ayrıca Irak’taki protesto hareketleri sırasında Basra’daki petrol sahalarını hareketlendirdi. Ajanslar, Tahran’a sadık milislerin Basra’daki Güney Petrol Şirketi’ne saldırı başlattığını bildirmişti. İran Donanması komutanı Amiral Hüseyin Khanzadi, “Geçen petrolün parasının İran’ın güvenliğini tehdit etmek için kullanılmasından dolayı boğazdan geçişin artık güvenli olmayacağı” tehdidinde bulundu.

2.1. İran’ın Boğazlar İçin Gerilimi Yükseltmesi

ABD savaş gemisi USS Vincennes, Temmuz 1988 yılında fırlattığı füzeyle İran yolcu uçağını düşürerek mürettebatla beraber 290 sivili öldürmüştü. Tahran kasıtlı bir saldırı olduğunu söylerken, Washington yolcu uçağının bir savaş uçağı olduğu sanılarak kazayla vurulduğunu söyledi. ABD, Vincennes savaş gemisinin tarafsız gemileri saldırılarından korumak için bölgede olduğunu söylüyordu.

ABD, 2008 yılı başında, İran’a ait gemilerin boğazdaki üç ABD donanma gemisine yaklaşarak tehdit ettiğini suçlamasında bulundu. Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi, 2008 Haziran ayında, saldırıya uğramaları halinde Hürmüz Boğazı’ndan ticari gemilerin geçişini engelleyecekleri tehdidinde bulundu.

Japon petrol tankeri M. Star, 2010 Temmuz ayında, Hürmüz Boğazı’nda hedef alındı. Saldırıyı El Kaide’ye bağlı Abdullah Azzam Tugayları üstlendi. İran, 2012 Ocak ayında, ABD ve Avrupa’nın, Tahran’ın nükleer programını durdurmak amacıyla petrol gelirlerini hedef alan yaptırımlarına misilleme olarak, Hürmüz Boğazı’nı kapatmakla tehdit etti.

İran Donanması, 2015 Mayıs ayında, Tahran’a ait sondaj platformuna zarar verdiği gerekçesiyle, Singapur bandıralı bir tankere ateş açtı. İran, aynı zamanda bir konteyner gemisini de ele geçirdi.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 2018 Temmuz ayında, İran’ın petrol ihracatını sıfıra düşürme çağrısında bulunan ABD’ye cevaben Hürmüz Boğazı’ndan petrol geçişini engelleyebileceklerini ima etti. Mayıs 2019’da ise Hürmüz Boğazı dışında, BAE’nin doğu sahilinde yer alan El-Fuceyra Limanı yakınlarında 4 gemi saldırıya uğradı.

2.2. İran’ın Boğaz Kontrolü

Herhangi bir silahlı çatışma olması durumunda ABD ve müttefiklerini endişelendiren İran’ın Basra Körfezi’ndeki Hürmüz Boğazı üzerinde her türlü kontrole sahip olmasıdır. Gemi ve dalgıçlara karşı deniz silah sistemleri Basra Körfezindeki ABD askeri üsleri için büyük bir endişe kaynağıdır. Deniz seyrüseferi ve ticari taşımacılık için gerçek bir tehdit oluşturmaktadır.

Bu silah sistemleri şöyledir: Nasr-1, Mart 2010’da sergilenen katı yakıtlı, kısa menzilli, İran’ın gemilere karşı kullanılan füzesidir. Kadir, uzun menzilli gemilere karşı kullanılan bir seyir füzesidir. Ağustos 2014 tanıtıldı. Basra Körfezi, denizde sabit ve mobil hedefleri yok edebilen, ilk kez Eylül 2011 günü gösterilen kısa menzilli bir gemi karşıtı balistik füzesidir. Zafar, küçük ve orta hedefleri çok yüksek hassasiyetle vurabilen radar sistemine sahip kısa menzilli gemilere karşı kullanılan füzesidir. Mihrap, gizli hedeflerle ve onu ele geçirmeye çalışan akıllı sistemlerle savaşmak için en son teknoloji ile tasarlanmış ve donatılmış İran yapımı bir denizden havaya kullanılan füzedir. Nur, İran Donanmasının 2005 yılında ürettiği katı yakıtlı tanınmış İran füzelerinden biridir.

Hürmüz 2, İran’ın şimdiye kadar ürettiği en önemli füzedir. Hürmüz 1’in ikinci neslidir. 300 km menzile sahip olan bu füze, deniz yüzeyinde hareket eden hedefleri yüksek hassasiyetle vurabilmektedir. Hızına gelince ses hızının yaklaşık 4 ila 5 katı olup 650 kilo patlayıcı taşıyabilmektedir. İran belli başlı bu füzelerin dışında başka birçok farklı füze sistemlerine sahiptir.

2.3. Hürmüz Boğazı’nın Ekonomik Önemi

Hürmüz Boğazı, dünya genelinde yıllık toplam petrol arzının yüzde 20’sinin gerçekleştiği bir boğaz olduğu için uluslararası petrol ticaretinde büyük önem taşımaktadır.2006 yılında yapılan bir istatistiğe göre yıllık olarak Hürmüz boğazından dünyaya 2,9 milyar ton petrol ihraç edilmektedir. İran günlük petrol ihracatının yüzde 90’nını 2,7 milyon varille Hürmüz boğazından ihraç etmektedir. Suudi Arabistan’ın Hürmüz Boğazı’ndan petrol ihracatı yüzde 88, Irak’ın yüzde 98, Birleşik Arap Emirlikleri’nin yüzde 99, Kuveyt’in yüzde 88 ve Katar’ın yüzde 100’dür. Yani boğaz petrol ihracatında ana arterdir. Lakin İran boğazın esas sahiplerinden olmasına rağmen yaptırımlar nedeniyle boğazı kullanamamaktadır.

ABD Enerji Bilgi İdaresi, Hürmüz boğazından 2016 yılında günde 18,5 milyon varil petrol geçtiği bilgisini verdi. Bu rakam 2016 yılında deniz yoluyla gönderilen ham ve diğer petrol sıvılarının yaklaşık yüzde 30’unu oluşturmuştu. Fortexa petrol analiz şirketi ise 2017’e günde tahmini olarak 17,2 milyon varil, 2018’da günde yaklaşık 17.4 milyon varil ham petrol taşındığını açıkladı.

Küresel petrol tüketiminin günde yaklaşık 100 milyon varile ulaştığı düşünüldüğünde bu miktarın yaklaşık beşte birinin Hürmüz Boğazı’ndan geçtiği anlamına geliyor. OPEC üyesi olan Suudi Arabistan, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Irak’tan gelen ham ihracatın çoğu Hürmüz boğazından geçiyor. Dünyanın en büyük doğalgaz ihracatçısı olan Katar’ın üretiminin neredeyse tamamı boğazdan geçiyor.

Ancak öte yandan İran’ın boğazda yarattığı kalıcı tehdit İran’ın ana ortaklarını, özellikle de Basra Körfezi’nden ithal edilen petrole bağlı olan Çin’in çıkarlarını da tehdit ediyor. Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Chen Xiaodong İran Devrim Muhafızları Hürmüz Boğazı’nı kapatmakla tehdit etmelerinden sonra İran’a, Ortadoğu’da istikrar ve komşularıyla uyum sağlamak için daha fazlasını yapmak çağrısı yapmıştı. Chen “Çin, İran’ı çevreleyen Arap ülkeleriyle Ortadoğu’da barışı getirme çabaları çerçevesinde kapsamlı temaslarda bulundu” dedi.

2.4. Bab’ül Mendeb Boğazı

İran faaliyetlerini, Yemen sahilindeki Bab ül Mendeb Boğazı’na da taşıyarak Arap Yarımadası’nın batı tarafı üzerinde de denetim kurmaya başladı. Bab ül Mendeb, Hürmüz boğazından daha az önemli değildir. En büyük dördüncü uluslararası su yoludur. Kızıldeniz’i Umman Denizi’ne bağlayan bu boğazdan dünya ticaretinin yüzde 12’si gerçekleşmektedir. Süveyş kanalından geçen gemilerin yüzde 98’i bu boğazdan geçmektedir. 2016 yılında günde 4 milyon 800 bin varil petrol ve petrol ürünleri geçtiği hesaplanmıştır.

Suudi Arabistan Bab ül Mendeb üzerinden petrol ihracatını İran destekli Husilerin iki tankere saldırması sonrasında askıya almıştı. İsrail Başbakanı Netanyahu “İran tehdidi” olarak adlandırdığı durumla yüzleşmek için uluslararası bir askeri ittifak kurma çağrısı yaptı. Netanyahu İran’a karşı Suudi Arabistan’a atıfta bulunarak “ılımlı ülkeler” olarak adlandırdığı ülkelerle müttefik olmaya hazır olduğunu belirtti.

ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları uluslararası gelişmeler ve ABD’nin AB ülkeleri üzendeki ekonomik etkisi nedeniyle ağırlaştı. Irak Başbakanı İbadi de ülkesinin ABD tarafından konan şartları uygulamaya hazır olduğunu ifade etmişti. Bu durum İran’daki muhafazakâr kanadın İran içinde konumunu güçlendirdi. Ahmedinecad farklı şehirlerde aralıklarla gerçekleşen protestoların gölgesinde Ruhani’yi istifa etmeye çağırmıştı.

2.5. Körfez Ülkeleri ve Hürmüz

BAE ve Suudi Arabistan daha fazla petrol boru hattının döşenmesi de dahil Hürmüz Boğazı’ndan geçmekten kaçınmak için başka yollar arıyorlar. Mevcut boru hatları ve önerilen projeler Uluslararası Enerji Ajansı 2016 verilerine göre Hürmüz boğazından geçmemektedir.

Doğu-Batı Boru Hattı: Günde 4,8 milyon varil kapasitesine sahip bir Suudi petrol hattıdır. Halihazırda 1,9 milyon varil kapasitesi kullanılırken 2.9 milyonluk geri kalan kapasitesi atıldır.

Abu Dabi Ham Petrol Boru Hattı: 1,5 milyon varil kapasiteli BAE boru hattında her gün yarım milyon varil petrol akarken kullanılmayan kapasite ise bir milyon varildir.

Sıvı Doğal gaz için Abqaiq-Yanbu Boru Hattı: Tam kapasite çalışan, günde 300 bin varil kapasiteli Suudi hattıdır.

Suudi Arabistan’daki Irak Boru Hattı: Hat doğal gazı iletmektedir. Bu hatta günde 2,6 ile 2,7 milyon varil iletilmektedir, kullanılmayan kapasite ise 3,9 milyon varile ulaşıyor.

III. İMKÂNSIZ SAVAŞ SENARYOSU

ABD askeri üsleri uluslararası çıkarları için Amerikan garnizonları olarak kurulmuş olsa da devletler düzeyinde herhangi bir silahlı çatışma durumunda kolay bir hedefe dönüşüyor. Özellikle daha önce füze sistemleriyle ilgili ayrıntılı bilgi verdiğimiz İran gibi silahlı bir ülke buna katılmışsa ABD üsleri İran’ın öncelikli hedefi olmaktadır. ABD’nin dünya çapında 130 ülkede birçok askeri üssü var ve bu üslerin bazıları Japonya, Almanya ve Güney Kore’dekiler gibi 50 yıldan fazla bir geçmişe sahip. Oysa Irak’ta rejimin devrilmesinde kullandığı gibi nispeten yeni askeri üsler de kurdu. ABD, her zaman bu üsleri inşa etmek için stratejik nedenler öne sürdü. Evergreen College’den Amerikalı coğrafyacıya Zoltan Grossman, 1989’da Berlin duvarının yıkılmasından bu yana Irak’ta oluşturduklarının dışında Amerika için bir yeni “etki alanı” oluşumu olarak adlandırdığı Polonya ile Pakistan arasında 35 yeni üs kurduğunu hatırlatıyor. Bu kadar çok üs olmasına rağmen 2003 yılında Amerika’nın müttefikleriyle yürüttüğü İkinci Körfez operasyonu sırasında Irak topraklarında gerçekleşen askeri operasyonlara katılımından dolayı dikkatler Arap dünyasına dağılmış ABD askeri üslerine döndü. Bu operasyonlar 11 Eylül 2001 olaylarının Arap bölgesindeki en önemli yansımasıydı. İran askeri senaryosunun Şiraz kentinden başlayacağını varsayarsak, askeri üsler İran’ın ateş menzilinde olacaktır. Burada Şiraz şehri ile Basra Körfezi’ndeki askeri üslerin yerleri arasındaki toplam mesafeyi düz bir çizgi halinde ayıracağız.

Bahreyn: Bahreyn, 1955’ten beri ABD Donanmasının limanlarında barınması için kolaylıklar sağlamış ve donanmanın mühimmatının sağlanması için kalıcı depolar oluşturmuştur.1993 Nisanından bu yana Orta Asya ile Afrika Boynuzu arasındaki dünyanın orta bölgesi için ABD Merkez Komutanlığı Deniz Kuvvetleri’nin merkezi haline gelmiştir.

Bahreyn, 90’larda Irak’a deniz ablukası uygulamak için Basra Körfezi’ndeki gemi müdahale operasyonlarında en önemli lojistik destek üslerinden biriydi. Bu operasyonların ağırlıklı bölümü “Gıda için petrol” anlaşması çerçevesinde, Irak petrolünün kaçak satılmasını önleme çerçevesindeydi. 1990’ların başında Bahreyn, Basra Körfezi’ndeki ana Amerikan askeri üslerinden biri oldu. 1995’ten itibaren Bahreyn, Güney Irak’ta uçuşa yasak bölgenin uygulanmasına katılan ABD takviye kuvvetlerine ev sahipliği yaptı. Bahreyn, ABD’nin 2003 yılındaki Irak işgali sırasında kuvvetlerini seferber etmek için Körfez İşbirliği Konseyi’ne yaptığı çağrıya olumlu cevap vermişti.

Birkaç kilometrekareyi kapsayan deniz operasyonlarını desteklemeyi amaçlayan kırka yakın ABD Deniz Komuta Merkezlerinin çoğu Başkent Manama’da bulunmaktadır. Mayıs 2000’de USS Ardent mayın tarama gemisi kalıcı olarak Manama’ya yerleştirildi. Bu gemi kalıcı olarak körfeze yerleşen ABD deniz kuvvetlerinin ilk parçasıydı. Mina Salman limanına gelince; misyonu tamamen lojistik amaçlı olup savaş gemileri burada uzun süre demir atıp yakıt ikmali yapabilir. Şiraz kentinden 439 km uzaklıkta olup Şahab2-4-5 füzelerinin menzili içindedir. En önemli askeri üslerden biri Cuffair üssü Bahreyn başkenti Manama’nın 5 mil güneydoğusunda yer almaktadır. Muharrak’taki Bahreyn Uluslararası Havaalanı’na gelince, Amerikan askeri hareketleri için önemli bir noktadır. Şeyh İsa hava limanı ise Amerika’nın ülkedeki ana havalimanı konumunda olup, gözetim ve istihbarat amaçlı uçaklara ev sahipliği yapmaktadır.

Suudi Arabistan: Suudi Arabistan’da 11 Eylül olayından önce Suudi Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı 66 tesisi kullanma hakkına ek olarak ABD Merkez Askeri Komutanlığının 13 tesisi mevcuttu. Genel Merkezi U2 casus uçaklarının da mevcut olduğu El Harc’taki Prens Sultan Hava Kuvvetleri üssüydü. Amerika’nın düzenli olarak kullandığı diğer üsler Dahran’da Kral Abdülaziz üssü (Şiraz’a 420 km), Riyad’da Kral Halid üssü Ve Hamis  Muşayt, Tebük ve Taif’te bulunan üslerdir. ABD’nin S. Arabistan’daki diğer askeri üsleri de Cidde’deki Prens Abdullah bin Abdul Aziz Hava üssü, Hafar Al Batin Hava üssüdür (F-111’leri, Fransız helikopterlerini, destek uçaklarını ve Amerikan eğitim uçaklarını barındırmaktadır). Krallık 1990’dan bu yana bir dizi yarı kalıcı ABD askeri üssüne ev sahipliği yaptı. S. Arabistan, Irak’a karşı 2003 yılında yürütülen operasyonların maliyetinin yüzde 50’sinden fazlasını ödedi. Çeşitli tiplerde 300 Amerikan savaş uçağı Irak’a karşı bu üslerden havalandı. Ayrıca Amerikan Özel Harekât kuvvetlerine ve diğer askerlere kuzeyde bulunan El Cevf’ten Irak’a yönelmelerine izin verildi.

Katar: İran sınırının en uzak noktasına 580 km uzaklıktaki olup orta menzilli füzelerin hedefindedir. Katar, bölgedeki en önemli Amerikan askeri altyapısına ev sahipliği yapmaktadır. ABD Merkez Komutanlığı Hava Kuvvetleri genel merkezi 2002-2003 yılları arasında Suudi Arabistan’dan Katar’ın el Udeyd hava üssüne taşınmıştır. Küçük Körfez devleti ABD askeri “koruması” karşılığında birçok üssün modernizesi için 400 milyon dolardan fazla para harcadı. 1995’ten beri Katar, Güney Irak’ta uçuşa yasak bölgeyi denetlemekle görevli bazı hava kuvvetlerine ev sahipliği yapmaya başladı. 1990’larda bölgedeki en büyük ABD silah ve malzeme depolarından birine dönüştü. ABD’nin Irak’a yönelik saldırı hazırlıkları çerçevesinde araç ve gereçler için 27 bina inşa etti. Özel kuvvetler Saha Genel Merkezi 2001 yılında Katar’ın Al Sayliyah hava üssüne taşındı.

11 Eylül olaylarından önce ABD Merkez Komutanlığı’nın Katar Silahlı Kuvvetleri’ne ait 24 tesisi kullanma hakkına ek olarak 4 tesisi vardı. Zırhlı ekipmanlar için ayriyeten iki depolama alanı mevcuttu. Bunlardan ilki Sayliyah hava üssü olup diğer alan Başkent Doha’nın Güney batısında ve Şiraz’a 531 mil uzaklıkta yer almaktadır.

Birleşik Arap Emirlikleri: Al Dhafra Hava Üssü, topraklarında U-2 keşif uçağı bulunan 380 numaralı ABD Hava Kuvvetleri’ni içerir. Yakıt ikmal uçakları ve ABD Global Hawk ve AWACS uçakları da konuşlanmış durumdadır. Bazı tahminlere göre, al-Dhafra Hava Kuvvetleri Üssü’ndeki Amerikan kuvvetleri 5.000 adede ulaşmış durumda. Cebel Ali limanında büyük bir savaş gemisi demirli durumdadır. Ayrıca Velid ve Reşit limanları her an Amerikan gemilerini almaya hazır vaziyettedir. BAE İran’a 625 km uzaklıkla orta menzilli füzelerin menzilindedir.

Kuveyt: Kuveyt, Amerikan kuvvetlerinin en önemli üslerinden biri olarak kabul edilir. 1000’den fazla tank ve yüzlerce savaş uçağı ve helikopter ile birlikte binlerce asker ve deniz kuvvetleri yerleştirilmiştir. Kuveyt’te ayrıca 20 binden fazla İngiliz askeri vardır. En önemli üsler Doha ve “Arifan” askeri kamplarıdır. 8 binden fazla askerin bulunduğu Virginia eğitim kampı Irak sınırında bulunmaktadır.

Doha Askeri Kampı, başkent Kuveyt’in[2] kuzeybatısında, Irak sınırına 60 km mesafede yer almaktadır. 10 binden fazla ABD askeri barındırmakta olup, ABD ordusunun ana üssü ve lojistik merkezidir. Üste 300’den fazla M1A1 tankı, 400 Bradley II zırhlı araç, zırhlı personel taşıyıcı, obüs ve füze platformları bulunmaktadır. İran’a 500 km uzaklığı nedeniyle orta menzilli füzeler için kolay hedeftir.

Umman Sultanlığı: Mesire Hava Kuvvetleri Üssü, Umman’daki Mesire Adası’nın askeri havaalanında bulunuyor. 1930’dan beri İngiliz kuvvetleri tarafından kullanılmaktadır. Ayrıca 2009’dan beri ABD kuvvetleri için askeri bir depo konumundadır. Acil operasyonlar ve kara askeri araçları bakımı burada yapılmaktadır. Temel görevi askeri ve güvenlik eğitimi, rehberlik, istihbarat ve hava desteği sağlamak olan ABD şirketi DynCorp üste mevcuttur. Adada daha önce BBC’nin vericileri bulunmaktaydı. Şiraz’a 1205 km uzaklığıyla İran uzun menzilli füzelerin hedefindedir.

Thumrait Hava Üssü, Dhofar ile Umman’ın geri kalanı arasındaki bağlantıyı sağlayan ana yolda güney Umman’da bulunmaktadır. Özellikle Afganistan’a ve “uluslararası terörizm” operasyonlarında ABD Hava Kuvvetleri ve İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Şiraz’a 1334 km uzaklığıyla İran uzun menzilli füzelerin hedefindedir.

Ürdün: Ürdün’de bulunan Ruwaishid ve Wadi Muraba’a üslerinde birçok Amerikan avcı uçağı bulunmaktadır. Ürdün’de aynı zamanda Amerikan 22. Deniz Keşif Birliği de mevcuttur. Şiraz’a 1405 km uzaklığıyla İran uzun menzilli füzelerin hedefindedir.

Zarka’daki Şehit Muvaffak Hava üssünde Amerikan askeri tesisleri de mevcuttur. Yaklaşık 1.200 Hava Kuvvetleri askeri vardır. Akabe limanı Amerikan donanmaya çeşitli hizmetler sağlamaktadır. Şiraz’a 1525 km uzaklığıyla İran uzun menzilli füzelerin hedefindedir.

İşgalci İsrail devleti bile İran’ın uzun menzilli balistik füzelerinin menzilindedir; çünkü Yafa yaklaşık 1701 km, Gazze 1740 km ve batı Şeria 1500 km uzaklıktadır.

Washington Post tarafından hazırlanan bir rapora göre, Eylül 2019’da İran’la artan gerilim sırasında ABD’nin ilk kez el Udeyt hava üssündeki ortak hava ve uzay operasyonları komuta merkezini 24 saatliğine Güney Karolina’ya taşıması dikkat çekicidir. Bu adımdan ABD askeri üslerinin koruyucu savunma sistemlerinin yetersizliği anlaşılıyor. ABD, İran’ın saldırmakla suçlandığı ARAMCO şirketini savunmada başarısız oldu ve saldırı sonrasında Suudi petrol üretimin yarısı devre dışı kaldı.

Irak: ABD’nin 12 askeri üssü mevcut olup, Bağdat’ın kuzeyindeki Taji askeri kampı bir eğitim üssü durumunda. Victory askeri üssü Bağdat Uluslararası Havalimanı içinde, Balad Hava üssü Selahaddin kentinde yer almaktadır. Ayn el-Esad   Habbaniyah Hava Üsleri Anbar eyaletinde bulunmaktadır. Musul’un güneyinde Kerkük’te Ring üssü ve Kayyara askeri havaalanı ve bunların yanı sıra İran sınırında Irak Kürdistan’ında dört üssü mevcuttu. Gerçi son dönemde ABD üç tane üsten çekilip yerini yerli birliklere bırakma kararı almıştır.

Kasım Süleymani’ye karşı gerçekleştirilen suikasttan sonra İran, Ayn el-Esad hava üssünü bombaladı. Ayn el Esad üssü, Şam-Bağdat uluslararası yolunun üzerinde bulunmakta olup, İran’dan Şam’a ve Doğu Akdeniz’deki müttefiklerine lojistik desteklerin gitmesini engelleyen bir pozisyondadır. İran sembolik önemi olan üssü vurarak, ABD’ye müttefikleriyle arasına giremeyeceği mesajını vermek istemiştir. Bağdat Uluslararası Havalimanı’nda ABD askeri üssünün bulunması, çift yönlü tüm askeri ve diplomatik hareketlerin izleme kabiliyeti vermektedir. Bu Üssün Kasım Süleymani ve arkadaşlarını izlemek ve ardından havaalanına yakın bir yerde suikast düzenlemek için kullanılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Böylece suikast için çok fazla istihbarat planlaması gerekmedi.

Arap dünyası ve Ortadoğu’daki ABD askeri varlığının bu boyutta olmasına dayanarak “bölgenin ABD’nin doğrudan işgali altında olduğu” sonucu dışında bir sonuca ulaşmak mümkün değil. İran Suriye ve Lübnan’la birlikte bu işgalin dışında kalan birkaç ülkeden biridir ve ABD’nin bölgedeki en önemli hedefi durumundadır. Burada ABD’nin Suriye’de özellikle Fırat’ın doğusunda Kürtlerle (Suriye Demokratik Güçleri-SDG) işbirliği sonrasında üsler kurduğunu ancak Rusya’nın garantörlüğünde Suriye yönetimi ve Kürt güçleri arasındaki görüşmelerden siyasi bir çözüme ulaşılması halinde buradan çekilmek zorunda kalacağını da belirtmek gerekiyor.

SONUÇ OLARAK

İran’daki duruma bakarak ekonomik yaptırımların ve ablukanın tek başına rejimleri yıkmaya yetmediği söylenebilir. Öte yandan kapsamlı askeri harekâtın maliyetinin elde edeceği politik kazanımlardan çok daha fazla olması kuvvetle ihtimaldir. Bu nedenle İran rejiminin, ne kadar şiddetli olursa olsun, ekonomik yaptırımların bir sonucu olarak devrilmesi beklenemez. ABD’nin veya bölgedeki müttefiklerinin öngörülebilir gelecekte İran’a karşı askeri harekât başlatması da kolay değildir. Bunun nedeni, İran’ın olası herhangi bir saldırıya yönelik askeri hazırlıklarının azımsanmayacak düzeyde olması ve batının yaşadığı ekonomik durgunluğu bir krize çevirmesi korkusundandır. Resmi Amerikan açıklamaları İran’a karşı savaş başlatmak istenmediğini defaten tekrarlamıştır.

Mevcut ABD yönetimi, İran’ın sunduğu şartlara boyun eğip müzakere masasına dönmesini bekliyor. İran, Amerikan seçimlerinde Cumhuriyetçilerin yerine Demokratların kazanacağı ihtimali üzerinden zaman faktörüne güveniyor. Diğer bir beklenti ise, ABD’nin İran’la Obama yönetimi döneminde imzaladığı anlaşmaya geri dönülmesi ve mevcut yönetimin İran’a karşı olan dış politikasının Kuzey Kore nükleer dosyasında olduğu gibi değiştirilmesidir.

İran ayrıca özellikle nükleer anlaşma döneminde yatırım sözleşmeleri imzalayan ve yaptırımlardan etkilenen uluslararası şirketlerin baskısına da güveniyor. Bu şirketlerin ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesine karşı muhalefetlerini gizlemeyen Avrupa hükümetleri üzerindeki etkisi, İran lehine başka bir baskı faktörü oluşturabilecektir.

Bugün İran’ın muhafazakâr burjuvazisi ile batıya yakın burjuvazi arasında siyasi mücadele devam etmektedir. Son Süleymani suikastında da görüldüğü gibi İran’a yönelik müdahale girişimleri ülkede baskıcı/“güvenlikçi” politikaların güç kazanmasına hizmet etmekte; ülkede insan haklarını askıya alan, sendika ve ilerici-sınıf partilerinin faaliyetlerini yasaklayan teokratik yönetimin elini güçlendirmektedir. Öte yandan batılı emperyalistlere yakın duran reformcu burjuvazinin iktidarı ele geçirmesi de ülkenin diğer Ortadoğu ülkeleri gibi ABD’nin güdümünde ekonomik olarak IMF ve DB’ye bağımlı bir ülke olmasına yol açacaktır. Her iki durumda da yolsuzluklara, yoksulluğa karşı ayağa kalkan ve demokrasi isteyen halk güçlerinin beklentilerine yanıt verecek bir yönetimin ortaya çıkması mümkün değildir. Burada İran’ı hem teokratik yönetimden ve hem de emperyalist işgal tehdidinden kurtaracak gerçek anlamda bir devrim için; ilerici-devrimci güçlerin yeniden ayağa kalkmaya başlayan halk arasında kök salması ve her iki gerici burjuva bloka karşı işçi sınıfı ve halkın çıkarına dayalı bir iktidar için mücadele etmesi dışında bir seçenek bulunmuyor.


[1] Suriyeli siyasetçi-yazar Kays Abbas, yazıyı Teori ve Eylem için Arapça kaleme almış, Ali Karadaş tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

[2] Kuveyt’in başkentinin adı da Kuveyt’tir.