Arif Koşar

GİRİŞ

Yaygın medyada ekonomi denildiğinde belki de akla gelen ilk şey borsa ve döviz kurundaki hareketlerdir. Siyasi gelişmeler, doğal afetler ya da ülkeler arasındaki ilişkilerinborsa ve döviz kuruna yansıması mutlaka gündemdeki yerini bulur. Ekonomi odaklı televizyon kanallarının ekranları, internet siteleri ya da çeşitli aplikasyonlardangün boyu bu değerler takip edilebilir.

Finansal piyasaların emekçilerin yaşamına girişinin asıl sebebi elbette medyada gündem olması değil. Bir yandan geçim maliyetleri ve hayat pahalılığının yükselmesi diğer yandan ücretlerin düşmesi halkı bankaların zorunlu müşterisi haline getirdi. Aldığı ücretle ay sonunu getirmekte zorlanan emekçi gerekli -ya da gerekli hale getirilen- ihtiyaçlarını karşılamak için soluğu bankada aldı. Aslında emekçiyle aynı anda, belki de daha önce bankalar emekçilerin ayağına gitti. Sokaklarda, parklarda, kahvehanelerde kart başına prim alan ve belirli bir sayıda kart satması için baskı altına alınan, seyyar satıcı gibi kapı kapı dolaşmak zorunda kalan banka görevlileri tarafından kredi kartları adeta dağıtıldı. Sadece kredi kartı değil banka kartı ve kredi kullanımı 2000’li yıllardan sonra muazzam bir biçimde arttı. Bütün bunlara inşaat sektöründe büyüyen konut balonuve düşük faizli konut kredileri eklenince milyonlarca emekçi yıllar boyunca sürecek bir borç yükünün altına girdi.

Hisse senedi, bono, repo, tahvil, faiz oranı, borsa, döviz, yatırım fonu, portföy gibi olgular günlük hayata giderek daha fazla dahil oldu. Yatırım, finansman sağlama, finanse etme gibi kavramlar kendi gerçek anlamlarının ötesine taşan içeriklerde hayatımıza girdi.[1]Borçlu olma hali ve bunun yarattığı kaygı-güvensizliktoplumun dar ve orta gelirli kesimlerini kuşattı. Bazen toplumsal eylemlilik ve tepkilere, bireysel öfke patlamaları ve intiharlara; genel olarak damevcut bağımlılık ilişkilerini kabullenmeye yol açtı.[2]

Kar oranları düşen reel sektörden kaçan ve özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde aşırıbiriken sermayenin sığındığı limanlardan birisifinans oldu. 1929 krizi sonrasında finansal sermaye hareketlerine getirilmiş olansınırlamalar kaldırıldı,bağımlı ülkelerde borsalar kuruldu, menkul kıymetleştirme teşvik edildi, çok sayıda yeni finansal türev ürüngeliştirildi.Günümüze gelindiğinde finansal alanın boyutları borç verilebilir para sermayenin geleneksel sınırlarını aştı. Borsalararacılığıyla özellikle gelişmiş ülkelerde birikmiş para sermaye dünyanın dört bir yanınaaktı. Uluslararası sermaye hareketleri -ve egemenliği- tarihte görülmemiş boyutlara ulaştı. Sanayi ve hizmet sektöründeki büyük şirketler fon (borç verilebilir para sermaye) ihtiyacını doğrudan finansal piyasalardan karşılamaya yöneldi. Ticari alacaklar, borç senetleri, krediler ve her türlü gelir getirmeyi vaat eden poliçe menkul kıymetleştirildi. Türev ürünlerle ortaya çıkan çok katmanlı finansal mimarı -bir krizde son bulacak olan- kredi bolluğu ve büyüme sağladı. Hanehalkı borcu olağanüstü arttı, emekçilerin gelirlerinden alınan faiz ödemeleri finansal karın önemli dayanaklarından birisi haline geldi.

Bütün bu gelişmeler 2000’li yıllardan itibaren finansa olan ilgiyi arttırdı. Finansallaşma kavramı başlangıçta sermayenin finans alanına yönelmesi, finansal karın artışı ve yeni finansal araçların ortaya çıkışı gibi olgulara referans verdi. Ancak giderek her şeyin finansallaştığı, sömürünün tefecilik biçimini aldığı, toplumsal kutuplaşmanın temelinde finansın yer aldığı ve niteliksel bir dönüşümle kapitalizmin yeni bir aşamaya girdiğini ifade eder hale geldi.Bu kapsamda gelişen finansallaşma literatürünün açık ya da örtülü varsayımı para sermayenin üretken sermayeden bağımsız hale geldiği ve onun üzerinde egemenlik kurduğu tezidir.[3]Finansınkredi verme, hisse senedi işlemleri ve diğer faaliyetleriyle ekonomiye katma değer sağladığı, artı-değerden bağımsız olarak ortaya çıkan finansal karın sermaye birikiminin yeni merkezi olduğu ifade edildi.[4]

Bu makalenin konusufinansallaşma kavramı ya da genel olarak finansallaşma ile referans verilen toplumsal dönüşümler değil, bu literatürün önemli bir bölümü tarafından varsayılan finansın üretimden, finansal karın da emek gücünün üretim sürecinde ürettiği değer ve artı-değerden bağımsız olduğu fikridir. Buna göre finans alanında kredi alışverişi ve risk yönetimi ile yeni bir artı-değer kaynağı oluştuğu varsayılmaktadır.Bu kapsamda makalenin ilk bölümünde finansal sistemin temel unsurları, işlevleri, finansal faaliyetlerin yatay ve dikey genişlemesiyle geleneksel sınırlarının ötesine geçmesi üzerinde durulacaktır. İkinci bölümde finansallaşma kavramı ve literatüründen kısaca bahsedilecek ve makalenin temel konusunu oluşturan finansal karın kökeni üzerine temel bazı varsayımlar aktarılacaktır. Üçüncü bölümde finansal karın üretim sürecinde üretilen değer ve artı-değerde temellendiği, tek tek finansal kar biçimleri ele alınaraktartışılacaktır.Sonuç bölümde yapılan analizden yola çıkılarak üretim süreci ve finans arasındaki ilişki değerlendirilecek ve finansın nispi özerk yapısına, genişliğine ve tüm karmaşasına karşın kapitalist üretim temeli üzerinde yükseldiği, onun tarafından sınırlandığı ve belirlendiği; aksi yöndeki kuramsallaştırmaların para sermaye döngüsünün (P-P’) temsil ettiği meta fetişizminden muzdarip olduğu savunulacaktır.

1. FİNANSALFAALİYETLERDE GENİŞLEME VE DERİNLEŞME

Kapitalist üretim ilişkileri içinde finansal alanın temel işlevi, birikim için gerekli para sermayenin, başka bir deyişle fonun sağlanmasıdır. Kapitalist, yatırım yapmak ya da olası gereksinimleri için yeterli nakit paraya sahip olmadığında finans sistemine başvurur. Toplumun atıl fonlarını kapitalist yatırım süreçleri için seferber eden finansal faaliyetler üretici güçlerin gelişmesini hızlandırır; tek tek kapitalistlere üretimlerini kendi bireysel sermayelerinin ötesine genişletme, ödünç alınmış parayla birikim yapma olanağını verir.Diğer bir önemli işlevi ise üretilmiş metaların satışı, yani değerin realize edilmesi için gerekli fonun sağlanmasıdır.

Neo-klasik geleneğe göre de finans reel sektöre ‘faktör hizmetleri’ sağlar,tasarruflarını toplar ve girişimcilere sermaye olarak aktarır,karşılığında girişimciler yatırılan sermaye ve işletmenin risk düzeyiyle orantılı olarakişletme kârından, dolaylı olarak hane halklarına faiz ödemesinde bulunurlar. Fon arzedenler ile talep edenleri düşük maliyetle buluşturur. Dolayısıyla finansal piyasalara devlet müdahalesi olmadığı ve bilgi asimetrisi finansal aracılar ile hafifletildiği sürece finansın büyüme ve refaha sunduğu katkı artacaktır.[5]

Finansal sistem, kredi sistemi ve sermaye (hisse senedi) piyasaları olmak üzere iki ana bileşenden oluşur. Kredi sisteminin temel aktörü bankalardır. Bankalar topladıkları mevduatlar sayesinde büyük fonları, yatırım -ya da tüketim- için kredi olarak vererek sermaye birikimini destekler. Böylece girişimci kapitalistin daha büyük bir sermayeyi yatırımda kullanması mümkün hale gelir ve toplumsal sermaye daha yüksek bir merkezileşme düzeyine ulaşır.

19. yüzyılın sonlarından itibaren ellerinde büyük fonlar tutan ve bu fonları kapitalist girişimlere kredi olarak veren bankalar giderek yatırımlar üzerinde söz sahibi olmaya başladı. Bankalar ile sanayi sermayesi arasındaki ilişkiyi Avusturya ve Almanya örnekleri üzerinden inceleyen RudolfHilferding banka sermayesinin sanayi sermayesi üzerindeki egemenliği ile finans kapital biçiminde bir kaynaşmanın ortaya çıktığını ifade etti. Bu kaynaşmada banka sermayesi üstün durumunu korumuştu.[6] Keza, Lenin, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması: Emperyalizm isimli çalışmasında, Hilferding’ten farklı olarak tekel ve tekelleşme süreci üzerinde durmuş, banka sermayesi ile sanayi sermayesi arasındaki ilişki ve kaynaşmayla ortaya çıkan finans kapitali bu temelde ele almıştı. Lenin, kitabında bankaların şirketlere kararlar dayatma, krediler üzerinden tehditlerde bulunma, kendi yöneticilerini şirketlerin yönetim kurullarına atama gibi müdahalelerle yatırımlar için fon sağlama biçimindeki geleneksel rollerini aştıkları tespit ediyordu.[7]Banka sermayesi ile sanayi sermayesinin kaynaşması sonucu finans kapital ortaya çıkmıştı. Hilferding’ten temel farkı Lenin’in analizini emek değer kuramı bağlamında yapmasıydı.

Finansal sistemin ikinci bileşeni sermaye (hisse senedi) piyasalarıdır. Sermaye piyasaları, genellikle şirketlerin ürettikleri hisse senedi, tahvil gibi değerli kağıtların işlem gördüğü, alıcı (para sahibi) ile satıcının (hisse senedi ya da tahvil çıkaran şirket) buluştuğu alanlardır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren demiryolları başta olmak üzere büyük fonlara ihtiyaç duyan şirketler bankalardan kredi almanın yanı sıra oluşturdukları hisse senetlerinin satışı ile nakit para tedarik etmişlerdir.İlk hisse senetleri demiryolları, madenler, deniz ulaşımı gibi alanlardaki şirketler tarafından üretilmiştir.Hisse senedi biçimindeki bu değerli kağıtların para sahibi kapitalist tarafından alınması, girişimci kapitaliste sermaye olarak kullanılabilir para sağlamıştır. Böylece hisse senedi üretimi girişimci kapitalistin daha büyük yatırımlar yapmasını kolaylaştırmış ve tekelleşmeyi hızlandırmıştır.[8]Marx’ın ifadesiyle “Dünya, birkaç bireysel sermayenin, bir demiryolu inşası işinin hakkından gelebilecekleri büyüklüğe ulaşıncaya kadar birikmelerini beklemek zorunda kalsaydı, demir yollarına hâlâ sahip olamazdı. Buna karşılık, merkezîleşme bunu, anonim şirketler aracılığıyla, kaşla göz arasında başarmasını bilmiştir.[9]

Sermayenin bu denli büyük fonlar toplaması ve anonim şirketler biçiminde merkezîleşmesiyle, bir büyük hissedar ya da hissedarlar grubu, görece küçük bir öz sermayeyle devasa bir toplumsal sermaye üstünde tekelci egemenlik kurmuştur.Bu serbest rekabet kapitalizminin tekelci kapitalizme dönüşmesinde önemli unsurlardan birisidir.[10]

Menkul kıymetler piyasasının yani hisse senedi alım-satım işinin yaygınlaşması, bu işi özel olarak ya da ek faaliyet biçiminde gerçekleştiren yatırım bankası gibi finansal şirketlerin ortaya çıkmasına neden oldu. 1850’li yıllarda kurulan ilk yatırım bankaları 1873 krizine kadar daha çok demiryolları yatırımlarına dayanan menkul kıymetlerin ve devlet kağıtlarının alım satımı ile uğraşıyorlardı. 1873 krizi ile 1929 krizi arasındaki dönemde yatırım bankaları giderek sanayi şirketlerine entegre oldu. Giderek artan sayıda sanayi kapitalisti büyüyen yatırımlarının finansmanı için yatırım bankalarına başvurdu. Başta çelik ve petrol sektörlerindeki şirketlerin menkul kıymetler çıkarması, borsada işlem görmesi ve bu kağıtların alıcıya ulaştırılmasında yatırım bankaları yön gösterici oldu. Böylece özellikle ABD’de finansal alanda yatırım bankalarının etkinliği hızlı bir biçimde artış gösterdi. Ancak 1929 krizi sonrasında, özellikle 1933 yılında çıkarılan Glass-Steagall Yasası ile yatırım bankacılığı faaliyetlerinesınırlamalar getirildi. Bu kurumsal düzenlemenin temeli bireysel mevduatlara dayanarak kredi veren mevduat bankacılığı ile daha çok menkul kıymetleştirme ve finansal aracılık faaliyetleri yürüten yatırım bankacılığının birbirinden ayrılması oldu. Böylece 1929 krizi öncesi ortaya çıkan finansal spekülasyonlar belirli ölçülerde sınırlandı, finansal kuruluşlara devlet koruması getirilirken bu kuruluşlar dikkatli bir biçimde denetlendi ve riskli faaliyetler kısıtlandı.[11]

1973 kapitalist kriziyle, batıda ikinci dünya savaşı sonrasında yakalanan yüksek büyüme oranları son buldu. Yükselen sınıf mücadelesi ve üretken sektörlerde kar oranlarındaki düşüş sermaye için kapsamlı bir neoliberalyeniden yapılanmayı gündeme getirdi.Bunun en önemli unsurlarından birisi finansal liberalizasyondu.Uluslararası düzeyde para sermaye hareketlerine getirilen sınırlamalar kaldırıldı. Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte bir ülkedeki para sermayenin başka bir ülkedeki finansal varlıklara yatırım yapması anlık bir işlem halinegeldi.[12]

Finansal “tabana yayılma” adı altında toplumun geniş kesimleri finansal aktörlerin müşterisi haline getirildi. Talep cephesinde ücretler düşerken ve arz cephesinde giderek dar gelirli toplum kesimlerine yönelik kredi ve borçlanma araçları yoğun bir biçimde sunuldu.Emekçiler tüketimlerini devam ettirebilmek için borçlanmaya mecbur kaldı. Özellikle 2000 sonrası hanehalkı borcunda sert bir yükseliş yaşandı. Finansal serbestleşme ile şirketlerin banka kredileri yerine doğrudan finansal piyasalardan fon edinmeye yönelmeleri bankaları da daha geniş bir tüketici kesimine kredi dağıtmaya yöneltti. Bunun sonucunda ABD’de 1970 yılında yüzde 43 seviyesinde olan hanehalkı borcu/GSMH oranı 1980 yılında yüzde 49’a, 1990 yılında yüzde 60’a, 2000 yılında yüzde 70’ye yükseldi. 2000 yıllarda ise konut kredilerindeki artışla bu oran olağanüstü bir hızla yükselerek 2007 yılında yüzde 98’e ulaştı.[13] Kriz sonrasında gerileyerek 2019 yılında yüzde 75’e kadar düşmüş olsa da son 30 yılda önemli bir artışın göstergesi.[14]

Finansal liberalizasyonla birlikte etkinliğini artıran finansal enstrümanların başında türev ürünler geliyor. Türev ürünler bir gelir akışını temsil eden değerli kağıtların yeniden alım-satım konusu haline getirilmesi, yani menkul kıymetleştirilmesidir.[15] Borç senetlerinin menkul kıymetleştirilmesi ve böylece türev ürünlerin üretilmesiyle ilk alacaklı alacağı faizin bir kısmını ve dolayısıyla riski başka birisine devretmektedir.[16]Bu nedenle geri alınması oldukça zor olan yüksek riskli krediler kolayca dağıtılmış, amaç kredi ödemelerini geri almaktan çok olabildiğinde fazla türev ürün yaratarak para kazanmak olmuştur. Paradan para kazanma çılgınlığı sonucu finansal piyasalardaki hayali sermayenin değeri gerçeklikten hızla uzaklaşmış ve çarpıcı boyutlara ulaşmıştır.

Bu çerçevede neoliberal strateji kapsamında finansal serbestleşmenin sonuçları ve finansal alanın geleneksel sınırlarının ötesine taşması şöyle özetlenebilir: 1980’li yıllarda döviz kuru ve sermaye hareketleri üzerindeki kontroller kaldırıldı ya da zayıflatıldı. Bağımlı ve geç kapitalistleşmiş ülkelerde menkul kıymetler borsaları kuruldu ya da etkinliği artırıldı. Bankaların sermaye piyasalarında hisse senetleri, tahvil ve türev gibi finansal araçlarla işlem yapmaları konusundaki sınırlamalar kaldırıldı, ticaret bankacılığı ile yatırım bankacılığını ayıran düzenlemeler fiilen ya da hukuken lağvedildi. Türev ürünler hızlı bir biçimde üretilebilmesi nedeniyle bankalar kredinin dönüşü açısından yüksek riskli toplumsal kesimlere de kredi vermekte bir sorun görmedi. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve ücretlerin düşmesi sonucu işçi sınıfı ve dar gelirli toplum kesimleri geçimlerini sağlamak üzere finansal piyasalara daha fazla başvurdu. Tüketim kredileri, kredi kartları ve bankalardan alınan nakit avanslar günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Bankalar bu işlemlerden faizlerin yanı sıra işlem ücreti ve komisyon adı altında büyük bir gelir transferi sağladı. Finansal aktör ve kullanıcı tarafındaki bu gelişmeler henüz ödenmemiş alacaklara ve bu alacakların türev ürünlerle üçüncü taraflara devredilmesine dayalı, krizi belirli bir süre öteleyen ve derinleştiren ekonomik büyümenin temel unsurlarından birisi oldu.

2. YENİ BİR BİRİKİM REJİMİ OLARAK FİNANS YA DA FİNANSALLAŞMA

Finansallaşmanın en yaygın referans verilen tanımı Gerald Epstein tarafından yapıldı: “Finansallaşma yerel ve uluslararası ekonomilerin işleyişinde finansal motivasyonların, finansal piyasaların, finansal aktörlerin ve finansal kurumların rolünün artması anlamına gelmektedir.[17]Dore göre finansallaşma,kurumların yönetiminde finansal yöneticilerin, toplam varlıklar içinde finansal varlıkların, finansal varlıklar içinde menkul kıymetler ve özellikle hisse senetlerinin artan etkisine referans vermektedir.[18]Wade ise şirketler, hanehalkları, emeklilik endüstrisi ve diğer ekonomik kurumların finansal piyasaların etrafında organize olduğunu ileri sürdü.[19]Epstein’e göre bütün bu tanımlar finansallaşma olarak adlandırılan fenomenin çeşitli yönlerine işaret ediyordu.[20]

Kavramı ilk kullanan dünya sistemikuramcılarından Arrighi için finansallaşma, Epstein ve diğerlerinin aksine hane, birey ve firmaların ekonomik davranışlarındaki değişimi vurgulamaktan oldukça uzaktır. Onun vurgusu “sistemik birikim devreleri” adını verdiği kapitalizmin tarihsel seyrini ifade eden ve hegemonyanın el değiştirmesi ile sonuçlanan “tekerrür eden örüntülere” ilişkindir. Arrighi’ye göre, aralarındaki nitel farklılıklara rağmen tüm birikim döngülerinde tekerrür eden unsurlar vardır. Tüm döngüler, maddi genişleme dönemi ile başlar ki bu aşamada sermayenin meta ve ticari sermaye formlarına bürünmesiyle, genişleyen yeniden üretim söz konusu olur. Devamında finansal genişleme dönemi ve artan uluslararası rekabet sebebiyle, düşük kâr oranları sermaye birikiminin krize girmesine sebep olur. Böyle zamanlarda maddi ekonomiye yatırım yapmak riskli hale gelir ve sermaye stratejik tercihini likit varlıklar doğrultusunda kullanır. Günümüzde, bu yönelimin sonucunda sermaye birikimi üretim alanından giderek finansal alana yönelmiştir.[21]

Finansallaşma literatürünün en önemli temsilcilerinden birisi MonthlyReview okuludur. Sweezy 20. yüzyılın son döneminde kapitalizmin üç eğiliminden birisini “sermaye birikim sürecinin finansallaşması” olarak tanımladı.[22]Foster’e göre finansallaşma, kapitalizmin ağırlık merkezinin üretimden finansa doğru kaymasına referans vermektedir.[23] Böylece tekelci kapitalizm aşamasından yeni bir tekelci finans kapitalizmi aşamasına geçilmektedir. Birikimin bu aşamasının karakteristik özelliği finansal genişlemenin sistem için ana çözüm haline geldiği, ancak ekonominin temelinde yatan sorunlarınaşılması konusunda yetersiz kaldığı, durgunluk-finansallaşma tuzağıdır.[24]

Arrighive Sweezy’de daha çok kuramsal düzeyde finansal sermayenin artan etkinliğine referans verilirken, 2000’li yıllardan sonra finansallaşma literatürü ampirik çalışmalara yoğunlaştı.2005 yılında ABD ekonomisindeki değişikliklere odaklanan Krippner’a göre finansallaşma -Arrighi’yi takip ederek- “meta üretimi ve ticaretinden çok giderek finansal kanallardan karın oluştuğu bir birikim kalıbı”na referans verdi. Bunun çağdaş kapitalizmde yeni bir aşama anlamına gelip gelmediğine henüz net bir cevap vermeyen Krippner’e göre sermaye birikimi finansal sektörlerde yoğunlaşmıştı.[25]

Ben Fine ise finansallaşmayı daha betimleyici bir noktadan, “finansın geleneksel sınırlarının ötesine geçerek, kişisel ve iktisadi toplumsal üretim sürecine daha fazla yayılması” biçiminde tanımladı.[26]Panitch, Albo ve Gindin ise finansallaşmanın ve hatta 2008 krizinin dünya genelindeki ABD’nin dünya hegemonyasının perçinlenmesi anlamına geldiğini ileri sürdü.[27]

Başlangıçta kapitalizmin çeşitli eğilimlerinden birisi olarak tanımlanan ya da finansal faaliyetlerin nicel artışına referans veren finansallaşma kavramı, giderek günümüz dünyasındaki her şeyi açıklayan bir üst kavram statüsüne yükseldi.[28] Finansal sermayenin yükselişi ve artan finansal karlarla kapitalizmin finansal bir çağa girdiği ya da finansallaştığı, üretim sürecinde emek gücünün sömürüsünün önemini kaybettiği yerini tüm toplumun-tefecilik yoluyla-“finansal sömürü”süne bıraktığı ileri sürüldü. Tüketici kredileri, banka işlemleri vb. ile emekçiler borçlandırılıp finansal alana dahil edilmekle kalınmıyortüm ticari faaliyetler, üretim, kar ve genel olarak kapitalizm finansallaşıyordu. Kuralları finans belirliyor ve kapitalizm verimsiz hale geliyordu. Bu nedenle krizler üretim sürecinden bağımsız, bir takım finansal istikrarsızlık, spekülasyon, borç ve düzenleme yokluğundan kaynaklanıyordu. Sermaye değil finans emeğin düşmanıydı. Bu anlamda kullanılan finansallaşma kavramı modern kapitalizmin işleyişindeki temel hareketlerin hatalı bir biçimde anlaşılmasına ve dolayısıyla finansal piyasaların sınırlandırılması ile yetinen eski Keynesyen reformist politikanın yenilenmiş bir tekrarına yol açıyordu.[29]

Finansallaşmış bir kapitalizmde kârlar temel olarak üretimdeki sömürüden değil, dolaşımdaki mali el koymadan geliyordu.Blakeley, bunu Stolen isimli kitabında finansın tüm toplumdan yaptığı hırsızlık olarak tanımladı. Buna göre modern kapitalizm servetini emeğin sömürülmesinden değil herkesten çalmaktan sağlayan “finansallaştırılmış kapitalizm”dir.[30]

Finansallaşma literatürünün en önemli temsilcilerinden birisi CostosLapavitsas’a göre insanların gelirlerine el koyan ve “hepimizi sömüren” finans ve finansallaşma günümüz kapitalizminin temel bir unsurudur.Bu, işçilerin kapitalist üretimde sömürülmesinin standart bir biçimi değil, “işçilerin gelirinden borç verene doğrudan değer aktarımı” anlamına gelen “finansal sömürü”dür.[31]

Lapavitsas’ın ima ettiği ama açıkça belirtmekten imtina ettiği sonuçlar Bryan, Martin ve Rafferty’nin 2008 krizinin hemen sonrasında yazdıkları makalede açık bir biçimde tanımlanmıştır.Sömürü artık, ödenmemiş emek zamanı ile tanımlanamayacak bir tefecilik biçimini almıştır.[32] Buna göre kredi sisteminin dışında kalan finansallaşmanın diğer konuları Marx’ın bu sorunlara yaklaştığı çerçevenin ötesine geçmeyi gerekli kılar. Finansal süreçler sermaye birikimini dönüştürüyor, dolayısıyla ekonomik bir kategori olarak sınıf ve sınıf ilişkileri de köklü bir biçimde değişiyordu.[33]Emek gücünün tüketim harcamalarıartı-değer üreten bir unsur haline gelmiş, “emek gücü” finansal yatırımlarını yöneten ve risk alan bir tür yatırımcıya dönüşmüş, böylece sermaye ile benzeşmiştir.[34]Sadece emek gücü değil sermaye de niteliksel bir dönüşüm geçirmiş,onun soyut biçimi somut hali üzerinde egemenlik kurmuştur.Menkul kıymetleştirme işleminde gerçekleşen şey fiziksel formlardaki sermayenin somut biçimi ve durgun halinden çıkıp akışkan bir nitelik kazanmasıdır.[35]Farklı varlık türleri tek bir menkul kıymet biçimine dönüştürülebilir, farklı sermayelerin belirli fiziksel formları aşılabilir. Otomobil fabrikası ile yazılım şirketi arasındaki fiziksel farklar hisse senedi piyasasında söz konusu değildir.Bir birey, sermayeyi ikisi arasında kolayca değiştirebilir.[36] Yazarlara göre finansallaşma, bu açıdan, Marx’ın odaklandığı kredi sisteminden çok farklıdır. Kredi sisteminde odak sermaye devresinin sonundaki elde edilen artı değerden faizin alınmasıdır. Hisse senetleri devrenin sonunda üretilen artı değerle sınırlı ölçüde ilişkilidir, türev ürünler iseilişkisizdir.[37]

Burada aktarılan bütün bu “finansal kapitalizm” literatürünün muzdarip olduğu şey, tıpkı çok sayıda çağdaş analizde görüldüğü gibi, kapitalizmin bütünsel ilişkilerini göz ardı edip çalıştığı konuyu her şeyin merkezi olarak ele almasıdır. Özel ile genel olan arasındaki ilişki doğru bir biçimde ele alınmayınca “doğanın metalaştırılması”, “finans”, “borç”, “yaratıcılık”, “AR-GE”, inovasyon, “yaratıcı emek”, “maddi olmayan emek” gibi bir takım yeni gelişmelere referans veren kavramlar tüm analizin merkezi haline geliyor ve kuramsal bir “sihir” kazanıyor. Kral Midas’ın değdiği her şeyin altına dönüşmesi gibi finansa değen her şeyin finansal varlık haline dönüştüğü varsayımı, çağdaş görüngülerin tek taraflı değerlendirilmesi ve abartılmasına dayalıdır. Örneğin Blakeley’e göre finans her yeri kapladığından tüm kapitalizm finansallaşmıştır!“Yeni bir kapitalizm modelidir.[38]

Bu makalede genel bir finansallaşma tartışmasının yapılmayacağı belirtilmişti. Ancak burada genel yaklaşıma dair kısa bir not düşmekte fayda var: Kapitalist ekonominin üretken sektörlerinin tefeciye ya da bankacılara dönüştüğü anlatısı oldukça abartılı bir yorumdur. Örneğin JoelRabinovichfinansal olmayan şirketlerin kârlarının çoğunu, istihdam ettikleri işgücünün sömürüsünden değil faiz, kira veya sermaye kazancıyla elde etmeleri üzerine titiz bir analiz yaptı. Finansal rantiyerleşmehipotezinin aksine ABD’de finansal olmayan şirketler için 1980’lerden bu yana finansal gelir toplam gelirinsadece yüzde 2,5’i kadardır. Toplam kar içinde finansal karın oranı ise daha da düşüktür. Varlıklar açısından, iddia edilen finansal varlıkların bazıları aslında finansal olmayan şirketlerin gittikçe daha fazla meşgul oldukları üretimin uluslararasılaştırılması, yeniden yapılanma faaliyetleri, şirketler arası birleşme ve devralmalargibi diğer faaliyetleri yansıtmaktadır.

Grafik 1. ABD’de finansal olmayan şirketlerde finansal gelirin toplam gelire oranı

Kaynak:J. Rabinovich’den aktaran Roberts, M. (2019b) “Theftorexploitation?- A Review of StolenbyGraceBlakeley”, https://thenextrecession.wordpress.com/2019/09/13/theft-or-exploitation-a-review-of-stolen-by-grace-blakeley/ (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

Grafik-1’den de görülebileceği gibi finansal olmayan şirketlerin gelirleri içinde toplam finansal karların oranı 1955’te yüzde 0.5’in biraz üzerindeyken 1980’lerde yüzde 2.5 gibi hala oldukça küçük bir değerde kalıyor. Günümüze kadar bu değerde seyretmeye devam ediyor. Başka bir deyişleGeneral Motors, Caterpillar, Amazon, Google, Microsoft, büyük tütün, ilaç ve benzeri uluslararası tekeller her zamanki gibi mal satmaktan kar elde etmeye devam ediyor. Yani finansal olmayan şirketler iddia edildiği gibi finansallaşmamıştır.[39]

Özellikle sol kanat Keynesyenler için finansallaşma ve genel olarak finans belli başlı ekonomik sorunların, örneğin Stockhammer’ın ele aldığı üzere son 40 yılda gelir dağılımındaki bozulmanın temel failidir.[40] Yine finansal piyasalarda patlak vererek başlayan 2008 krizi, post-Keynesyenlereya da Marksist iddialı sol-Keynesyenleregöre ödeme gücünü aşan kredi dağıtımı gibi finansal faaliyetlerin yol açtığı istikrarsızlıkve spekülatif unsurların sonucudur.[41] Krizler her zaman parasal panik ya da finansal çöküşler olarak görünür, çünkü kapitalizm parasal bir ekonomidir. Ancak bu sadece krizin altında yatan nedenin bir belirtisidir. Çoğu zaman göz ardı edilen temel nokta, krizlerin ekonominin küçülen üretken tabanından kaynaklanıyor olmasıdır. Kriz finansal sektörlerde ortaya çıkmış gibi görünse de, asıl sebep üretken alanda ve bu alandaki aşırı üretim ve düşen kâr oranında yatmaktadır.[42]

Ayrıca finans sektörünün kritik işlevleri olmakla birlikte sermaye birikimi açısından belirleyici değildir. Örneğin son 30 yılda artış göstermekle birlikte, finans ve sigortacılık sektöründe dünyanın en gelişmiş ülkesi olan ABD’de bu sektörün toplam GSMH’daki payı 2018 yılında yüzde 7.4 olmuştur.[43] Finans sektöründe istihdam edilen nüfus yüzde 5 ila 6 civarındadır. Finansal karlar toplam karlar içerisinde önemli bir artış eğilimi göstermesine rağmen, kapitalizmde her şeyin finansla başlayıp bittiği ve finansallaşmanın kapitalizmin temel unsurlarını niteliksel bir dönüşüme tabi tuttuğu fikri, sosyal bilimlerdeki yeni olguları abartma eğiliminin bir örneğidir. Artan genişlik ve yoğunluğuna karşın finans, hala üretime bağımlı ve değer üretmeyen bir alan bir alan olarak varlığını sürdürmektedir.

Finansallaşma çağdaş kapitalizm içinde finansal faaliyet ve işlemlerin geleneksel sınırlarını aşarak yaygınlaşmasına referans veren betimsel bir kavram olarak faydalı olabilir. Elbette betimsel bir kavramsallaştırma ve tanımlama tek başına yeterli değildir ve genişleyen finansal faaliyetlerin iktisadi ve toplumsal zemini, sermaye birikimi açısından işlevi ve boyutları araştırılma konusu olarak ciddi bir biçimde incelenmelidir. Ancak betimsel içeriğin ötesinde kullanılıp finansal alanın bağımsız ve tamamen belirleyici bir nitelik kazandığı, düşük büyüme oranları, işsizlik ve gelir eşitsizliği gibi temel yapısal sorunların finansal faaliyetlerden kaynaklandığı, artı-değer sömürüsünün yerini tefeciliğin ve bir tür finansal birikimin aldığı ileri sürüldüğünde yeni bir kapitalizm ya da kapitalizm içinde yeni bir finansal aşama ima edilmiş olur ve bu makalede eleştiri konusu yapılan budur.

3. FİNANSAL ALAN, ARTI-DEĞER VE DEĞER TRANSFERİ

Üretim, dağıtım/değişim (finansı da kapsar), toplumsal idame ve kişisel tüketimin tamamı toplumsal yeniden üretim süreci içerisindeki zorunlu halkalardır. Bu halkaların yeniden üretim için gerekli ve hatta zorunlu unsurlar olması hepsinin değer yarattığı ya da benzer yönde etkiye sahip olduğu anlamına gelmez. Örneğin bütün iktisat teorileri üretim[44] ve tüketimin zıt etkilere sahip olduğunu, ilkinin servet yaratırken diğerinin serveti tükettiğini kabul etmiştir. Tartışma ve fikirsel ayrılıkticaret, finans ve toplumsal idame alanlarında ortaya çıkar. Gerek klasik gerek de Marksist iktisat bu alanları farklı işlevlere sahip değer üretmeyen toplumsal tüketim alanları olarak gördü. Neo-klasik iktisat ise ticari ve finansal kârdan yola çıkarak piyasada getirisiolan her türlü faaliyeti fayda sağlayan üretim işi olarak değerlendirdi.[45] Neo-klasik iktisadın yükselişiyle üretim ve üretim dışı faaliyetler arasındaki ayrım giderek silikleşti.

Oysa, örneğin, ticaretin tek başına yeni bir değer yaratmadığı, mevcut üretilmiş değerlerin realize edilmesi ya da el değiştirmesi anlamına geldiği en azından fizyokratlardan beri bilinmektedir.[46] Ticaret metaların el değiştirmesidir. Başlangıçta ve ticari işlemin sonunda mevcut değerlerin toplamı eşittir. Yeni bir değer söz konusu değildir. Bir taraf normal satış ya da spekülasyonla büyük miktarda kar elde ediyor olsa bile söz konusu olan para ve meta sahiplerinin yer değiştirmesidir. Finansta da benzer bir durum vardır. Kredi ilişkisinde para sahibi kapitalist, bir yatırım ya da tüketim harcaması için bu parayı bir başkasına tahsis eder. Paranın diğer bir kişiye belirli bir faiz getirisi anlaşması ile verilmiş olması basit bir el değiştirmeden ibarettir. Faiz, yasalarla güvence altına alınmış bu el değiştirmenin sonucudur. Ancak el değiştirmenin kendisiyeni bir değer yaratmaz. Faizin kaynağı üretim sürecindeki yatırım sonucu elde edilen artı-değer ya da krediyi alan kişinin geliridir.

Şekil1.Kredi ilişkileri bağlamında finans ve üretim alanları

Kaynak:Yazar tarafından hazırlanmıştır.

Şekil-1’den takip edilebileceği gibi üretim sürecinin sonunda ortaya çıkan para biçimindeki artı-değer sadece mal ya da hizmet üreten kapitalist tarafından girişimcikârı biçiminde alınmaz. Artı-değer aynı zamanda üretim alanı dışında ve onun uzantısı olan diğer üretken olmayan sektörleri finanse eder. Eğer üretici kapitalist yatırım için yeterli sermayeye sahip değil ve sermayesinin bir kısmını para kapitalistten aldıysa sürecin sonunda ortaya çıkan artı-değerin bir kısmını para kapitaliste faiz olarak öder. Bu faizin bir kısmı finansal işleri yürüten finansal çalışanlara ücret olarak giderken (diğer masraflar düşüldükten sonra) kalan kısmı finansal kuruluşun karı olur. Üretilen metaların satışı bir ticari kapitalist tarafından gerçekleştiriliyorsa artı-değerin bir bölümü ticari kar olarak ticari kapitaliste (ve ticaret işçisinin ücreti gibi diğer ticari masraflara) gider. Üretici kapitalist üretimi yaptığı toprak, bina vb. kendisine ait değilse bunların sahibine artı-değerin bir parçasını rant olarak verir. Kalanı ise girişimi gerçekleştiren üretken kapitalistin aldığı girişim karı olarak adlandırılan kısımdır. Dolayısıyla üretim sürecinde üretilen artı-değer finansal, ticari, sanayi ya da hizmet üreten kapitalistler arasında çeşitli biçimlerde paylaşılır. Finansal kârın ve finansal sektörde çalışanların aldığı ücretlerin kaynağı üretim sürecinde üretilen artı-değer ve üretken işçilerden yapılan değer transferidir.

Bununla birliktefinansal varlıkların fiyatları, bir ölçüde üretimden bağımsız olarak, piyasalardaki arz ve talep dengesine göre değişir. Bu finans ile üretici sektörler arasındaki ilişki konusunda yanılsamaya yol açar. Ayrıca bir finansal varlığa yatırılan para sermaye, sürecin sonunda ek bir değer kazandığındakapitalist için görünen sadece P-P’ hareketidir.Para adeta sihirli bir işlemle ek bir değer yaratmış gibidir. Bu meta fetişizminin görünümlerinden birisidir.

Bu bölümde finansal karın üç ana biçimi ele alınacaktır. İlki, borç esasıyla ödünç veren para kapitalistine ödenen faiz.İkincisi hisse senedi sahipliği ile elde edilen kâr payı ya da diğer bir deyişle temettü. Üçüncüsü hisse senedi ya da tahvil gibi finansal varlıkların alım-satım işlemi sırasındaki fiyat değişimi sonucunda ortaya çıkan sermaye kazancıdır. Çeşitli finansal araç kullanım ücret ve komisyonları gibi başkaca kalemler de bu listeye eklenebilir. Ancak finansal karın en genel biçimi bu üçüdür. Bütün biçimlere kavramsal ve pratik bir birlik getiren unsur, getirilerin üretildiği süreçlerin ve işlemlerin finansal karakteridir. Bu işlem ve süreçler finansaldır çünkü atıl paranın sistemli bir biçimde borç verilebilir para sermayeye çevrilmesi ve el değiştirmesiyle bağlantılıdır.[47]

3.1. Borç verilebilir sermaye sahipliği ile elde edilen kar: faiz

Finansal karın ilk biçimi olan faizin iki farklı kaynağından bahsedilebilir ve bu borç verilebilir sermayenin iki farklı kullanımına karşılık gelir. İlki, para sermayenin bir kapitalist girişimde kullanılması, ikincisi tüketim için kullanılmasıdır.

3.1.1. Yatırım için verilen kredi

Kredi sisteminin temel aktörü bankalardır.[48] Bankalar para toplama ve kredi vermede uzmanlaşmış kapitalist işletmelerdir. Yatırım yapacak üretken ya da ticari kapitaliste, ihtiyacı olan sermayeyi belirli bir faiz anlaşması karşılığında tahsis etmek finans sektörünün geleneksel faaliyetidir. Bankaların kredi ve mevduat işlemleri sonucu elde ettiği fazlalık, yani finansal kar, bireysel mevduatlara verdiği faiz ile kapitalistten aldığı faiz arasındaki farktan kaynaklanmaktadır.[49] Finansal kapitalist -genellikle bankalar-, toplumun çeşitli kesimlerinden topladığı bireysel tasarrufları girişimci kapitaliste tahsis etmekte, böylece yatırımları fonlamaktadır. Bireysel mevduatlar içinde işçilerin küçük birikimleri olduğu kadarkapitalistlerin yedek fonları da bulunmaktadır. Dolayısıyla bankalar, tek tek bireylerde bulunan atıl fonların bir araya gelmesini ve kapitalist yatırıma dönüşmesini sağlar. Bir kapitalistin kullanmadığı yedek fon, bu süre içinde atıl olarak beklemek yerine, bankada tutulduğunda, başka bir girişimci tarafından kapitalist yatırıma dönüştürülür.

Üretici güçlerdeki gelişme sonucunda bir iş koluna girmek ya da o iş kolunda tutunmak için gerekli asgari sermaye tutarı yükselir ve tek tek kapitalistlerin birikim gücünü aşabilir. Özel sermayecinin bankalarda toplanıp kredi olarak dağıtılan dış kaynakları kullanması zorunlu hâle gelir. Kredi, kapitalistlere üretimlerini kendi bireysel sermayelerinin ötesine taşıma ve daha büyük yatırımlar yapabilme olanağı sağlar. Böylece bankacılık faaliyetleri kapitalizmin genişlemesi ve artı-değer birikiminin hızlandırılmasında kritik ve işlevsel bir role sahiptir.[50]

Faiz getiren ya da borç verilebilir para sermaye döngüsü,borç alanın belirli bir vadede belirli bir faizle aldığı parayı geri ödenmesine dayanır. Bu formül P-P’ ile ifade edilir.

Faiz getiren sermayeyi üretken sermayeden ayıran şey herhangi bir üretim devresine doğrudan katılmaksızın, geri dönüşündeki dışsal şeklidir. Borç veren kapitalist herhangi bir eş değer almaksızın sermayesini elden çıkarmakta, girişimci kapitaliste aktarmaktadır. Onun bu aktarımı, sermayenin gerçek üretim ve dolaşım sürecine ait olan bir iş değildir. O sadece girişimci kapitalistin başlattığı devrenin açılmasına yardım eder. Paranın bu el değiştirmesi bir başkalaşımı ifade etmez. Çünkü burada ne alış ne de satış işlemi gerçekleşir. Sahiplik sona ermemiş, paranın mülkiyeti üretken kapitaliste geçmemiştir. Para, artı bir faizle, ilk sahibine geri dönecektir. Sermayeyi borç verenden borç alana aktaran ilk harcama fiili yeniden üretim süreciyle hiçbir ilişkisi olmayan yasal bir işlemdir. Geri ödeme ise diğer bir yasal işlemdir ve birinciyi tamamlar.[51] Borç alan, belirli bir kar elde etme potansiyeline sahip olan parayı, sermaye olarak kullanmak üzere almıştır. Burada bir değişim yoktur, çünkü parayı elden çıkartan ilk etapta karşılığında bir şey almamaktadır ve paranın sahibi olmayı sürdürmektedir.[52]

Borcu/krediyi alan üretken kapitalist aldığı para sermaye ile üretim sürecinde kullanacağı metaları temin eder ve üretim sürecini başlatır. Para kapitalistin verdiği borç, P-M … M’-P’ üretken devresinin başlangıcına katılır.[53] Borç veren para kapitalist üretken süreç sonunda elde edilen artı-değerin bir kısmını faiz olarak alır. Yani üretilen artı-değer para kapitalist ile borç alan kapitalist arasında kar ve faiz olarak paylaşılır.[54] Tam da bu nedenle borç verilebilir sermayenin faiz oranı -normal koşullarda- kar oranından fazla olamaz.[55]

Burada açıkça borç verilebilir para sermaye, üretim sürecinde üretilen artı-değere bağlıdır ve ondan faiz olarak aldığı pay, para sermaye döngüsünün nedenidir. Bu açıdan faiz, artı-değerden koparılırsa her türlü fanteziye açık hale gelir. Faizin, paranın kendi kendine değer yaratma özelliğinin bir sonucu olduğunu varsayımı, tekil bir sermayenin görünümünü kolayca genelleştirmenin sonucudur. Ancak üretimin olmadığı ve sadece paradan para kazanıldığı, yani tüm sermayenin para-sermaye haline dönüştürüldüğü ve paranın bir ağaç misali yeni bir değer yarattığı düşüncesi saçmadır. Marx’ın belirttiği gibi,

“… sermayenin, herhangi bir üretken işlevi yerine getirmeksizin, yani faizin ancak bir kısmını teşkil ettiği artı-değeri yaratmaksızın, kapitalist üretim temeli üzerinde faiz sağlayabileceğini; kapitalist üretim tarzının, kapitalist üretim olmaksızın da yoluna devam edebileceğini düşünmek daha da büyük saçmalık olur. Eğer kapitalistlerin çok büyük bir kısmı, sermayelerini para-sermayeye çevirecek olsaydı, para sermayede korkunç bir değer kaybı, faiz oranında müthiş bir düşme olur, pek çoğu hemen, faizle yaşamlarını sürdüremeyecek hale gelir ve tekrar sanayi kapitalisti haline gelmek zorunda kalırlardı.[56]

Gerçekten de para, kendiliğinden meyve veren bir ağaç misali sürekli bir fazlalık verme yeteneğine sahip olsaydı, kapitalistler üretim gibi onları işçilerle ‘diyaloğa’ sokacak, talep ve mücadelelere maruz bırakacak, sendikalaşma, reklam, ürünlerin satışı gibi dertlerle karşı karşıya getirecek bir sürece girmez; bu armağanını seve seve kabul ederdi. Ancak kapitalistlerin çoğu üretmek yerine ellerindeki parayı borç vermeye yönelselerdi, Marx’ın yukarıdaki alıntıda belirttiği gibi faiz oranları hızla sıfıra yaklaşırdı. Aksine tüm para sermaye üretken kapitalistin elinde olsaydı, faiz diye bir şey olmayacak, üretilen artı-değer para kapitalisti ile girişimci kapitalist arasında bölüşülmeyecekti. Dolayısıyla bu tür kredilerden para kapitalistin elde ettiği faiz, açık bir biçimde üretken kapitalistin işletmesinde üretilen ya da gerçekleştirilen artı-değerin bir parçasıdır.[57]Yatırım kredilerindeki faiz reel alandan bağımsız olmak bir yana üretilen artı-değere mutlak olarak bağımlıdır.

3.1.2. Tüketim için verilen kredi

Kuramsal olarak daha tartışmalı bir konu ise tüketim için verilen krediden elde edilen faizin kaynağıdır.Tüketim kredilerikonut, otomobil, giysi, yiyecek vb. herhangi bir tüketim ihtiyacını karşılamak üzere kullanılır. Para, sermaye olarak kullanılmadığı için herhangi bir artı-değer üretimi söz konusu değildir. Krediyi kullanan ek bir faizle birlikte belirli bir vadede krediyi öder. Bu faizin kaynağı ise krediyi kullanan kişinin geliridir. Kişinin gelirinin kaynağa göre bankaya ödenen faizin kaynağı kar, rant, faiz ya da ücret olabilir. Bu bölümde özellikle kuramsal tartışmanın düğümlendiği yerde, yani bir ücret geliriyle yaşayan emekçilerin kullandığı tüketim kredisi ve faizi üzerinde durulacaktır.[58]

Finansallaşma ile birlikte kapitalist ve işçi sınıfının niteliksel olarak köklü bir dönüşüm geçirdiğini savunan Bryan, Martin ve Rafferty’e göre sermaye yeni bir değer kaynağı bulmuştur. En önemli unsurlarından birisi tüketim kredileridir. “Emek gücünün yeniden üretimi artık kendi başına ve faiz ödemesi biçiminde bir artı-değer kaynağıdır. Bu ödenmemiş -tüketimi organize eden- ev emeğinin parasallaştırılması ve ona el koyulması olarak kavranabilir. Buradaki parasal fazla, üretim değil dolaşım sürecinde ortaya çıkmaktadır ve el koyulmaktadır.[59]

Bu yorum Bryan, Martin ve Rafferty’nin hem emek değer teorisi içinde kalma hem de tüketim faaliyetlerinden yeni bir değer yaratma amacı arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. İddia edilen şey ile yapılan açıklama alakasızdır. Ev içi kadın emeğinin emek gücünün yeniden üretimi sürecinde yeni bir değer yarattığı iddiası feminist literatürde ve emek değer teorisi kapsamında devam eden tartışmaların konusudur. Ancak buradaki konu ev içi ücretsiz kadın emeği ya da onun “metalaşması”, “parasallaşması” değil,borç alınan paranın tüketilmesi ve karşılığında bir faiz ödenmesidir. Tüketici bu parayı ister çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak alışverişte isterse taşıt kredisi örneğinde olduğu gibi tek seferde otomobil almakta kullanır.[60]

Bryan, Martin ve Rafferty emekçinin faiz ödemesinde bir yeni değer kırıntısı bulmak için Marx’ın artı-değer üreten sermaye döngüsü ile benzerlik kurar. Buna göre, finansallaşma ile sermayenin üretim devresi (P-M … M’-P’) giderek emek gücünün yeniden üretim devresini de tasvir eder duruma gelir. Emek gücünün yeniden üretimi artık metaların satın alınmasıyla değil krediyle başlar. Kredi, hanehalkınınmeta girdilerini almak için kullanılır (P-M). Ardındanişgücüne ödenen ücretin bir kısmı (M-P) faiz ödemesi olarak para kapitaliste aktarılır.[61] Ancak sorun şu ki, ücret Bryan, Martin ve Rafferty’nin varsaydığı gibi meta biçiminde değil para biçiminde alınır, söz konusu olan ücretin bir kısmının faiz olarak ödenmesidir. Yani M-P olarak ifade ettiği faizin ödenmesi sürecinde, ücret M değil P olarak alınmaktadır ve P’nin bir kısmı faiz olarak bankaya aktarılmaktadır. Ayrıca kredi ile yapılan harcama (P-M) ile döngünün ikinci aşamasında ifade edilen M-P arasında bir ilişki yoktur. Çünkü aldığı ücret yaptığı harcamanın yani P-M devresinin sonucu değil olsa olsa nedeni olabilir. Ortaya çıkan şey, işçinin ödediği faizin yeni bir artı-değer yarattığı iddiasını kanıtlamak bir yana anlamsız bir formül karmaşasıdır.

JackRasmus da benzer bir analizle, Marx’ın sermaye birikimi formülünün (P-M-P’)  uzatılması (P-M-P’-P’’) gerektiğini, çünkü finansal sektörün yarattığı ek -artı-değerle fazladan bir kar ürettiğini ileri sürüyor:“Marx, Kapital’in 3. Cildinde üretimden sonra dolaşım alanında ortaya çıkan ‘ikincil sömürü’ kavramını gündeme getirmektedir. Bu yüzden bunu ileri sürdüğüm zaman, Marx ile gerçekten aynı fikirdeyim. Marksistler sömürü kavramlarını genişletmek zorunda.[62]Sermayenin dolaşım formülüne P’’ ifadesini eklemek artı-değer üretildiğini kanıtlamak için yeterli değil. Çünkü kredi karşılığında verilen faizin kaynağı yeni bir değer değildir. Sermayenin formülünde (P-M-P’) belirtilen ve P’ ile P değeri arasındaki artı-değerden alınan bir paydır. Faiz, mevcut değerlerden bağımsız yeni bir değer yaratımı olsaydı her ülke faizleri artırmak suretiyle kolayca zenginleşebilirdi. Bunu yapamaz, çünkü faiz yeni bir değer üretimi değil mevcut -üretilmiş- değerden alınan bir paydır.

Gerek Bryan, Martin ve Rafferty gerek de Rasmus’unformülüne göre sömürü üretim alanından dolaşım alanına kaymış, bir çeşit tefeciliğin yaygınlaştırılması ile tanımlanmıştır.[63]Bu yazarlara göre finansal süreçler sermaye birikimini,Marx’ın çağının çok ötesinde dönüştürdüğü için, ekonomik bir kategori olarak sınıf ve sınıf ilişkileri de köklü bir biçimde değişmiştir.[64]Sömürü kavramının genişletilmesi ile aslında emek ile sermaye arasındaki ilişkinin yerini adım adım alacaklı ile borçlu arasındaki “sömürü” ilişkisi almıştır. Bu yaklaşımda giderek üretken ve üretken olmayan sektör ve emek arasındaki ayrım ortadan kalkmış, finans gibi ticari süreçler -neo-klasik yöntemle benzer bir biçimde-üretken sayılmıştır.

Lapavitsas ise Bryan, Martin,Rafferty ve Rasmus’la benzer sonuçlara varırken analizi biraz daha farklı:Lapavitsas işçinin ödediği faizin yeni bir değer anlamına gelmediğini, söz konusu şeyin emek gücünün değeri biçiminde üretilmiş mevcut değerin bankalara transferi olduğunu vurguluyor. Bu konudaLapavitsas haklı. Emekçi aldığı ücretin bir kısmını bankaya faiz olarak öder. Ücretten bankaya yapılan gelir transferi ile Lapavitsas yeni bir sömürü biçiminin ortaya çıktığını ifade etmiş ve bunu “finansal sömürü” olarak tanımlamıştır. Finans sadece işçileri değil tüm toplumu sömürmektedir. Üretim değil dolaşım alanında “sömürü” olanağı sağlayan “finansal sömürü” ile finansal kar, üretim ve artı-değerden bağımsız bir biçimde ortaya çıkmaktadır: “Bu uygulamalar asırlık tefecilik geleneğini hatırlatıyor, ancak şimdi resmi finansal sistem tarafından gerçekleştiriliyor. Finansal el koyma, takas ve tefeciliğe benzeyen finansal uygulamaların toplumsal bir ölçekte genelleştirilmesini temsil eder. Bu durum finansal kurumların, üretim alanının yarattığı artı değerden bağımsız olarak kârlarını artırmalarına izin vermiştir. Bu finansallaşmanın kurucu bir unsurudur.[65]

Lapavitsas dolaşım alanındaki “sömürü” vurgusunu yaparken Marx’a referans vermektedir. Marx dolaşım alanında da sömürü, ancak bir tür “ikincil sömürü” olabileceğini vurgulamıştır. Gerçekten de günlük hayattan da kolayca görülebileceği gibi fahiş fiyat uygulaması, dolandırıcılık, kira ya da spekülasyon aracılığıyla büyük kârlar elde edilebilir:

İşçi sınıfının, bu yollarda da [konutların kiralanması], hem de çok büyük ölçüde soyulduğu yeterince açıktır ama işçi sınıfı onlara geçim araçları temin eden küçük tüccarlar tarafından da eşit ölçüde sömürülmektedir. İşte bu, bizzat üretim sürecinde gerçekleşen asıl sömürüyle kol kola ilerleyen, ikincil bir sömürüdür.”[66]

Marx’a göre bu tür bir birikim gibi tüketim için kullanılan krediye ödenen faiz de artı-değerden bağımsız bir biçimde birikebilir. Marx bunu açıkça ifade eder:

… örnek vermek gerekirse para bir ‘savurgan’a (yani tüketim amacıyla) borç verildiğinde olduğu gibi, faizin sırf bir aktarımdan ibaret olabileceği ve gerçek artı-değeri temsil etmek zorunda olmadığı gerçeği göz ardı edilmektedir. Para ödeme yapmak için satın alındığı zaman da benzer bir durum yaşanabilir. Her iki durumda da, sermaye olarak değil, para olarak borç verilir ama sırf başkasına borç vermek sayesinde sahibi için sermaye haline gelir. (…) Bu durumda faiz, el koyma yoluyla elde edilen kar gibi, kapitalist üretimden -artık değerin üretilmesi- bağımsız bir gerçeklik veya olgudur.[67]

Marx’a göre dolaşım alanındaki bu “ikincil sömürü”, kapitalist üretimin öncesine uzanan, mübadeleye dayanan her üretim biçiminde ortaya çıkan bir tür “sömürü”dür. “Az ya da çok mübadeleye dayanan bütün üretim şekillerinde ister istemez ortaya çıkar” ve “bu, bizzat üretim sürecinde gerçekleşen asıl sömürüyle kol kola ilerleyen, ikincil bir sömürüdür.

Lapavitsas’a göre bu tür bir “ikincil sömürü”, günümüz finansallaşmış kapitalizminin temel bir özelliğidir ve finansallaşmanın yeni bir kapitalist çağ olarak tanımlanmasındaki kilit unsurlardan birisidir. Üretim alanındaki sömürünün yanında dolaşım alanında gerçekleşen bu sömürüyü Lapavitsas “finansal sömürü” olarak tanımlamış, ancak gelen tepkiler üzerine daha sonra buna “finansal el koyma” adını vermiştir.[68]

Emekçinin gelirinden bankalara gerçekleşen değer transferi konusunda doğru bir gözlemden yola çıkan Lapavitsas yanlış bir sonuca varmakta ve finansallaşma literatürünün genel zaaflarını sahiplenmektedir. Lapavitsas, Marx’ın“ikincil sömürü” olarak ifade ettiği dolaşım alanındaki sömürüye referansla “finansal el koyma”yı tanımlarken gerçek bir ilişkiye atıfta bulunmaktadır. Ancak onun hatası finansal sermayenin faiz, çeşitli ücret ve komisyonlar ile işçi sınıfı ve dar gelirli emekçilerin gelirlerinin bir kısmına el koymasına işaret etmesi değil, bunu üretim alanından koparmaya yakın bir biçimde yorumlamasıdır. Gerçekten de buradaki finansal kar, doğrudan üretim değil dolaşım alanından gelmektedir. Ancak dolaşım alanı son tahlilde üretim alanının üzerinde yükselmektedir ve onun çizdiği sınırlarla sıkı bir biçimde kuşatılmıştır.

Öncelikle ister artı-değer ister dolaşım sürecinde transfer edilen gelir olsun, değer, bir emek faaliyetinin ürünüdür. “Finansal el koyma” olarak tarif edilen tüketicilerin gelirlerinin bir bölümünün finans kuruluşlarına transferi biçimindeki finansal karın kaynağı da,esasen, emekçilerin ürettiği gerekli emek (ve karşılığı olan ücret) ya da artı-emekten (ve karşılığı olan artı-değer) sağlanan gelirlerdir.

Tüketici kredileri için ödenen faiz, emekçinin ücretinden ayrılan bir pay olduğu için bu yeni bir değer üretimi anlamına gelmez. P-M … M’-P’ sermaye devresinde işçi M…M sürecinde üretim araçları ve hammadde ile girdiği etkileşim sonucu M’ metasını üretir. İşçi üretim sürecinde hammaddeye, harcadığı emek zamanı kadar değer ekler. Bu eklediği değerin bir kısmını işçi, kendi geçim giderlerini karşılamak ve bir sonraki günkü iş için kendini emek gücü kapasitesini sürdürebilmek için ücret olarak alır. Bu ücret emek gücünün (değişken sermaye) kendi değerinin parasal karşılığıdır. Ancak işçinin harcadığı emek zamanı, kendi değerine karşılık gelen emek zamanından fazladır. İşte bu fazlalık kapitalistin el koyduğu artı-değeri oluşturur. Özetle işçi üretim sürecinde hem kendi değerini hem de kendi değerinin üzerinde bir fazlalık -artı-değer- üretir.

Dolayısıyla değişim sürecinde gelirden finans kurumlarına transfer edilen faiz biçimindeki değer, yine üretim sürecinde emek gücünün kendi değerini ve fazlasını üretmesine dayanmaktadır. “İkincil sömürü” birincil sömürü üzerinde yükselmektedir. Lapavitsas, “finansal el koyma”yı bunu finansın üretim sürecinden bağımsız bir biçimde kar etmesine bağlama eğilimindedir. Ancak bu tür bir “el koyma”nınüzerinde yükseldiği temel kapitalist artı-değer üretim sürecidir.Değerin değişilmesi ya da ona el konulması için öncelikle üretilmesi gerekir.Marx, bu tür bir ikincil sömürünün meta üretiminin olduğu her toplumda bir ölçüde kaçınılmaz olduğunu belirtirken, aynı zamanda kapitalizmin üretim sürecinde üretilen artı-değerde temellendiğini ortaya koydu. Dolayısıyla Lapavitsas’ın iddiasının aksine Marx’ta ve gerçekte söz konusu olan, dolaşımda kendinden menkul bir kar birikimi değildir. Her türlü birikim üretimin olanakları ile sınırlı,ona bağlı ve onun uzantısıdır.Marx’ın ifade ettiği gibi “Dolaşım, o halde, kendi kendini yenileme gücünü kendi içinde taşımaz. Öğeleri ön varsayılmıştır, daha önceden vazedilmiştir, yani kendisi tarafından vazedilmiş değildir. Metaların sürekli olarak, ateşe yakıt atar gibi, dışarıdan getirilmeleri gerekir. Yoksa, dolaşım ilgisizlik içinde söner.[69]

Dolaşım sürecinde elde edilen biriktirilmiş değerler, aslında perde arkasında süren ilişkilerin açığa çıktığı ve bu yönüyle de sürecin devamı niteliğindedir. Bu biçimin sürekliliğini sağlayan, kendini yeniden üreten bir süreç olmasını sağlayan kapitalist üretim ilişkileriyani özünde artı-değer üretim mekanizmasıdır.[70]

Tüketici kredilerinden elde edilen faizin kaynağının emekçilerin ücretlerinden yapılan bir kesinti olduğu belirtildiğinde, konuyla ilgili bir diğer sorun değer üretmeyen sektörlerdeki ücretli çalışanların konumudur. Artı-değerin faiz, rant ve kara bölüşülmesi; artı-değerin bunların toplamından ibaret olduğu anlamına gelmiyor. Üretken sektörlerde üretilen artı-değer aynı zamanda üretken olmayan yani toplumsal olarak tüketici sektörlerdeki harcamaların da kaynağıdır. Örneğin daha fazla polis ya da vergi memuru istihdam edilmesi yeni bir değer yaratmayacak, aksine toplumun üretken güçlerinin ürettiği değerlerin tüketilmesine neden olacaktır. Vergi memuru devletin daha fazla vergi toplamasına hizmet edebilir ancak bu yeni bir değer yaratımı değil mevcut değerin(artı-eğer yada ücretin bir kısmının) devlet kasasına transfer edilmesidir. Finans ve ticari sektör de böyledir. Bu alanlarda çalışan işçi ve emekçiler üretken değildir. Finans ve ticaret sermaye devresi açısından zorunlu ve işlevli aşamalar olsa da bu sektörün ve sektörde çalışanların üretken oldukları anlamına gelmez. Bu nedenle üretken olmayan sektörlerde çalışanlar ücretlilerin gelirlerinin kaynağı üretken sektörlerde üretilen artı-değer ve transfer edilen değerdir. Dolayısıyla eğer kredi faizi üretken olmayan bir sektörde çalışan ücretlinin gelirinden geliyorsa bu faizin kaynağı üretken olmayan sektörü finanse eden üretken sektörde üretilen değerdir.

Lapavitsas’ın hatasını gösteren bir diğer unsur onun tüm toplumun finans tarafından sömürüldüğü iddiasıdır. Ona göre finans,özellikle tüketimde kullanılan kredi karşılığında alınan faiz ve diğer ödemelerle sadece işçileri değil tüm toplumu, yani mal ve hizmet üreten küçük ve orta kapitalistleri de sömürüyor. Ancak bu yaklaşım kaçınılmaz bir biçimde büyük kapitalistlerin de finansçılar tarafından sömürüldüğü tezini içerir. Kitabının alt başlığı tam da bu nedenle “Finans hepimizi nasıl sömürüyor?” Teorik açıdan büyük kapitalistler de tüketim için kredi alabilir, bunun önünde hiçbir engel yoktur. Örneğin milyonlarca dolarlık bir konağı kredi ile satın alıp kullanabilir.Bu durumda, ülkenin büyük tekelleri ve patronlar büyük bir “finansal sömürü” ile karşı karşıyadır.Ayrıca, eğer faiz, üretilmiş olan bir değere el koyma biçiminde bir sömürü anlamına geliyorsa, öyleyse finansal kapitalistin sanayi kapitalistinin ürettiği artı-değerden faiz biçiminde aldığı pay da kolayca bir sömürü olarak kabul edilebilir. Zaten Keynesyen ve güncel post-Keynesyen yaklaşım bunu rantiyenin üretken güçler üzerindeki baskısı ya da sömürüsü olarak yorumlamakta, rantiye ve üretici kapitalist çelişkisini analizinin temeline koymaktadır. Dolayısıyla finansın tüm toplumu sömürdüğü tezi, finans ile üretken kapitalist ikiliğine dayanan klasik Keynesyen tezin çağdaş bir görünümüdür.

Finansal alandaki karın kaynağı ister artı-değer isterse ücret biçiminde emek gücünün değeri olsun, kendinden menkul bir biçimde dolaşım sürecinde yaratılmamıştır. Hem artı-değer hem de emek gücünün değeri üretim sürecinde üretilmiştir. Dolayısıyla finansal karın dolaşım sürecinde görülen ve genel olarak gelir transferi olarak ifade edilen biçimi bile doğrudan doğruya üretim sürecinde emek gücünün sarf ettiği gerekli-emek ve artı-emeğe, dolayısıyla ürettiği emek gücünün değeri ve artı-değere bağlıdır. Bryan, Martin ve Rafferty, Rasmus ve Lapavitsas’ın bu gerçeği göz ardı etmesinin temelinde kapitalizmin artık üretim sürecinde emek gücünün ürettiği artı-değere dayalı bir sömürü sistemi olmaktan çıktığı, finansallaşma ile sömürünün tefecilik biçimi aldığı, dolayısıyla kapitalizmde üretim sürecinden kaynaklanan işçi ile kapitalist arasındaki çelişkinin artık eskisi kadar da önemli olmadığı, yerini finansın tüm toplum üzerinde sömürüsünün aldığı ve yeni mücadelelerin finans alanında köklendiği biçimindeki yer yer Marksist görünümler alan post-Keynesyentezler yatmaktadır.

3.2. Hisse sahipliği ile elde edilen finansal kar: temettü ya da kâr payı

Finans sisteminin kredi sisteminin yanı sıra ikinci ana bileşeni sermaye (menkul kıymetler) piyasalarıdır. Sermaye piyasaları genellikle şirketlerin ürettikleri hisse senedi, tahvil gibi değerli kağıtların işlem gördüğü, alıcı (para sahibi) ile satıcının (hisse senedi ya da tahvil çıkaran şirket) buluştuğu alanlardır. Menkul kıymetler piyasası ya da borsa olarak da adlandırılır. Kredi sistemine benzer bir biçimde sermaye piyasasında da girişimci kapitalist, çıkardığı değerli kağıtları satmak suretiyle finansman sağlar. Sermaye piyasaları bankalarca sağlanan ‘dolaylı finansmana’ kıyasla, şirketlere bankaların aracılığını gerektirmeyen ve ‘doğrudan finansman’ sağlayan bir alan olarak tanımlanabilir.[71]

Gerçek yatırımlarını menkul kıymetleştiren işletmelerin ürettiği hisse senetleri gerçek sermayeyi temsil eden mülkiyet hakkı olarak iş görür. Bu nedenle hisse senetleri üretildiğinde, şirket sahibi, hem fiili yatırımların değeri hem de hisse senetlerinin değeri biçiminde bir anda iki kat zenginleşmiş olmaz. Hisse senetlerinin kendi başına bir değeri yoktur, onlar gerçek/fiili sermayeyi temsil eden mülkiyet belgeleridir.[72]Aynı zamanda gelecekte ortaya çıkacak gerçek kardan bir pay alma hakkı olduğu ölçüde bu hak da sermayeleştirilmektedir. Sermayeleşen bu hak, hisse senedinin fiyatını oluşturduğundan “hisse fiyatları içinde ikinci bir sermaye varmış gibi gözüküyor. Oysa bu tamamıyla hayali, yani fiktif ya da uydurma bir şeydir.[73] Gerçek olan üretim sürecinde üretilen artı-değer ve onun somut biçimleridir. Dolayısıyla üretilen tüm hisse senetlerini satan girişimci kapitalist, işletmesine sahip olmaya devam etmez. Sattığı hissenin temsil ettiği değer ölçüsünde şirket sahipliğini kaybeder. Hisselerin tamamını sattığında elinde kalan sadece para sermayedir, şirket artık başkasınındır ve bazı ek noktalar dışında şirketin el değiştirmesinden farkı yoktur.

Marx, sermayenin reel/fiziksel varlığının yanı sıra oluşan hisse senedive tahvil gibi değerli kağıtları (menkul kıymetler)hayalî sermaye olarak tanımlamıştır. Hayali olarak tanımlaması, hisse senetlerinin gerçekten var olmadıkları ya da bir şeyi temsil etmedikleri anlamına gelmez. Temsil ettiği şey gerçek sermayenin mülkiyetidir ve temettü de gerçek sermayenin ürettiği artı-değerden gelmektedir. Dolayısıyla hisse senetlerinin getirisi olan temettünün artı-değerin bir parçası olduğu tamamen açıktır.

Reel süreçleri ve dolayısıyla zihinleri karıştıran bir kavram olduğu için, hayali sermayekavramınaanaakım iktisat literatüründe pek rastlanmaz. Bu bilinçli bir tavırdır. Çünkü anaakım analizlerde yer alan para, fiyat, bunalım, denge gibi kavramlar hayali sermaye kavramının varlığında birçok açıdan geçersiz kavramlara dönüşür. Hayali sermayeyi yaratan temel itkiler sermayenin daha fazla birikim isteği ve kriz karşısında ayakta kalma mücadelesidir.[74]

Borsada hisse senedi dışında başka menkul kıymetler de vardır. Bunların başında tahviller gelir. Bir şirket ya da devlet kurumları tarafından çıkarılan tahviller, satın alan kişiye belirli bir tarihte belirli bir faizle birlikte ödediği (borç verdiği) parayı geri alacağını taahhüt eden menkul değerlerdir. Böylece şirket ya da kurumlar banka gibi aracılara ihtiyaç duymaksızın piyasadan borç alabilirler. Genellikle orta ve uzun vadeli olan tahvilleri satın alan kişi, bu sürenin sonunda parasını belirli bir faizle geri alır.[75]

Daha karmaşık kuramsal sorunlar temettü ya da tahvil karşılığı elde edilen faiz konusunda değil hisse senetleri gibi finansal varlıkların alım-satım işleminden elde edilen finansal karla ilgilidir ve bir sonraki alt başlıkta ele alınacaktır.

3.3. Finansal varlıkların alım satımından elde edilen finansal kar: sermaye kazancı

Hisse senedi ve tahvil gibi finansal varlıkların alım satımından elde edilen finansal kar, sermaye kazancı olarak tanımlanır.

Hisse senetlerinin gerçek bir değeri olmadığını, onların gerçek sermaye üzerindeki mülkiyet belgeleri olduğunu, fiyatlarının da genel olarak bu gerçek sermayeden beklenen kar getirisi ile belirlendiği bir önceki bölümde ifade edilmişti.

Gerçek sermaye para sermaye, meta sermaye ve üretken sermayeden oluşur. Bunların gelirlerine dayanarak oluşturulan değerli kağıtlar biçimindeki hayali sermaye ise temsil ettiği gerçek değerlerden bağımsızlaşır, kendine özgü bir piyasada kendine özgü biçimler alır.[76] Finansal varlıkların kendi piyasaları vardır ve konjonktürel, gerçek ve spekülatif hareketlerden etkilenirler.[77]Temsil ettikleri gerçek yatırımındeğerinden bağımsız fiyat hareketleri hak sahibi oldukları sermayeyi temsil etmelerinin yanında başlı başına gerçek sermayeyi teşkil ettikleri gibi bir görünüme yol açar. Marx’ın belirttiği gibi;

Bu mülkiyet haklarının, yalnız hükümet bonolarının değil, hisse senetlerinin de değerlerinin bağımsız hareketi, bunların üzerlerinde hak sahibi olabilecekleri sermaye ya da talebin yanısıra, gerçek sermayeyi teşkil ettikleri hayaline kuvvet kazandırır. Çünkü bunlar, fiyatları bağımsız olarak saptanan ve kendine özgü hareketleri olan metalar halini alırlar. Bunların piyasa değerleri, gerçek sermayenin değerinde (değerdeki genişleme değişse bile) herhangi bir değişme olmaksızın, kendi nominal değerlerinden farklı biçimde saptanır.[78]

Gerçek iş süreçlerinde ve değerinde hiçbir değişim olmaksızın şirketin hisse senedi fiyatı düşebilir ya da yükselebilir. Ancak bu hareket, şirketin örneğin bina, makine, aletler, çalıştırdığı işgücünde bir değişiklik olmadığı sürece ülkenin toplam zenginliğini arttırmaz ya da azaltmaz.

Ancak yine de hisse senedi nominal fiyatlarının yükselmesi sermaye açısından önemsiz değildir. Hisse senedi fiyatları ve genel olarak finansal varlık değerlerindeki artış, bir süre sonra gerçek sermaye değerinin kat be kat üstüne çıkar. Örneğin, piyasaya 100 milyon dolarlık hisse senedi süren bir şirket, bir süre sonra 150 milyon dolar değerine ulaştığını görebilir. Şirketin gerçek sermaye değeri 80 milyon dolar ise işte bu 70 milyon dolarlık fazlalık, hayali sermayenin temsil etme yeteneği olmayan kısmıdır. Dolayısıyla hayali sermaye değeri gerçek mevcut değerlerin çok çok üstüne çıkmış olsa da hisse senetlerini elinde bulunduranların gelecekteki kardan alacakları pay hiçbir zaman garanti değildir. Gerçek değerinin üzerinde sabun köpüğü gibi büyüyen bu kağıt değerlerin bir noktada yani sabun köpüğünün patladığı anda havaya uçtuğu bir çok kez yaşanmış gerçekliktir. 1800’lerde, 1929’da, 1987’de, 2000 ve 2008 krizlerinde bu sabun köpükleri (ya da balonlar) patlamıştır. Yani üretimle doğrudan bağlarını koparan bu hayali sermaye ancak bir süre için ya da belirli bir sınır içinde bu özgürlüğünü yaşıyor. Özgürlüğün bir gün sona ereceği gerçekliği büyük riskleri beraberinde getiriyor. Hayali sermayenin gelişimi sermaye birikimi için bir dizi olanağı sunmasına rağmen aynı zamanda sistemin üzerinde yükseldiği ilişkilerin daha da kırılganlaşmasına neden olur. Çünkü karar alıcılar giderek hayali değerler üzerinden kararlarını belirlemeye başlar. Uygun bir spekülatif hareketle gerçek olumsuz durumunu gizlemeyi başarmış bir şirketin hisse senedi fiyatları yükselebilir. Hayali değerler bu anlamda gerçek değerler açısından bir temsil krizine neden olurken potansiyel değerlerin zamanından önce tüketilmesine ve dahası karşılanamayacak değerler üzerinden sözleşmeler yapılmasına neden yol açar. Tüm bu mekanizma finansal krizlerin varlık koşullarını hazırlaması açısından önemlidir. Yüksek oranlı hayali sermaye değerleri ekonomide büyümenin işareti olarak değerlendirilir. Bu olumlu havada hayali sermayenin deforme ettiği fiyatlar üzerinden daha fazla borçlanılır. Bu sahte ortam, daha derin krizlere neden olacak bir boyut kazanır, bu an işte reel değerlerin hayali değerleri karşılayamadığı andır. Bu hayali değerlerin gerçek değerlere dönüşme sürecidir ve gerçek değer ile hayali değer arasındaki ayrılık görece olarak giderilir.[79]Örneğin 2007 yılında finansal türev ürün olan küresel CDO’ların değeri 180 milyar dolara yaklaşmışken, 2008’in sonunda 10 milyar doların altına inmiş, yani neredeyse yok olmuştur.[80]Yine Eylül 2007-Mart 2009 arasındaki 18 ayda ABD’deki borsa varlıkları toplamda 7 trilyon dolar değer kaybetmiştir.[81]

Ancak bu hayali değerlerin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Bu hayali değerlere sahip olanlar finansal varlıkları sayesinde büyük zenginliklere sahip olurlar. Bunları para sermayeye ya da diğer sermaye türlerine dönüştürme olanakları vardır. Ancak dönüştürmedikleri sürece, gerçek değerinin üstünde kalan kısmı kağıt üstünde zenginliktir. Ve kriz dönemine gelindiğinde gerçek değeri neyse ona düşmesi ya da yaklaşması sürpriz değildir.

Finansal kârlar, gerçek kârların maliyeti ölçeğinde büyüyebileceğinden,spekülatif olmadıkları müddetçe reel kârların altında kalırlar. Ancak sadecemuhasebe kaydı olarak var oldukları müddetçe gerçek kârlardan yüksek olabilirler. Bubüyümenin, yani hayali sermayenin sınırı ise gerçek paraya bağlandığı anda son bulur. Grafik-2’de görüldüğü gibi 1970’li yıllara kadar gerçek kârın altında seyreden finansalkârlar, 1980’den sonra yükselişe geçmiş ve 2000 yılı sonrasında reel kârları aşmıştır. Busermayenin spekülatif alanda değerlendiğinin ve gerçek değerlenmenin üzerindeseyrettiğini bize gösterir. Çünkü değerin kendini büyütmesinin tek olanağı üretimsürecine konu olmasıdır. Bu ivmelenme 2001 sonrası finansal kriz ile neticelendiğindeise reel ve finansal kârlar hızla düşüşe geçmiştir. Yani hisse senedi değerindeki hareket gerçek bir değer yaratmaz.

Grafik 2.ABD’de finansal karın toplam şirket karına oranındaki değişim

Kaynak: Lapavitsas, C. ve I. Mendieta-Muñoz (2016) “TheProfits of Financialization”, MonthlyReview, https://monthlyreview.org/2016/07/01/the-profits-of-financialization/ (Erişim Tarihi: 05.01.2020)

Öyleyse hisse senedi sahipliğinden elde edilen temettü biçimindeki kardan farklı olarak hisse senedi fiyat artışından yani alım satımından elde edilen karın kaynağı nedir?

Bir örnekle açıklayacak olursak K değerindeki bir anonim şirketin S değerinde hisse senedi çıkartarak halka arz edildiğini düşünelim. Bu hisse senetlerini alan alıcının daha sonra bu hisseleri S’ ile başkasına sattığını, bu ikinci alıcının da S’’ fiyatıyla üçüncü bir alıcıya sattığını varsayalım. Satışların normal koşullarda ve belirli bir finansal kar ile yapıldığını varsayarsak toplam finansal kar S’’-K kadardır. İlk satışı yapan şirketin karı S-K, ikinci satıcının karı S’-S, üçüncü satıcının karı ise S’’-S’ kadardır. Bu karın kaynağı son alımı yapan para sermaye (S’’) sahibinin sermayesidir. İlk (S), ikinci (S’) ve üçüncü alıcı (S’’), yani alıcıların tamamının hisse senetlerini alma sebebi ve hisse senetlerinin fiyatının temel dayanaklarından birisi gelecekteki beklenen kazançtır. Dolayısıyla işletmenin, ilk alıcının ve ikinci alıcını karı üçüncü alıcı olan borç verilebilir para sermayeden bir değer aktarımıdır. Ancak üçüncü alıcının bu değer aktarımını yapmasının nedeni, nihai olarak hisse senetlerinin getireceği temettüdür. Yani borsada hisse senedi satışından doğan ticari karın genel olarak kaynağının borç verilebilir sermayelerin kendi arasındaki değer akışı olduğu söylenebilir. Örneği biraz daha somutlaştırdığımızda, 9 milyon dolar değerindeki bir şirket 10 milyon dolarlık bir hisse senedi çıkardığını düşünelim. Para kapitalist yıl sonunda 1 milyon dolar temettü alma beklentisiyle 10 milyonluk senedi satın alır, ancak bir ay sonra hisse senedini, eğer olanak bulursa, 10.5 milyon dolara satarsa, hisse senedinin son sahibi 10.5 milyon dolara aldığı hisselerden yıl sonunda 0.5 milyon dolar temettü elde etme beklentisiyle alır.Eğer bu oran, son koşullarda, piyasadaki faiz oranından yüksek olursa, son alıcı ilk alıcıya göre daha az olsa da piyasa faizine göre daha karlı bir yatırım yapmıştır. Dolayısıyla ilk işletmenin elde ettiği kar, ilk alıcı para sermayenin 10 milyon dolarından elde edilmiştir. 10 milyonun 9 milyonu işletmenin gerçek değerine 1 milyonu ise işletmenin ilk sahibine kar olarak aktarılmıştır. İkinci satıcının karı ise ikinci alıcının 10.5 milyon dolarlık para sermayesinden karşılanmaktadır. Böylece 10.5 milyonun 9 milyonu işletmenin gerçek değeri, 1 milyonu işletmenin ilk satıcısının karı, 0.5 milyonu ise ikinci satıcının karıdır. Böylece ilk ve ikinci satıcının karı ikinci alıcının para sermayesinden alınan pay ile sağlanmıştır. İkinci alıcı ise yıl sonunda, beklenti içinde olduğu 0.5 milyon dolarlık temettüyü alması için -işletmenin başlangıçtaki alıcının beklentisi de olan- işletmenin gerçek değeri üzerinden 2 milyon dolarlık bir artı-değer yaratması lazım. Böylece bu artı-değerin bir 1 milyonluk kısmı işletmenin ilk sahibine, 0.5 milyonluk kısmı işletmenin ikinci sahibine kalan 0.5 milyonluk kısmı da son sahihine gelir olarak aktarılmış olacaktır. Dolayısıyla hisse senedi satışından elde edilen finansal kar, başlangıçta para sermayeden bir aktarım olsa da, nihai olarak işletmeden elde edilen artı-değerden karşılanmaktadır. Eğer, işletme kar elde edemezse, bu durumda son hisse senedi sahibi beklenen kar payını alamayacak, dolayısıyla ilk iki satıcının elde ettiği finansal kar, son hisse senedi sahibinin para sermayesinden karşılanacaktır.[82]

Konu şirketlerin çıkardığı hisse senetleri değil de devlet tahvilleri ya da işçi borçları üzerinden üretilen türev araçları[83] olsaydı daha da karmaşıklaşırdı. Örneğin devletin belirli bir vadede belirli bir faiz ödemeyi vaat ettiği devlet tahvilleri de yukarıdaki örnekteki gibi tahvil fiyatlarındaki değişimine dayanan bir finansal kar elde edilebilir. Buradaki finansal karın kaynağı da son tahlilde devletin aldığı borç (sattığı tahvil) karşılığında ödediği faizdir. Devletin ödediği faiz ise vergi gelirlerinden gelir ve bu gelirlerin içinde hem artı-değerden hem de emekçilerin ücretlerinden alınan paylar mevcuttur.

Türev ürünlerin kullanıldığı en önemli alan kredi bankaları ya da bağlı bulundukları holdingler tarafından yaratılan konut kredilerinin menkul kıymetleştirilmesi ve pazarlanmasıdır. Bu sistemde bireylere verilen farklı vadelerde, farklı faiz oranlarına tabi ve farklı miktarlardaki krediler tek bir havuzda toplanır, uzun vadeli alacaklar kısa vadeli ve dolayısıyla likit alacak vaatlerine dönüştürülür. Bu sürecin kendisi bireysel ya da kurumsal yatırımcının satın alabileceği hisse senedi benzeri getiri kuponları (türev ürünler) üretilmiş olur.[84] Bu türev ürünler ağırlıklı olarak konut kredilerine dayanarak üretilmiştir. Bu gibi türev ürünler yine bir türev ürün olan Kredi Temettü Takası (CDSs) ile sigortalanırlar. Teorik olarak bir türev ürün, mesela bir CDO, batarsa yatırımcı CDO ile bağlantılı CDS’yi bunu satan kuruluşa götürüp parasını alabilir. CDS’ler böyle bir sigorta işlevi yüklendiğinden bankaların düşük kaliteli ev kredilerine yönelmelerini teşvik etmiştir. Ayrıca CDS’ler riski üçüncü bir tarafa aktardığından krediyi veren finansal kurumun tutması gereken sermaye miktarını azaltmış, daha fazla kredi vermesi kolaylaşmıştır.[85] Bu kapsamda işçilerin -örneğin konut kredisi gibi- kredi borçlarının menkul kıymetleştirilmesi sonucu ortaya çıkan türev ürünlerin satışından elde edilen karlar, son tahlilde işçilerin bu krediler karşılığında ödediği faizden, yani ücretlerden faiz miktarınca ayrılan paydan kaynaklanır. Dolayısıyla türev ürünlerden elde edilen kar türevleştirilen gerçek gelir ilişkisinden alınan bir pay, başka bir deyişle yapılan bir değer transferidir.

Bütün bu analizlerde görülebileceği gibi finansal varlıkların satışından elde edilen karlar, gerçek sermayeden beklenen gelirden sağlanmaktadır. Bu beklenen gelirin kaynağı ise üretilen artı-değerden ya da ücretlerden gerçekleşen bir değer transferidir. Ancak bu durum, borsada elde edilen karın tamamının bu biçimde sağlandığı anlamına gelmiyor. Çünkü finansal varlığın gerçek karşılığı olan gelir beklentisi gerçekleşmediğinde finansal varlık değer kaybeder. Varlık sahibinin kaybettiği değer, ona finansal varlığı satan önceki sahibin elde ettiği kara karşılık gelir. Yani son sahibin para sermayesinden ilk sahibe bir değer transferi gerçekleşmiştir. Bu yönüyle -ama ancak bu yönüyle- borsa faaliyetleri bir tarafın kazandığı ve diğer tarafın kaybettiği, kazanç ve kayıpların birbirini denkleştirdiği, sınıf toplamlı bir oyundur.[86] Yeni bir değer yaratımı söz konusu değildir. Ancak oyunun sıfır toplamlı olması kapitalizm açısından işlevsiz olduğu anlamına gelmez. Bu aynı zamanda bir tekelleşme, büyük balığın küçük balığı yutması sürecidir.Marx’ın ifade ettiği gibi;

Başarı ve başarısızlıkların her ikisi de burada aynı zamanda sermayelerin santralizasyonuna götürür ve dolayısıylamülksüzleşmenin en muazzam boyutlarına ulaşmasına yol açar. Mülksüzleşme burada doğrudan üreticilerden bizzat küçük ve orta kapitalistlere kadar bütün bir alanda cereyan eder. Bu mülksüzleşme, kapitalist üretim biçiminin hareket noktasıdır; gerçekleşmesi hedefidir. Ve gerçekten, bu üretim biçimi, son tahlilde, bütün bireyleri, toplumsal üretimin gelişmesiyle birlikte özel üretim aracı ve özel üretim ürünü olmaktan çıkan ve artık ancak biraraya gelmiş üreticilerin elinde üretim aracı ve dolayısıyla bunların toplumsal ürünü oldukları gibi toplumsal mülkiyeti olabilen, üretim araçlarından yoksun bırakmak amacındadır. Ne var ki, bu mülksüzleşme bizzat kapitalist sistemin kendi içinde çelişik bir şekilde görünür, toplumsal mülkiyetin bir azınlık tarafından ele geçirilmesi şeklinde görünür.[87]

Bu tür bir spekülatif ortam sermayenin merkezileşmesinin araçlarından birisidir. Toplumun çeşitli kesimlerinde biriken fonlar borsa aracılığıyla küçük ve orta kapitalistlerden ve hatta finansal yatırım yapmaya heveslenen nispeten yüksek gelirli emekçilerden tekelci kapitalistlere doğru akar.Dolayısıyla hisse senedi biçiminde bulunan zenginliğin hareketi ve el değiştirmesi, tamamen, küçük balıkların köpek balıkları tarafından yutuldukları ve kuzuların borsa kurtları tarafından mideye indirildiği bir kumar halini alır.[88]

4. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Kapitalist üretim ilişkileri içinde finansal alanın temel işlevi sermaye birikimi-ve realizasyonu için- gerekli fonun sağlanmasıdır. Finansal sistem, atıl fonları kapitalist üretimin hizmetine koşarak üretimin verimliliğini, ölçeğini ve devir hızını alabildiğine artırmıştır. Sermaye birikimine kilit hizmetler sunmuş; sanayi, hizmet ve ticaret işletmelerinin karlılığını yükseltmiştir. Bununla birlikte üretim ve finans ilişkisi çelişkilidir, bir yandan üretimin daha büyük bir ölçekte merkezileşmesine yardımcı olurken, zaman zaman ona karşıt ve zarar veren bir konuma gelebilir. Ancak gelişmiş ve işlevsel bir finansal sisteme sahip olmayan modern bir kapitalizm düşünülemez.

Kapitalist üretim ilişkileri içindeki işlevsel rolü, tarihsel şekillenişi, sınıf ve fraksiyonların iktisadi ve siyasi güç ilişkileri sonucu finansal sistem, nispi özerk bir işleyiş kazanır.Üretken sektörlerde düşen kar oranı, finansal faaliyetlerin genişlemesi ve nispi özerkliğifinansın günümüz dünyasının egemeni olduğu, ekonominin baştan sona finansal hale geldiği,sömürünün faize dayalı bir tür tefecilik biçimini aldığı fikri için güçlü bir zemin oluşturdu. Bu tespitin ardındaki -Bryan, Martin,Rafferty, Rasmus ve Lapavitsas’ı birleştiren- açık ya da örtülü tezartık işçinin üretim sürecindeki ürettiği artı-değere dayanmayan ya da bunun eskisi kadar önemli olmadığı finansallaşmış bir kapitalizmde yaşadığımız tezidir. Eğer böyleyse üretim süreci ve burada yaratılan artı-değer önemini yitirmiş, en azından ikincil bir öneme sahiptir. Dolayısıyla üretim sürecinden kaynaklanan işçi ile kapitalist arasındaki uzlaşmaz karşıtlıklar kapitalizmin bu finansallaşmış biçiminde yerini finans ile üreticiler arasındaki karşıtlığa bırakmıştır.

Sistematik hale geldikçe ve bu nedenle özgün, yer yer özerk biçimler almış olmasına rağmenfinans toplumsal üretim ve değer yaratma süreçlerinden türemiş, ona bağımlı ve onun uzantısı olmuştur. Tarih boyunca tefecilik, borç verme gibi çeşitli finansal faaliyetler söz konusu olsa da modern finansal sistem kapitalist meta üreticilerinin kendi aralarındaki ve para kapitalistleri ile kredi ilişkilerinden doğmuş ve gelişmiştir. Kredi, hisse senedi, tahvil, senet, poliçe, repo, bono ve çok çeşitli türev ürünlerin tamamı, ekonomik gerçekliklerden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsınlar, finansal sistemin bileşenleri ve ürünleri olarak gerçek üretim sürecinde temellenmiştir.Belirli bir mal ya da hizmetin üretimi ya da tüketimi için kredi kullanımı bu metanın üretilmiş/üretilecek olmasını yani onun üretimi için gerekli emek zamanını varsayar.Üretim olmaksızın ne değişim ne de finans söz konusudur.

Kapitalist üretim ilişkileri sadece değer değil esas olarak artı-değer üretimine dayanır. Artı-değer bir mal ya da hizmetin üretimi sürecinde emek gücünün önce kendi değerini, ardından da fazlasını üretmesi sonucu ortaya çıkar. Eğer emek gücü sadece kendi değerini üretmekle yetinseydi kapitalistin bu üretimden hiçbir çıkarı olmayacaktı. Diğer yandan artı-değerin üretiminden önce emek gücü kendi değerini üretmeseydi de emek gücünün yaşamını idame ettirmesi, dolayısıyla kapitalist üretimin devamı mümkün değildi. Kapitalist üretimde, artı-değer üretilirken kaçınılmaz olarak emek gücünün yaşamını idame ettirmesi ve dolayısıyla kendi kendisini de yeniden üretmesini sağlayan –ve ücret biçiminde karşılığını bulan- bir değer de üretilir. Ancak kapitalizmin harekete geçirici dinamiği ve kapitalistin varlıksal temeli artı-değer üretimidir.

Dolayısıyla finansal kar, ister doğrudan artı-değerden ister de farklı kaynakları olan ücretten bir pay olarak gelmiş olsun, hepsinin kaynağı üretim sürecinde emek gücü tarafından üretilen değer ve artı-değerdir. Üretken işçilerin kullandığı kredi karşılığında ödedikleri faiz söz konusu olduğunda bu faizin kaynağı işçinin ücreti yani üretim sürecinde ürettiği ve kendi emek gücünün değerine denk gelen değerdir. Bir sanayi, hizmet, ticaretyatırımından alınan faizin kaynağıise işçinin üretim sürecinde ürettiği artı-değerdir. Hisse senedi, tahvil ve türev ürünlerden elde edilen getiri de yine bu ilişkilerde temellenmektedir. Dolayısıyla finansal alanda biriken kar, üretim sürecinden bağımsız olmak bir yana sıkı sıkıya ona bağlıdır, onun bir uzantısı ya da yeniden dağıtımıdır.

Emekçinin bankalara ödediği faizin yeni bir artı-değer ya da üretimden bağımsız bir sermaye birikim alanı olduğu iddiasının temel zaafı;üretim ile dolaşım arasındaki ilişkinin bağımlı doğasını ve içsel ilişkilerini göz ardı etmesidir.Bu göz ardı edişin kapitalist meta üretimi ve sermaye birikimi içinde nesnel temelleri bulunmaktadır. Kapitalizmde para sermayenin emekçiyle ve diğer sermaye fraksiyonları ile kurduğu ilişki ters yüz edilmiş bir biçimde görülür. Kapitalist için yatırdığı para sermaye, bir süre sonra artarak adeta mucizevi bir biçimde kendisine geri döner. İnsanlar arasındaki ilişki metalar arasındaki ilişki görünümünü aldığı gibi, insanlar arasındaki sömürü ve değer üretim ilişkisi para sermayenin değer yaratma yeteneği olarak kendini gösterir. Bu hareket içerisinde, elde edilen faizi ortaya çıkaran üretken hareket gölgede kalmış ve görünmez hale gelmiştir. Burada özel bir tür meta olarak para sermayenin döngüsü, kendisini belirli bir ekonomik sürecin sonucu olarak değil satıcı ve alıcı arasındaki özgül bir yasal anlaşmanın sonucu olarak gösterir. Bu tür sermayede, sermayenin hareketi gerçek hareketten ayrılmış, tamamen dışsal ve mistik bir görünüm almıştır. Bu mistik görüntü üretim ile finans arasındaki ilişkinin analizini ve kavramayı zorlaştırır ve yanılgılara nesnel bir zemin teşkil eder.[89]

KAYNAKÇA

Akçay, Ü. ve A. R. Gürgen (2014) Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş, İstanbul: Notabene Yayınları.

Birdal, M. (2018) Bir Krizin Anatomisi, İstanbul: Kor Kitap.

Bryan, D., R. Martin ve M. Rafferty (2009) “FinancializationandMarx: GivingLaborandCapital a Financial Makeover”, Review of RadicalPoliticalEconomics, 41(4): 458-472.

Bureau of Economic Analysis, https://www.bea.gov/data/gdp/gdp-industry (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

Cagan, M. (2019) Yatırım101, Çev. M. Doğan, İstanbul: Say Yayınları.

Dore, R. (2002) “StockMarket CapitalismanditsDiffusion”, New PoliticalEconomy, 7(1): 115–21.

Dymski, G. A. (2017) “Irka Dayalı Dışlama ve İkinci Kalite İpotek Kredileri Krizinin Ekonomi Politiği”, C. Lapavitsas (haz.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde, çev. T. Öncel, İkinci Baskı, İstanbul: Yordam Kitap, 75-120.

Epstein, G. (2005) “Introduction: Financializationandtheworldeconomy”, Financializationandthe World Economy içinde, Cheltenham: Edward Elgar, sf. 3-16.

Ercan, F. (2005) Para ve Kapitalizm, İstanbul: Devin Yayıncılık.

Fine, B. (2010) “Neoliberalizm as Financialization”, A. Saad-Filho ve Galip Yalman (der.), EconomicTransitionstoNeoliberalism in Middle-incomeCountries: PolicyDilemmas, EconomicCrises, Forms of Resistance içinde, New York: Routledge, 11-23, sf. 18.

Foster, J. B. (2011) Tekelci Finans Sermayesi, Derleyen: H. Tanıttıran, Çev. B. Baysal, O. Gayretli, S. Sezer, İstanbul: Kalkedon Yayınları.

Foucault, M. (2005) Büyük Kapatılma: Seçme Yazılar 3, Çev. I. Ergüden, F. Keskin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Gürgen, A. R. (2009) “Finansallaşma: Sorunlu bir Kavram ve Verimli bir Araştırma Gündemi”, Praksis, 20: 85-108.

Gürgen, A. R. (2017) “Finansal Tabana Yayılma Siyaseti ve Türkiye’de Devletin Finansallaşması”, Derleyenler: P. Bedirhanoğlu, Ö. Çelik. ve H. Mıhçı, Finansallaşma Kıskacında Türkiye’de Devlet, Sermaye Birikimi ve Emek içinde, İstanbul: NotaBene, 23-44.

Haiven, M. (2016) Hayali Sermaye, Çeviren: Y. E. Kara, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.

Hilderfing, R. (1981) Finance Capital, Londra: RoutledgeandKegal Paul.

Hilderding, R. (1995) Finans Kapital-1, Çeviren: Y. Öneren, İstanbul: Alan Yayınları.

Kahveci, M.(2012) “Finansallaşma ve Ekonomik Kriz İlişkisi Bağlamında 2008 Krizinin İncelenmesi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Krippner, G. R. (2005) “TheFinancialization of theAmericaneconomy”, Socio-EconomicReview, 3: 173-208

Kurtulan, Ö. (2011) “Finansal Müsadere ve Bankacılığın Değişen Yüzü”, H. Kozanoğlu (der.), Uçurmayan Balon: Finans içinde, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 91-117.

Lapavitsas, C. (2009) “Financialisation, ortheSearchforProfits in Circulation”, Research On Money And Finance, DiscussionPaper, No: 10.

Lapavitsas, C. ve I. Mendieta-Muñoz (2016) “TheProfits of Financialization”, MonthlyReview, https://monthlyreview.org/2016/07/01/the-profits-of-financialization/ (Erişim Tarihi: 05.01.2020).

Lapavitsas, C. (2017) “Finansallaşmış Kapitalizm: Kriz ve Finansal Müsadere”, C. Lapavitsas (haz.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde, çev. T. Öncel, İkinci Baskı, İstanbul: Yordam Kitap, 25-74.

Lapavitsas, C. (2019) Üretmeden Kar Etmek: Finans Hepimizi Nasıl Sömürüyor, Çev. Y. E. Kara, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.

Lenin, V. İ. (2014) Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev. Olcay Geridönmez, Altıncı Baskı, İstanbul: Evrensel Basım Yayın.

Marx, K. (1979) Grundrisse, Çeviren: S. Nişanyan, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (2003) Kapital: Üçüncü Cilt, Çev. A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (2011) Kapital: Birinci Cilt, çev. M. Selik ve N. Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap.

Mavroudeas, S. D. (2018) “TheFinancialisationHypothesisandMarxism: A PositiveContributionor a TrojanHorse?”, Second World Congress On Marxism: MarxismandthecurrentworldandChina, PekingUniversity, 5-6 May 2018.

Norfield, T. (2014) “CapitalistProductionGood, Capitalist Finance Bad”, https://economicsofimperialism.blogspot.com/2014/01/capitalist-production-good-capitalist.html (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

Özcan, A. (2011) “Türev Ürünler ve Finansallaşma”, H. Kozanoğlu (der.), Uçurmayan Balon: Finans içinde, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 169-191.

Panitch, L.; G. Albo ve S. Gindin (2010) InandOut of Crises: The Global Financial MeltdownandLeftAlternatives, PM Press.

Papadatos, D. (2009) “Günümüz Kapitalizminde Merkez Bankacılığı: Enflasyon Hedeflemesi ve Finansal Krizler”, C. Lapavitsas (haz.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde, çev. T. Öncel, İkinci Baskı, İstanbul: Yordam Kitap, 171-202.

Roberts, M. (2018) “Financialisationorprofitability?”, https://thenextrecession.wordpress.com/2018/11/27/financialisation-or-profitability/ (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

Roberts, M. (2019a) “OwningFinancialization”, MonthlyReview, https://monthlyreview.org/2019/04/01/owning-financialization/ (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

Roberts, M. (2019b) “Theftorexploitation?- A Review of StolenbyGraceBlakeley”, https://thenextrecession.wordpress.com/2019/09/13/theft-or-exploitation-a-review-of-stolen-by-grace-blakeley/ (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

Santos, P. L. (2017) “Günümüz Kapitalizminde Bankacılığın İçeriği Üzerine”, C. Lapavitsas (haz.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi, çev. T. Öncel, İkinci Baskı, İstanbul: Yordam Kitap, 121-170.

Satlıgan, N. (2012) “Günümüz Kapitalizminin Pamuk İpliği: Hayalî Sermaye Spekülasyonu”, Devrimci Marksizm, 16: 65-87.

Shaikh, A. ve Tonak, E. A. (2012) Milletlerin Zenginliğinin Ölçülmesi: Ulusal Hesapların Ekonomi Politiği, Çev. H Arslan, İstanbul: Yordam Kitap.

Stockhammer, E. (2010) Financializationand Global Economy, PoliticalEconomyResearchInstitute, WorkingPaper Series.

Sweezy P. (1994) “TheTriumph of Financial Capital”, MonthlyReview, 46(2): 1-11.

Toporowski, J. (1999) TheEnd of Finance: Capital Market Inflation, Financial DerivativesandPensionFund, Londonand New York: Routledge.

World Bank Data, https://data.worldbank.org/indicator/BX.KLT.DINV.CD.WD (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

Wade, H.R. (2005) “TheMarch of NeoliberalismandWhattoDo Aboutit”, Draftpaperforplenary talk at conference Beyond ‘Deregulation’: Finance in the 21st Century, University of Sussex, 26-28 May 2005.


[1]Haiven, M. (2016) Hayali Sermaye, Çeviren: Y. E. Kara, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, sf. 26.

[2]Foucault, borcun bağımlılık ilişkilerini perçinleyen yönünü şöyle ifade etmiştir: “… gün boyu çalışmaya, fazla mesai yapmaya, işe bağlı kalmaya zorlayan (bir ev, mobilya[…]satın almışlarsa) bir borç sistemi içine sürekli kapatılmışlardır.” Foucault, M. (2005) Büyük Kapatılma: Seçme Yazılar 3, Çev. I. Ergüden, F. Keskin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, sf. 126.

[3] Örneğin bkz. Krippner, G. R. (2005) “TheFinancialization of theAmericaneconomy”, Socio-EconomicReview, 3: 173-208; Papadatos, D. (2009) “Günümüz Kapitalizminde Merkez Bankacılığı: Enflasyon Hedeflemesi ve Finansal Krizler”, C. Lapavitsas (haz.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi, çev. T. Öncel, İkinci Baskı, İstanbul: Yordam Kitap, 171-202, sf. 171-172; Kurtulan, Ö. (2011) “Finansal Müsadere ve Bankacılığın Değişen Yüzü”, H. Kozanoğlu (der.), Uçurmayan Balon: Finans içinde, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 91-117, sf. 91.

[4]Lapavitsas, C. (2017) “Finansallaşmış Kapitalizm: Kriz ve Finansal Müsadere”, C. Lapavitsas (haz.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde, çev. T. Öncel, İkinci Baskı, İstanbul: Yordam Kitap, 25-74, sf. 26; Grahl, J ve P. Teague (2000) “TheRegulation School, TheEmploymentRelationandFinancialization”, EconomyandSociety, 29(1): 160-178.

[5]Toporowski, J. (1999) TheEnd of Finance: Capital Market Inflation, Financial DerivativesandPensionFund, Londonand New York: Routledge, sf. 22-23.

[6]Hilderfing, R. (1981) Finance Capital, Londra: RoutledgeandKegal Paul, sf. 225.

[7]Lenin, V. İ. (2014) Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev. Olcay Geridönmez, Altıncı Baskı, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, sf. 55-67.

[8]Satlıgan, N. (2012) “Günümüz Kapitalizminin Pamuk İpliği: Hayalî Sermaye Spekülasyonu”, Devrimci Marksizm, 16: 65-87, sf. 73-75.

[9]Marx, K. (2011) Kapital: Birinci Cilt, çev. M. Selik ve N. Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, sf. 607.

[10]Satlıgan, Günümüz Kapitalizminin Pamuk İpliği, sf. 73-75.

[11] Akçay, Ü. ve A. R. Gürgen (2014) Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş, İstanbul: Notabene Yayınları, sf. 25-28.

[12] Dünya genelinde reel ve finansal yatırımlar dahil toplam doğrudan yabancı yatırım girişi 1980’de 51 milyar dolar iken, 1995’te 319 milyar dolara çıktı. Kriz öncesi 2007 yılında rekor düzeye ulaşarak 3.1 trilyon dolar olurken 2018 yılında 1.2 trilyon dolara geriledi. World Bank Data, https://data.worldbank.org/indicator/BX.KLT.DINV.CD.WD (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

[13] Birdal, M. (2018) Bir Krizin Anatomisi, İstanbul: Kor Kitap, sf. 51-54. Kriz sonrası hanehalkı borcunun GSMH’ya oranı yüzde 80’lere kadar geriledi. Türkiye’de de özellikle 2000 sonrası benzer bir tablo yaşandı. Hanehalkı borcunun harcanabilir gelirine oranı 2003’te yüzde 7.5 iken, bu oran 2007’de yüzde 22.7’e, 2015’te yüzde 52’ye çıkmıştır. Bankaların toplam kredileri içinde bireysel kredilerin oranı 2002’de 13.8, 2007’de yüzde 33.2, 2015’te ise yüzde 25.9 olarak hesaplanmıştır.  Tüketici kredileri ve kredi kartları borçlarının GSMH’ya oranı 2002’de yüzde 1.8 iken, bu oran 2012’de yüzde 17.3’e fırlamıştır. Güngen, A. R. (2017) “Finansal Tabana Yayılma Siyaseti ve Türkiye’de Devletin Finansallaşması”, Derleyenler: P. Bedirhanoğlu, Ö. Çelik. ve H. Mıhçı,Finansallaşma Kıskacında Türkiye’de Devlet, Sermaye Birikimi ve Emek içinde, İstanbul: NotaBene, 23-44, sf. 29.

[14]TradingEconomics, United StatesHouseholdsDebtTo GDP, https://tradingeconomics.com/united-states/households-debt-to-gdp (Erişim Tarihi: 04.01.2020).

[15] Akçay ve Gürgen, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş, sf. 30.

[16] Uluslararası ekonomide risk faktörünün gelişmesi özellikle BrettonWoods sisteminin çözülmesiyle birlikte gerçekleşti. Dalgalı döviz kurları ve faizler ile enflasyonun yükselmesi küresel ekonomide istikrarsızlıklara ve fiyatlarda belirsizliklere neden oldu. Bu ortamda geliştirilen türev ürünler, risk faktörünün azaltılmasını hedefliyordu. Dolayısıyla türev araçların ortaya çıkmasındaki nedenlerden biri, şirketlerin risk yönetimi ihtiyaçlarının giderek artması ve küreselleşmiş piyasalar bağlamında yeni sigorta kolaylıklarının keşfi olarak gösterilebilir. Riskin metalaşması türev ürünlerin ikincil piyasalarda ticareti ile hayata geçmektedir. Örneğin petrol fiyatlarının dalgalı olduğu bir ortamda fiyatların artacağı beklentisi oluştuğunda petrol varilini fiili olarak depolamak yerine petrolün varil fiyatı üzerinden türetilmiş bir finansal sözleşme gerçekleştirmek, sözleşmenin tarafları açısından işlem maliyetini azaltacaktır. Ancak petrolün varil fiyatı üzerinden yapılan bu sözleşme, ikincil piyasalarda işlem görmeye başladığında artık fiilen petrole ihtiyacı olmayan kişiler de bu kâğıdı alıp satabilir hale gelirler. Dolayısıyla riskin metalaşması sayesinde türevler ürünün türetildiği metadan bağımsız olarak işlem görmeye, alınıp satılmaya başlar. Bu risk yönetim modeli ile geleceğin belirsiz olduğu bir ortamda meta fiyatlarındaki dalgalanmalardan etkilenmemek ve metanın gelecekteki fiyatını sabitlemek amaçlanmaktadır. Dolayısıyla riski tanımlama, hesaplama, fiyatlama ve paketleyip satma işlemleri küresel düzeyde hızla gelişen modern finansal piyasaların temelini oluşturmaktadır. 2000’li yıllarda ABD’de yeni gelişen finansal mimarinin en temel özelliği üretim ve gerçekleştirme risklerini transfer edebilecek tekniklerin geliştirilmesiydi (Akçay ve Gürgen, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş, sf. 32-34).

[17]Epstein, G. (2005) “Introduction: Financializationandtheworldeconomy”, Financializationandthe World Economy içinde, Cheltenham: Edward Elgar, sf. 3-16, sf. 3.

[18]Dore, R. (2002) “Stock market capitalismanditsdiffusion”, New PoliticalEconomy, 7(1): 115–21. 116-117

[19]Wade, H. R. (2005) “TheMarch of NeoliberalismandWhatto Do Aboutit”, Draftpaperforplenary talk at conference Beyond ‘Deregulation’: Finance in the 21st Century, University of Sussex, 26-28 May 2005, sf. 9.

[20]Epstein, Introduction: Financializationandtheworldeconomy, sf. 3.

[21] Alaybeyoğlu, A. (2019) “Sermaye Birikimi Çerçevesinde Türkiye’de Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları’nın Analizi”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, sf. 30-31.

[22] Diğer ikisi tekelci güç ve durgunluktu. Sweezy P. (1994) “TheTriumph of Financial Capital”, MonthlyReview, 46(2): 1-11.

[23]Foster, J. B. (2011) Tekelci Finans Sermayesi, Derleyen: H. Tanıttıran, Çev. B. Baysal, O. Gayretli, S. Sezer, İstanbul: Kalkedon Yayınları, sf. 17.

[24]Foster, Tekelci Finans Sermayesi, sf. 65.

[25]Krippner, Thefinancialization of theAmericaneconomy, sf. 174.

[26]Fine, B. (2010) “Neoliberalizm as Financialization”, A. Saad-Filho ve Galip Yalman (der.), EconomicTransitionstoNeoliberalism in Middle-incomeCountries: PolicyDilemmas, EconomicCrises, Forms of Resistance içinde, New York: Routledge, 11-23, sf. 18.

[27]Panitch, L.; G. Albo ve S. Gindin (2010) InandOut of Crises: The Global Financial MeltdownandLeftAlternatives, PM Press, sf. 125-127.

[28] Gürgen, A. R. (2009) “Finansallaşma: Sorunlu bir Kavram ve Verimli bir Araştırma Gündemi”, Praksis, 20: 85-108, sf. 86.

[29] Roberts, M. (2019a) “OwningFinancialization”, MonthlyReview, https://monthlyreview.org/2019/04/01/owning-financialization/ (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

[30] Roberts, M. (2019b) “Theftorexploitation?- A Review of StolenbyGraceBlakeley”, https://thenextrecession.wordpress.com/2019/09/13/theft-or-exploitation-a-review-of-stolen-by-grace-blakeley/ (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

[31]Norfield, T. (2014) “CapitalistProductionGood, Capitalist Finance Bad”, https://economicsofimperialism.blogspot.com/2014/01/capitalist-production-good-capitalist.html (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

[32]Mavroudeas, S. D. (2018) “TheFinancialisationHypothesisandMarxism: A PositiveContributionor a TrojanHorse?”, Second World Congress On Marxism: MarxismandthecurrentworldandChina, PekingUniversity, 5-6 May 2018, sf. 6.

[33]Bryan, D., R. Martin ve M. Rafferty (2009) “FinancializationandMarx: GivingLaborandCapital a Financial Makeover”, Review of RadicalPoliticalEconomics, 41(4): 458-472, sf. 459.

[34]Bryanvd, FinancializationandMarx, sf. 463-4.

[35]Bryanvd, FinancializationandMarx, sf. 465.

[36]Bryanvd, FinancializationandMarx, sf. 466.

[37]Bryanvd, FinancializationandMarx, sf. 466.

[38] Roberts, Theftorexploitation?

[39] Roberts, Theftorexploitation?

[40]Stockhammer, E. (2010) Financializationand Global Economy, PoliticalEconomyResearchInstitute, WorkingPaper Series, sf. 10.

[41] Örneğin bkz. Dymski, G. A. (2017) “Irka Dayalı Dışlama ve İkinci Kalite İpotek Kredileri Krizinin Ekonomi Politiği”, C. Lapavitsas (haz.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi içinde, çev. T. Öncel, İkinci Baskı, İstanbul: Yordam Kitap, 75-120, sf. 78.

[42] Roberts, M. (2018) “Financialisationorprofitability?”, https://thenextrecession.wordpress.com/2018/11/27/financialisation-or-profitability/ (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

[43]Bureau of Economic Analysis, https://www.bea.gov/data/gdp/gdp-industry (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

[44]Marx, üretim aracı ve hammaddelerin üretim sürecinde kullanılmasını üretken tüketim olarak ifade eder. Bizim üretim ve tüketim ikiliğinde, tüketimle kastettiğimiz nihai tüketimdir.

[45]Shaikh, A. ve Tonak, E. A. (2012) Milletlerin Zenginliğinin Ölçülmesi: Ulusal Hesapların Ekonomi Politiği, Çev. H Arslan, İstanbul: Yordam Kitap, sf. 51-52.

[46] Yurtiçinde ticaretin yeni bir zenginlik sağlamadığının farkında olan merkantilistler, değer yaratıcı faaliyetin ancak dış ticaret sonucu ülkeye değerli madenlerin taşınması ile söz konusu olabileceğini düşünmüşlerdir. Buradaki fazla değer genel olarak bir ülkenin zenginleşmesi diğerinin yoksullaşması pahasınadır. Karlar ile zararlar birbirini karşılar. Yeni değer söz konusu değildir. Buna rağmen merkantilistlerin bu tutumu üstü örtülü bir biçimde ülke içindeki ticaretle yeni bir değer yaratılmadığının kabulüdür.

[47]Lapavitsas, C. (2019) Üretmeden Kar Etmek: Finans Hepimizi Nasıl Sömürüyor, Çev. Y. E. Kara, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, sf. 162-164.

[48] Günümüz kapitalizmi çok katmanlı bir kredi piyasasına sahiptir. Kredi piramidinin birinci katmanı ticaret kredisidir. Ticaret kredisi, işletmelerin kendi aralarındaki meta ticaretinden (hammadde alımı gibi) doğan basit kredi biçimidir. Örneğin hammadde satıcısına derhal ödemeyi yapamayan bir kapitalist, hammaddeyi bir ödeme vaadi karşılığında teslim alır. Bu vaat kambiyo ya da borçlanma senedi gibi çeşitli finansal biçimler alabilir. Ticaret kredisi önceden alım satım ilişkileri yoluyla şirketlerin zaten birbirleriyle ilişki halinde oldukları, böylelikle de kredinin verilmesi için gereken güven ilişkisi için zaten bir zemine sahip oldukları belirli üretim sektörlerinde kendiliğinden doğar. Ticaret kredisi kapitalistlerin karlılığını arttırır, çünkü birincisi sermayenin devrini hızlandırır, ikincisi işletmelerin ellerinde tuttukları para rezervlerini ve bitmiş ürün stoklarını azaltır. Kredi piramidinin ikinci katmanı banka (para) kredisidir. Kredi piramidinin üçüncü katmanı ise para piyasası kredisidir. Para piyasası özünde likidite rezervlerine yönelik bir bankalar arası piyasadır. Likidite ihtiyacı duyan bankalara yine başka bankalarca verilen kredi bu piyasanın temelidir. Derin ve geniş bir para piyasası gelişmiş bir kredi sisteminin ayrılmaz bir parçasıdır. Bankaların faaliyetlerini daha etkin bir biçimde yürütmesine olanak tanır. Para piyasasının düzgün işlememesi halinde bankalar likidite elde etmede sorun yaşar ve dolayısıyla banka kredisi de düzgün işlememeye başlardı. Kredi piramidinin dördüncü ve son katmanı merkez bankası kredisidir.Lapavitsas, Üretmeden Kar Etmek, sf. 146-154.

[49] Günümüzde ticari bankaların başka faaliyet alanları da vardır.

[50]Satlıgan, Günümüz Kapitalizminin Pamuk İpliği, sf. 70

[51]Marx, K. (2003) Kapital: Üçüncü Cilt, Çev. A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları, sf. 305.

[52]Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 309-310.

[53] Para sermayenin üretken kapitaliste ya da ticari kapitaliste kredi olarak verilmesi burada bir şeyi değiştirmez. Çünkü üretken ya da ticari yatırımdan elde edilen artı-değerden bir kısmı faiz olarak alınacaktır.

[54]Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 309-310.

[55]Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 350. Bu yazının konusu gereği faiz oranının temelde nasıl belirlendiği tartışmasına girilmemektedir. Çünkü konu faiz oranının nasıl belirlendiği değil faizin kaynağıdır. Ancak yine de kısa belirtmek gerekirse; faizin üst sınırı ortalama kar oranıdır. Aksi durumda sermaye yatırım yapmayı değil faizden kazanç elde etmeye yönelecek, bu alana yoğunlaşma olacak ve faiz oranları hızla düşecektir. Yeni yatırımların durma noktasına geldiği bunalım dönemlerinde borç verilebilir sermayenin talep ettiği faiz oranı üst noktasına çıkar ve kar oranını aşabilir, ancak bu geçici bir durumdur.Faiz oranı, genel ekonomik konjonktürle yakından ilişkilidir. Ekonomik canlanma dönemlerinde faiz oranları düşerken, durgunluk ya da bunalım dönemlerinden en üst noktasına ulaşır. Bununla birlikte durgunluk dönemlerinde ılımlı bir yükselme gösteren faizin, canlanma döneminde de yükselmesi mümkündür. Yani faizin hareketi doğrudan karla ilgili değildir. Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 317-318. Diğer yandan faiz oranını belirleyen şey para kapitalist ile üretken kapitalist arasındaki rekabettir. Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 326. Bu açıdan faizin -kar oranının üst sınır olması dışında- doğal sınırı olmadığı gibi onun belirlenmesinde rekabetin zorladığı bölünme yasası dışında bir yasa yoktur. Çünkü söz konusu olan şey yeni bir değer üretimi değil, üretilmiş olan artı-değerin girişimci ile borç veren arasındaki paylaşımıdır. Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 312.

[56]Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 332.

[57] Sadece üretken sektörlerde faaliyet sürdüren kapitalistten değil ticari kapitalistten alınan faiz de yine ticari kapitalistin üretilen artı-değerden aldığı paya (ticari kar) dayanmaktadır. Yani yatırımın üretken ya da ticari alanda yapılmış olması analizde değişikliğe yol açmaz. Ancak finansal alanda bir yatırım söz konusu ise kuramsal olarak, üretilen artı-değer dışında, üretilen emek gücü değerinden de değer transferi gerçekleştirilebilir.

[58] Çünkü, bir kapitalistin tüketim için kullandığı kredi karşılığında ödediği faiz, yine artı-değerin parçasıdır. Kapitalist üretim sürecinde el koyduğu artı-değerin bir kısmını kişisel tüketimi için kullanır ve eğer tüketim kredisi kullandıysa bunun faizini de kendi gelirinden yani kişisel tüketim için kullandığı artı-değerden ödeyecektir. Dolayısıyla konunun bu kısmı açıktır ve herhangi bir kuramsal sorun yaratmamaktadır.

[59]Bryan, Martin ve Rafferty, FinancializationandMarx, sf. 464. Vurgular bize ait.

[60]Bryan ve Martin ev içi emeğin tüketim harcamaları sırasında artı-değer yarattığı konusunda kendilerini de ikna edememiş gibi gözüküyorlar. Çünkü bir süre sonra yaptıkları çalışmada bu sefer finans alanında alınan riskin artı-değer yarattığını ileri sürdüler.

[61]Bryan, Martin ve Rafferty, FinancializationandMarx, sf. 463-4.

[62] Roberts, M. (2016) “JackRasmusandsystemicfragility”, https://thenextrecession.wordpress.com/2016/04/18/jack-rasmus-and-systemic-fragility/ (Erişim Tarihi: 03.01.2020).

[63]Mavroudeas, TheFinancialisationHypothesisandMarxism, sf. 6.

[64]Bryan, Martin ve Rafferty, FinancializationandMarx, sf. 459.

[65]Lapavitsas, C. (2009) “Financialisation, ortheSearchforProfits in Circulation”, Research On Money And Finance, DiscussionPaper, No: 10, sf. 19.

[66]Marx’tan aktaran Lapavitsas, Üretmeden Kar Etmek, sf. 167.

[67]Marx’tan aktaran Lapavitsas, Üretmeden Kar Etmek, sf. 167.

[68] Terim değişikliğini Lapavitsas şöyle açıklamıştır: “… ‘ikincil el koyma’ ile benzerliği vurgulamak amacıyla, bu kavrama ‘doğrudan sömürü’ adı verilmiştir. Bununla birlikte, Marx’ın kavramına aşina olmayan Marksistlerle anlambilimsel tartışmalardan kaçınmak adına, bu terim yerine ‘finansal el koyma’ kullanılmıştır” (Lapavitsas, Üretmeden Kar Etmek, sf. 168-169).

[69]Marx, K. (1979) Grundrisse, Çeviren: S. Nişanyan, Ankara: Sol Yayınları, sf. 321.

[70] Ercan, F. (2005) Para ve Kapitalizm, İstanbul: Devin Yayıncılık, sf. 367.

[71] Bu alanda da şirketlerin yatırımlarını yönlendirecek yatırım bankaları ve başkaca finansal aracılar mevcuttur.

[72]Satlıgan, Günümüz Kapitalizminin Pamuk İpliği, sf. 75.

[73]Hilderding, R. (1995) Finans Kapital-1, Çeviren: Y. Öneren, İstanbul: Alan Yayınları, sf. 176.

[74] Ercan, Para ve Kapitalizm, sf. 403-4.

[75]Cagan, M. (2019) Yatırım101, Çev. M. Doğan, İstanbul: Say Yayınları, sf. 53.

[76]Satlıgan, Günümüz Kapitalizminin Pamuk İpliği, sf. 74.

[77]Santos, P. L. (2017) “Günümüz Kapitalizminde Bankacılığın İçeriği Üzerine”, C. Lapavitsas (haz.), Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi, çev. T. Öncel, İkinci Baskı, İstanbul: Yordam Kitap, 121-170, sf. 156-157.

[78]Satlıgan, Günümüz Kapitalizminin Pamuk İpliği, sf. 75

[79] Ercan, Para ve Kapitalizm, sf. 403-418.

[80] Kahveci, M.(2012) “Finansallaşma ve Ekonomik Kriz İlişkisi Bağlamında 2008 Krizinin İncelenmesi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, sf. 118

[81]Foster, Tekelci Finans Sermayesi, sf. 20.

[82]Lapavitsas, Üretmeden Kar Etmek, sf. 186-188.

[83] Türev ürünlerin işlem gördüğü piyasalar, önceden belirlenmiş bir tarihte finansal enstrümanın ve malın teslimat ve nakit uzlaşması yapılarak alım-satım yapılmasına imkan veren piyasalardır.  Türev piyasalarda başlıca swap, futures, forward ve opsiyon işlemleri gerçekleştirilmektedir. Swap, iki tarafın üçüncü kişilere olan yükümlülüklerini birbirleriyle takas etmelerine imkan veren türev aracıdır. Futures sözleşmesi, piyasadaki takas merkezinin garantörlüğünde belli nitelikte ve belli miktarda malın daha önceden belirlenmiş bir fiyattan ileri bir tarihte teslimini konu alan sözleşmelerdir. Forward sözleşmeleri ise aynı işlemin herhangi bir merkez tarafından garanti altına alınmadığı sözleşmelerdir. Opsiyon ise belirli bir varlığı, daha önceden belirlenen bir fiyattan belirli bir tarihte satın alma ya da satma serbesitesi sağlayan türev araçtır. Özcan, A. (2011) “Türev Ürünler ve Finansallaşma”, H. Kozanoğlu (der.), Uçurmayan Balon: Finans içinde, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 169-191, sf. 169-170.

[84] Bu finansal ürünlerden en yaygın olarak kullanılanları Teminatlı Borç Yükümlülükleri (CollateralizedDebtObligations, CDOs), Mortgage Teminatlı Menkul Kıymetler (Mortgage-BackedSecurities, MBSs), Varlık Teminatlı Menkul Kıymetler (Asset-BackedSecurities, ABSs) ve Teminatlı MortgageYükümlülükleri’dir (CollateralizedMortgageObligations, CMOs).

[85] Akçay ve Gürgen, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş, sf. 73-76.

[86] Borsanın “sıfır toplamlı bir oyun” olması borsada genel olarak fon sahiplerinin tamamı ya da büyük çoğunluğunun aynı dönemde kazanç sağlayamayacağı anlamına gelmez. Çünkü borsalar izole değildir. Ancak bir ülkedeki borsanın toplu bir kazancı, diğer ülkelerdeki üretilen değerin bu ülkeye transfer edilmesi ile mümkündür. Dolayısıyla “sıfır toplam” ülke içinde değil uluslararası kapitalizm düzeyinde geçerlidir.

[87]Marx’tan aktaranSatlıgan, Günümüz Kapitalizminin Pamuk İpliği, sf. 77.

[88]Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 389.

[89]Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 306.