Burak Bağçeci

OHAL döneminde çıkarılan KHK’lerle üniversitelerden uzaklaştırılan akademisyenlerin kurduğu alternatif akademilerden biri olan Ankara Dayanışma Akademisi (ADA), ihraç edilen akademisyenlerin bir araya gelerek düzenledikleri seminerler, paneller, açık dersler ve çeşitli etkinliklerle yoluna devam ediyor.

İletişim Yayınlarından çıkan “Metaların Kerameti” kitabı da ADA bünyesindeki çalışmaların bir ürünü olarak okuyucuyla buluştu. Özgür Öztürk ve Melda Yaman’ın Ankara Dayanışma Akademisi’nde verdikleri derslerin derlenmesiyle ortaya çıkan kitap, ekonomi-politiğin en önemli kavramlarından olan metaya dair kapsamlı bir inceleme ortaya koyuyor. Metanın “kendinden menkul görünen kerametinin” peşine düşen Melda Yaman ve Özgür Öztürk, birkaç başlık altında metaya dair farklı görüşleri aktarırken metaların kerametinin nereden kaynaklandığını açıklıyorlar.  

Metanın doğasına dair tartışmaların geçmişi epey eskilere dayanıyor. Nitekim metanın “sihirli” görüngüsü her zaman merak edilmiş, ekonomi-politikten sosyolojiye, antropolojiden psikolojiye kadar pek çok bilim dalının konusu olabilmiştir. İnsanların kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere giriştikleri üretim faaliyetlerinin, onların ihtiyaçlarından nasıl soyutlanabildiği, yani özelde bir ihtiyaç nesnesinin kendi yararlılığından soyutlanıp nasıl bir değişim aracına indirgenerek meta haline geldiği sorunu metaya dair ilginin temelini oluşturuyor diyebiliriz. Üstelik insanın maddi veya manevi herhangi bir ihtiyacını karşılayan şey, bir kez pazarda değiştirilmek üzere üretilmeye başlanıp meta biçimini aldığında ve bu meta üretimi gelişip toplumsal üretimin temeli haline geldiğinde, basit gibi görünen bir ekonomik fenomenin nasıl bütün bir toplumsal ilişkiler ağını baştan sona dönüştürdüğünü, insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl şeyler arasındaki ilişkiye dönüştüğünü[1] kavramanın ilk elden zorluğu, metayı geçmişten beri üzerinde en çok tartışılan iktisadi kavramlardan biri haline getirmektedir.

METAYA ANTROPOLOJİK BİR BAKIŞ

Melda Yaman’ın “Metaların Kerameti: Tarihte, Antropolojide, İlk Toplumlarda Meta, Değer ve Mübadeleye Bir Bakış” başlıklı ilk makalesinde metanın bu “sihirli” görüngüsünün arkasındaki gerçeği anlamaya başlamak için önce ilkel topluluklara bir yolculuk yapıyoruz. Farklı ekolleri temsil eden antropolog ve sosyologların görüşlerinin aktarıldığı bölüm, metanın ne olduğuna ve nasıl ortaya çıktığına dair daha derinlikli bir fikir yürütmeye olanak sağlıyor.

İlk çağlarda görülen armağan mübadelesinin, meta mübadelesiyle karşılaştırılması metayı daha iyi anlamak için kullanışlı bir yöntem. Kitabın bu bölümünde armağan mübadelesiyle meta mübadelesinin benzerlik ve farklılıkları, hangi koşullarda ortaya çıktıkları, bir arada görüldükleri toplumlar ve aralarındaki ilişki gibi tartışmalar okuyucuya aktarılıyor.

Armağan mübadelesi ilkel toplulukların birçoğunda görülür.[2] Hem aynı topluluk içinde, hem de farklı topluluklar arasında armağan değiş-tokuşu gerçekleşebilir. Armağan mübadelesi bildiğimiz anlamda bir ticari ilişki değildir. Daha çok birlikteliğin sağlanması, toplumsal yaşamın düzenlenmesi ve geleceğinin garanti altına alınması amacıyla gerçekleştirilen bir sosyal eylemdir. Bu eylem çok çeşitli biçimlerde gerçekleşebilir. Cenaze törenleri, dini ritüeller, şölenler, misafir ağırlama vb. armağanlaşmanın biçimleridir.

Armağan mübadelesi karşılıklı olarak sürekli yeniden üretilmelidir. Yani armağan almak vermeyi de içinde barındıran bir eylemdir, armağan alan bunun karşılığında armağan vermek zorundadır. Doğrudan ekonomik veya politik bir zorunluluk olmamasına rağmen neden armağan alan buna karşılık vermek zorundadır? Marcel Mauss’a göre armağan mübadelesi, alıcı ve verici arasında ruhani, büyülü, etik, hukuki bağlar kurar.[3] Armağanlaşma toplumsal ilişkilerin kurucu ögesidir, toplumun sosyal yaşamındaki yazılı olmayan kurallara göre işler. Armağanı kabul etmemek veya alınan armağana karşılık vermemek sosyal ilişkilerin reddidir, toplum içinde dışlanma, ötekileşme, ayıplanma sebebidir.[4] Hatta farklı topluluklar arasında savaşa yol açabilir. Dolayısıyla armağanlaşma bir yükümlülükler sistemidir.

Armağan mübadelesinin meta mübadelesinden temelden farklı olduğu açıktır. Meta mübadelesinde armağanlaşmanın aksine taraflar bağımsızdır, herhangi bir dini, hukuki, kültürel zorunluluk ilişkisi yoktur. Aksine, Marx’ın dediği gibi, meta mübadelesinin yaygınlaşmasıyla birlikte bütün kemikleşmiş, kutsal, saygıdeğer toplumsal normlar ve değerler yıkılır. “Katı olan her şey buharlaşır” ve insanlar maddi yaşamın üretiminde kurdukları gerçek ilişkilerle karşı karşıya gelirler.[5]

Appadurai armağanlaşma ve meta mübadelesine dair tartışmalara Marx’ın emek-değeri teorisini eleştirerek girer. Ona göre değer toplam toplumsal emek-zamanla değil, alıcının onu ne kadar almak istediğiyle ölçülür. Böylece değer metanın özüne ait bir özellik olmaktan çıkar, insanların iradi olarak belirledikleri bir nicelik halini alır. Buna bağlı olarak Appadurai, her şeyin meta olduğunu savunur. Eğer nesnelerin değerlerini insanlar iradi olarak saptıyorlarsa, her şey teoride değişilebileceğine göre her şey metadır. Meta, değişilmek için üretilmiş özel bir nesne değil, değişilme potansiyeli olan her şeydir. Böylece Appadurai metayla armağan arasındaki ayrımı ortadan kaldırır, ona göre armağan mübadelesi meta mübadelesinin arkaik bir biçimidir.[6] Benzer şekilde ünlü antropolog Bronislaw Malinowski de meta ve armağan mübadelesi arasındaki ayrımları ortadan kaldırmaya çalışmış, ticaret ve armağanlaşma arasında kesin bir çizgi çizilemeyeceğini söylemiştir.[7]

Buna karşın antropolojide Marksist bir metodoloji geliştirmeye çalışan araştırmacılar metanın armağandan farklarını vurgularlar. C.A. Gregory, James Carrier, Michael Godard gibi araştırmacılar, meta mübadelesinin karşılıklı bağımsız taraflar arasında yabancılaşmış emek ürünlerinin takas edilmesiyle gerçekleştirildiği halde, armağan mübadelesinin karşılıklı bağımlı taraflar arasında ve yabancılaşmamış emek ürünlerinin değişimi ile gerçekleştirildiğini savunurlar.[8]

ARİSTO’NUN GÖRÜŞÜ VE ANTİK DÜNYADA META MÜBADELESİ

Yine Melda Yaman’ın “Aristoteles ve Meta Mübadelesi” başlıklı makalesindeyse, ilkel topluluklardan köleci topluma geçiş yapıyoruz. Meta mübadelesinin gelişmeye başladığı Antik Yunan toplumunda Aristo, metanın gizemini çözmek için epey mesai harcamıştır.

Antik Yunan ekonomisi köle emeğine ve temelde tarımsal üretime dayansa da, üretici güçlerin gelişmesi ve toplumsal işbölümünün derinleşmesiyle bu toplumda artık-ürün kitlesinin giderek büyüdüğünü ve ticaretin, özellikle de deniz ticaretinin geliştiğini görürüz.[9] Dolayısıyla meta mübadelesinin geliştiği koşullarda yaşayan Aristo’nun metaya dair ilk sistematik çalışmayı yapmış düşünür olması tesadüf değildir.[10] Ne var ki Aristo’nun ilgisini metaya yönelten nesnel koşullar, onun analizinin sınırlarını da belirlemiştir. Köleci toplumda köle sahiplerinin ve toplumun üst tabakasının toplumsal üretime doğrudan katılmadığı ve zamanını sanat, felsefe, bilim gibi düşünsel uğraşlarla geçirdikleri biliniyor. Onlara göre çalışmak ancak, insandan saymadıkları kölelere layık bir davranıştı. Bunun gibi ticaret de hor görülürdü. Döneminin egemen fikirlerinin izlerini doğal olarak Aristo’da da görürüz. Aristo metanın sis perdesini aralamaya yönelik büyük bir adım atmış olsa da emeği aşağılayan tavrı onun değerin kaynağı olduğunu görmesine engel olmuştur.[11]

Aristo’ya göre mübadele eğer bir ihtiyacı karşılamak üzere gerçekleştiriliyorsa bu doğaldır, çünkü insanlar ihtiyaçlarının tümünü kendi başlarına karşılayamazlar. Elimdeki ürünün fazlasına başkası, başkasının elindeki ürünün fazlasına da benim ihtiyacım varsa ürünlerimizi değiştirmemizde bir sorun yoktur. Aristo’ya göre bu bir zenginlik edinme biçimi değildir.[12]

Ancak meta mübadelesinin gelişimi evrensel bir metanın genel eşdeğer olarak para biçimine dönüşmesine yol açar.[13] Aristo, para kazanma amacıyla yapılan mübadelenin (buna para kazanma sanatı anlamında krematistik der) zenginleşme, sonsuz zenginleşme gayesi güttüğünü söyler ve bunu eleştirir. İlginçtir ki Aristo, tıpkı Marx’ın söylediği gibi para-meta-para dolaşımının tarihsel olarak basit meta dolaşımından doğduğunu söylemektedir.[14] Ama daha ilginci, değer kavrayışından yoksun olmasına rağmen çeşitli metaların birbirlerine bir şekilde eşitlenebildiklerini ve bu eşitliğin parayla ifade edildiğini de söylemektedir.[15] Bu paranın da bir meta olduğunun ifade edilmesidir aslında.

Söylendiği gibi Aristo metaların değişilebilmeleri için hepsinde ortak olan bir nitelikle birbirlerine eşitlenebilmeleri gerektiğini vurgular, ancak bu niteliğin ne olduğunu bulamaz.[16] Ne var ki emek-değer teorisinin geliştirilebilmesi için insanlığın önünde daha epeyce zaman vardır.

Aristo, insanların kendi ihtiyaçlarını karşılamak için değil para biriktirmek ve zenginleşmek için gerçekleştirdikleri mübadeleye karşıdır çünkü bunun toplumsal ilişkileri bozuşturduğunu sezmiştir. Bugünden bakınca Aristo modern sermaye ilişkilerinin ilkel biçimine ve bunun toplumsal sonuçlarına etik bir karşı koyuşta bulunuyor gözüküyor. Ancak James W. Booth’a göre bu karşı koyuşun sebebi Marx’tan farklı olarak Aristo’nun gerici eğilimleridir. Booth, Aristo’nun itirazlarının arka planında Antik Yunan’ın ataerkil-köleci toplumsal yapısını koruma içgüdüsü olduğunu söyler.[17] Nitekim meta mübadelesi karşılıklı eşit ve bağımsız tarafların varlığını gerekli kılmaktadır.

ARİSTO’DAN POLİTİK İKTİSADA, POLİTİK İKTİSATTAN MARX’A META VE DEĞER

Aristo’nun metaya dair bu analizi hem klasik politik iktisadın kurucuları olan Adam Smith ve David Ricardo’nun, hem de Karl Marx’ın üzerinde önemli bir etkide bulunmuş, hatta Marx çalışmalarında doğrudan Aristo’ya referanslar vermiştir. Özgür Öztürk’ün kaleminden çıkan “Politik İktisatta Meta ve Değer” başlıklı bölümde politik iktisatta meta ve değer kavramına getirilen açıklamaları hem Aristo’yla, hem de Marx’la bağlantısı içinde inceliyoruz.

Tarihte Aristo’dan önce de sonra da ekonomik ilişkilere dair incelemelerde bulunan birçok filozof olmasına rağmen, iktisat bir bilim olarak kapitalizmle birlikte doğmuştur. Politik iktisadın burjuva sınıf karakteri açık seçiktir, kendi sınırlılıkları içinde olsa da bütünlüklü bir bilimsel temel yaratmıştır. Bu yönüyle “tarafsızlık” iddiasıyla maddenin hareketinin özünü salt görüngülerin analiziyle bulanıklaştırmayı yöntem, gerçeği gizlemeyi amaç edinmiş egemen burjuva biliminden oldukça farklıdır. Nitekim politik iktisat burjuvazinin feodalizme karşı verdiği devrimci mücadele döneminin ürünüdür. Ancak yine de politik iktisadın bilimsel yönü sınırlıdır. Çünkü politik iktisadın kapitalizmi ve onun işleyiş yasalarını insan doğasına uygun, doğal, değiştirilemez şeyler olarak görmek gibi temel bir sorunu vardır.[18]

Politik iktisat metaların ikili karakterine, onun hem insanlık için belirli bir yararlılığa sahip olmasına hem de pazarda değişilmek üzere üretiliyor olmasına vurgu yapar. Kullanım değeri ve değişim değeri arasındaki bu kategorik ayrım Aristo’nun mirası üzerinde şekillenmiştir. Görmüştük ki Aristo metaların değiştirilmesinin aslında onların bir şekilde birbirlerine eşitlenmesi demek olduğunu sezmiş, bunun gerçekleşebilmesi için hepsinde ortak olması gereken tözün varlığını düşünmeye başlamış ancak bunu bulamamıştı. Politik iktisat değişim değerinin kaynağını Aristo’dan yüzlerce yıl sonra bulmuştur: emek.

MARX’TA EMEK-DEĞER TEORİSİ

Politik iktisat değerin kaynağını emekle açıklar, yani emek-değer teorisini ortaya koyar. Henüz makine kullanımının istisnai olduğu ve dolayısıyla emek-yoğun bir imalat sürecini ifade eden manüfaktür döneminde, burjuvazinin yönelimlerini yansıtan politik iktisadın da dönemin ana maliyet kalemi olan emeğe yönelmesi anlaşılabilirdir.[19] Ancak bu analiz hala eksik bir analizdir, politik iktisat emeğin neden ve nasıl değer biçimi aldığını açıklamak bir yana, bununla ilgilenmemiştir bile. Bu gerçeği açıklayacak ve emek-değer teorisinin eksikliğini giderecek olan Karl Marx’tır.

Metaların Kerameti Nereden Gelir: Kapital’de Meta” başlıklı makalesinde Melda Yaman, Marx’ın emek-değer teorisinin orijinalliğini ve bunun metanın önündeki sis perdesini nasıl kaldırdığını aktarıyor. “Değer biçimi analizi, Marx’ın hem Aristo’nun yarım bıraktığı meta analizini tamamına erdirmesini hem de politik iktisadın ötesine geçmesini olanaklı kılmıştır.[20] Politik iktisadın açıklayamadığı emeğin nasıl olup da değer biçimine dönüştüğü sorununu Marx, soyut emek kavramıyla açıklığa kavuşturmuştur.

Metaların ikili karakteri arasındaki çelişki daha ilk bakışta göze çarpar. Mübadele metaların kullanım değerlerinden, her birinin ayrı olarak insanların hangi ihtiyacını nasıl giderdiklerinden bağımsız olarak birbirlerine eşitlenmelerini şart koşar. Öyleyse metaların pazarda değişilmesi her birinin insanlık için yararlılıklarından soyutlanması demektir. Metaları yararlılıklarından soyutlarsak, onları bizler için yararlı hale getiren farklı emekleri de niteliklerinden soyutlamış oluruz. Bir işçinin pamuğu eğirerek iplik haline getirmesi, bir başkasının ağacı kesip birleştirerek mobilya haline getirmesi ya da metal işçisinin torna tezgahında talaş kaldırarak parça üretmesi arasındaki farklar kaybolur. Tekil emeklerin aralarındaki farklar yok olunca onlar insan emek gücünün bir şekilde harcanması olarak birbirlerine eşitlenirler. “Demek ki her biri (metalar), hangi biçimde harcanmış olursa olsun, üretiminde farksız insan emek gücünün harcanmış olması gerçeğinden ötürü eşdeğerdirler. Nasıl buğday buğdaylığını yitirdiyse çiftçinin emeği de çiftçiliğini yitirmiştir. Şimdi o demircinin emeğinden farksızdır.[21]

Marx sorunu böyle çözüme bağlar. Bütün metalar, hangi nitelikte olursa olsun insan kas ya da beyin gücünün belirli bir süre harcanarak üretilmiş olmaları gerçeğiyle birbirlerine eşittirler. Hepsinde ortak olan şey işte budur. Aristo’nun arayıp da bulamadığı değerin kaynağı soyut emektir, bir başka ifadeyle bir metanın değişim değerini kesin olarak belirleyen şey üretimi için gerekli olan toplam toplumsal emek-zamandır.

Marx soyut ve somut emek ayrımıyla politik iktisadın yapamadığını yapmış, yarım bıraktıkları işi tamamlamıştır. Politik iktisat değerin kaynağını somut emek olarak anladığı için insan emeğinin nasıl değer biçimi haline gelebildiğini açıklayamamıştı. Ama gördük ki somut emek, yani emek gücünün niteliği aslında kullanım değerinin kaynağıdır. Halbuki değişim değerinin yaratıcısı soyut emektir.

Melda Yaman’ın aktardığı şekliyle Marx’ın analizinden üç önemli sonuç çıkar:

1. Kullanım değeri, kendi karşıtının, yani değerin görünüm biçimi haline gelir.

2. Somut emek, kendi karşıtının, yani soyut insan emeğinin görünüm biçimi haline gelir.

3. Bireysel emek kendi karşıtının biçimine, dolaysız toplumsal emek biçimine dönüşür.[22]

Öyleyse emeğin değer biçimine, para biçimine ve sermayeye neden ve nasıl büründüğü sorunu Marx’ta açıklığa kavuşur. Böylece metanın “sihirli” görüngüsünün arkasındaki gerçeklik artık önümüze serilmiş durmaktadır. “Metanın kerameti onun insan emeğinin ürünü olmasından gelir[23], ancak bu da anlaşılmaz değildir. İnsanlar arasındaki ilişkileri şeyler arasındaki ilişkiler biçiminde deneyimlememize yol açan, metayı bizler için mistikleştirip anlaşılmaz kılan şey ise öz ve biçim arasındaki çelişkidir, “değer biçiminin onun emek ürünü olmasını gizlemesidir.[24]

Marx’ın değer analizi, onun kapitalizm eleştirisinin anahtarıdır, nitekim Kapital metanın derinlikli bir tahliliyle başlar. Günümüzün en ünlü sosyal bilimcilerinden David Harvey’in iddia ettiğinin aksine[25] Marx’ın kapitalizm eleştirisi emek-değer teorisinden yoksun olmak bir yana, onun üzerinde şekillenmiştir. Karl Marx kendi emek-değer teorisiyle metanın özünü ortaya çıkarmış, kapitalizmde emek-gücünün de metalaştığını ortaya koyarak sermaye birikimini bilimsel bir temelde açıklamıştır. Böylece kapitalizmin artı-değer sömürüsüne dayandığını, sermayenin emek-gücünün değeriyle, onun günlük çalışmasında ürettiği değer arasındaki farka el koyarak genişlediğini ortaya koymuştur. Öte yandan emeğin hangi tarihsel koşullarda ve nasıl değer biçimine dönüştüğünü bulmak, onun başka tarihsel koşullarda başka biçimlere dönüşebileceğini de açıklayabilmenin yoludur aynı zamanda. Böylece Marx, politik iktisadın aksine meta mübadelesinin ve meta üretimine dayanan kapitalizmin tarihselliğini öne çıkarmış, sosyalizmin bilimsel temelini ve maddi koşullarını ortaya koyabilmiştir.


[1] Marx, K. (2011), Kapital: Birinci Cilt, Çeviren: Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, sf. 83

[2] Melda Yaman ve Özgür Öztürk (2019), Metaların Kerameti, İstanbul: İletişim Yayınları, sf. 39

[3] Aktaran Melda Yaman, Metaların Kerameti, sf. 41

[4] Akkayan T. (2010), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Dergisi, 24: 001-017

[5] Marx K. ve Engels F. (2016), Komünist Manifesto, Çeviren: Nail Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap

[6] Aktaran Melda Yaman, a.g.e., sf. 45-46

[7] Aktaran Melda Yaman, a.g.e., sf 39

[8] Aktaran Melda Yaman, a.g.e., sf. 46-47

[9] SSCB Bilimler Akademisi Ekonomi Enstitüsü (1996), Politik Ekonomi Ders Kitabı: Birinci Cilt, İstanbul: İnter Yayınları, sf. 44-45

[10] Melda Yaman, a.g.e, sf. 55

[11] Melda Yaman, a.g.e., sf 61

[12] Aktaran Melda Yaman, a.g.e., sf. 66

[13] Marx, K (2003)., Kapital: Birinci Cilt, Eriş Yayınları, sf. 75

[14] Aktaran Melda Yaman, a.g.e., sf. 67

[15] Aktaran Melda Yaman, a.g.e., sf. 68

[16] Melda Yaman, a.g.e., sf. 80

[17] Aktaran Melda Yaman, a.g.e., sf. 71

[18] Özgür Öztürk, a.g.e, sf. 92

[19] Özgür Öztürk, a.g.e., sf.96

[20] Melda Yaman, a.g.e., sf. 119

[21] Melda Yaman, a.g.e, sf. 129

[22] Melda Yaman, a.g.e., sf. 143

[23] Melda Yaman, a.g.e., sf. 138

[24] Melda Yaman, a.g.e., sf. 138

[25] Harvey D. (2018), Marx’s Refusal of the Labour Theory of Value