CIPOML Konferansı

CIPOML Konferansı, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da halkların birbiri ardı sıra ayağa kalktıkları bir dönemde Almanya’da toplandı.

Uluslararası burjuvazi ve kapitalizm eskilerine yenilerini ekleyerek toplumsal sorunları büyütüp içinden çıkılmaz kılmaktan başka bir şey yapmıyor.

Hatırlayalım. Yeni Dünya Düzeni demişler ve herkese refah ve barış vaat etmişlerdi. Küreselleşmeyle dünya “küçük bir köy”e dönecek, sömürü son bulup sınıflar yok olacak ve insanlık sorunlarından kurtulacaktı!

Dünya işçi sınıfı ve ezilen halklar, kapitalistlerin iddialarının tam tersinin gerçekleştiğini tahammül edilemez ölçüde ağırlaşan çalışma ve yaşam koşullarıyla sınıyorlar. Kapitalizmin kendilerine verecek bir şeyi kalmadığını, işçiler, işsizliğin tırmanışında, ücretlerin düşmesi, sosyal hizmetlerde kesintiler ve yeni zamlarla vergilerin yol açtığı yoksulluk artışında, beslenme, barınma, ısınma, ulaşım vb. sorunlarının olağanüstü kötüleşmesinde yaşayarak görüyorlar. Kapitalist üretimin tekellerin kârını artırmak için yapılıyor olması gerçeği bütün bu kötülüklerin kaynağıdır.

Bu çürüme, birçok bağımlı ülkenin şimdiden sürüklendiği kriz ve dünya kapitalizminin bütününde ise kapasite kullanımının düşmesi, fabrikaların kapanması ve işten atmalar eşliğinde ekonominin büyüme hızı ve özellikle sanayi üretimi artışının yavaşlamasında kendisini göstermektedir. Veriler, bir dahaki kapitalist dünya ekonomisinin krizinin 2008’den daha ağır olabileceğine işaret etmektedir. Bu kez büyük emperyalist devletler merkezi müdahalelerde bulunma imkanına sahip olmadıklarından kapitalizmin krizinin daha tahrip edici sonuçlara neden olması beklenmelidir.

Uluslararası tekellerle özellikle büyük emperyalist devletler arasında keskinleşen çelişkiler ve giderek sertleşen çıkar çatışması, daha geçtiğimiz yıldan ABD’nin başlattığı “ticaret savaşları”na yol açmıştır. Bu çelişki ve çatışmalar da emperyalist tekellerin azami kâr hırsının sonucudur ve dünya ekonomisini olumsuz etkilediği tartışma götürmez.

İşletmeler ve işkolları kadar tekeller ve emperyalist devletlerin eşit olmayan sıçramalı gelişmeleri, farklı tekelci mali sermaye grupları ve emperyalist ülkelerin güçlerini farklılaştırmakta ve bu, yeni paylaşım taleplerini gündeme getirmektedir. Amerikan, Çin, Rus ve bir çelişkiler yumağı halindeki AB’ye egemen olan Alman-Fransız emperyalistleri belli başlı büyük emperyalist güçlerdir ve bunlardan ABD ile Çin arasındaki çatışma öne çıkmaktadır.

ABD, sanayisi ve finansal gücüyle kendisine bağımlı kıldığı ülke ve bölgelerin büyüklüğü, dolar “silahı”, dünyaya yayılmış askeri üsleri, NATO’yu da kullanarak –aralarındaki çıkar farklılıklarına rağmen– hala Batılılara kendisini dayatma olanağı bulabilmesi ve diğerlerinin toplamını aşan askeri harcamasıyla en büyük hegemonik emperyalist güçtür. Sahip olduklarını koruma histerisi, onu saldırganlaştırıp savaş kışkırtıcılığına yönelterek pervasızlaştırmaktadır. Çin ise, kapitalizminin tamamen yeni modern maddi teknik temeli, bunun koşulladığı hızlı sınai ve ekonomik büyümesi, sermaye birikiminin vardığı düzey ve buna bağlı olarak ekonomik yayılması ve ABD’yi aşacak potansiyeliyle dünyanın paylaşımın yenilenmesini gündeme getirmekten kaçınamayan yükselen bir emperyalist güçtür ve askeri aygıtını da geliştirmeye yönelmiştir. Bu ikisi ve diğer emperyalistlerin birbirleri aleyhine yayılma ve ellerindekini koruma mücadeleleri, vekalet savaşlarını da kapsayarak bütün kıtalara yayılmış durumdadır.

Emperyalistler arasındaki çelişki ve çatışmalar sadece dünya ekonomisini olumsuz etkilemekle kalmıyor. Bu çatışma, tümü işçi sınıfı ve ezilen halkları sömürüp yağmalama peşinde olduklarından, sömürülen kitlelerin yaşam ve çalışma koşullarını zorlaştırıyor.

Emperyalistler belli başlı bölgelerinde yoğunlaşarak dünyanın her yanında birbirleriyle dalaşırken, hiçbiri işçilerle halkların dostu değildir. Hangisi halklara ekonomik ve politik bakımdan yardım edeceğini, örneğin bağımsızlık ve demokrasi getireceğini ileri sürüyorsa, bu büyük bir yalandır. Tüm emperyalistler, sömürücü, talancı tekelci zorbalardır ve hangisi ne derse desin, tek kaygılar, halkların sırtından tekel kârı sağlamak ve kendine bağımlı kılarak egemenlik alanını genişletmektir.

Bütün emperyalistler bağımlılık ilişkilerini yayarak halkların zenginliklerini yağmalamak ve ekonomik ve siyasal etkilerini genişletmek üzere en küçük fırsatı değerlendirmekten geri durmazken, özellikle ABD emperyalizmi, 800’ü aşkın askeri üssünü, İsrail Siyonizmi, Suudi ve Kolombiya gibi bölgesel gericilikleri de kullanarak, bir dizi yaptırım, ambargo ve işgallerle halklara saldırıyor. Afganistan ve Irak’ta hala işgal birlikleri bulunduruyor. Suriye’ye müdahalesi ve Küba, Venezuela ve İran’a yönelik ambargosuysa sürüyor. Elçiliğini Tel-Aviv’den Kudüs’e taşıyalı çok oldu.

CIPOML bütün bu saldırıları mahkum eder.

Ayrı devlet kurma hakkı da dahil, bütün uluslar ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkını koşulsuz olarak savunan CIPOML; Venezuela, İran, Filistin, Kürt, Küba ve Keşmir başta olmak üzere bütün ezilen halklar ve kurtuluş mücadeleleriyle dayanışma içinde olduğunu ilan eder.

Emekle sermaye, emperyalistlerle halklar ve emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerin keskinleşmekte olmasının anlamı şudur ki, kapitalist emperyalist saldırganlık artmakta, faşizm ve savaş tehlikesi büyümektedir. AP’nda alınan, komünizmi Nazizmle eşitleyerek savaş suçunu komünizme yıkan lanetli karar, savaşın kaynağı olan emperyalizmi temize çıkarıp yüzünü gizleyerek bu tehlikeyi yakınlaştırmaktadır. Kapitalist saldırganlık, faşizm ve savaş tehlikesi eğer püskürtülmezse, dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarını çok daha zor günlerin beklediği tartışmasızdır.

Çözümsüzlüğü ve çürümesi derinleşen kapitalizmin krizinin üstesinden gelemediği ve  işçi sınıfıyla halkların tepkilerini bastıramadığı durumda tekelci gericilik eğilimin yoğunlaşmış bir ifadesi olan faşizme başvurmasından doğalı olmayacaktır. Emperyalistlerin birbirleriyle dalaşmasının götüreceği yer ise, yeni bir emperyalist savaştır.

Ancak kapitalizmin olumsuz sonuçlarının işçi sınıfıyla ezilen halkları bugünden harekete geçirmekte olduğu da bir gerçektir.

Hindistan’da 200 milyon işçinin genel greve çıkmasının üzerinden çok zaman geçmedi. İran’da geçen yıl yaşanan ve on binlerce işçiyi kapsayan grevler ve işçi hareketleri bu yıl da tekrarlandı. Avrupa’da da grevler artarken son iki yıldır Amerikan işçilerinin grevlerinin bir bitmeden diğeri başlıyor. En son metal işçilerinin grevine tanıklık ettik. İşçi sınıfı uzun bir durgunluk döneminin ardından yeni bir hareketlenme halinde ve bu, henüz ulusal ölçekte birleşmiş olmasa bile, birçok ülkede gerçekleşen irili ufaklı grev ve eylemlerde kendisini gösteriyor.

Öte yandan bu yıl ve özellikle geçtiğimiz Ekim ayında birbiri peşi sıra patlak veren yaygın halk hareketlerine tanık olduk. Halk hareketlerine kapitalizmin olumsuz sonuçlarının giderek yakıcılaşması ve gericiliğin zorbalığı neden oldu ve çoğu ülkede gösteriler ayaklanmaya dönüşme eğilimi gösterirken siyasal niteliğe de büründü. Burkina Faso’da 4 yıl önce darbe püskürtülmüştü. Sudan’da Ömer Beşir devrildi. Cezayir’de Buteflika başkan adaylığından çekildi. Lübnan’da Başbakan Hariri istifa etti. Irak başbakanı istifa ederken Şili’de devlet başkanı hükümeti görevden aldı. Ekvador’da başkan Moreno imzaladığı zam kararnamesini geri çekti. Haiti, Irak, Honduras, Bolivya, Gine’de ayağa kalkan halkın mücadelesi bastırılamadı. İşçi sınıfının kitlesel olarak yer aldığı halkların ayaklanmalarının örnekleri giderek artıyor ve daha da artacak.

İşçi sınıfı ve halkların tekeller ve emperyalizmin talan ve zorbalığına karşı ayağa kalkışları, sermayenin saldırganlığı, faşizm ve savaş tehlikesini önlemenin olduğu gibi ulusal ve sosyal kurtuluşun da tek yolu.

Ayağa kalkan işçi sınıfı ve halklar karşısında sosyal reformizm de tutunamayıp açığa düşüyor. Halkların nesnel olarak devrimci olan mücadelelerinin gericilikle uzlaşmayı öneren yatıştırıcı reformculuğun etkisini kırması çok doğal.

Konferansımızın bütün ülkelerden işçilere çağrısıdır:

Hiçbir burjuva fraksiyonu ve emperyalist hakkında beklentiye kapılmadan kapitalizme karşı mücadele; sermaye egemenliği ve sömürü ilişkilerinin tasfiyesi, kurtuluşumuzun tek çaresidir. Burjuva egemenliğine son verip kendimiz egemen sınıf olarak örgütlenmeliyiz. Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır.

Ancak dağınık, birleşmemiş ve örgütsüz bir sınıf olarak kendimizi kurtaramayız. Ülkemizde varsa kendi bağımsız partimizde örgütlenerek, yoksa böyle bir partiyi kurarak, burjuvaziden bağımsız sınıf mücadelemizi yürüterek kazanabiliriz. Bu amaçla, bizim dışımızda gelişen halkın mücadelelerine katılmakla kalmayalım, başına geçelim; kentli, köylü emekçileri ve mücadelelerini örgütleyerek kapitalizme karşı yöneltelim.

Konferansımız dünyanın ezilen halkları ve uluslarını mücadelelerini yükseltmeye çağırır.

Emperyalist ve tekelci yağma ve zorbalıktan kurtuluşun tek yolu emperyalistler ve tekellere karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütmektir. Çeşitli ülkelerde başlayan bu mücadeleyi ülkemizde de geliştirip yayalım. Halkların birbirlerinden başka dostu yoktur. Sadece kendimize ve halkların bir parçası olan işçilere güvenebiliriz.

İhtiyacımız; birleşmek, örgütlenmek ve emperyalizm ve tekellere karşı mücadeleyi yükseltmektir.

İşçi sınıfı ve ezilen halkların birliği ve örgütlü mücadelesi yenilmezdir.

Almanya Komünist İşçi Partisi İnşa Örgütü

Devrimci Komünist Parti – Bolivya

Brezilya Devrimci Komünist Partisi

Yukarı Volta Devrimci Komünist Partisi – Burkina Faso

Demokratik Yol – Fas

Dominik Cumhuriyeti Komünist Emek Partisi

Danimarka Komünist İşçi Partisi

Meksika Komünist Partisi ML

Ekvador Marksist Leninist Komünist Partisi

Tunus Emekçileri Partisi

Emek Partisi – Türkiye

Yunanistan Komünist Partisi Yeniden İnşa Örgütü

İran Emek Partisi (Toufan)

Hindistan Devrimci Demokrasi Dergisi

Pakistan İşçi Cephesi

Venezuela Marksist Leninist Komünist Partisi

İtalya Komünist Platform

İspanya Komünist Partisi ML


*Kasım 2019