İskender Bayhan
“Tek adam tek parti yönetimi” altında ve ekonomik kriz koşullarında gerçekleşen ve bu koşulların, sonuçlarında önemli bir rol oynadığı yerel seçimleri fiilen geride bırakmış durumdayız. Fiilen diyoruz, çünkü bu yazının yazıldığı günlerde seçim sonuçlarına itiraz üzerine bazı ilçelerde yerel seçimlerin 2 Haziran’da tekrar edilmesi kararı verilmiş ve esas olarak İstanbul’da da fiilen biten seçimlerin YSK tarafından resmen bittiği henüz ilan edilmemişti.
Özelikle seçimlerin siyasi-ekonomik sonuçları ve işçi, emekçi halk kitlelerinin eğilimleri konusunda gösterdiği gerçekler açısından önemli bir yere sahip olan İstanbul Büyükşehir Seçimleri’nin Cumhur İttifakı tarafından itibarsızlaştırılması ve mümkünse tekrarlanması için girişimler devam ediyordu. “Tek adam ittifakı”nın 31 Mart Yerel Seçimleri’nde almış olduğu yenilgiyi hazmedememesinin yarattığı “gaz sıkışması” ve “karın ağrısının” YSK üzerindeki baskılarla birlikte nasıl bir siyasi operasyona çevrildiğine hep birlikte tanıklık ediyoruz. Dahası Cumhur İttifakı 31 büyükşehire bağlı 519 ilçede belediye başkanlığı, belediye meclis üyelikleri ve muhtarlık seçimlerini kaldırmak ve yerine atama sistemi getirmek üzere yasa tasarısı hazırlıklarını sürdürüyor. “Tek adam ittifakı” bu tutumuyla, kazanılmış demokratik hakların kırıntısı durumundaki gizli oy-açık sayım temelinde yapılan serbest seçimleri tarihe gömmek ve gerici-faşist bir politik rejim inşa etmek yolundaki kararlı adımlarına bir yenisini daha eklemek amacındadır. Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı Devlet Bahçeli “söz konusu olan devletin bekası ise gerisi teferruattır” yollu açıklamalarıyla doğrudan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise KHK ile kamudan ihraç edilenlerin oy kullanamayacağı yönündeki itirazları, “terör destekçilerinin seçilmişliği kabul edilemez” yollu açıklamaları ve tutumuyla dolaylı olarak bunu ilan ediyor. Eğer demokratik haklar için mücadele eden güçlerle, işçi ve emekçi halk kitleleri buna izin verirse niyetlerinin bu olduğu açıkça görülüyor.
İktidarıyla, muhalefetiyle burjuva partiler cephesinden yerel seçimlerde çıkan kayıp-kazanç bilançosunu ve emek-demokrasi güçleri açısından ortaya çıkan sonuçları kısaca özetlemeden önce bir gerçeğin altını çizmekte yarar var. Düzen partileri için, yerel seçimlerde ülke yönetimindeki siyasi dengeler ve güç ilişkilerinde avantajlı bir konuma gelmek ve bununla birlikte kentlerdeki sömürü ve rant paylaşımından kazançlı çıkmak esas amaçtır. Yerel seçimler, kapitalist sistemin egemenliği altındaki devlet ve toplum düzeninin kent yönetimleri üzerinden hangi biçim ve araçlarla sürdürüleceğinin, bunun hangi burjuva kliğin öncülüğünde gerçekleşeceğinin, sömürülen ve ezilen sınıf ve tabakalardan çeşitli halk kesimlerinin nasıl egemenlik altında tutulacağının belirlenmesinin bir parçasıdır. Bu gerçeği göz ardı eden analiz ve değerlendirmelerin, gerçeğin sadece görünen kısmıyla sınırlı kalacağı, yanlışlara ve sonu hüsranla bitecek beklentilere yol açacağı sınıflar mücadelesinin sayısız deyimiyle görülmüştür. Sadece 2014 yerel seçimleri ve ardından yaşananlar, “tek adam yönetimi”nin talimatlarıyla gelen istifa ve görevden almalar, yine kayyumlarla el konulan belediyeler, sümen altı edilen Sayıştay raporları vb. ise bunun yakın tarihimizdeki güncel örnekleridir. Dahası, 31 Mart seçimlerinin ardından yaşanan bir aylık süreçte belediyelerin bütçeleri üzerinden sınırlı bir düzeyde ortalığa saçılan borç yekûnu da yine bu gerçeğin açık delilidir.
A) YEREL SEÇİMLERİN “KAYIP-KAZANÇ” BİLANÇOSU
Yerel seçimlere katılım oranında 24 Haziran’da yapılan genel seçimlere göre yaklaşık 4 puan civarında gerileme oldu. Katılım oranındaki bu düşüş İstanbul, Bursa, Kocaeli başta olmak üzere bazı sanayi kentlerinde daha fazlaydı. Ancak bu gerilemeye rağmen katılım oranı yüzde 84.6 gibi yüksek bir düzeyde gerçekleşti.
Bu genel katılım bilgilerinin ardından 31 Mart Yerel Seçimleri’nde ortaya çıkan sonuçları dört temel noktada şöyle özetleyebiliriz:
1 –“Tek adam ittifakı-Cumhur İttifakı”nın oy oranı son genel seçimlere göre 2 puan gerilerken (yüzde 53,66’dan, yüzde 51,63’e düştü) bu oran birçok büyük şehirde 3 ila 12 arasında gerçekleşti. Uzun süredir iktidarı elinde bulunduran Erdoğan ve hükümeti de “Cumhur İttifakı” çatısı altında gittiği yerel seçimlerde önemli bir yenilgi yaşadı. İttifakın büyük ortağı durumundaki AKP azımsanamayacak sayıda ilde daha fazla oy kaybına uğrarken, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, içinde büyükşehirlerin de olduğu toplam 13 ilde belediyeleri kaybetti. MHP ise biri büyükşehir olmak üzere 11 belediye kazanarak ittifakın kârlı çıkan tarafı oldu.
Erdoğan ve Bahçeli bu sonuçları kendileri ve ittifakları açısından bir yenilgi olarak değil, ufak-tefek yaralar alınmış olsa da genelde bir başarı olarak ilan ettiler. Ancak ortaya çıkan kötü sonuçlar ve bunun yarattığı rahatsızlık bu başarı açıklamalarıyla saklanamayacak kadar açıktı. Seçimler öncesinde Erdoğan, patisinin ve “Cumhur İttifakı”nın oylarını korumasının önemini çok somut olarak vurgulamıştı. En azından bu başarılmalı ve bunun üzerinden ‘tek adam tek parti yönetimini’ güçlendirmek ve yerel yönetimleri de bunun dayanakları olarak kullanmaya devam etmek için seçimlerden avantajlı bir konumda çıkılmalıydı. Ama iktidarda olmanın ve devletin bütün olanaklarını kullanmanın getirdiği güce rağmen öyle olmadı. Ortaya çıkan tablo bir yıkım değildi ama beklenin de epeyce gerisindeydi. Ancak bu durum Erdoğan ve Bahçeli’nin girdikleri yoldan vazgeçecekleri anlamına gelmiyor. Bugün yürüdükleri yolun temellerini attıkları 16 Nisan Referandumu’nun ardından yaptıkları gibi devam edeceklerini pratik olarak gösteriyorlar. O zaman da 16 büyükşehirde “Hayır” çıkmasına ve ülke genelinde şaibeli bir 51,4’lük “Evet” oyuna rağmen tek adam tek parti sisteminin anayasal güvenceye kavuştuğunu söyleyip yürümüşlerdi. Bugün de, seçim yenilgisine rağmen yollarına yürümeye devam ediyorlar.
2 – Burjuva muhalefetin başını çeken CHP ise yerel seçimlere esas olarak İyi Parti ile yaptığı ittifakla (Millet İttifakı) katıldı. Bu ittifakın büyük ortağı konumundaki CHP seçimlerden kazanımla çıktı. 24 Haziran’daki oy oranı 8 puan yükselirken (yüzde 22.64’den yüzde 30.12’ye çıktı), elindeki belediye sayısını da artırdı. CHP-İyi Parti ittifakından beklediğini alamayan ise İyi Parti oldu.
CHP’nin seçimlerden kazanımla çıkmasında, oylarının ve elindeki belediye sayısının artmasında başta HDP olmak üzere, emek ve demokrasi güçlerinin oy desteğinin de önemli bir etkisi oldu. İstanbul, Ankara, Mersin ve Adana bu illerin başında geliyor. Başta CHP olmak üzere İyi Parti de bu gerçeğin farkında ve seçimlerden çıkan sonuçların kendilerini “Cumhur İttifakı”nın sistem içinde pratik bir alternatifi yapmaktan uzak olduğunu görüyorlar.
Ancak her iki parti de girdikleri yolda yürümeyi sürdüreceklerini her vesile ile dile getiryorlar.
Gerek “Cumhur İttifakı”nın gerekse “Millet İttifakı”nın bu tutumları, bir süredir seçimler başta olmak üzere genel siyasal gidişat içerisinde, tıpkı iki partili bir burjuva politik sistem gibi, iki ittifaklı bir burjuva politik terazinin, güncel siyasal koşullara egemen olması yolunda ilerlemeye devam edeceklerini gösteriyor.
Bu kısa bilanço, 31 Mart Yerel Seçimleri’nde düzen partileri cephesinde yaşanan kentlerin paylaşımı mücadelesinin şimdilik şartıyla ortaya çıkmış, görünürdeki en özet sonuçlarını içeriyor.
3 – Seçim sonuçlarının önemli yönlerinden birisi de bölgede ortaya çıkan tablodur. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimlerin hemen ardından sıcağı sıcağına yaptığı açıklamada, kayyımlar başta olmak üzere izlediği politikaların sonuç verdiği ve bölge halkı tarafından destek gördüğü değerlendirmesi yapmıştır. Bu değerlendirme kayyımların, baskı ve tehditlerin, seçmen kaydırma vb. seçim-sayım hilelerinin seçim sonuçlarını etkilemesi açısından belli bir doğruluk payını içermektedir. Ancak izlediği politikaların bölge halkı tarafından destek görmesi açısından doğruyu yansıtmaktan uzak, en hafifiyle deyimiyle ayakları havada bir değerlendirmedir.
Bölge illerinde yerel seçimler, kriz sürecinin yanı sıra daha yoğun yaşanan tehdit ve baskıların belirlediği bir ortamda gerçekleşmiştir. Bütün bu zor ve dezavantajlı koşullara rağmen, HDP’nin kayyım atanan belediyeleri büyük oranda geri alması, Kürt halkının haklarına sahip çıkma bilinç ve tutumunun gücünü bir kez daha göstermiştir. Muş ve Şırnak başta olmak üzere kimi il ve ilçe örneklerinde olduğu gibi “nüfus mühendisliği” yapılarak ve seçim, sandık hileleriyle bazı belediyeler AKP tarafından alınmış olsa da, bölge halkı gerçeklerin farkındadır ve temsilcilerine kararlılıkla sahip çıkmıştır.
Elbette, Dersim başta olmak üzere bölgede kaybedilen kimi belediyelerin ve oy düşüşünün nedeni olarak yalnızca baskı ve zorun etkisini gerekçe göstermek doğru olmaz. Bu sonuçlarda, HDP’nin bugüne kadar yaptığı belediyecilik pratiğinin, siyasal tutum ve yönelişlerinin olumsuz etkisi önemli rol oynamış ve bu da belirli oranlarda sandığa yansımıştır. Özellikle Dersim’de kurulan güç birliğine rağmen seçimlerin kaybedilmesi sadece HDP açısından değil EMEP açısından da düne oranla yaşanan geriye düşüşün bir ifadesi olmuştur. Seçimlerin sonrasında her iki partinin il yönetimleri de bu konuda özeleştirilerini içeren açıklamalar yapmış ve belediyeyi kazanan DHF-TKP ittifakı ile birlikte önümüzdeki dönem Dersim halkının mücadele ve örgütlenmesini ilerletmek için çalışacaklarını duyurmuşlardır.
4 – EMEP[1], seçimlere ilişkin temel politik çağrısını “Tek adam ittifakına oy yok. İş, ekmek ve özgürlük mücadelesinde birleşelim” şiarı etrafında yapmış, ülke genelinde “Cumhur İttifakı”nın geriletilmesini hedeflemiş, seçimlere katılma konusundaki pratik tutumuna buna uygun belirlemiş ve kendi yerel yönetim anlayışı temelinde bağımsız bir politik çalışma yürütmeyi esas almıştır.
Mersin, Çorum, İzmir ve Dersim başta olmak üzere sınırlı sayıda il ve ilçede yerel demokrasi platformlarıyla birlikte hareket etmiştir. Bunların bir kısmında CHP ve HDP çatısı altında adaylar göstermiş ve bunların 7’sinde belediye meclis üyelikleri kazanmıştır. Seçimlere resmi olarak parti ismiyle katılamadığı için 6 il ve 2 ilçede belediye başkanlığına, 14 ilçede ise belediye meclis üyeliklerine bağımsız adaylarla katılmıştır. Birçok işçi, emekçi mahallesinde ise muhtar adayları göstermiştir.
EMEP’in, başta bağımsız adaylar ve muhtar adaylarıyla katıldığı yerler olmak üzere yürüttüğü seçim çalışmaları ve aldığı sonuçlar ilerletici olmuş ve güç toplamasına hizmet etmiştir. Dahası, seçim süreci, sonuçları ve işçilerin, emekçilerin eğilimleri de mevcut koşullarda bağımsız adaylarla seçimlere katılmanın mücadeleyi ilerletecek en doğru tutum olduğunu tartışmasız bir şekilde göstermiştir. Bunun için de en önemli eksikliğini, daha çok il ve ilçede bağımsız aday göstermemek olarak tespit etmiştir.
İstanbul ve Ankara’da son ana kadar emek ve demokrasi güçleriyle ortak bir tutum takınmak üzere ısrarlı bir çaba içerisinde olunmuş, ancak bu konuda sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine, “Cumhur İttifakı”nın iki büyük şehirde yerel seçimleri kaybetmesinin, egemen sınıflar cephesindeki çelişki ve çatışmaları keskinleştireceği ve demokrasi mücadelesinin ilerletilmesine katkı sunacağı değerlendirmesinden hareketle, üyelerinin ve taraftarlarının CHP’nin büyükşehir belediye başkan adaylarına oy vermesi kararını almıştır. EMEP’in, bu kararının doğruluğu, özellikle İstanbul’da ortaya çıkan seçim sonuçları ve ardından yaşanan somut gelişmeler tarafından pratik olarak da teyit edilmiştir.
B) SERMAYE ÖRGÜTLERİNİN SEÇİM DEĞERLENDİRMESİ VE ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇ
Yazımızın buraya kadarki bölümünde 31 Mart Yerel Seçimleri’nin kayıp-kazanç bilançosunu ilk elden görünen ana hatlarıyla özetlemeye çalıştık. Bundan sonraki bölümünde ise sermaye örgütlerinin seçim değerlendirmeleri ve önümüzdeki sürecin genel seyri açısından belli başlı yönler üzerinde duracağız.
Seçimlerin hemen ardından tekelci burjuvazinin örgütlerinin sözcüleri tarafından yapılan açıklamaların ortak noktası, seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı kayıp-kazançların bir uzlaşı içerisinde kabul edilmesi, seçim sürecinin gerilimlerinin yerini bir yumuşamaya bırakması ve 2023’te yapılması öngörülen cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine kadarki sürede memleketin başta ekonomik bakımdan ciddi sorunlarının çözümü için, “yapısal reformlar” temelinde ortak bir çabanın gösterilmesiydi.
31 Mart akşamı sandıklar kapanır kapanmaz tabiri caizse daha kullanılan oyların mürekkebi bile kurumadan yapılan ilk açıklama TÜSİAD’dan geldi. Onu sırasıyla MÜSİAD ve TOBB’un açıklamaları izledi. Açıklamaların ortak noktaları sırasıyla ve kısaca şöyleydi:
“… Yerel seçimlerin de geride kalmasıyla, önümüzdeki seçimsiz dönem ekonomik, sosyal ve siyasal reform gündemimiz için önemli bir fırsattır.
“… Yeni reform döneminde öncelikli hedefimiz ekonomik sorunlarımıza kalıcı çözümler üretmek olmalıdır. Serbest piyasa ilkelerinden taviz vermeden, düzenleyici kurulların bağımsızlık ve saydamlığını güçlendiren, dünyada rekabet gücümüzü artırıcı yapısal reformları içeren ve ekonomik kırılganlıkları giderecek bütüncül bir ekonomik yaklaşım son derece etkili olacaktır.”(TÜSİAD – Resmi İnternet Sitesi)
“… Bu ülkede siyaset yapan ve bu alanda söyleyecek sözü olan herkesin sandıktan çıkan sonucu iyi okuması gerekmektedir.
“… Bu sonuçlar ile aziz milletimiz, istikrara ve iktidara güvenoyu verirken aynı zamanda büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Bunun ilki ve en önemlisi, bütün kesimler için sürdürülebilir bir toplumsal barış ve eşitlik gayreti olmalıdır. Seçim sürecindeki kutuplaşma görüntüsü bir an önce yerini toplumun bütün kesimlerini kuşatacak bir kardeşlik projesine bırakmalıdır.” (MÜSİAD – Resmi İnternet Sitesi)
“… Seçimler artık geride kaldı. 4,5 yıllık seçimsiz bir döneme giriyoruz. Bundan sonra Türkiye’nin ilk gündem maddesi ekonomi olmalı. Zira ekonomide atılacak çok adım, yapılacak daha çok işimiz var. Bu dönemi, kesintisiz bir icraat dönemine çevirmeliyiz. Ekonomiye odaklanabileceğimiz, böylece ekonominin temellerini daha güçlendirecek yapısal reformları arka arkaya hayata geçirebileceğimiz bu dönem, ülkemiz için çok büyük bir önem taşıyor. Ekonomi yönetimi, seçim öncesinde bunun sinyalini verdi. Seçim sonrasında hızla harekete geçilmesini bekliyoruz.” (TOBB – Resmi İnternet Sitesi)
Yeri gelmişken hemen vurgulayalım ki, kendileri hiç alışık olmasa da büyüğüyle-küçüğüyle memleketin kapitalistlerinin seçimlerin hemen ardından yaptıkları açıklamalardan bölümler aktarırken biz olabildiğince hakkaniyetli ve eşit davranmaya çalıştık!
Açıklamaların buraya aktarmadığımız bölümlerinin, “tek adam ittifakına ve yönetimine” örtülü veya açık desteklerine ve beklentilerine göre farklılıklar içerdiğini de belirterek bir kez daha altını çizelim. Ancak memleketin büyüğüyle-küçüğüyle kapitalistlerinin ortak taleplerini esas olarak bu pasajlardaki değerlendirmeler oluşturuyor.
Elbette bu değerlendirmeler ve çağrılar, her seçim sonrası yapılması alışılagelmiş iyi niyet temennilerinin ötesinde anlamlar taşıyor. Çünkü özellikle ekonomik kriz sürecinin derinleşerek devam edeceğini, başta Suriye olmak üzere bölgedeki sıkışmışlığın artacağını, dünya ekonomisinin daha da kötüye gideceğini ve bunun dışa bağımlı bir kapitalist sistem açısından daha büyük sorunlar doğuracağını onlar da biliyor. Bu somut koşulları dikkate alarak da başta Erdoğan ve yönetimi olmak üzere iktidardaki ve muhalefetteki politik muhataplarına öneri, uyarı ve çağrılarını yapıyorlar.
Sermaye örgütleri yaptıkları açıklamalarla sadece egemen sınıflar cephesinden ekonomik önceliklerin ve uyumlu bir politik çizginin öneminin altını çizmiş olmuyorlar. Aynı zamanda, sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin krizin ağır faturasını ödemeye devam etmesinin, çalışma ve yaşam koşullarının daha da kötüleşmesinin temel politik hattını da belirliyorlar. Çünkü onların yapısal reformlar diye dillerine pelesenk ettikleri politikalar esas olarak işçi ve emekçilerin kırıntı halinde kalmış olan haklarını da ortadan kaldıracak karşı reformlardır. En hızlı ekonomik kurtuluş paketleri açıklayan bakan olarak tarihe geçmeyi hak eden Damat Bakan Berat Albayrak’ın seçimlerden 10 gün sonra açıkladığı ekonomik reformlar paketi bunun somut ve son örneğidir.
Kısaca toparlayacak olursak; tekelci burjuvazinin sözcüleri başta ekonomik kriz süreci olmak üzere, bölgede ve dış politikadaki sıkışmışlığı daha da derinleştirecek, işleri daha da zorlaştıracak ve kontrolden çıkıp giderek politik krize dönüşebilecek çatışmalar istemiyor. Bunun için de başta burjuva partileri olmak üzere herkesi sermayenin çıkarları temelinde, uzlaşı ve uyum içerisinde hareket etmeye çağırıyor. “Cumhur İttifakı”nın ve “Millet İttifakı”nın liderleri tarafından seçim sonuçları üzerinden yapılan ilk açıklamalarda üç aşağı beş yukarı sermaye örgütlerinin mesajlarına paralel içerikler taşıyordu.
Ancak sermaye örgütlerinin uzlaşı çağrısı yapmasına kaynaklık eden aynı somut koşullar ve yerel seçim sonuçları, uzlaşı ve uyum içerisinde bir arada gitmek isteseler bile düzen partilerinin bunu sağlamasının kolay olmayacağını gösteriyor. Dahası seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı yeni koşullar içerisinde yerel rantın paylaşımında yaşanacak gerilimler, var olan çelişki ve çatışmaları iyice derinleştirirken, Erdoğan ve tek adam yönetiminin saldırganlığının da artacağına işaret ediyor. Bugün için yerel yönetimlerin çalışmasında kısmi de olsa var olan özerklikleri de ortadan kaldırarak bütünüyle tek adam sistemine bağlamaya yönelik yapılmak istenen düzenlemeler (MHP tarafından hazırlanan yeni büyükşehir yasası ve AKP’nin gündeminde olan diğer yasal değişiklikler) düşünüldüğünde ise sürecin bu yönde ilerleyeceği gerçeği daha da perçinleniyor.
Seçimlerin ardından günler ve haftalar geçtikçe o ilk zamanların “uzlaşma-yumuşama” açıklamalarının yerini başta Bahçeli olmak üzere, Erdoğan’ın gerilimi tırmandıran çıkışlarına bıraktığına hızla tanık oluyoruz. Son olarak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na asker cenazesi töreninde yapılan saldırı-linç girişimi ve ardından Bahçeli ve Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar da bu açıdan dikkat çekicidir.
C) İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN SANDIĞA YANSIYAN HOŞNUTSUZLUĞU
Seçimler öncesinde dergimizin Mart sayısında yaptığımız değerlendirmede yerel seçimlere gidilen koşulların belirleyici yönlerinden birisinin ekonomik kriz süreci olduğunu vurgulamıştık. Özellikle daha önceki seçimlerde AKP ve MHP’ye oy veren işçi ve emekçiler içerisinde ekonomik kriz nedeniyle ciddi bir hoşnutsuzluk ve tepkinin biriktiğine ve bunun “hükümete ders verme” eğilimi olarak öne çıktığına dikkat çekmiştik. İşçi ve emekçiler arasındaki bu eğilim o kadar görünür hale gelmişti ki Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim meydanlarında din ve bayrak istismarcılığı üzerinden memleketin bekası için “Cumhur İttifakı” adaylarına oy verme çağrısı yaparken, ders vermenin zamanı olmadığı konusunda uyarılar yapıyordu.
31 Mart akşamı sandıklar açıldı ve sonuçlar gösterdi ki, ekonomik kriz sürecinin yarattığı hoşnutsuzluk ve tepkiler oy tercihlerini doğrudan etkilemiş ve azımsanamayacak işçi ve emekçi Erdoğan’ın çağrılarına rağmen AKP adaylarına ders vermeyi tercih etmişti. İşçiler ve emekçilerin bu ders verme eğilimi, sandığa gitmemekten, ittifak içerisinde MHP’ye oy vermeye, il, ilçe belediye başkanlıkları ve belediye meclisleri ile il genel meclislerinde ise parçalı oy kullanmaya kadar uzanan bir çerçevede oy oranlarında etkili oldu.
“Tek adam ittifakı”nın özellikle büyük şehirlerde ve sanayi kentlerinde oylarının düşmesinde ve belli başlı belediyeleri kaybetmesinde kriz süreci şüphesiz önemli bir rol oynadı. Başta Kocaeli, Bursa, Antep, Kayseri olmak üzere Cumhur İttifakı’nın kazandığı kentlerde bile ciddi oranda oy kaybetmesi bunun somut ifadesiydi. “Tek adam yönetimine” karşı olan işçi ve emekçilerin tepkisi, daha önce “Cumhur İttifakı”na oy veren işçi ve emekçilerin hoşnutsuzluğu ve tepkisiyle birlikte sandıklara yansıdı.
Bu durum, önümüzdeki dönem işçi sınıfı içerisinde, kendi taleplerine sahip çıkmayı teşvik eden ve sınıf bilincini ilerletmeyi temel alan bir politik çalışmayı sabırla ve kararlılıkla yürütmenin önemine, zorunluluğuna işaret ediyor. Yazımızın başından bu yana ana hatlarıyla dikkat çektiğimiz seçim sonuçlarının gösterdiklerinin toplamı üzerinden bakıldığında şunu açıklıkla söyleyebiliriz: Önümüzdeki süreçte, işçilerin, emekçilerin çıkarları ve beklentileri ile “tek adam yönetiminin” ve başta CHP olmak üzere burjuva muhalefetin politikaları arasındaki çelişkiler artacak ve gerçekler daha fazla görünür hale gelecektir. Bu durum, işçi ve emekçilerin acil taleplerine, haklarına sahip çıkma eğilimini de tetikleyecektir. Her toplumsal sınıf ve onların politik temsilcisi durumundaki partilerin her birisi bu sürece kendi çıkarları temelinde müdahale etmeye çalışacaktır. Dolayısıyla işçi sınıfı partisi de bu somut koşullar içerisinde bütün enerjisini esas olarak işçi sınıfı içerisindeki politik çalışmaya
yoğunlaştıracaktır.
31 Mart Yerel Seçimleri’nde “tek adam yönetiminin” kaybetmesi, kadın erkek işçi ve emekçi kitleler ve gençlik yığınlarının önemli bir kesimi içerisinde moral ve özgüven artırıcı bir etki yaratmıştır. Bu moral ve özgüvenin, fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda ve emekçi mahallelerinde acil talepler etrafında birleşme, mücadele etme ve örgütlenme tutumuyla birleşmesi her vesile ile gündemde tutulmalı ve her ortamda kararlı bir şekilde savunulmalıdır. Sınıflar mücadelesinin önümüzdeki seyri içerisinde ekonomik, sosyal, demokratik hakların ve siyasal özgürlüklerin elde edilmesinin başkaca bir yolunun bulunmadığı gerçeğinin kavranması için kesintisiz bir çabanın harcanması, tek gerçek çıkış yoludur.
Kitlelerde oluşan özgüven ve moralin, egemen sınıflar cephesindeki arayış ve tartışmalar, sistem içi çözüm formülleri, düzen partileri açısından yazılan yeni lider ve parti senaryoları tarafından belirlenen egemen politik ortam ve beklentiler arasında heder olup gitmesine karşı kararlı ve istikrarlı bir mücadele yürütülmelidir. Son birkaç yıl içerisinde kitle mücadelesinin yükseldiği süreçler ve ardından yaşanan geriye düşüşlere dönüp bakıldığında, bu konuda oldukça öğretici dersler yaşandığı rahatlıkla görülecektir.
D) EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN ORTAK MÜCADELESİ
Yerel seçim sonuçları üzerinden yaptığımız değerlendirmeleri, bir önemli hususu daha dikkat çekerek noktalayalım. Emek ve demokrasi güçleri bu seçimlere merkezi düzeyde oluşmuş bir demokratik ittifak ile katılamadılar. Seçimler öncesi koşulların olduğu gibi seçim sonuçları da devrimci, demokratik güçler tarafından oluşturulacak bir ittifakın önemini çarpıcı bir şekilde göstermiştir. Özellikle Cumhur ve Millet ittifaklaşmasının yarattığı egemen politik ortam düşünüldüğünde, devrimci, demokratik güçlerin, demokrasi mücadelesinde etkili bir rol oynayabilmesi için acil talepler etrafında birlik ve ortak mücadele yönünde somut adımlar atmaları temel bir sorumluluktur.
Öte yandan yerel seçimler sürecinde özellikle CHP merkezinin, yerel demokrasi platformlarını bay-pas eden, ortak mücadele birikimini tahrip eden tutumları ile emek ve demokrasi güçleri tarafında buna yol veren yaklaşımlar, mücadeleyi ilerletecek sonuçlar çıkarmak üzere eleştirilmeye ve dersler çıkarmaya muhtaçtır. Yine önümüzdeki günlerde yerel emek ve demokrasi platformları toplanacak ve yerel seçim değerlendirmeleri yapacaktır. Bu platformların yaşananları ve kendi durumlarını açık yüreklilikle tartışması ve olup bitenin eleştirel bir değerlendirmeyle gözden geçirilmesi demokrasi mücadelesinin yarınları açısından önemli olacaktır.
[1] Emek Partisi (EMEP), yerel seçimlere ilişkin tutumunu ve sonuçlara ilişkin değerlendirmelerini çeşitli vesilelerle kamuoyu ile paylaştı. Burada sadece yazının el verdiği sınırlar içerisinde, sonuçların en çok öne çıkan yönlerine dikkat çekilmiştir.