Alfonso Casal

TUTUCULUK VE KRİZ

1960’ların ve 1970’lerin insan hakları, savaş-karşıtı ve kadın hareketleri ve sosyal değişimi, kendini çeşitli yollarla dışa vuran muhafazakar bir ters tepki yarattı. Muhafazakarlar, National Review dergisinin çağrılarından John Birch Cemiyeti’nin komplo teorilerine, Goldwater’ın adaylığından Ronald Reagan’ın ABD Başkanı olmasına kadar birçok farklı şekilde yeniden toparlandı. 1980’lerde Reagan, muhafazakarların 20 seneden fazla zamandır yürürlükte olan ‘liberal’ politikaları ortadan kaldırma taleplerini savunan bir yönetim sergiledi. 1990’larda sadece görünüşte özgürlükçü Demokrat Parti ve açıkça tutucu davranışlar sergileyen Cumhuriyetçi Parti yönlerini sağa çevirdiler. 11 Eylül saldırılarının sabahında, ABD, ulusal bir belirsizlik ve anlaşmazlığa uyandı. (Zinn, 2015)

YENİ SAĞ

İnsan haklarının ve savaş karşıtı hareketlerin 1960’lardaki yükselişiyle birlikte bir karşı hareket, “Yeni Sağ” oluşmaya başlamıştı. 1960’ların başlarında muhafazakar National Review dergisinin kurucusu William F. Buckley sponsorluğunda, muhafazakar bir üniversite öğrenci topluluğu olan Young Americans for Freedom (YAF) kuruldu. Sol görüşlü karşıtları olan Students for a Democratic Society’den daha az tepki çeken radikal sağcı YAF, daha fazla öğrenciyi saflarına katmayı başardı. YAF, iş hayatındaki yasaların hafifletilmesi talebini, devlet otoritesini ve güçlü bir komünizm karşıtlığını yaymaya çalışıyordu. YAF’ın muhafazakar öğrencileri ve sol karşıtları, aradıkları önder olarak Barry Goldwater’ı bulacaklardı. (Zinn, 2015)

GOLDWATER’IN ADAYLIĞI

Arizonalı muhafazakar Cumhuriyetçi senatör Barry Goldwater, Franklin D. Roosevelt’in 1930’lardaki Yeniden Yapılanma reformlarının birçoğunun kaldırılması talebinde bulundu. Goldwater, sosyal güvenlik sisteminin ve sosyal yardımların son bulması gerektiğini savunuyordu. Federal insan hakları yasalarına karşı çıkıyor ve bu yasaların yürürlükten kaldırılması için uğraşıyordu. Goldwater, Yeni Sağ hareket için önemli bir isim olmuştu ve harekete, ekonomide ve sosyal yaşamda devlet müdahalesinin tehlikeli olduğunu düşünen radikal muhafazakarları da katmıştı. Ancak kendisinin aşırı muhafazakar bakış açısı, 1964 seçimlerinde ılımlı Cumhuriyetçilerin oylarını, demokrat rakibi olan görevdeki başkan Lyndon Johnson’a kaydırdı. Goldwater’ın aykırı söylemleri kendisine zarar vermişti. NATO komutanlarının nükleer silahları kullanabilme yetkisine sahip olması talebinden sonra, Demokrat Parti, papatyanın yaprakları ile oynayan bir çocuk reklamı yayınladı. Kamera çocuğun yüzüne odaklanmışken, seslendirme nükleer bir geri sayıma dönmüştü. Bu reklam sadece bir kez yayınlanmasına rağmen, yalnızca hararetli tartışmalara yol açmakla kalmamış, tarihin en başarılı ve yenilikçi politik reklamlarından biri olmuş, Goldwater’ı nükleer savaş çıkartabilecek tehlikeli ve aşırıcı biri olarak gösterme amacına ulaşmış ve Goldwater başkanlık yarışında Johnson’a yenilmişti. Goldwater’ın kendi reklam kampanyası da ters tepmişti. (Zinn, 2015)

ÇIKINTI

1965 yılında Alabama Selma’daki insan hakları yürüyüşünde, göstericiler, yol kenarında Martin Luther King’in bir “Komünist Eğitim Okulu”na katıldığını iddia eden bir afişle karşılaştılar. King’in bir eylemci atölyesine katıldığını gösteren afiş, John Birch Cemiyeti tarafından yerleştirilmişti. Yayımcı Robert Welch tarafından 1958 yılında kurulan cemiyet, ABD Hükümetine sözde komünist sızmaları ve “Tek Dünya Hükümeti” yaratma komplo teorilerinde uzmanlaşmıştı. Kendi yayınları olan American Opinion’da, cemiyet, Cumhuriyetçi Başkan Dwight D. Eisonhower’ı gizli bir komünist, içme sularının florlanmasını da bir komünist entrikası ilan etmişti. Başlıca muhafazakar liderler, John Birch Cemiyeti ile aralarına mesafe koymaya başlamıştı. William F. Buckley ve kendisinin National Review dergisi gibi daha sert muhafazakarlar dahi, cemiyeti “onursuz çıkıntılar” olarak ilan etmişti. (Zinn, 2015)

Daha da onursuz olan ise, 1959 yılında, eski bir donanma pilotu olan George Lincoln Rockwell tarafından Amerikan Nazi Partisi’nin kurulması oldu. Rockwell 1967 yılında kendisinden hoşnut olmayan bir parti üyesi tarafından öldürülmesine rağmen, partisi, 1960’lardan günümüze kadar sayısız faşist ve ırkçı örgütün ortaya çıkmasına sebep oldu. Bunun en somut örneği, her ne kadar insan hakları hareketlerine karşı daha direkt ve şiddetli bir tepki olsa da, Ku Klux Klan’ın ortaya çıkışıdır.

YENİ MUHAFAZAKAR KOALİSYON

Sağ görüşlü beyin takımları, yayınlar ve radyo programlarının ortak çabasıyla, muhafazakarlar, kendilerine sözcü olarak eski aktör ve Kaliforniya Valisi Ronald Reagan’ı bulmuşlardı. Reagan’ın 1980 seçimlerindeki başarısı, çeşitli muhafazakar ve sağ görüşlü gruplar arasındaki uzun süreli ortaklığın bir sonucu olacaktı. 1960 ve 70’lerde muhafazakarlar, önlerindeki hemen her sorun karşısında fikir ayrılıkları içindeydiler. Bütçede dengeye gidilmesi mi vergi indirimi mi, muhafazakar değerlerin öne çıkarılması mı liberal minimalizm mi; bunlar muhafazakar sağı bölen sorunlardan sadece bazılarıydı. Muhafazakarlar için sular, 1970’lerin ortasında bir grup eski liberalin sağa geçmesiyle daha da bulanmıştı. Kendilerine neo-muhafazakar diyen ve içlerinde Irving Kristol gibi eski liberalleri bulunduran bu grup daha çok dış politika ile ilgiliydi. Ülkenin Vietnam sonrası üzerine çöken durgunluğu atması için agresif dış politika adımları atılmasını isteyen neo-muhafazakarlar, geleneksel muhafazakar içe-kapanma ve müdahale etmeme politikasına karşı çıkıyor, dünya genelinde tek taraflı bir Amerikan emperyalizminden yana tutum alıyordu. (Zinn, 2015)

Yeni muhafazakar koalisyon, güneyden birkaç demokratın da desteğini almıştı. Olumlu eylem planları ve azınlıklara bazı haklar tanıyan bir takım uygulamalar, ırk ayrımının sona ermesi sebebiyle kırgın olan güneyli demokratların Cumhuriyetçi Parti’ye geçişini hızlandırdı. Bu sırada bazı kuzeyliler, ekonomik bozulma ve işlerini kaybetmelerinin sonucu, liberallerin işçi sınıfı ile bağlarını koparttıkları gerekçesi ile Cumhuriyetçilerin sözlerine kulak verdi. Güneyde kökleşmiş olan muhafazakar Sun Belt ve Rust Belt hareketleri ile birlikte, 1980’lerde muhafazakar hareketin tekrar güçlenmesinde önemli rol oynayacaklardı. (Kendi, 2016)

VERGİ İSYANI

1970’lerin sonunda artan vergilere karşı yükselen öfke bir isyana dönüştü. Büyük işletmeler ve fabrikalar düşük kâr gösterimi ve kurumlar vergisi yasaları ile korunuyordu. Buna artık daha düşük vergiler için başvurularda bulunan şahıslar da katılıyordu. 1978 yılında Kaliforniya’da referandumdan geçen “13. Önerme” ile, emlak vergileri yüzde 75 azaltıldı. 13. Önerme’nin geçişiyle, devlet okulları bütçelerinde ciddi kesintiler yaşadılar. Bazı eyaletler de benzer şekillerde aşırı vergi indirimleri yapmak zorunda kaldı. Bazı bölgelerde, vergi karşıtı Posse Comitatus gibi terör örgütleri, yüksek vergilerden sorumlu gördükleri görevlilere şiddet uygulamaya, hatta öldürmeye kadar gittiler.

DİNDAR SAĞ

Dindar Sağ adı verilen “geleneksel değerlere bağlı” çok sayıda aşırı tutucu sağ görüşlü Hıristiyan Cumhuriyetçi Parti’ye katıldı. Bağnaz Hristiyanlar arasında politikanın genellikle hor görülmesine rağmen, 1960 ve 1970’lerde yükselen insan hakları, kadın hakları ve gay hakları hareketleriyle okullarda dua edilmesinin kaldırılması gibi durumların dini değerlerine olan etkileri karşısında kayıtsız kalamadılar. Ülkenin bazı kesimlerinde popülerliğini asla kaybetmeyen Pat Robertson, Jerry Falwell, Oral Roberts, Jimmy Swaggart, Robert Schuller, Jim ve Tammy Bakker gibi tutucu Hristiyan radyo programcıları, yayımcılar ve tele-Evangelistler, takipçileriyle birlikte yeni Muhafazakar Koalisyona katıldı.

1980’lerin başlarında, dindar muhafazakarlar Cumhuriyetçi Parti’nin genel seçmen kitlesini oluşturuyordu. Jerry Falwell, kendisini “hayatı, aileyi, ahlakı ve Amerikanları önemseyen” olarak tanımlayan Moral Majority organizasyonun lideriydi. Geleneksel Amerikan Protestanlığı anti-Katolik köklerine daima sadık kalmıştı, ancak yeni dindar sağ muhafazakarlar, Katoliklere kürtaj ve gay hakları gibi konular çerçevesinde ulaşmayı başarmıştı. (Zinn, 2015)

REAGANİZM

Ronald Reagan yeni Muhafazakar Koalisyon’dan kârlı çıkandı. İki dönemlik başkanlığında birçok sermaye yanlısı yasa yürürlüğe girmişti. Ekonomik düzenlemelerin büyümeyi olumsuz etkilediği yönündeki düşünceleri doğrultusunda serbest piyasa politikaları uygulayan Reagan, bu durumun negatif sonuçlarını tahmin edememişti. Örnek vermek gerekirse, borsadaki denetlemeler ortadan kaldırılınca birçok yatırımcı parasını borsadaki spekülasyonlarda kaybetti. Reagan’ın politikaları, Reaganizm, kendisinden sonra gelen George Herbert Bush tarafından da devam ettirildi.

Reagan’ın genellikle vergi indirimi ve refah düzeyi hakkındaki konuşmalarına rağmen sağlık, eğitim ve konut sektörleri onun döneminde çok ağır bütçe kesintilerine maruz kaldı. Reagan sürekli çatışmacı, anti-komünist davranışları yüzünden sağcılar arasında çok sevilen bir figürdü. Zenginler için vergileri azaltmış ve muhafazakar Yüksek Mahkeme üyeleri atamıştı. Bunlara rağmen, döneminde, kültürel muhafazakarları rahatsız eden kürtaj, olumlu eylem planı ve okul duaları gibi konular aynı kalmıştı. (Kendi, 2016)

LİBERAL SAFLAŞMA

1993 yılında George Herbert Bush’un bir dönemlik arasından sonra bir demokrat olan Bill Clinton başkan oldu. Clinton, Demokrat Parti’nin sağ görüşlerini serbest piyasa politikaları ile merkeze kaydırmaya çalıştı. Ancak sağlık reformu gibi başarısız olan bazı sosyal politikaları, muhafazakar Cumhuriyetçileri, kendisinin Lyndon Johnson gibi bir liberal olduğuna ikna etmişti. 1994 yılında Georgialı Kongre üyesi Newt Gingrich Yeni Sağ’ın temsilciliğini üstlendi. Gingrich sosyal devlet politikalarına son verilmesini talep etti, kitabı “Contract with America”da deregülasyon yanlısı bir tavır ortaya koydu ve bütçe konusunda dengeli gitmeyi mecbur kılacak anayasa değişiklikleri talep etti. Clinton ise, sosyal yardım programlarıyla Gingrich’in destekçilerini kendi tarafına çekerek karşılık verdi. Clinton, Cumhuriyetçilerin ve muhafazakar Demokratların oylarını da, önce sosyal yardımları kesip sonra tekrar dağıtarak topladı. Modern liberalizmin temelleri olan yeniden yapılanma programları da bu dönemde zarar gördü. (Zinn, 2015)

GEORGE WALKER BUSH VE 11 EYLÜL SALDIRILARI

Clinton’dan sonra 43. ABD Başkanı olarak seçilen George Walker Bush, kendi politikalarının, Gingrich ve Yeni Sağ akımının güçlü hükümet karşıtı söylemleri ile zıtlık halinde olduklarını söylemişti. Bush, bu söylemler yerine, “ılımlı muhafazakarlık” olarak tanımlanacak olan sosyal devlet politikalarını hayır kurumlarına ve dini tabanlı organizasyonlara bırakma politikasını tercih etti. Bush, sosyal yardımlaşma programları konusunda, daha sonraları hükümet kurumlarını gölgede bırakacak olan dini kurumları destekliyordu. Bu, evsizlere barınma, gıda yardımları, eğitim ve uyuşturucu ile mücadele gibi konularda hükümetin kiliseleri finanse etmek zorunda kalmasına neden oldu. Halkın büyük bir çoğunluğu fark etmese de, kiliselere sosyal devlet politikalarını belirleme yetkisinin verilmesi, dindar sağın siyasette kabul görmesiydi.

Bush’un ekonomi politikaları, seçim sürecinde vaat ettiği gibi, vergi indirimleriyle birlikte finansal kurumlarda ve piyasalarda deregülasyon uygulanması şeklinde oldu. Muhafazakarlardan aldığı destekle birlikte Bush, yüzde 15 vergi indirimi sağladı. Ancak bu vergi indirimlerinin çoğu ekonomiyi canlandırma gerekçesiyle sermayedarlara gitti. O günlerde insanların fark etmediği şey ise, ekonomiyi ayakta tutan gücün şişirilmiş konut piyasası olduğuydu. Bu şişirilmiş piyasa, 2008’de, 1930 Büyük Buhranı’ndan bu yana ülke çapında görülmüş en büyük ekonomik krizi yaratacak bir çöküşe girecekti.

11 Eylül 2001 sabahı İslami terör örgütü El-Kaide’nin 19 üyesi 4 farklı yolcu uçağına biniş yapmışlardı. Kalkıştan kısa bir süre sonra pilotları öldürüp uçakların kontrolünü ellerine aldılar ve saat 8.46’da ilk uçak New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey kulesine çarptı. Kısa bir süre sonra ikinci uçak güney kuleyi, üçüncü uçak ise Pentagon’u vurdu. Dördüncü uçak ise, uçaktaki yolcuların teröristlerle girdiği mücadele sonucunda hedeflediği Amerikan Kongre binası yerine Pensilvanya’da boş bir araziye düştü. (Zinn, 2015)

11 Eylül saldırıları, ülke genelinde 1941 Pearl Harbor saldırısı gibi bir şok yarattı. Ancak bu sefer saldırı, bir yabancı güç tarafından değil, anti-komünist/anti-Sovyet Amerikan emperyalizminden beslenen dini-politik ideolojiye sahip İslami Köktendinciler tarafından yapılmıştı. Böylece, Amerika’nın göstermelik Soğuk Savaş zaferinden çok kısa süre sonra yeni ve daha anlaşılmaz bir “düşman” propaganda malzemesi oluyordu. 11 Eylül saldırıları aynı zamanda bu duruma muhafazakarların mı liberallerin mi sebep olduğu ve bu durumdan ülkenin çıkış yolunun ne olacağı tartışmalarının fitilini ateşledi. 11 Eylül saldırıları Afganistan ve Irak’ın işgalleri için neden gösterildi ve iki işgal de günümüzde devam ediyor.

2008 yılında ilk Afro-Amerikan ABD Başkanı Barack Obama seçildi. Obama’ya iki savaş, bozulmakta olan bir sistem, Büyük Buhran’dan sonraki en büyük ekonomik kriz ve kutuplaşmış bir ülke miras kalmıştı. (Kendi, 2016)

Yeni Sağ ve Muhafazakar Koalisyon’un 1960 ve 1970’lerde yaşanan değişiklikleri geri alma çabası bir noktaya kadar başarılı olmuştu. Politikanın rüzgarları Reagan döneminde sağdan esse de, ekonomik çöküş, iktidar sınıfındaki ayrılıklar ve kutuplaşmalar, artan sınıf bilinci ve işçi sınıfıyla toplumun baskılanan bireyleri arasında yükselen protestolar kaçınılmaz olmuştu.

KAYNAKLAR

Kendi, I. X. (2016). Stamped from the Beginning. New York: Nation Books

Zinn, H. (2015). A People’s History of the United States. New York: Harper Collins


* Casal, Alfonso (2019) “Historical Sketch: American Conservatism and the New Right, 1960 – 2008”, The Red Phoenix, https://theredphoenixapl.org/2019/02/13/historical-sketch-american-conservatism-and-the-new-right-1960-2008/?fbclid=IwAR2BYHc_7N7KzKowM9Od1Tv2Q6uZT-VVms7P7rDwQRfcmdd3GuIo9ED_yDE makalesinden Yağızhan Arslan Akıncı tarafından çevrilmiştir. Alfonso Casal, Amerikan Emek Partisi’nin Başkanı’dır.