Olcay Geridönmez

Son dönemlerde dünyanın hemen her köşesi, seslerini yükselten emekçi kadınların mücadelelerine tanık oldu. Eşit işe eşit ücret için, işyerinde mobbing ve tacize, her türlü şiddete, kürtaj yasaklarına, krize, yoksulluğa, işsizliğe, ayrımcılığa karşı, gerçek demokrasi ve eşitlik, insanca bir yaşam talepleri her yerden duyuldu.[1]

Bu talepler kuşkusuz, kapitalist sömürü düzenine karşı bir mücadele ve dayanışma günü olarak, emekçi kadınların tarihsel mücadele deneyimlerinin günümüz mücadeleleriyle buluşmasında anlam bulan 8 Mart eylem ve etkinliklerine de taşınacaktı. Nihayetinde dünyada ve Türkiye’de kadın kitlelerinin hareketliliğini, dinamikliğini, mücadeleci bir tutumla sokakları doldurmalarını, sorunlarına çözüm arayışlarındaki ısrarcılığı ve sorunlarının kaynaklarına yönelme eğilimini görünür kılan bir 8 Mart yaşadık.[2]

30 yıldır kesintisiz bir şekilde uygulamaya konan neoliberal politikaların uzun vadeli sonuçlarının bugün kendini emekçilerin, özellikle de kadınların hayatında çok ağır biçimlerde gösteriyor oluşu, önümüzdeki dönemde de emekçilere dayatılan yaşam koşullarına karşı kitleselleşen protestoların, hak ve alternatif arayışlarının yaşanmaya devam edeceğine işaret ediyor.

EMEK İLE SERMAYE ÇATIŞMASINDAKİ DEĞİŞİMLER

Geçtiğimiz yüzyıl boyunca emekçi sınıfların, kadın üyelerinin etkin katılımıyla[3] dünya çapında verdiği kesintisiz mücadeleler, işçi devrimleri, ulusal kurtuluş mücadeleleri, yeryüzünün önemli bir bölümünde kurulan işçi ve demokratik halk iktidarlarıyla devrimci halk hareketleri emek ve sermaye arasındaki güç ilişkilerini değişime uğrattı. Bu değişim, burjuvaziyi, emek ile sermaye arasındaki çatışmanın keskinleşmesini önlemenin bir yolu olarak “sosyal devlet” seçeneğine yöneltti.

Üretim araçlarının gelişiminin yanı sıra işçi sınıfının yasal kazanımlara dönüştürdüğü talepleri ve örgütlü mücadele düzeyinin yarattığı toplumsal koşullar, burjuva iktidarına –üretim biçiminde ve siyasal iktidarın karakterinde bir değişikliğe gitmeksizin– bölüşümü yeniden düzenlenmeyi dayattı. Bu, emek gücünün ücretinin, sadece günlük maliyetini değil, emekçi ailesinin çeşitlenen ihtiyaçlarıyla genişleyen yeniden üretim koşullarını asgari düzeyde karşılayacak şekilde ayarlanmasını içeriyordu. Ayrıca hızla işçileşen, ancak tarihsel, toplumsal ve fiziksel nedenlerden dolayı çalışma yaşamları kesintili olan kadınların çocuk bakımı ve sorumlu tutuldukları ev işleri aracılığıyla yeniden üretimdeki rollerinin de az-çok finanse edilmesi gerekiyordu. Parasız sağlık ve eğitim olanakları, işsizlik sigortası, iş bulma kurumları, aile destekleri, kıdem tazminatları, kültürel ve sosyal olanaklar, yoksulluk yardımları, kamu kreşleri, toplu taşımacılık ve konut, ucuz yerel ve sosyal hizmetler gibi sosyal devlet uygulamaları bu gereğin bir sonucuydu. Bu, sermayenin genel eğilimleri açısından, kaçınılmaz olarak geçici ve arızi bir durumdu. Bu konjonktür, emek gücünün burjuvazi için maliyetini arttırırken, siyasal devrim sınırından döndürülen emekçiler için de, kapitalist sömürünün devamı şartıyla bazı kazanımlar sağladı.

Kapitalizmin doğuşunda toplumsal yaşam ‘özel’ ve ‘kamusal’ olarak ayrıştırılırken, esas itibarıyla ev kadınlığı ve annelikle tanımlanan kadınlara tayin edilen ‘özel’ alanın yeniden üretim ve tüketimle sınırlandırıldığı aile biçimi sosyal devlet uygulamalarıyla kurumsallaştı. Eşleri ya da babaları üzerinden sahip oldukları sosyal güvenceler, kadınlar açısından evi/aileyi korunaklı bir alan hale getirirken, çalışan kadınların ekonomik kriz dönemlerinde eve geri gönderilmelerini kolaylaştırdı. Bu sürecin zirvesi, kadınların en çok edilginleştirildiği bir döneme de tekabül eder.

NEOLİBERAL POLİTİKALAR VE SOSYAL DEVLETİN YIKIMI

Artı-değer oranını, yani sömürü oranını artırmaya dayalı kapitalist sistemin ve onun yürütücü kurulu burjuva devletin, çok masraflı hale gelen “sosyal devlet”in yükünden ciddi bir engelle karşılaşmadan kurtulabileceği ve sömürü oranlarını artıracak üretim biçimlerine geçebileceği koşullar, Sosyalist Sovyetler Birliği ve halk demokrasilerinin dağılma süreciyle oluşmaya başladı. Artı-değerin bir kısmını sosyal hizmetlere ayırmaktan vazgeçebileceği bir toplumsal ortamın kurulduğundan emin olduklarında ise, gelişmiş kapitalist ülkelerin devletleri, kendi krizlerinden bir çıkış yolu olarak da üretim süreçlerini yeniden yapılandırarak küreselleşme propagandasıyla neoliberal politikaları devreye soktu.

Geçen yüzyılda dünya çapında emek cephesinden aldığı darbelerin yaralarını onarmaya girişen kapitalizmin yeniden yapılandırılma süreci, bir yandan, üretimin –üretim süreçlerini parçalayarak, esnek çalışma ve üretim modelleriyle, taşeronlaştırmayla istihdamı güvencesizleştirip atomize ederek ve işçi sınıfını örgütsüzleştirerek– kuzeyden ve batıdan, ücretlerin düşük tutulabildiği güneye ve doğuya doğru kaydırılmasının hızlanmasıyla ilerledi. Diğer yandan, ücretin sosyal bileşenleri teker teker törpülendi ya da yok edildi. Sağlık ve eğitim, sosyal hizmetlerin birçoğu devletin sırtında kambur olarak tanımlanıp özelleştirildi ve emekçilerin bireysel sorunu haline getirildi. İşsizlik sigortaları, iş bulma kurumları, kıdem tazminatları hedefe kondu, emeklilik yaşı ömür sınırına çekildi, sosyal güvenlik özelleştirilirken aile bireylerinin sosyal güvenliği emek gücünün maliyeti kapsamının dışına çıkarıldı.

Emperyalist kapitalizmin neoliberal politikaları, en azgın haliyle uygulandıkları gelişmemiş kapitalist ülkeler başta olmak üzere, tüm dünyada emek güçlerini satarak geçinen emekçileri en kötü, en güvencesiz koşullara mahkûm etti. Eş zamanlı olarak tarımsal üretimin çökertilmesiyle yeniden sömürgeleştirilen ülkelerin emekçilerinin, ya kitlesel olarak ucuz işgücü kaynağı olarak yurtdışına, büyük kentlere, sanayii gelişkin metropollere göç etmek ya da oldukları yerde çokuluslu tekellerin emrinde düşük ücretlerle çalışmak zorunda kaldığı bir dünya yaratıldı.

KÖLELİK KOŞULLARINDAKİ KADIN EMEĞİ

Bu tabloda bugün emekçi kadın kitleleri, toplumun, işte bu süreçlerin en ağır sonuçlarını yaşamak durumunda olan kesimini oluşturuyor. Bu nedenle de önceki yıllarla karşılaştırıldığında kadınların her daim gündeminde olan eşitlik, ayrımcılık, kadın cinayetleri, şiddet gibi temel sorunlara ilişkin taleplerinin yanı sıra emek içerikli talepleri ve mücadeleleri artmış durumda. Örneğin, özellikle kamuda kadın istihdamının yoğun olduğu yerler durumundaki gelişmiş kapitalist ülkelerde kitlesel kadın eylemlerinin nicedir en temel taleplerinden birini eşit ücret talebi oluşturuyor. Yine Hindistan’dan Kenya’ya, İsviçre’den İngiltere’ye, dünyanın birçok yerinde sağlık emekçileri ve hemşireler güvencesizleştirilen ve ağırlaştırılan çalışma koşullarına, hak gasplarına karşı, ücret artışı talepleriyle ayakta. Türkiye’de öne çıkan, 297 gün süren Flormar direnişinde simgeleşen işçi kadınların sendikalaşma mücadeleleriydi.

Ancak dünyanın büyük bir bölümünde olduğu gibi, Türkiye’de de, emekçi sınıfların en geniş kesimleri, başta da kadın işçiler, çok daha ciddi hak ihlalleri ve sorunlarla karşı karşıya. Türkiye’de kadınların annelik, işçi sağlığı, tacize ve şiddete karşı güvenli bir biçimde güvenceli çalışma hakları neredeyse kâğıt üzerinde bile yok olurken, en ufak örgütlenme ve hak arayışları, hatta en ufak itirazları bile işten atmayla cevaplanıyor. İşsiz bırakma tehdidi, kapitalistlerin üretimi hızlandırma, artırma ve krizi fırsata dönüştürmede en sık başvurduğu baskı aracı durumunda.

Yaşanabilir bir ücret, güvenceli bir iş ve güvenli bir gelecek olanaklarından neredeyse tamamen yoksun olan kadınlar, hem bedenlerini hem de ruhlarını esir eden koşullarda çalışmak ve yaşamak zorunda kalıyor. Özellikle bugünkü kriz ortamında ağırlaşan yaşam ve çalışma koşulları yüzünden emekçi ailesinin eve giren tek, hatta iki ücretle geçiminin imkânsız hale gelmesiyle, iş arayan, en düşük ücretlerle, en kötü koşullarda çalışmaya razı olan kadınların sayısı gittikçe çoğalıyor. Bunların önemli bir bölümünü hayatında hiç çalışmamış ya da yeniden çalışmak durumunda olan ileri yaşta kadınlar oluşturuyor. Uzun çalışma saatleri, kötü ve sağlıksız çalışma ortamları, şiddet dolu ilişkiler neredeyse ‘kural’ haline gelirken, çalışmak, kadınlar açısından tam da bu nedenle bir tam bir ‘kölelik’ halini alıyor.[4]

OLANAKLAR VE GÖREVLER

Emeğin gündeminin nicedir görünmezleştirildiği, mücadeleci sendikacılığın ve sendikaların yerini sendika bürokrasisinin almasıyla işçilerin tarihsel mücadele belleklerinin yok olmaya yüz tuttuğu, bu durumun kadın işçiler açısından daha da geçerli olduğu, bunun işçi sınıfının özgüveni ve mücadele deneyimi bakımından zayıflıklara yol açtığı bir gerçek. Ne var ki, 8 Mart vesilesiyle işçi sınıfı partisinin işçi kadınlarla gerçekleştirdiği buluşmalarla etkinliklerin de gösterdiği gibi, işçi ve emekçi kadınlar, yaşamaya mecbur edildikleri koşulların nedenlerini, kaynaklarını ve haklarını öğrenmeye aç, sorunlarını dile getirmede de oldukça cesur. Bunları güncel talepler haline getirme konusunda çekincelerine rağmen son derece duyarlı bir tutum içindeler.

Öte yandan, 8 Mart haftası ve sonrasında, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere ülkenin dört bir yanında emekçi ilçe ve mahallelerinde düzenlenen sayısız etkinlik ve şenliklere yoğun ilginin gösterdiği bir şey daha var. Tüm olağanüstü koşul ve baskılara rağmen bir araya gelme çağrılarına giderek daha fazla emekçi kadının cevap verdiği bir dönem söz konusu.

Özel olarak da genç kadınlar bir dikkat konusu oluşturuyor. Üniversite mezunu genç kadınların neredeyse tamamı asgari ücrete çalışıyor, çoğunlukla da güvencesiz koşullarda. Bugün eğitimli genç kadınların, kendilerinden önceki kuşaklardan çok daha kötü koşullara mahkûm edildiğinin bir göstergesi bu durum. Diğer yandan, daha iyi bir gelecek umuduyla okumuş, mezun olmuş, atanamamış veya eğitim gördükleri alanda iş bulamamış, geçim kaygısı ve hayal kırıklığı yaşayan, hayatı sorgulayan bu genç kadınlar, tartışmaya ve sorunlarına çözüm aramaya son derece açıklar.

Kadınları giderek daha fazla güvencesiz ve niteliksiz işlere mahkûm eden, bakım yüklerini artıran sömürü koşullarına karşı, bu sömürüyü sınırlayacak ve nihai olarak da engelleyecek mücadelenin güncel taleplerinin somutlaştırılmasının koşulları, işçi ve emekçi kadınların bir araya gelerek sorunlarını paylaşabilecekleri, mücadele tarihlerinin ve mevcut haklarının bilgisiyle donanacakları, birlikte hareket etmenin deneyimini edinecekleri ortam ve olanakların yaratılmasından geçiyor. Normal koşullarda elbette kadınların bu ihtiyacını giderecek birincil adres, sendikalardır. Ancak bu ihtiyacı reddetmeden, Türkiye’de kadınların sendikalaşma oranlarının düşüklüğü (yüzde 6) ve sendikaların kadın işçilerin çalışma yaşamındaki sorunlarına çözüm getirmede, kadınların sendikal çalışmalara katılımlarını sağlamada hâlâ ne kadar geri bir tutum içinde oldukları göz önünde bulundurulduğunda, emekçi kadınların bir araya gelecekleri mecraların yaratılmasının emekçi kadın hareketinin en acil görevlerinden birini oluşturması bir zorunluluk.

ENERJİ, SABIR, KARARLILIK

Emekçi kadınların mücadele tarihi, işçi ve emekçi kadınları bir araya getiren örgütlenmelerin kurulmasının, sayısız mücadele araç ve olanaklarının yaratılmasının örnekleriyle doludur. Büyük bir enerji, sebat ve kararlılık gerektiren bu örgütlenmeler, kadınların mahkûm edildiği çalışma ve yaşam koşulları nedeniyle kırılganlıklarla malul olmakla, kolayca dağılıp yeniden kurulmak durumunda kalmakla birlikte, uzun soluklu kitlesel örgütlenmeler kurmayı da başarmış ve sınıfın bütünlüklü mücadelesine muazzam katkı ve gelişme sağlamışlardır. Ve bu toplam gelişkinlikle birlikte 8 Mart’ı yaratan uluslararası emekçi kadın hareketi, işçi sınıfının sermayeye karşı iktidar mücadelesinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Ezilen ve sömürülen emekçi sınıfların, onları 100 yıl öncesine çok benzer koşullarda çalışma ve yaşamaya zorlayan emperyalist kapitalizmin teknoloji çağında örgütlenme ve mücadele araç, biçim ve yöntemleri de zenginleşerek çeşitleniyor. Emekçi kadınlar da, mücadele tarihlerinden beslenirken, günümüz koşullarının olanaklarını kullanıp biriktirdikleri gücü çoğaltmayı, örgütlenmelerini ve ittifaklarını siyasal hedefleri doğrultusunda büyütmeyi, uluslararası dayanışma ve mücadele yöntemlerini geliştirmeyi gerektiren görevleri doğrultusunda ilerleyecek kuşkusuz. Enerji, sabır ve kararlılıkla.


[1] Bkz: Ekmek ve Gül (2019);  https://ekmekvegul.net/sinirlarin-otesi, Ekmek ve Gül (2019); https://ekmekvegul.net/file/ii-latin-amerika-ve-karayipler-kadin-bulusmasi

[2] Bkz: Ekmek ve Gül (2019); https://ekmekvegul.net/gundem/8-mart-2019-krize-siddete-esitsizlige-karsi-kadinlar-sokakta, Ekmek ve Gül (2019);  https://ekmekvegul.net/sinirlarin-otesi/dunyada-8-mart

[3] Bkz: Müslime Karabatak; “Geçmişten bugüne: Kapitalizme karşı mücadelede kadınlar”, Teori ve Eylem, Mart 2019, sayı 28, sf. 52-61

[4] Sevda Karaca; Onur Bakır, Haklarımız Var: İşçi kadınlar soruyor Ekmek ve Gül yanıtlıyor, Sonsöz, Kor Kitap, sf. 278-283