CIPOML Avrupa Parti ve Örgütleri*

Emekçi kitleler arasında ve toplumsal sorunların yaşandığı alanlarda artan etkisi sebebiyle popülizm olgusunun doğru tanımlanması gerekliliği ve objektif değerlendirmesi Avrupa Marksist-Leninist Parti ve Örgütleri açısından çok önemlidir.

Popülizme karşı ideolojik ve politik mücadele yürütebilmek için onun doğasını ve özelliklerini netleştirmemiz, toplumsal altyapısını, politikalarının somut temellerini araştırmamız ve analiz etmemiz gerekiyor.

Popülizm”, halk sınıflarını kazanma iddiasında olan siyasi eğilim, yeni bir kavram değil. Bu siyasi hareket 19. yüzyılın ikinci yarısında Rusya’da, A. I. Herzen’in etkisiyle doğdu. Popülistler, kapitalizmi ütopyacı ve romantik bir tarzda eleştiriyordu. Tarımsal kolektivizm geleneklerine dayalı bir devrimi savunuyor, aydınlara, kendilerini halkın hizmetine sunma görevi biçen bir teori geliştiriyorlardı.

Lenin bu olguyu şöyle tanımlamıştı: “Popülizmin özü, üreticilerin çıkarlarının küçük üreticilerin, küçük burjuvazinin bakış açısıyla savunulmasından ibarettir.

Ayrıca 1891’de ABD’de Halk Partisi adıyla popülist bir parti kurulmuştu. Bu partinin sosyal tabanı, mali sermayenin hakimiyetinin arttığı bir toplumda yükselen toplumsal eşitsizliğe öfke besleyen, borç içindeki beyaz, küçük çiftçi kitlelerinden oluşuyordu.

Günümüz popülizmi ise 19. yüzyıldakiyle aynı değil; farklı tarihsel ve toplumsal koşullarda, tekelci kapitalizmin gelişme aşamasından ziyade kapitalizmin genel krizinin şiddetlendiği aşamada ortaya çıktı. Fakat farklı tarihsel koşullardan kaynaklanan değişikliklere rağmen popülizmin temel hedefinin özü, dün olduğu gibi, bugün de, başta proletarya olmak üzere halk kitlelerinin, kapitalizm ve emperyalizme karşı bilinçli ve örgütlü mücadelesini durdurmak, kırmak ve saptırmaktır.

Bugün Avrupa’da bu siyasi olgu farklı türlere ve örgütsel biçimlere sahip. Aynı ülke içerisinde popülizm, bazen birbiriyle mücadele halinde olan farklı biçimler alabilir; son on yılda tüm ülkeleri saran, orta ve küçük burjuvazi de dahil olmak üzere toplumun geniş kesimlerinde derin toplumsal eşitsizlikler yaratan derin ekonomik ve siyasi krizin sonucudur bu.

Popülist propagandanın yayılması, kitlelerin yaşam ve çalışma koşullarının kötüleşmesiyle, neoliberal ve kemer sıkma politikalarının derin toplumsal etkileriyle ve burjuva kurumlarının meşruiyet ve otorite krizleriyle olduğu kadar, hakim sınıflarda ortaya çıkan iç çelişkiler ve kırılmalarla da bağlantılıdır.

Popülizmin siyasi başarısı, krizin olduğu kadar eski liberal ve sosyal demokrat partilerin siyasi, ahlaki ve seçimsel yozlaşmasının doğrudan sonucudur. Bağımsız ve devrimci işçi hareketinin yokluğunda popülistler bu siyasi boşluğu doldurur.

Popülizm “sosyal uzlaşma” döneminin, burjuvazi, sendikalar ve sanayicilerin sınıf işbirlikçiliğinin (“refah devleti”nin temelinde bu yatar) giderek zayıflamasıyla gelişir. Bu durum, geniş protesto hareketlerini körükler; popülist, aşırı sağcı, faşist ve Nazi gruplar da bu hareket içinde yer alır.

Popülizm, başta neoliberal politikalara karşı bir alternatif sunmayan ve işçi sınıfının ve halkın çıkarlarını temsil etmek istemeyen tüm reformist partiler olmak üzere burjuva demokrasisinin ve onun geleneksel siyasi temsil biçimlerinin içinde bulunduğu derin krizin bir dışavurumudur. O aynı zamanda, burjuvazinin, “temsil etme eksikliği”ni aşmak için, halk kitlelerinin öfkesini kendi siyasi emellerine kanalize etmek üzere başvurduğu çözümdür.

Popülizmin yükselişi, egemen sınıflar ve onların liberal, sosyal demokrat partileri tarafından uygulanan otoriter ve halk düşmanı uygulamaların ürünüdür. Bu uygulamalar işçilerin kazanımlarını ve demokratik özgürlüklerini ellerinden almakta, burjuva parlamentonun haklarını daraltmakta, halk egemenliğini ayaklar altına almakta, ulusal bağımsızlığı bir kenara atmakta ve işçilere ve sendikal harekete yönelik baskıyı yoğunlaştırmaktadır. Ayrıca Brüksel oligarşilerinin riyakar ithamları ve “diktası” da popülizmi güçlendirmektedir.

Geçici, fakat kökleri derinde olan uluslararası çok yönlü faktörler popülizmin yayılmasını kolaylaştırmıştır. Bunlar arasında sosyalizmin yenilgisi ve bugün özgüveni olmayan işçi sınıfı hareketinin toparlanmasındaki güçlükler, fakat aynı zamanda genel olarak işçi sınıfı partilerinin ve devrimci hareketlerin siyasi, ideolojik, örgütsel zayıflıkları sayılabilir.

Çelişkilerinin ulaştığı düzey ve proleter devrimin sübjektif faktörünün geriliği sebebiyle burjuva toplumunun durumu, emperyalizmin tipik “sinsi hastalığı” olan popülizm olgusunun yayılmasını kolaylaştırmaktadır.

AVRUPA’DA POPÜLİZM OLGUSU

Avrupa’da 21. yüzyılın ikinci on yılının başlıca özellikleri, aşırı üretimden kaynaklanan 2008 Krizi’ni takip eden düşük ekonomik büyüme ve artan siyasi istikrarsızlık olmuştur. Krizin sonuçları ile ücretlerde, emekli aylıkları ve sosyal harcamalardaki kesintiler nedeniyle toplumsal eşitsizlik büyümüş, kitleler daha da yoksullaşmış ve emekçi kitleler arasında yaşam ve iş güvencesizliği yaygınlaşmıştır. Ayrıca burjuva medya tarafından kurnazca maniple edilen göçmen sıkıntısı ve terörizm, toplumsal güvensizlik algısını güçlendirirken, yolsuzluk, adam kayırma ve skandallar geleneksel partilere olan güveni sarsmıştır.

Eskinin öldüğü ve yeninin doğamadığı” (Gramsci) bu tarihsel süreçte, Avrupa’nın kuzeyinden güneyine birçok ülkede, başta proletarya olmak üzere halk kitlelerinin kapitalizme ve emperyalizme karşı bilinçli ve örgütlü mücadelesini saptırmak üzere, “daha demokratik” görünmesine rağmen gerici özünü koruyan yeni siyasi yapılar ortaya çıktı.

Kapitalizmin devrimle aşılması yerine düzen içi alternatifler öneren bu partiler ve hareketler, oligarşilere ve AB’ye karşı aldatıcı ve genelde gerici protestolarla daha da güçlendi. Kullandıkları söylemler ise, ulusal egemenliğin yeniden tesisi; AB’nin müdahalelerine ve kemer sıkma politikalarına, göçmen sorununa, çok kültürlülüğe, bankaların krizdeki sorumluluğuna eleştiri; “komplo” teorileri, halka “ihanet” vb. fikirlere dayanıyor.

Bunlar, bazı durumlarda Avrupa’da hızla bir seçmen tabanı kazanabilmiş ve bazı ülkelerde şimdiden hükümette yer alarak otoriter ve gerici değişiklikler getiren yeni popülist parti ve hareketlerdir.

Bu partiler, “geleneksel” sağ ve sosyal demokrat partilerin neoliberal politikaları uygulamasıyla birlikte gelişmeye başladı. Sosyal demokrat partiler başta olmak üzere eski liberal partilerin zayıflaması, popülist partilere yarayan bir siyasi boşluk yarattı.

Macaristan ve Polonya gibi Doğu Avrupa ülkeleri popülizmin büyüyüp gelişebileceği birer ortam oldular. Bu ülkeler, revizyonist partilerce yönetilen bürokratik devletlerden, AB kapsamındaki ünlü “şok terapisi” programlarıyla vahşi neoliberal politikaların dayatıldığı “klasik” kapitalist devletlere sert bir geçiş yaşamışlardı.

Günümüzde bu ülkeleri yöneten popülist partiler, AB karşıtı söylemler (“AB bize artık almak istemediğimiz kararları dayatıyor” vb.) ile yabancı düşmanı ve ırkçı politikaları birlikte yürütüyorlar. Ayrıca AB’nin eşitsiz uygulamalarını kınıyor, “yardımların” kısıtlanması, bu ülkelere bağlı şirketlerin sosyal damping yapmasının cezai yaptırımlarla sınırlanmasını öngören kuralları AB’nin ve büyük güçlerin kendi ülkelerine karşı kibirli tavırları olarak görüp şikayetçi oluyorlar.

Batı Avrupa’da popülizm özellikle 2008 Krizi sonrası yayıldı. Başlangıçta Podemos ve Syriza gibi sol versiyonları gelişirken, ardından sağ veya heterojen versiyonları (Fransa’da “Ulusal Cephe”, Almanya’da “AfD”, İtalya’da “Beş Yıldız Hareketi”, vb.) ortaya çıktı. Bu dönemde gerici popülizm yükselmeye devam etti. Polonya, Macaristan, Avusturya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti ve İtalya’da sağ popülist hükümetler iktidarda.

Bugün Avrupa’da popülizmin dışa vurumu ağırlıklı olarak gerici, Fransa’daki “Ulusal Cephe” (FN), Almanya’daki “Almanya İçin Alternatif” (AFD), İtalya’daki “Kuzey Ligi” (Lega Nord) ve “Beş Yıldız Hareketi”nin (M5S) çoğunluğu; Danimarka’daki “Danimarka Halk Partisi” (DF), Avusturya’daki “Avusturya Özgürlük Partisi” (FPÖ), İngiltere’deki “Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi” (UKIP), Finlandiya’daki “Gerçek Finler”, İsveç’teki “İsveç Demokratları” (SD), Belçika’daki “Yeni Flaman İttifakı” (N-VA), Hollanda’daki “Özgürlük Partisi” (PVV), Litvanya’daki “Adalet ve Düzen Partisi” (TT), Polonya’daki “Hukuk ve Adalet Partisi” (PiS), Bulgaristan’daki “Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi için Yurttaşlar Partisi” (GERB), Macaristan’ın faşist tipi partileri “Macar Yurttaş Birliği” (Fidesz) ve “Daha İyi Bir Macaristan Hareketi” (Jobbik) gibi parti ve hareketler şovenist, muhafazakar ve yabancı düşmanı duruşlarını sürdürüyor.

Bu olgu yalnızca parlamenter partilerle sınırlı değil, Almanya’da sağ popülizme mensup “Pegida” gibi toplumsal hareketleri de içeriyor.

Şovenist ve aşırı sağcı, yerli ekonomiyi koruma taraftarı ve göçmenlere karşı sert çizgilere sahip bir unsur olarak Trump’ın iktidara gelişi, Avrupa’da sağ popülizm dalgasını güçlendirdi.

Popülist yığınlar arasında ideolojilerini (çeşitli ülkelerden “doğuştan suçlu, tecavüzcü, uyuşturucu satıcısı vb. olarak gelen, yerli işçilerin elinden işlerini almaya çalışan) yabancı işgalcilere karşı halkı koruma” açıklamalarının ardına saklamaya çalışan ırkçı ve faşist güruhları unutamayız. Popülizm fiilen faşizmin kitlelere nüfuz etmek için kullandığı bir araçtır.

Kemer sıkma politikalarını tutarsızca reddetmesiyle tanınan “sol popülizm” ise, AB ülkelerinin özellikle güney çeperinde varlık gösteriyor: İspanya (Podemos), Yunanistan (Syriza), İtalya (M5S’nin bazı kesimleri ve başkaca gruplar).

POPÜLİZMİN TOPLUMSAL TEMELİ VE İŞLEVİ

Popülizmin kitlesel tabanı, yoksullaşmış ve ekonomik açıdan ve siyasi temsiliyet olarak marjinalize edilmiş, “toplumsal statüsü”nden yoksun bırakılmış küçük burjuvazidir. Tekelci kapitalizmin egemen olduğu ülkelerde başta kentli kesimleri olmak üzere küçük burjuvazi, on yıllar boyunca genişleyerek (sağlam bir parlamenter sistem olarak) “batılı liberal demokrasiler”in denge ve siyasi istikrarının önemli bir unsuru olmuş, ancak “küreselleşme” ve 2008 Krizi’yle birlikte hızlı bir yoksullaşma ve siyasi dışlanma sürecine uğramıştır. Bilim ve teknolojideki bazı gelişmelerin sonucunda sanayide yeni işkollarının ortaya çıkması da, küçük ve orta burjuvazinin konumunun sarsılmasında rol oynamıştır.

Küçük burjuvazinin düşüşü ve parçalanışı (öte yandan da yeni, ayrıcalıklı dar burjuva çevrelerinin hızlı yükselişi), ve bu şekilde burjuva toplumunun temel tabakasının çözülüşü popülist siyasi depreme neden olmuştur.

Bu olgunun toplumsal temeli ile burjuvazinin bunu kullanışı arasındaki farkı anlamak önemlidir. Bu temel, emperyalist sistemin geniş toplumsal tabakalara saldıran ve onları parçalayan krizinin bir ürünüdür ve özellikle küçük burjuvazi geleneksel partilerini bırakmaktadır. Bu durum burjuva diktatörlüğünün temelini sağlamlaştırmaktadır.

Böylelikle egemen sınıf eski yöntemlerle, eski partiler ve eski insanlarla diktatörlüğünü sürdürmekte birtakım zorluklarla karşılaşmakta, eski politikalarını eski biçimleriyle uygulayamayacağı bir duruma düşmektedir. Ülke bazında ve uluslararası arenadaki mevcut çelişkiler, egemen sınıfı yeni güçler ve yeni hükümet biçimleri bulmaya zorluyor. Demagoji ve aldatmacalara başvurması gerekiyor. Ulusal ve uluslararası kurumlarında siyasi dengesizliklere ve sarsıntılara neden olma pahasına, kendi yarattığı eski partilere sırtını dönüyor.

Popülizm, burjuva kesimlerinin, geleneksel partilerde çözüm bulamayan orta sınıfların birtakım ekonomik, sosyal ve politik talepleriyle alakalı olarak kullandığı bir müdahaledir. Bu kesimler, emekçi sınıfların geniş kesimlerini temsil etmiş ve artık toplumsal temelinden kopmakta olan sol burjuva partilerine sırtını dönmüştür.

Bugün, savaşılması gereken asıl düşman olarak kapitalist sisteme karşı harekete geçmelerini engellemek üzere, bu sosyal tabakaların hoşnutsuzluğunu bir “düşman”a (yukarıda seçkinler, aşağıda göçmenler) kanalize edebilecek yeni siyasi ve seçimlere yönelik projelere ihtiyaçları var.

Bu yüzden, 2008 ekonomik krizi sonrasında gelişen koşullara, kapitalizmin çözülmesi, sosyal devletin çöküşü, gericilik ve savaş hazırlıklarına uygun yeni türden burjuva partilere ihtiyaç doğdu. Bunlar farklı ülkelerde taktiksel uyum formülleri olarak birer ihtiyaçtılar. İşte bu ihtiyaç popülist hareketleri ve partileri doğurdu.

Eski seçimsel etkinlik alanların krizinin yarattığı siyasi boşluğu dolduran popülizm, egemen sınıfların kendi hegemonyalarını koruması için gereklidir. Orta sınıfların hissiyatını, ihtiyaçlarını ve protestosunu temsil etmesi, sindirmesi ve reformist bir projeye yönlendirmesi artık mümkün olmayan sol, burjuvazinin büyük kitlesel partilerinin kötü bir taklididir. Bu demektir ki, popülist olgu seçim öfkelerinden ibaret değildir.

Popülizm, oy desteği alarak gücünü artırmak isteyen, krizden etkilenen sınıfların ve toplumsal tabakaların hoşnutsuzluğunu kullanan orta sınıf kesimlerinden ve yandaşlarından doğabilir. Fakat burjuvazinin en gerici kesimlerinin, büyük sanayi çevrelerinin, bankaların, kurumsal liderliklerin müdahalesiyle siyasi bir güce çabucak dönüşebilir. İktidara geldiğinde popülizmi yönlendiren çizgi, burjuvazinin belirleyici güçlerinin çizgisidir.

POPÜLİST İDEOLOJİ, SİYASET VE DİL

Popülizm tutarlı, iyi kurulmuş bir ideoloji değildir. Amaçlarını gerçekleştirmek için politik bir alan tutmak isteyen burjuva ve küçük burjuva parti ve hareketler tarafından kullanılan bir politik mücadele silahı, bir siyaset tarzıdır. Bu tarz, bazı ideolojik unsurlara dayanmakta ve “halka hitap etme” maskesi altında, yapmacık anlatımlarla, genellikle pasif ve yılgın sosyal tabakaları birleştirmeye ve harekete geçirmeye çalışan iletişim biçimlerine dayanmaktadır.

  1. Popülistler sınıfların varlığını ve karşılıklı mücadelesini, sınıf mücadelesinin tarihsel gelişimini ve proletaryanın esas unsur olarak sınıf mücadelesindeki devrimci işlevini inkar ederler. Toplumun halk ve elitler (“biz” ve “onlar”) olarak yatay bir şekilde iki homojen ve zıt kampa bölündüğünü ifade ederler. Bu sayede geleneksel sağ/sol ayrımı, iki kutuplu bir üst/alt şemasıyla değiştirilmiş olur.
  2. Popülistler için politika, ayrıcalıklı, yozlaşmış ve aç gözlü olarak tanımlanan elitlere (“Brüksel teknokratları”) karşı halkın (“sıradan insanların”, “bizim gibi insanların”) ve ulusun iradesidir. Halk bir “ulusal topluluk” olarak tasarlanmış, demagojik bir şekilde tamamen olumlu meziyet ve değerlerin temsilcisi olarak sunulmuştur. Popülistler, halkın ve ulusların tek meşru temsilcisi, “dış düşmanlara” karşı ulusal egemenliğin, halk ve ulus iradesinin tek sözcüsü olarak görünür.
  3. Siyasi eylem açısından popülistler, kendileri bir parti olsa bile parti karşıtı, “eski politikalara” ve “profesyonel siyasetçilere” muhalif gözükürler. “Yatay” örgütlenmeye, “yataylığa” dayanmalarına rağmen, “siyasi icraatları” gerçekleştirmek üzere profesyonelce yetiştirilmiş karizmatik bir lider etrafında dikey olarak oluşturulmuş siyasi yapıları benimserler. Halka, özellikle de örgütlü olmayan sosyal tabakalara doğrudan ve coşkulu bir çağrı özelliği taşıyan iletişim tarzı, demagojiye ve süslü söylemlere dayanır. Diğer partilerin hayal kırıklığına uğrattığı hoşnutsuz kitlelerin ruh haline hitap etmeye çalışırlar. Toplumsal endişeleri canlı tutarak küreselleşmeye, neoliberalizme vb. karşı sosyal güvenlik ihtiyacından faydalanırlar. Saldırılarını elitler, “kastlar”, “tepedeki insanlar” ve Polonya, Avusturya, İtalya ve diğer bazı ülkelerde olduğu gibi göçmenlerin arzettiği “ciddi tehlike” üzerinde yoğunlaştırırlar.

Popülistler sahte ekonomik ve sosyal beklentiler yaratır, AB anlaşmaları uyarınca gerçekleştirilemeyecek fakat kitlelerin destekleyeceği türden önlemler vaat ederler. Mevcut sorunların yapısal nedenlerine yönelmeksizin pragmatist, acil çözümler önerirler. Popülistler politik iletişimin farklı biçim ve araçlarını birlikte kullanırlar: bloglar, Facebook, Twitter, internet, sokaklar, bireysel iletişim, televizyon, gazeteler, vb. Sözlü saldırı teknikleriyle, tehdit ve provokasyonlarla dolu sığ bir dil ve sloganlar kullanırlar. Hedef her zaman krizden etkilenmiş kesimleri kazanmak ve onları belirlenmiş siyasi hedefler ışığında harekete geçirmektir. Popülistlerin radikalizmi mevcut toplumsal ve mülkiyet ilişkilerini devirmeyi savunan bir programa cevap vermez, yalnızca hükümet figürlerinin değiştirilerek kamufle edilmiş biçimde gerici önlemlerin alınmasını sağlar.

  1. Popülistler gerici siyasi güçleri bir araya getirmek ve daha geniş kitlesel taban elde etmek için başta neoliberalizm, şovenizm, ırkçılık ve anti-komünizm olmak üzere farklı ideolojileri birleştirirler. Popülizmin burjuva milliyetçiliği ile kaynaşmış hali işçi sınıfı ve devrimci süreçler için büyük bir tehlike teşkil eder, savaş hazırlığına bir unsur oluşturur. Popülist şovenizmin ana fikri “yitik ulusal egemenliğin” yeniden kazanılmasıdır. En gözde slogan “Önce Amerika”dır (veya Fransa, İtalya vs.). Milliyetçi unsur her ülkede egemen sınıflara daha doğrudan hizmet eder; popülizmin diğer türleri farklı akımları bir araya getirmek, kitleleri kazanmak ve politik ittifaklar oluşturmaktır.

Popülist partiler kapitalist sistemi yıkmaksızın iktidara gelebilmek için her türlü ittifakı gerçekleştirmeye hazır, esasen çok yönlü örgütlenmeye sahip ve seçimlere yönelik partilerdir. Burjuva parlamenter sistemde bir şeyleri değiştirmek veya gayrı meşru ilan etmek için halka danışma mekanizmasını ve plebisitleri kullanırlar. Popülistler iktidara geldiğinde kendilerini devletle birlikte tanımlarlar (“Devlet biziz”). Halkın çıkarlarını korumanın yalnızca burjuva devleti güçlendirmekle mümkün olduğunu ileri sürerler. Kendilerini halk iradesinin tek temsilcisi olarak görür, Devlet aygıtlarını ele geçirmek ve politik rakiplerini dışta bırakarak “halk” adına iktidarı sürdürmek isterler. Popülistler son derece antidemokratiktir; diğer siyasi güçlerin siyasi ve ahlaki meşruiyetini reddederler ve burjuva sistemi içinde siyasi temsiliyetin mutlak tekeli için uğraşırlar.

“SOL” POPÜLİZM

Görüldüğü üzere genel kavramlara ve tutarlı bir ideolojiye sahip tek bir popülizm yoktur. Şu veya bu şekilde burjuva kesimlere hizmet eden sağ ve “sol” popülizmin çeşitli biçimleri vardır.

Popülistler aynı siyasi tarzı uygulasalar da aralarında dikkate alınması gereken önemli farklılıklar vardır.

Popülizmin farklı biçimlerinin seçmenleri harekete geçiren duygular yarattığı açıktır: sağda yabancı korkusu, solda ise daha iyi bir gelecek umudu ve dayanışma. Sağ kanat nefret, kin, egoizm ve umursamazlıkla ayırt edilebilirken, sol kanat da teoride “adalet ve eşitlik”ten, sosyal devletin savunulması, göçmenlere kucak açma, “katılımcı demokrasi”, gelir eşitsizliğinin azaltılmasından vb. söz eder.

Bu farklılıklar, küçük burjuvazinin ikiliğini, o ana ve sermaye karşısındaki konumuna göre çıkarları gereği hem gerici hem ilerici halini ifade eder. Bu nedenle, her şeyi birbirine katmadan, popülizmin farklı yönlerini göz önünde bulundurmak ve analiz etmek gerekir.

Küçük burjuva popülistleri her zaman muğlak biçimde, amaçlarını belirtmeden “halk”, “toplum”, “yurttaşlar” üzerine (“proletarya”, “devrimci mücadele” gibi sözlerden kaçınarak) konuşur ve ahkâm keserler. Ülkelerindeki hükümeti eleştirirler fakat kendileri de seçimlerle burjuva parlamentosuna erişmeyi arzular. Seçim programları ve çağrılarında rejim değişikliği veya toplumsal devrim ihtiyacından asla söz etmezler.

Seçim programlarında düzen değişiminden bahsetmezler, tersine var olanı geliştirmek isterler. Eğer seçim yasalarında birtakım düzenlemeler öneriyorlarsa, bunlar ikincil konulardadır ve özellikle parlamentodaki koltuk sayılarını artırmalarına imkân verecek değişikliklerdir. Bağlam dışı bir şekilde bazı dikkat çekici sloganlara alet etmek dışında, proletarya hakkında ileri sürdükleri hiçbir şey yoktur.

Sendikal mücadele bakımından genel olarak taktikleri yalnızca konuşmaktan ibaret ve yönetici organlarda bir mevki kazanmaya yöneliktir; bu amaçlarına ulaşamazlarsa birincil önemdeki bu mücadeleyi, Lenin’in o ünlü uyarısını görmezden gelerek küçümser veya bırakırlar:

Gerici sendikalarda çalışmamak demek, gerektiği kadar gelişmemiş olan ya da henüz geri olan işçi yığınlarını, gerici liderlerin, burjuvazi ajanlarının, etkisine terketmek demektir…

Sol popülistler, reformist sendikacılığa karşı mücadeleye ilişkin tutumlarını ne teorize ediyorlar ne de nedenlerini açıklıyorlar. Oportünist liderlere rağmen ileri proletaryanın önemli bir kısmının sendikalarda olduğunu düşünmüyor veya bunu küçümsüyorlar. Fakat tüm biçimleriyle popülistler için önemli olan “halk” ve “aşağıdakiler” gibi muğlak kavramlardır, proletarya değil.

Sol popülist liderlerin beslendiklerini iddia ettikleri siyasi ve ideolojik referanslar konusundaki kafa karışıklığı oldukça anlamlıdır: Bazıları kendilerine “Marksist”, diğerleri “solcu” diyor. Neoliberalizmin aşırılıklarını eleştirerek “demokratikleştirilmiş” bir kapitalizmi destekliyorlar. Hiçbir koşul altında mali oligarşinin ve kapitalizmin egemenliğinin yıkılmasına yer vermiyorlar.

Emperyalist ülkelerin sol popülistlerinin tipik özelliği ülkelerinin emperyalist karakterini inkâr etmeleridir. AB’den ayrılma sorunu ile emperyalist boyunduruğu kırmak üzere bir proleter devrim sorunu arasındaki bağlantıyı kesmeye çalışıyorlar. Emperyalistlerle kapitalist ülkeler arasında yeni “alternatif bölgeler” öneriyorlar.

Mevcut durumun ortaya çıkması ve sonuçları bakımından kendi burjuvazilerinin oynadığı rolü değil, yalnızca Troyka’nın (Avrupa Birliği-Avrupa Merkez Bankası-Uluslararası Para Fonu) ve diğer emperyalist egemen sınıfların sorumluluğunu dile getiriyorlar. Onlara göre başlıca düşman hep “ülke dışında”dır. Kendi burjuvazilerinin koltuk değnekleri olarak işlev görüyor, sınıf karşıtlıklarını saklayarak veya minimalize ederek, egemen sınıfa mensup kesimlerle ittifak arayışına giriyorlar.

Sol popülist gruplar Marksist bir sınıf analizi geliştirmiyor, mevcut sınıf çelişkilerine birçok sınıfı içeren bir sosyolojik bakış açısıyla yaklaşıyorlar.

Orta büyüklükleri burjuvazinin gerici kesimleriyle egemen sınıftan koparılabilecek veya hareketsiz kılınabilecek küçük burjuvazinin ezilen ve sömürülen kesimlerini aynı kefeye koyuyorlar.

Sol popülistler devrimi ve sosyalizmi reddediyor, kaçınılmaz olarak reformist bataklığa saplanacakları “üçüncü bir yol” arıyor, burjuvazinin alanında aşık atıyorlar. Dahası, “olağanüstü” durumlarda egemen sınıfla ulusal birlik yapmaya hazır bir halde sistematik olarak milliyetçiliğe yöneliyorlar.

Sol popülizm belli bir işleve sahip: işçi sınıfını ve halk kitlelerini sermaye güçlerinin çeşitli dışavurumlarına karşı bilinçli mücadeleden saptırmak.

Popülizmin bu formunun amacı, proletarya tarafından yönlendirilen devrimci kitle hareketinin gelişmesini engellemek, işçilerin ve halk kitlelerinin devrimci sınıf bilincini edinmesinin önüne geçmektir. Bu nedenle, bu tür popülistlerin çabası, işçilerin ve halkın taleplerini kapitalist toplumla uyumlu hedeflere yöneltmektir.

POPÜLİZM VE İŞÇİ SINIFI

Popülist hareketler özellikle orta sınıflara hitap eder, onların çıkarlarını ve görüşlerini yansıtırlar. Bununla birlikte işçilere, özellikle daha az örgütlü ve daha çok sömürülen alt tabakalara yönelik demagojik bir politika geliştirirler. Bu, en sinik toplumsal demagoji ile sahte vatanperverliği birleştiren bir politikadır.

Popülistler, emekçi kitlelerin sınıf bilincinin düşük olduğu ve sınıf mücadelesinin ille de geleneksel “sol” biçim ve yöne bürünmediği bir tarihsel dönemde işçilerin ve halkın protestolarıyla ilgilenmeye başladılar.

Burjuvazi için popülizmin oynayacağı önemli bir rol vardır: Devrimci görüşün canlanmasının nesnel koşullarının mevcut olduğu bir dönemde işçi sınıfını ve halk kitlelerini devrimci yöntemden uzak tutmak. Bir başka deyişle, gerici toplumsal programlara ve karakterlere dair yanlış beklentiler yaratarak öznel faktörün gelişiminin, özellikle sınıf örgütlenmesinin önünü kesiyor ve geciktiriyorlar.

Neoliberal dogmalarla yakın bağlantı halindeki popülist partiler, geleneksel partileri yıprattıkları gibi, işçileri ve örgütlerini karıştırıyor ve meşruluklarını zedeliyorlar. Popülist partilerin çizgisi, “emek ve iş dünyası arasındaki çatışmaya müdahil olmayıp ellerini temiz tutmaktır”. Bu, “uberizasyon[2] çizgisidir ve sendikal temsiliyetin dışında kalan toplumsal kesimleri protestoya dayalıdır. İşçi sınıfının temel örgütleri olarak sendikalara önem verirken, bir yandan da işçilerin klasik kitle partisi örgütlenmelerini reddederler. Bireyciliği ve korporatizmi hakim kılmaya uğraşıyor, “müzakeresiz reformlar”ı destekleyerek sendikaların rolünü reddediyorlar.

Popülizm hangi ögesiyle işçileri kendine çekiyor? Geleneksel liberal ve reformist partilerce küçümsenmiş gerçek ihtiyaçlar üzerinden: işçiler arasındaki yoksulluk, hayat ve çalışma güvencesizliği, toplumsal koruma ihtiyacı, işsizler için gelir, yeterli bir emekli maaşı talebi; yüksek vergiler, yönetici sınıfların yolsuzlukları, mali oligarşinin hakimiyeti; toplumsal gelir eşitsizliğindeki artış, yabancı işçilerin aşırı sömürülmesinden kaynaklanan rekabet ve benzerleri. Tabii ki, popülistlerin amacı, sömürü sistemini ayakta tutan dayanakları sorgulatmadan bu sorunlara gerici ve farazi çözümler bulmaktır.

Popülizm işçilerin ve işsiz, güvencesiz gençliğin küskünlüğünü, rahatsızlıklarını ve öfkelerini kurnazca istismar eder. İşçiler popülist partilere iki ana sebepten oy verir: Bazı sorunları çözeceklerine dair besledikleri boş umut ve halk karşıtı kemer sıkma önlemleri ile utanç verici sınıf işbirlikçiliğinden sorumlu tuttukları reformist partileri cezalandırmak. Bu durum sağ popülistlerin, oligarşiye karşı nefret gibi bazen sol slogan ve talepleri kullanarak işçilerin beklentilerinden ve protestolarından nasıl kolaylıkla faydalandıklarını ortaya koyuyor.

ÇALIŞMA VE MÜCADELE İÇİN ÖNERİLER

Marksist-Leninist komünistlerin popülizme karşı mücadelesi, burjuva ve reformist partilerin yürüttükleri popülizm karşıtlığıyla karıştırılamaz. Bu mücadelenin ideolojik ve politik ilkeleri ve içerikleri tamamen farklıdır ve ileri işçileri kazanmak ve geniş kesimleri devrimci bir tutumla harekete geçirmek için etkili yöntemlerle günlük olarak geliştirilmesi gereklidir.

Bu mücadele, sömürülen ve ezilen kitleler arasında bilimsel sosyalizmin gelişmesi ve yayılmasının önünde ciddi engel teşkil eden küçük burjuvazinin gerici ideoloji ve pratiğine karşıdır.

Bu mücadeleyi ilerletmek için popülizmi işçi sınıfı hareketinin gelişimi önünde bir engel olarak görmeli ve onun kapitalist sistemi kurtarmak üzere geliştirdiği işlevini sürekli ifşa etmeliyiz.

Popülizm, egemen sınıflar arasındaki çelişkileri ortadan kaldıramayacağı gibi, burjuvazi ve proletarya arasındaki çelişkileri, kendi politikalarının sınıf içeriğiyle emekçi sınıfların talep ve ihtiyaçları arasındaki çelişkileri de baskılayamaz.

Popülizm iktidara geldiğinde devlet sınıfsal karakterini kaybetmez, sömürü azalmaz, aksine artar, işçi sınıfı üzerindeki baskı büyür; işçilerin ve örgütlerinin kazanımları ve hakları sürekli popülistlerin hedefindedir; sonuç olarak kapitalizmin baskılaması ve şiddeti artar. Bütün bunlar, popülizmin sınıf çelişkilerini hafifletmediğini, aksine derinleştirdiğini gösterir.

Popülizm “halka” hitap ettiğinden, popülist ve milliyetçi ideoloji ve politikalara karşı mücadele işçi ve halk hareketi üzerinden verilmelidir. Asıl sorun, partilerimizin karakterini ve hedeflerini saklamaksızın yoğun bir kitle çalışmasıyla kendi cenahımızdaki popülistlerin etkisini ve hegemonyasını kırmaktır.

Bu mücadeleyi büyütmek için politik teşhir ile işçilerin ve işsizlerin somut ve acil talepleri arasında, sömürülen ve ezilen kitlelerin bilinç seviyesi ve duyarlılıklarına uygun bir şekilde yakın bir ilişki kurulmalıdır.

Popülist demagojiyi püskürtebilmek için komünist propagandayı emekçiler, genç proleterler, kadınlar, yoksullar için basit ve anlaşılabilir bir şekilde geliştirmemiz, eylemlerimizin merkezine bunların gerçek çıkarlarını koymamız gerekmektedir.

Popülizm ve faşizmin büyümesi karşısında özgün bir proleter cephe ve halk cephesinin oluşturulması temel görevdir.

Kapitalizme karşı işçilerin mücadele cephesi taktiği, popülizme ve onun uzlaşmacı, sınıf işbirlikçi politikasına karşı mücadelenin temel taşıdır. İşçilerin kapitalizme karşı eylem birliğini gerçekleştirmek için attığımız her adım, daha geniş ve kararlı mücadelelerin önünü açmak için atılmış bir adımdır.

Popülizm kendi sahasında mahkum edilmelidir; örneğin iktidara gelmesi halinde seçim kampanyasında kullandığı vaatler üzerinden. Popülist demagojinin maskesini düşürmek, liderlerinin yalanlarını açığa vurmak, işçi sınıfına bunların yeni görünüm altındaki eski politikalar olduğunu, amaçlarının sermaye düzenini ayakta tutmak olduğunu göstermek bizim görevimizdir.

Popülistlerin uluslararası emperyalist kurumlara (AB, Avrupa Merkez Bankası, IMF, NATO vb.), uluslararası halk düşmanı anlaşmalara itaat etmelerini, emperyalist güçler ve tekellerle vardıkları mutabakatları mahkum etmeliyiz.

Propagandamızda, popülizmin sınıf uzlaşmacı karakterini ve işçiler üzerindeki korkunç etkilerini açığa vurmalıyız. Politikalarının ön planında halkın çıkarlarının olmadığını, işçilerin çıkarlarının ise hiç söz konusu olmadığını anlatmalıyız.

Popülist demagojiyi ve söylemlerini, işçi sınıfı karşıtlıklarını örten popülist vatanperverliklerinin ve şovenist sloganlarının yanlışlığını, emperyalist ve savaş çığırtkanı politikalarını merhamet göstermeden teşhir etmek, popülistlerin son derece antidemokratik ve ulus karşıtı olduğunu göstermek bizim sorumluluğumuzdur.

İktidardaki popülist liderlerin birçok zayıflıkları var, çünkü kapitalist kriz onların demagojik önerilerini ve ekonomik önlemlerini yırtıp atıyor. Kitlelere verdikleri vaatler azalıyor, temellendirdikleri projeler yıkılıyor ve krizi aşmak için geleneksel burjuva para politikalarını uygulamak zorunda kaldıklarında da işçilere ve halka sert biçimde saldırıyorlar.

Bu çalışmayı ileri taşımak için kitlesel örgütlerde, özellikle de sendikalarda yer almalıyız. Bu sayede hem sınıf örgütlerini savunan eylemler geliştirebilir hem de popülist partilere oy veren işçilerle tartışır, onlara yanlışlarını ve yanılsamalarını açıklar, diğer kesimlerle ortak mücadelede birleştirebiliriz.

Bugün işçiler arasında görece bir kafa karışıklığı mevcuttur. Bu yüzden seçmen tabanlarıyla sürekli karşısında mücadele ettiğimiz popülist liderler arasına belirgin bir çizgi çekmeliyiz. Düşmanlarımız aşırı sağcı, faşist popülist örgütlerdir, onlara oy veren işçiler ve halk kitleleri değil.

Mücadelemiz için büyük önem arz eden bir konu da mevcut duruma uygun somut, acil sınıf talepleri belirlememizdir. Bir platform oluşturabilmek ve bu talepler etrafında geniş ittifaklar kurabilmek, popülizme karşı mücadele eylemleri açısından elzem unsurlardır.

Aynı zamanda siyasi edilgenlik ve “bırakalım yönetsinler”, “ne kadar sürdürebileceklerini görelim” ve benzeri ifadelerle açığa vurulan “bekleyip görme” politikalarına karşı iradeli bir mücadele sürdürmek gerekir. Bu tavırlar popülist güçlerin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bu yüzden günlük militan bir pratiğe, en küçük imkânları bile kullanarak işçilerin mücadelesine örgütsel katılım sağlamalıyız.

Dikkate değer bir diğer yönse, popülizmi küçük burjuva kesimlerinden söküp atma çalışmasıdır. Hoşnutsuz ve politik olarak olgunlaşmamış bu sosyal tabakayı etkilemeyi başarmak, siyasi gericiliğe karşı mücadelenin en önemli meselelerinden biridir.

Talepleri ekonomik ve demokratik özelliklerle detaylandırmak, proletaryanın müttefik arayışı açısından ve küçük burjuvazinin gerici, tehlikeli bileşenlerini izole etmek bakımından gereklidir. Popülizmin var olan sorunlara bir cevap olmadığına işçileri ikna edebilmek için acil sorunlar hakkında zeki argümanlar ve analizler ortaya koymalıyız.

Halka hitap eden özellikte, antifaşist, antiemperyalist, yerli ve göçmen yoksul kent ve taşra emekçilerini, ezilen uluslara mensup kitleleri, gerçekten ilerici ve demokratik olan güçleri birleştiren cepheler, ittifaklar, bloklar, güç birlikleri hayata geçirebilmek için çaba göstermemiz gerekiyor. Bu oluşumlar proletaryanın yönlendirmesinde, işçi kesimlerinin özgün talepleri temelinde, proletaryanın asıl çıkarlarıyla uyumlu bir programa sahip olmalıdır.

Taktik olarak ise, sağ ve sol popülist hareketlerle, faşist grup ve partilere karşı tavır farklılığını göz önüne almalıyız.

Reformist veya oportünist bir örgüt ile aşırı sağcı, faşist, baştan aşağı gerici bir örgüt, her ne kadar ikisi de halk kitlelerine ulaşmaya çalışsa da, aynı kefeye konulamaz.

Sol popülist örgütlerle belirli zamanlarda, bazı taktiksel, doğru tanımlanmış, somut hedeflerde ve emekçi halkın talep ve çıkarlarını kapsayan konularda birlikte hareket edilebilir. Faşistlerle birlikte hareket etmekse imkânsızdır ve sürekli bir ideolojik ve politik mücadele yürütmek gerekir. Hesaba katmamız gereken şey hangi sınıfa veya sınıflara hizmet ettikleridir.

Sol popülist hareketlerle bazı noktalarda bir araya gelinmesi gerekse de, bu hareketlerle ortak bir taktiği genelleştirmek mümkün değildir. Hepsi olmasa da bu hareketlerin geneli işçi sınıfının vazgeçilmez rolünü yadsımakta, proleter sınıf mücadelesini reddetmekte veya üstünü örtmektedir. Ayrıca taktik olarak somut durumlarda birlikte hareket edebileceğimiz hareketler de isimlerinin komünist örgütlerle birlikte görünmemesi için her şeyi yaparlar.

Yaklaşımlarımızda oldukça net olmamız, her yerde, her ülkede uygun taktikler belirlememiz, önerileri ve durumları dikkatlice analiz etmemiz, talepleri ve demokratik, ilerici sloganları işçi sınıfının yararına olacak şekilde derinlemesine ve isabetli biçimde belirlememiz gerektiği aşikârdır.

Bu hareketlerin kitlelerin ideolojik zayıflığından yararlanmayı bildiklerini, bazı durumlarda onları etkileyebildiklerini inkâr etmek manasız olacaktır. Bu bizi popülistlerin tasarılarına karşı çok dikkatli olmaya, işçi sınıfı ve halk kitlelerinin temel taleplerini ısrarla ve ustalıkla savunmaya zorunlu kılar.

Şu temel meseleyi her zaman göz önünde bulundurmalıyız: parti ve örgütlerimizi güçlendirmek ve geliştirmek, güçlü Marksist-Leninist partiler inşa etmek.

Popülist hareketleri Marksist-Leninist olmadıkları, gerçek devrimci partiler olmadıkları için suçlayarak onlarla tartışamayız.

Bu görev işçi sınıfının bilimsel sosyalizm teorisiyle donanmış devrimci partileri tarafından yürütülmelidir. Bu, popülizm de dahil olmak üzere burjuvazi ve gericiliğe karşı mücadelenin asli unsurudur.

* Bu makale, CIPOML Avrupa Parti ve Örgütleri’nin Haziran 2018 tarihli toplantısında popülizm üzerine yapılan tartışma çerçevesinde kaleme alınmıştır.

[2] ÇN. Taksi hizmeti sunan Uber’in iş örgütlenmesi modelinden hareketle, özellikle mobil teknoloji kullanılarak tüketici ve hizmet sunucularını buluşturan iş örgütlenmesi modeline atıf yapılmaktadır. Bu iş örgütlenmesi, iş hukukunun sunduğu güvencelerin kapsamı dışındaki enformel-güvencesiz çalışma kanalıyla örgütlenmektedir.