Sedat Başkavak

Ya köylüler şirketleşecek ya da şirketler tarım yapacak.” Eski Tarım Bakanı Mehdi Eker bu sözleri söyleyeli çok oldu. Eker’in sözleri ithalatın başlaması ve giderekartması, özelleştirmeler, artan girdi maliyetleri karşısında desteklerin azalması derken, uluslararası tarım tekelleri ve kapitalizm açısından tarımın geleceği yeri tarif ediyordu. Ne olacak da şirketler tarım yapacak denirse,bu, ticaretin serbestleştirilmesi üzerinden gümrük anlaşmaları, IMF-Dünya Ticaret Örgütü ve AB dayatmalarına bakıldığında somutlaşmaktadır. Bu, aslındadünden bugüne bir gelişmenin sonucudur.Son 35 yıl, tarımı ve üretici köylüleri yıkıma uğratan uygulama ve politikalarla doludur.

Turgut Özal’ın “devlet tarımdan elini ayağını çekmelidir” diye konuştuğu zamanlar aynı zamanda tarımın da uluslararası tekellere teslim edildiği yıllardı. Süleyman Demirel’in azınlık hükümetinin Başbakanlık Müsteşarı olarak hazırladığı ekonomik istikrar programı tarihe 24 Ocak Kararları olarak geçerken, en önemli sonuçları da ülke ekonomisinin uluslararası sermayenin hizmetine ve talanına açılmasıydı. Tabii ki bundanen baştatarım etkilendi. Çünkü dış ticaret serbestliği adı altında ithalatın önü açılırken, tarım ürünlerinde destekleme alımları sınırlandırıldı, korumacı tedbirlerin kaldırılmasını özelleştirmeler takip etti. Emperyalist-kapitalist kurumlar olan IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarına maruz kalan diğer ülkeler gibi, Türkiyede, acı reçetelerin uygulandığı, teslimiyetçi politikaların tek tek hayata geçirildiği ülkeler arasında yerini aldı.

Özal, Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) ve Kamu İktisadi Kuruluşları yasalarında değişiklik yaparak, tüm KİT’lerin özelleştirilmesinin önünü açtı. Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü, sağlıklı ve kaliteli gıda denetimi için kurulan Gıda Kalite Kontrol Müdürlüğü kapatıldı. Bitkisel üretimde zararlılarla etkin mücadele ve bilgi desteği sunan Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü’nün da aynı şekilde kapısına kilit vuruldu. Tarım topraklarının amaç dışı kullanımını engelleyen ve denetlerken su kaynaklarını gözeten Toprak Su İşleri Genel Müdürlüğü kapatılarak görev ve yetkileri Köy Hizmetleri’ne devredildi. 2005’te Erdoğan Hükümeti tarafından Köy Hizmetleri de kapatılınca,2017 yılına kadar toprağı ve suyu konuşan olmadı. Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü[1] kapatıldı; hayvan sağlığı ve sağlıklı temiz et tüketimi denetimsiz ve kontrolsüz hale geldi.

Başta tohum temini için kurulan TİGEM’ler özelleştirildi. Tarımsal üretimin ihtiyacı olan gübrenin yüzde 35’ini karşılayarak fiyatta denge sağlayan gübre fabrikaları TÜGSAŞ, İDSAŞ özelleştirildi. 1944’te tarım alet ve makinelerinin ucuz temini için kurulmuş olan Zirai Donatım Kurumu’nun 1982’de başlatılan özelleştirilmesiyle depo, lojman ve arsaları ya devredildi yada satıldı. Dünya Bankası ile yapılan borç anlaşması kapsamındaki tüm varlıklarının tasfiyesi şartı gereği, Traktör ve Tarım Makineleri İşletmesi de 2000 yılında özelleştirildi. 16 değişik üründe girdi sağlayıp üretimi destekleyen, alım satım yapan Tarım Satış Kooperatif Birlikleri’nin pek çoğu işlevsizleşti ya da kapandı. Daha Toprak Mahsulleri Ofisi kurulmamışken, 1916 yılında, tohum, hayvan, tarım aletleri vb. temin ederek peşin yada kredi ile köylülere vermekle görevlendirilen Ziraat Bankası bu işlevini yitirdi, gün geldi, diğer bankalardan çok yüksek faizle kredi veren bir banka haline geldi. Tarım-Kredilerde Ziraat Bankası’nın köy şubeleri gibi çalışarak bankadan aldığı krediyi köylüye verirdi. TMO, ekmek ve un fabrikası kurmak ve buğday fiyatlarını üretici köylüler lehine dengelemek üzere görevlendirilmişti. Kıtlık ve buğday üretiminin az olduğu dönemlerde depolarında stokladığı buğdayla hem ihtiyacı karşılamak hemde gıda güvencesi sağlamakla görevli olan TMO’nun bütün ofislerinin ambarlarında kocaman harflerle“ofis çiftçinin kara gün dostudur[2] yazardı. Her günü daha kara olan çiftçiler bugün yanlarında TMO’yu göremedikleri gibi, TMO’nun da milyonlarca ton buğday stokunun olmadığı, artık ithalatla sağlanan buğday nedeniyle, neredeyse depolarının boş olduğu söylenebilir. 32 işletmesi ve isim hakkıyla birlikte özelleştirilen Süt Endüstrisi Kurumu (SEK);‘devlet kasaplık mı yapar’ denerek özelleştirilen Et Balık Kurumu ve yem fabrikaları bir bir satıldılar. Tütün başta olmak üzere TEKEL’in özelleştirilmesine ek olarak, şeker fabrikalarının satışı da haraç mezat yapıldı. “Uygun koşullar oluştuğunda” (AKP’li yöneticiler öyle diyordu) satışı bekleyen ÇAYKURda, muhtemelen söz verildiği çokça dillendirilen Katar’a satılacak. Bir çırpıda satıldı kapatıldı diye yazdığımız bu kurumlar ve iştirakleri, mali sermaye ve tekellerin Türkiye tarımına yönelikkuşatmasının önündeki engeller olarak görüldüğünden bir bir el değiştirdiler.

Tarımı çökertip üretici köylüyü tarımdan kopartan bu gelişmeler zamana yayılmıştı. Çünkü siyasi iktidarlar toprağına ve geleceğine sahip çıkma bilinciyle bir araya gelmiş bir köylü kitlesiyle karşı karşıya gelmek istemiyorlardı ve Türkiye tarımının kapitalist dönüşümü ağır ama yıka yıka ilerleyen bir süreç oldu. Bilim ve teknikteki ilerlemeler tarımda da kendisini gösterdi ve üretim yapısı değişirken geçimlik tarım yapan az topraklı köylüler, topraksızlar gibi başka toprak sahiplerinin yanında yada kimi şirketlerin devletten satın aldığı veya kurduğu tarım işletmelerinde yavaş yavaş işçileşmeye başladılar.

Toprak mülkiyeti ve üretim de el değiştirmeye başladı. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren adı çokça anılsa da toprak reformu hiçbir zaman yapılmadı. Başta devlete ait olanlar olmak üzere tarım arazileri patronlara tahsis edilirken,‘toprak ağaları’ ve yabancı ortaklarını da yanına alan yerli sermaye, devlet üretme çiftlikleri, yayla ve meralarla birlikte mayınlı arazilere bile el atmaya başladı. Valisinden, belediye başkanına yerel idareciler ise “ilimize, bölgemize yatırım geliyor, istihdam artacak” söylemiyle bu talan ve peşkeşe aracı oldular.

KAPİTALİST DÖNÜŞÜM İÇİN ÇIKARILAN YASALAR

İnsanlık tarihi boyunca yapılan yasal düzenlemeler hep güçlünün hukukunu savunmuşve çıkarlarını korumuştur. Kapitalizm koşullarında iktidar gücünü elinde bulunduran burjuvazide şu anki çıkarlarına uygun birhukuku halka dayatmaktadır. Öncekigümrük korumacılığı ve taban fiyat vb. uygulamalarıyla üreticinin desteklenmesitarımsal üretimin önemsendiği çünkü tarımdan sanayiye kaynak aktarıldığı dönemin yasaları, tarımın de özelleştirildiği, gümrükler birçok alanda sıfırlanıp ithalatın serbestleştirildiği neoliberal saldırganlık döneminde, artık eskiden olduğu gibi ihtiyacını karşılamadığından miadı dolmuş ve bunların yerini güncel çıkarlara uygun liberal düzenlemeler almaya başlamıştır. Bunda uluslararası tekellerin çıkar ve dayatmaları yön verici olmuştur. Korumacılığın tamamen kaldırılmasının sebebi budur.

Özal’ın KİT Kanununda yaptığı değişiklikle KİT’lerin özelleştirmesinin önünü açan düzenlemeden sonra, DSP-MHP-ANAP koalisyonu da, Kemal Derviş’in “para bulabilmemiz için 15 günde 15 yasa çıkarmamız gerekiyor” sözleriyle ifade ettiği yasaları bir bir çıkardı. Onlarca yıldır ekonomisi borçla dönen Türkiye,IMF dayatmaları ve askeri faşist darbe ile hayata geçirilen dünyanın ilk neoliberal saldırganlıklarından biri olan 24 Ocak Kararlarıyla da kıskaca alındı, borçlar katlandı ve borcu borçla kapatma devam etti.IMF ve DB tarafından 2001 Krizi sonrası daha çok borca ihtiyacı olan Türkiye için ekonominin başına Kemal Derviş gönderildi. Derviş, emperyalistlerin talebi olan 15 günde 15 yasa çıkarmanın borç bulabilmenin ve kredi musluklarının açılmasının ön şartı olduğunu söylüyordu. Ekonomik ve mali konularda değişiklik içeren 15 yasa aynı zamanda bir teslimiyet düzenlemesi olarak tarihteki yerini aldı.

Yasalardan biriyle “eşek sağlam kazığa bağlandı”, yasaları dayatan uluslararası tekeller kendilerini garantiye aldılar: Yabancı şirketlerle düşülen anlaşmazlıklarda kabul edilen “uluslararası tahkim yasası” gereğince uluslararası mahkemeler yetkili olacaktı.Yeni yasal düzenlemelerle, mahkemelerden dönmekte olan özelleştirme uygulamaları üzerindeki yargı denetimi hemen tümüyle sıfırlandı. Bu kapsamdaTelekom’un satışının önüaçıldı, tuz üzerindeki devlet tekelinin kaldırılması ve satılması yasalaştı. Doğalgazda devlet tekeli kaldırılarak enerji sektörünün yabancılara açılması ve sektörün emperyalist tekellerin eline geçmesi, Merkez Bankası’nın emperyalist merkezlere bağlanması ve devletin bankacılık sektöründen hemen hemen tasfiyesi ve bankaların yabancıların eline geçmesi de çıkarılan yasalarla olanaklı kılınmıştı. Havayollarının özelleştirilmesinin önünün açılması, kamulaştırma yasası, bütçe değişikliği yasası, ek bütçe yasası, ihale ve ekonomik sosyal konsey yasaları… toplam 13 yasa ediyor, tütün ve şeker yasalarıyla 15 rakamı tutturuluyordu. Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri’ne ilişkin kanunda “bonus” olarak arkadan geldi. Dünya Bankası kredi vermek için IMF isteklerinin yerine getirilmesini şart koşarken, ABde uyum ve kabul için bu yasaların çıkarılmasının gerekli olduğunu söylüyordu. Çünkü söz konusu olan sömürülecek ve talan edilecek yeni alanlar olduğunda, emperyalistler arası rekabet ve çelişkinin yerini ortak çıkarlar alıyordu.

Şeker Yasasıyla şeker pancarı üretimine kota getirilirken, pancar fiyatında taban fiyat uygulaması da son buldu. Böylece üretici köylü, kota fazlası üretimi olan şeker pancarını (C kotası) düşük fiyata işlenip satıldıktan sonra parasını almak üzere, şeker fabrikalarına vermek zorunda kaldı. Nişasta bazlı tatlandırıcı üretimi için belirlenen kotanın yüzde 50 artırılması için Bakanlar Kuruluna yetki verildi veBakanlar Kurulubu yetkiyi çokça ve sık sık kullandı. Tüm bu işlerin yürütülmesi ve planlanmasına dair Şeker Kurumu’nun kurulmasına ve yönetim işleri içinde 2 pancar üreticisi temsilcisine karşılık, çoğunluğu bürokrat ve şirket temsilcilerinden (1 müsteşar, 2 müsteşar yardımcısı, 1 genel müdür ve 1 NBŞ temsilcisinden) oluşan Şeker Kurulu’nun belirlenmesine hükmedildi. Yasa sonrasında şeker pancarı üretimi 18 milyon tondan 11 milyon tona düştü. Şeker Yasası üretici köylülerin şeker pancarı üretiminin sonu oldu denebilir. Üreticinin pancar üretiminden çekilmesiyle münavebeli ekim dolayısıyla yüz binlerce dönüm arazide pancarın kendisinden sonra ekilen ürün için sağladığı yüzde 20’lik verim artışından olundu.Bunun yanında pancar yaprağının tarlada bırakılmasıyla sağlanan toprağın fosfat ve potasyum açısından zenginleşmesi olanağından da yoksun kalındı. Buda sonraki yıllarda yapılacak tarım üretimi için daha çok gübre ve ilaç kullanımı anlamına geliyor ki; ilaç ve gübre şirketleri de zaten bunu istiyorlar.

4733 Sayılı Tütün Yasası ile TEKEL’in üretici köylü lehine uygulamaları sona erdirildi. En başta TEKEL’in destekleme fiyatı açıklayarakdestekleme alımı yapması engellendi. Sigara tekellerinin tütün üzerindeki oyunları bununla da bitmedi ve arkasından TEKEL’in özelleştirilmesi geldi. Ülkenin farklı yerlerine yayılmış sigara fabrikaları ve yaprak tütün işletmeleri tamamen kapatıldı. TEKEL’i alan BAT şirketi İzmir Tire’deki fabrikasını da kapatarak Samsun Ballıca’daki tek fabrikayıişletir oldu. Asıl olarak ithalatınyanı sıra Amerikan tipi tütüne yüzde10 yerli tütün katarak harmanlayıp Ballıca’daürettiği sigaraları ülkeye dağıtmaya başladı. Gelinen noktada 2002’de 405 bin olan üretici sayısı 56 bine düşmüş ve ülke tütün üretimi ise 159 bin 500 tondan 82 bin 500 tona gerilemiştir. Evinde, aracında 50 kg’dan fazla tütün bulunduran yerli tütün üreticisine ise, kaçakçılıktan soruşturma açılırolmuştur.

4572 Sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Yasasıyla,Yeniden Yapılandırma Kurulları,Birlik yönetiminin üzerinde bir yetkiyle donatılarak kooperatif arsalarının satılması, işçilerin işine son verilmesi ve entegre tesislerin şirketlere dönüştürülmesinde yetkili hale getirildi. Bu yasayla kooperatiflere ait fabrikaların 3 yıl içinde şirketlere dönüştürülmesi şartıyla özelleştirmenin önü açılmaktaydı. Birlikler Yasası bununla da sınırlı kalmadı ve Birliklere devlet kurumlarından destek almak ve finans kaynağı sağlamak engellendiği gibi, bankalardan kredi almaları bile sonlandırıldı, TARİŞ örneğinde olduğu gibi, banka kurma yasağı da getirildi. DSP-MHP-AKP koalisyonunun ömrü,üreticilerin Birlikleriyle arasındaki bağı kopartan bu yasayı uygulamaya yetmedi. AKP ise, seçim öncesi “bu yasa uygulanmaz, biz kaldıracağız” derken, seçim sonrasınra yasaya sarıldı ve “Birliklere kredi vermemize kanun engel” diyerek, fındık üreticisini tüccarlar ve fındık şirketleri karşısında güçsüz ve savunmasız bıraktı.

Bülent Ecevit, DSP yayınlarınçıkardığı ve “Sessiz Devrim” adını verdiği kitapta Kemal Derviş’in emperyalist dayatmalarla çıkardığı“15 günde 15 yasa”sını övüyordu. Emperyalizme hizmetin adı“sessiz devrim”olmuştu. Böylece adını dağlara taşlara yazdıran Karaoğlan’ın“devrimi”nin,üretici köylü için bir zulüm dünyası inşa edilmesindeki payı görülüyordu.

Ecevit’in “sessiz devrim”ine kıyasla AKP ve Erdoğan yaptıkları her şeyi bağıra çağıra ilan ettiler. Tohumculuk Kanunu, Üretici Birlikleri Kanunu, Lisanlı Depoculuk Kanunu,   Organik Tarım Kanunu, Tarım Sigortası Kanunu, Tarım Kanunu, Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu gibi kanunlar 15 günde değilse de üç-dört yılda arka arkaya Meclisten geçti. Böylece tarımdakineoliberaldüzen adım adım yerleştirildi.Asıl büyük miktarlarıyla özelleştirmeler, tarım desteklerinin GSMH’ya göre oranının azalması ve en sonunda da üretimden ihracata tekellerin hakimiyetini sağlayan yasaların çıkarılması AKP eliyle yapıldı.

Üretici Birlikleri Yasası’nın kopyalandığı Amerika’da,ucuz kredi verilmeyen köylünün, ürününü satacağı tüccarı kendisinin bulması dayatılıyor ve ona ‘kaça satarsan sat’ deniliyordu. “Pazarı kendin bul” diyen kanun, aynı zamanda, kapitalist tarım tekellerinin üretici köylüye dayattığı ve köylüyü kendi tarlasında, bağında, bahçesinde yada serasında işçileştiren sözleşmeli üretimi de birliğin görevi olarak tarif ediyordu. Birliklerin kendi ürünlerini işleyebilecekleri sanayi tesisleri kurması engellenirken, Birlik üyelerinin kolektif üretim yapması ve birlikte hareket etmesinin de önüne geçilmiş oluyordu.

Organik Tarım Kanunuyla, çoğu yabancı yada yabancı ortaklı tekele para karşılığı organik tarım sertifikası verme yetkisi verildi.Böylece şirketlere sadece yetki devri değil, kaynak da aktarılmış oldu.

Tarım Sigortaları Kanunuile zaten en baştan kimin çıkarlarının gözetildiği ortaya kondu. Kanun maddeleri itibarıyla üretici köylüdeğil sigorta şirketleri korunuyordu. Örneğin Çankırı’da 2017’de yaşanan kuraklık nedeniyle Tarım İl Müdürlüğüyüzde 38 verim kaybı olduğunu tespit etmesine rağmen, TARSİM kuraklık yaşanmadığını iddia ederek zararı karşılamadı. Nusaybin’de köylülere imzalatılan sigorta poliçesine ilçe bazında kuraklık şartı yazıldığı için 400 bin dekarlık tarım alanının 280 bin dekarından hiç ürün alınamamasına rağmen üretici köylüler sigortadan para alamadılar. Geçtiğimiz aylarda Hatay Erzin’de narenciye bahçelerini dolu vurduğunda, dolunun yol açtığı zararın gözlenmesi için beklenmesi gerekirken, alelacele yapılan incelemeyle zarar düşük tespit edildi ve yine sigorta şirketlerinin çıkarları gözetildi.

2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’na “tarım desteklemeleri Gayri Safi Milli Hasılanın yüzde 1’inden az olamaz” maddesi konmasına rağmen, bugüne kadar tarıma ayrılan destek hiçbir zaman yüzde 1’i bulmamıştır. Bırakalım yüzde 1’i, çoğu yıl yüzde 0,5 seviyesinde kalmıştır. Yani AKP ilk yıldan beri, kendi çıkardığı kanuna bile uymayarak, suç işleyen bir hükümet olarak tarihe geçmiştir.

Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ile,en başta nişasta bazlı şeker üreticisi Amerikan tekeli Cargill kurtarıldı. Birinci sınıf tarım arazisi üzerine kurulduğu için mahkeme tarafından kapatılması istenen Cargill fabrikasına af getirildi. Yasa ile 11.10.2004’ten önce tarım arazilerini amaç dışı kullananlara, metre karesine 5 TL ödeyerek yasayı delme hakkı verildi. Eski ABD başkanı George W Bush’unçıkarılması için emir verdiği kanun, AKP’nin ABD emperyalizmine hizmette sınır tanımayacağını da ortaya koymuştur. Fakat Cargill’in 212 bin metre kare tarım arazisi için ödemesi gereken para 1 milyon lirayı geçince, şirket, tesisin bulunduğu arazinin “özel endüstri bölgesi” ilan edilmesini istedi. Bu küçük ve masum (!) istek de AKP tarafından yerine getirildi. Ülke tohumculuğunu tohum tekellerinin eline bırakan Tohum Kanunu, tohum şirketlerinin faaliyetlerini ve yerel tohumları yok eden ve sertifikaya bağlayan uygulamaları geçtiğimiz sayıda zaten yazmıştık.

ABD ile tarımsal ilişkilerde gelişmeler böyleyken AB’nin Türkiye’ye yönelik hazırlanan 2007 ilerleme raporunda çiftçiye yapılan destekler eleştiriliyor, bunun ortak tarım politikasına uygun olmadığı ve büyükbaş hayvan ve etle ilgili teknik ticari engellerin kaldırılarak, ithalatın önünün açılmasının AB üyeliği için gerekli olduğu vurgulanıyordu. AB, 2006 yılında Ordu’da düzenlenen ve 100 bin köylünün katıldığı mitingden sonra fındık fiyatının 2 TL’den 4 TL’ye çıkarılması nedeniyle TMO’nun alım yapmasını eleştiriyor, AKP’nin buğday unu ihracatında desteklemeyi kaldırmasını da olumlu gelişme olarak takdir ediyordu.

AKP’nin iki yıldır 10 liradan satılan fındık için TMO’da bu yıl fiyat ve alım için geç açıklama yapmasında AB ilerleme raporunda TMO’nun fındık alımının eleştirilmesi de etkilidir. Dünya Bankası kaynaklı Doğrudan Gelir Desteği, IMF programları ve AB’nin tarıma desteklerin azaltılması, üretime kota getirilmesi, kırsal kesim nüfusunun ülke nüfusunun yüzde 20’sine düşürülmesi gibi dayatmaları tek tek gerçekleşti. Bu politikalar sonucu tarımdan kopan ve üretimi terk eden köylüler şehre göç ederken, köylerinde kalanlar ise ya sözleşmeli üretim yapmayabaşladılar yada tarım tekellerinin işçisi haline geldiler. Köylü; tohum, ilaç, gübre, traktör ve ekipman başta olmak üzere, hayvancılık ve tarım üretiminin devam etmesi için çektiği krediyi bile ödeyemezken bankaların dağıttığı kredi kartları ile yapılan harcamalar ve mazot alımları nedeniyle bir kez daha bankaların ve tefecilerin eline düştü.

ENERJİ VE TALAN

Bir taraftan “arazi toplulaştırma” ile tarım alanları kapitalist dönüşüm için bir araya toplanıp şirketlerin faaliyetine uygun hale getirilirken, diğer taraftan da tarım arazileri imara açılarak, yeni konutlar, OSB’ler vb. yapılarak buralar tarım alanı olmaktan çıkarıldı. Bu arada,enerji, sanayi ve maden şirketlerinin faaliyetleri için tarım alanlarından mera ve yaylalara her yer talana açılıyordu. Buna talanın üç hali diyebiliriz. Toplulaştır, şirket tarımına uygun hale getir. İmara aç, amaç dışı kullanıma açık hale getir. Yasalarda değişiklik yap; enerji, sanayi ve maden şirketlerini tarım alanlarında züccaciyeci dükkanına girmiş fil gibi dolaştır.

17 yıllık AKP iktidarında başta enerji üretimi olmak üzere, maden ve sanayi şirketlerinin kârı için tarım, özellikle de geçimlik tarım üretimi yapan az topraklı köylüler yok sayıldı. Ekonomi ve kalkınma planlarında enerji sektörü büyütülürken, tarımda da köylüden esirgenen destekler, tarım ve hayvancılığa el atan şirketlere kredi olarak verildi. Şirketlere hibe kredi sağlayıp mera tahsisi yapan hükümet, asıl işi hayvan yetiştiriciliği olan köylülere ise şehirden ipotek gösteremedikleri için kredi vermedi. Sonuç olarak, hayvancılık için verilen krediler, işi bilene değil parası olana dağıtılmış oldu. Yasalarda yapılan değişiklik ve düzenlemeler sermayenin işini kolaylaştırırken köylülerin hayatını zorlaştırdı. Maden Yasası ile tarım alanları ve ormanlar talana açıldı. Mera Kanunu’nda yapılan değişiklikle elektrik ve maden üretimi lehine meraların üzerindeki koruma kaldırıldı. Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan revizyonla yenilenebilir enerji için tarım alanları talana açıldı. Ayrıca şirketlerin, meraları 49 yıllığına kiralamasını sağlayacak düzenlemeler yapıldı.

Zeytin Yasası defalarca Meclis’e geldi. Kimi zaman küçük ayarlar verdiler, kimi zamanda tasarıları geri çekmek zorunda kaldılar. Eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’nün “7 değil 17 defa da gelse, değişecek” dediği Zeytin Yasası, AKP döneminde 8 defa Meclis’e geldi. Halk arasında Zeytin Yasası olarak bilinen 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı Ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun” çeşitli gerekçelerle değiştirilmek istendi. Zeytinlik alanlarını yeniden tanımlamak, zeytinlik alanların yasa kapsamındaki korunmasını kaldırmak, 25 dekardan küçük zeytin bahçelerinin zeytinlik kapsamından çıkarılması, elektrik piyasası kanununda yapılan değişiklikle, başta nükleer santraller olmak üzere enerji üretimi için zeytinliklerin koruma kapsamından çıkarılması vb. gibi pek çok defa değişiklik önerildi ve yapıldı. Öyle ki, üretim reform paketi adı altında yapılacak kanun düzenlemelerinde zeytinlik alanların imara açılması tepkiler üzerine kaldırılırken, bu seferde kamu yararı olan yatırımların icrası hükmü konmaya çalışıldı. Soma’da 301 işçinin madende yaşanan iş cinayetiyle ölümleri daha yüreklerdeki tazeliğini korurken, bu seferde ancak savaş dönemlerinde uygulanabilecek “acele kamulaştırma” ile Yırca köyünde zeytinlikleri termik santral ve kömür ocağı için feda eden bir uygulama yaşandı. “Madende öldük, geriye zeytinimiz kaldı, dokunmayın” diyen köylülerin tepki ve isyanını yok sayan AKP Hükümeti ve şirket, Danıştay’ın termik santrale izin vermeyen kararından birkaç gün önce 6 binin üzerinde zeytin ağacını katletti. 1 yıl sonra aynı yerde yeniden dikilen zeytin fidanlarının çıkan yangında yanması ise, kapitalistlerin çıkarları gerçekleşene kadar hiç durmayacakları ve kural tanımayacaklarının en bariz göstergesi oldu. 2014 yılında 105 bin nüfusun 70 bininin madende ve termik santralde çalıştığı düşünüldüğünde, sermaye ve işbirlikçisi siyasi iktidarın Soma’nın altını üstünden daha değerli gördükleri söylenebilir. “Eğer kömür ve termik santralden kazanılacak para zeytin ve üreticilerin sırtından kazanılandan daha çok ise varsın zeytin ağaçları kesilsin, varsın insanlar birer ikişer değil isterse 301, 301 ölsün.” Kapitalizmin vicdanı da doğaseverliği de göstermelik ve yalan!

Yaşanan tüm bu gelişmeler sonucunda tarımsal üretimin, asıl sahibi olan küçük üreticilerin elinden alınarak, büyük toprak sahipleriylekapitalisttekellerin eline geçişi sağlanmıştır. Koşulları gereği hala üretimde ısrar eden köylüleri de tarımsal girdiler ve pazar hakimiyeti nedeniyle kendine bağımlı hale getiren işbirlikçi egemenler ve tarım tekelleri ülke tarımı ve hayvancılığı üzerindeki hakimiyetlerini de sağlamlaştırmış oluyorlar.

AÇIN TÜRKİYE’NİN ÖNÜNÜ!

Bu üç kelime, hem siyasetçiler hemde şirketlerin halkı ikna etmek için kullandığı ve sihrine çok inandıkları bir tekerleme haline geldi. “Açın Türkiye’nin önünü” dedikçe yabancı şirketlerin ülkemizdeki faaliyetleri ve ticaretleri arttı. GATT ile başlayıp DTÖ ile devam eden gümrük duvarlarını indirme, tarıma destek ve korumacılığın kaldırılması ve ithalatın önünün açılmasıyla birlikte gelen özelleştirmeler ve yerli ortaklarla ülkeye giriş yapan yabancı tekeller,günümüzde gıda alanında kurdukları hakimiyeti tarım alanına da şekil vermek ve ülke tarımını da şirketler arasında pay etmek üzere kullanıyorlar. 2004 sonrası şirketlerin dev entegre tesislerle tarım ve hayvancılık işlerine girmeleri, tarım desteklerinin köylüler yerine şirketlere kredi olarak verilmesi sürecini de hızlandırdı. Koç grubu,Harranova’daTamek ve Maret için üretim yaptığı tesisin 2013 yılı ciro hedefini 350 milyon dolar olarak belirlemişti. Domates üretim kapasitesini ise, 5 yılda 1 milyon tona çıkararak dünyanın 5. büyük domates işleyen şirketi olmayı hedeflediğini duyurmuştu.

Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santralini yapan Ata Holding, Ethem Sancak’la ortak, Denizli Acıpayam’da Ata Sancak Hayvancılık adıyla 24bin dekar arazide 10500 hayvan kapasitesiyle günde 187 ton süt sağan tesisi kurdu. Ethem Sancak, Ata Sancak Hayvancılıkla tarıma girerken, Yaşar Grubuyla başka bir ortaklık yaparak, 50 milyon dolarlık besi çiftliği kurdu. Ethem Sancak tarım ve hayvancılığın kârlı olduğunu görünce, “asıl hayalim 1.8 milyon dekarlık arazisiyle küçük bir ülke” dediği Ceylanpınar’ı istediğini de açıklamıştı.

Doğan Holding, 1500 baş hayvanla organik et ve süt işine girdi. Dimes grubu,Tokat’taki Kazova TİGEM arazisini kiralayarak, 500 bin fidan dikti. Tekstil işi yapan Kayhan ailesi, 2008 yılında 1500 dekar arazide, Avrupa’nın en büyük tesisinde günde 65 ton süt sağacak hayvancılık tesisini kurdu. Halı markası Saray’ın Kayseri ve Adana’da 25 bin baş hayvanlık tesisi ve 80 milyon dolarlık yatırımı gerçekleşti (1999’dan bu yana devam eden hayvancılık çiftliği bugün zor günler yaşıyor. Saray Halı ve Saray Çiftliği için konkordato ilan edildi.) Sarar grubunun Eskişehir Sivrihisar’daki bin dekar arazide arpa buğday üretimini, organik tarım ve hayvancılıkla büyütme çabası basına haber olarak yansıyanlardan. Aksa Jeneratörde, Sancak, Doğan ve Dimes gibi, TİGEM arazisini kiralayanlardan. Tekirdağ İnanlı ve Samsun Gelemen, TİGEM arazilerini kiralayarak, koyun ve sığır sütü için süt sığırı ve koyun besiciliğine el attı.

Faizsiz araç ve ev alma reklamı ile “Eminevim”sloganıyla adını duyuran Emin Şirketler grubu, Konya Ereğli’de 2500 dekar arazide yıllık 7 bin ton elma üretecek işletmesinin ilk ürünlerini 2015 yılında aldı. Kent şekerlemeyi CadburySchweppes’e satan Tahincioğlu ailesi, Salihli’de 1000 dekar arazide başladığı kiraz dikimine, Ege bölgesinde aldığı 700 dönüm arazide kiraz, elma ve erik üretimiyle devam edeceklerini ve 10-15 milyon Euro’luk yatırım planladığını duyurdu.

Tekstilde adını duyuran Ramsey, Aydın’da 35,5 milyon dolara Jeotermal sera kurdu. Otomotiv ve plastik sanayinde aktif olan Özler Grubu, Salihli’de 660 dönümlük arazide kiraz üretimi yaparken, 3000 dönümlük yeni arazisinin 800 dekarına diktiği 80 bin ağaç çoktan meyve vermeye başladı. İsrail’le ortak Thompson adı verilen sofralık üzüm için 1.5 milyon dolar ve toplamda 10 milyon dolarlık tarım yatırımı da sırada. Endüstriyel mutfak ürünleri şirketi Öztiryakiler, Karaburun’da 32 bin zeytin ağacından elde ettiği zeytinyağı ile yağ sektörüne girdi. İnşaat, turizm ve maden işleri yapan İlci Holding, Kırşehir Çiçekdağı’nda 17 bin dekar arazi üzerinde tarım ve hayvancılık tesisi kurarak hayvancılığa başladı. Süt ve süt ürünleri pazarına bölgesinden başlayan İlci Süt, faaliyet alanını genişleterek büyümeyi planlıyor.

TEKFEN’İN 1 MİLYAR DOLAR HEDEFİ

Ampul markası olarak bilinen TEKFEN,üretim ve ticaretini asıl olarak inşaat, köprü, otoyol, petrol ve doğalgaz boru hattı üzerinden yapmaktadır. 1976’da Mis Süt, 1981’de Toros Tarım Sanayi Ticaret A.Ş ile süt ve süt ürünleri ve gübre piyasasında söz sahibi oldu. 2000 yılında Mis Sütü İsviçreli Nestle’ye satsa da, Toros Tarım bünyesinde gübreye ek olarak tohumculuk, fide, tahıl ve yem maddeleri alanına da giriş yaptı. Geçtiğimiz yıl, Kiraz Kulübü adıyla bir araya getirdiği üretici köylülere yaptırdığı sözleşmeli üretim sonucu 800 ton kiraz toplayıp ihraç etti ve bunu arttırmak istiyor. Markalı muz üretmek için Antalya’da kurduğu 17 dekarlık serayı 1000 dekara çıkarmayı hedefliyor. Bursa’da üretilen siyah inciri, bütün yıl üretebilmek için Hindistan Haydarabat ve Özbekistan’a da taşıyacak. Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine Trabzon hurması ve yıllık 300 ton pastörize kestane satacak. Bu yıl 100 dekar arazide başladığı yaban mersini üretimini 1000 dekara çıkarmayı hedefliyor. Kapadokya’da patates tohumu üretiminin yanı sıra 7000 bin ton kapasiteli depo kurdu. İç pazarda beş yıl içinde 50 bin ton buğday üretmek için 13 değişik buğday çeşidinde genetik çalışmalara başlamış bulunuyor. Çukurova’da 1000 dekar arazide 200 tonluk üretime başlıyor ve beş yıl içinde 20 bin tona ulaşmayı hedefliyor. Cirosunun yüzde 30’unu Toros Tarım Grubundan kazanan TEKFEN, Manisa ve Aydın çevresinde 6 bin dekar arazi almayı planlıyor. 2025’te tarım ürünlerinde 1 milyar dolar ciroya ulaşmayı hedefliyor.

Pepsi’nin şirketi PepsiCo, Türkiye FritoLay, Qaker, Pepsi, Tropicanave Gatorade şirketlerinin ürünleriyle 2016 yılında 63 milyar dolarlık net gelir elde ettiğini açıkladı. Türkiye patates cipsinin yüzde 75’ini üreten şirket, tarıma 500 milyon dolar yatırım yaptığını söylerken, patates üretimi için köylülere sözleşmeli üreticilik yaptırıyor. Tropicana meyve suyuda pazarın güçlü aktörlerinden ve meyve üreticileri de sözleşmeli üretim yapıyor.

ÇAY’DA İNGİLİZ HAKİMİYETİ

1946 yılında Rize’de kurulan çay fabrikası ve 1971’de kurulan ÇAYKUR’la birlikte çay üretimi, işlenmesi ve pazarlanması sürecinde kamuda ve tek bakanlıkta toplanmıştı. 1984’te çıkarılan 3092 sayılı Kanun’la çay üretimi, işlenmesi ve pazarlanması serbest bırakıldı. Başta İngiliz çay şirketi Lipton olmak üzere, özel sektörün önünü açan bu düzenleme sonrası, ÇAYKUR fabrikaları gerekli yatırım ve bakım olanağından yoksun bırakıldığı için gelişip büyümek yerine teknolojik olarak eskirken kapasitesi de yetersiz kalmaya başladı. ÇAYKUR 2000 yılında kurulu kapasitesi gereği “programlı alım yapıyorum” diyerek çay alımına kota koymaya başladı. Kampanya dönemi topladıkları çayı kota nedeniyle ÇAYKUR’a veremeyen çay üreticileri, özel çay şirketlerine mecbur bırakıldılar. Her yıl Tarım Bakanlığı tarafından açıklanan yaş çay alım fiyatı da tavan fiyat görevi görürken, özel çay şirketlerinin sektördeki payı arttı. Öyle ki; yıllık ortalama 1.3 milyon ton yaş çay üretilen ülkemizde, 2017 yılında ÇAYKUR 525 bin ton yaş çay alırken, 747 bin ton çayıysa özel sektör aldı. ÇAYKUR’un günlük 9085 ton işleme kapasitesine karşılık, günümüzde özel sektör günlük 10 bin ton yaş çay işleme kapasitesiyle ülke çayı ve çay üreticisinin emeğini sömürürken,Lipton gibi şirketlere de gün doğdu. 1986 yılında çay sanayinde özel sektöre izin verilmesiyle birlikte Rize-Pazar’da açtığı fabrikada ürettiği Lipton, kendi markası ile çay sektörüne girdi. Arhavi, Fındıklı ve Pazar’da çay fabrikaları bulunan Lipton, Endonezya, Kenya ve Sri Lanka’dan getirdiği çayları Karadeniz bölgesinden aldığı çaylarla harmanlayarak piyasaya sürmektedir.

İçecek sektörünün en büyüğü olan Coca Cola ise, Doğadan Gıda’yı alarak, çayı İzmir Kemalpaşa’daki tesisinde işliyor ve ithal ettiği çayları da işleyerek satıyor. Geçtiğimiz yıl yapılan 21700 ton kuru çay (108 bin ton yaş çay demektir) ithalatında Lipton’dan sonra Doğadan çay en büyük paya sahiptir.

Deterjandan şampuana pek çok üründe adını okuduğumuz bitkisel yağla (yemeklik Vita, kahvaltılık Sana) ile giriş yapan Ünilever’in Türkiye’deki faaliyeti 1952’de başlamıştı. Çay, sebze, meyve ve sair her çeşit tarımsal ürün üretimi ile salçalar, soslar, hazır yemekler, reçel ve marmelatlar, dondurulmuş, kurutulmuş, toz haline getirilmiş tipleri de dahil şekerli şekersiz her çeşit meyve ve sebze usareleri ve konserveleri üretimi, paketlenmesi ve dağıtımını yapan Ünilever, deterjandan kozmetiğe, çaydan hazır çorba ve dondurmaya kadar pek çok şey üretmektedir. 7,5 milyarlık dünya nüfusu göz önüne alındığında, tohum şirketlerinden sonra dünyanın gıda güvenliği ve halk sağlığı, 190’dan fazla ülkede 2.5 milyar insana ürün satan bu şirketin eline teslim edilmiş (yada geçmiş) desek abartmış olmayız. Margarin pazarının birincisi olan Ünilever, 3.5 milyar liralık dondurma pazarının yüzde 60’ına, hazır çorba pazarının yüzde 66’sına, çikolata sektöründe ise dondurmaya bağlı olarak söz sahibi.

SÜT 6 ŞİRKETİN KONTROLÜNDE

Özelleştirilmesi öncesi süt ve süt ürünleri sanayiindeki kurulu kapasitenin yüzde 27,4’üne SEK hakimdi. Bu durum, özel sektörün tekelleşmesini engelliyordu. Sadece İstanbul’daki arazisi için 18 milyon lira teklif edilen SEK’in isim hakkı da dahil 32 işletmesi 1.8 milyon liraya Koç Holding’e satıldı. 4 işletmesini ise, TEKFEN Holding’e bağlı Mis Süt aldı. Fakat Mis Süt de 1996’da İsviçreli Nestle’ye devredildi veüç yıl süreyle çalıştırma taahhüdüne karşılık düşük kapasiteli oldukları gerekçesiyle kapatıldı. Tikveşli ve Yimpaş’a bağlı Aytaç Gıda da SEK’in işletmelerini alanlar arasındaydı.

Fransız Danone, Sabancı grubuyla ortak Tikveşli’yi aldıktan sonra, Sabancı grubunun sektördekiyüzde 50 hissesini de alarak,adını Danone-Tikveşli olarak değiştirirken;Nestlede ülkemizdeki süt ve süt ürünleri kısmını alarak sütte tekel olmak üzere güçlü bir konum elde etti. Gelinen noktada, Türkiye süt ve süt ürünleri sektörü; Pınar Süt (Yaşar holding), İçim Süt (Ülker), Sek Süt (Koç Holding), Danone, Dimes ve Sütaş olmak üzere 6 şirketin eline geçmiş durumdadır. Çiğ süt fiyatı da dahil, sütle ilgili her şey bu şirketler tarafından belirlenirken, besicilik yapan küçük üreticilerbu tekellere verdikleri sütle yem alamaz duruma geldiler. Sütün pazarlanmasında Danimarka, İsviçre, İngiltere, İrlanda ve Finlandiya’da yüzde 95, Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika ve Portekiz ise yüzde 50 üzerinde kooperatiflerin payı varken, Türkiye’de kooperatiflerin payı sadece yüzde 5’tir. Türkiye gıda üretiminin yüzde 15’ini süt ve süt ürünlerinin oluşturduğu düşünüldüğünde, süt üzerinden faaliyet yürüten şirketlerin büyüklüğü, hayvancılık ve besicilik yapan küçük üreticiler üzerindeki etkileri daha anlaşılır olacaktır.

İYİ TARIM ADIYLA SÖZLEŞMELİ ÜRETİCİLİK

Türkiye yaş sebze ve meyve ihracatının büyük bölümünü AB ülkelerine yapmaktadır. Üretilen yaş sebze ve meyvenin kimyasal kalıntılar ve benzer sebeplerle geri gönderilmesini önlemek için dünyada yaygı hale gelen “iyi tarım” uygulaması, ülkemizde de yaygınlaşıyor. “İyi tarım”, ürünlere verilen sertifikayla kolay pazarlama olanağı elde edilmesi nedeniyle, en başta da marketler zinciri ve ihracat tekellerinin yeni pazarlama tekniğidir diyebiliriz. 2004 yılında Tarım Bakanlığı tarafın yapılan düzenleme ile gündeme getirilen “iyi tarım” uygulamasının en iyi reklamcısı Migros’tur. “Alım gücü artan tüketiciye sunulmak üzere doğaya ve canlı yaşamına olumsuz etkisi olmayacak şekilde yapılan üretimden elde edilen ürünleri tüketicilere ulaştırıyoruz” diyen Migros, binlerce köylüyü de sözleşmeli üretici olarak kendi tarlasında, bağında, bahçesinde işçileştirerek sözleşmeli köleler haline getirdi. “Kapitalizmin daha adaletli bir sisteme dönüşmesi şart, eşitsizlik sorununu liderler ya da iş dünyası gönüllü olarak düzeltmezse birileri bunu zorla düzeltmeye çalışacak” diyen Koç Holding ve Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, çözümü böyle buldu. Yoksul köylüye alım garantili sözleşmeli üretim yaptırarak, ucuz alıp, alım gücü artan orta ve üst tabakalara yüksek kârla satıyor. Böylece ülke tarımını ve köylüsünü de “destekleyerek” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle de ayakların baş olmasını engelliyor.

SONUÇ YERİNE

Teşviklerle hayvancılık kredilerinin, işin sahibi olan üreticilere değil kapitalistlere verilmesi… Mera ve yaylaların kiralanması… Tarım arazilerinin kiralanması veya satılması… Yabancıların tarım arazisi satın almaları…Bu ve benzeri uygulamalarla, eski Tarım Bakanı Mehdi Eker’in söylediği gibi, şirketler tarıma el atıp egemen olmalarının önü açıldı. Neoliberal politikalar keskinleşirken, uygulanan tarım politikaları karşısında güçlü bir direniş sağlanabilmiş değil. Oysa tarım alanlarına yapılan saldırılar, tarımsal üretimin baltalanarak ithalatçı politikaların hakim kılınması, emperyalist dayatmalar karşısında teslimiyetçi politikaların durdurulması, ancak bu politikalara maruz kalanların mücadelesiyle mümkün olacaktır. Bunlar hala üretimde ısrar eden üretici köylüler, sözleşmeli üretim dayatılan köylü tabakaları, tarımsal üretimin her türlü kimyasalı içinde türlü meslek hastalıkları, kötü koşullarda barınma ve yaşama dayatılan mevsimlik tarım işçileri, doğanın talanı ve çevrenin tahribatına “dur” diyen işçi, emekçi ve üretici köylülerdir. Tarımı, toprağını ve suyunu korumaya çalışan üretici köylülerin bir mücadele örgütü olarak sendikalarında örgütlenmesi dünden daha çok önem kazanmıştır. Mücadele, toprağın, suyun, ağacın başında verilirken, önce çevre köylülerle ve sonrasında da işçi ve emekçilerle birleşilerek genişlemek zorundadır. Kapitalistlerin tarım alanlarına, suya ve toprağa yapacakları her türlü saldırı, sadece üretici köylülerin değil, işçi ve emekçi bütün halk sınıf ve tabakalarının sorunudur ve sınıfsaldır.

 

[1]Kuduzdan Brucella’ya, tüberkülozdan şarbon hastalığına, kuş gribinden Kırım Kongo kanamalı ateşi hastalığına kadar pek çok hastalığın artışı da Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü’nün kapatılması sebebiyledir.

[2]Ofis Çiftçinin Kara gün Dostudur” yazısı önce TMO internet sitesinden, sonra da TMO silo ve duvarlarından silindi. 2006 yılı sonunda o dönemin TMO Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu önce “‘kara gün’ kelimesini sileceğiz ‘ofis çiftçinin dostudur’” demişti. Sonrasında bütün ofislerden “ofis çiftçinin kara gün dostudur” yazısı silindi. “TMO’da yapısal dönüşüm yaşanıyor. Slogan dahil her şey değişecek” diyen Kemaloğlu haklı çıktı, sadece slogan değil TMO’nun işlevi de değişti. 2012’de köylü 7,8 TL’den fındık satarken TMO 6,5 TL’ye piyasaya fındık satınca, Giresun’da fındık fiyatı 6,7 TL’ye düştü. 2017 yılı hububat hasadı zamanı, sıfır gümrükle arpa, buğday ve mısır ithal eden TMO, geçirdiği yapısal dönüşümle köylüye değil ama tüccara dost olduğunu açıkça ortaya koydu. Dönemin AKP Hükümeti ve Tarım Bakanı Mehdi Eker’in de onay verdiği ofislerden yazının silinmesi uygulamasıyla TMO çiftçinin kara gün dostu olmayı bırakmıştı. O gün yapılan, sadece TMO binalarından bir yazının silinmesi değildir. Tarım tekellerinin, ithalatçıların çıkarına uygun bir TMO şekillenmesinin görünümlerinden biridir.