Ender Şiar Argın

Kor Kitap’ın Öner Ünalan çevirisiyle yeniden basımını yaptığı Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar, Engels’in ömrünün son döneminde yazdığı mektuplardan oluşan bir derleme eser. Mektupların odak noktası; tarihsel materyalist dünya görüşüne çeşitli kamplardan yapılan saldırılara ya da bu anlayışın Marksizmin takipçileri tarafından çarpıtılmasına karşı Engels’in yaptığı savunma ve açıklamalardır. Söz konusu mektupların Engels’in düşünsel yaşamının olgunluk döneminde yazıldığı da dikkate alınırsa tarihsel materyalist dünya görüşünün önemli yanlarının anlaşılır biçimde ortaya konulması bu kısa derlemeyi daha değerli hale getiriyor.

Mektuplarda karşımıza çıkan temel tartışmalarına geçmeden önce tarihsel materyalizmin kimi olgularına işaret etmek gerekir. Kant’la birlikte Fransız Devrimi’nden etkilenen Alman felsefi dünyası Hegel ile son noktasına varmış, “devlet filozofu” ünvanıyla felsefe kürsülerindeki yerini sağlamlaştıran Hegel’in ortaya koyduğu düşünce sistemi Prusya krallığının “devlet felsefesi” katına yükselmişti. 1931’de ölünce ardında heyecanlı genç takipçilerini bırakmıştı. Ancak Hegel’in sistemi oldukça kapsamlıydı ve üzerinde ateşli tartışmalar yaşanıyordu. Henüz 19 yaşında babasına yazdığı mektupta genç Marx bir yandan hukuk-felsefe-Hegel ilişkisini anlatırken bir yandan Hegel’e olan hayranlığından bahsediyordu. Ancak Marx bir yandan da Hegel idealizmine olan itirazlarını dile getiriyordu: “Burada söylemeliyim ki, Kant ve Fitche’den beslendiğim ve (materyalizmle) karşılaştırdığım idealist felsefeden hareket ettim ve düşünceyi bizzat gerçekte arama sonucuna ulaştım. Eğer tanrılar eskiden gökyüzünde oturuyor idiyseler, şimdi yeryüzünün merkezi oldular.[1]

1941, Marx’ın Epikuros ile Demokritos’un doğa felsefelerini karşılaştırmalı biçimde incelediği doktora tezini tamamladığı seneydi. O sırada Alman düşünsel dünyasını derinden etkileyecek başka bir olay gündeme geldi. Feuerbach “Hristiyanlığın Özü” isimli eserini yayınlamıştı. Engels’in ifadesiyle Hegel idealizminden tarihsel materyalizme geçiş dönemi Feuerbach ve çok tartışılan eseriyle başlamıştı. Hegel’in sistemi köklerinden sallanmıştı. Doğanın her türlü felsefeden bağımsız olarak varlığını vurgulayan bu eserle Feuerbach, doğanın ve insanın dışında hiçbir şey olmadığını ilan ederken dine dair de şunları söylüyordu: “Din, insanın gizli hazinelerinin gösterişiyle ortaya dökülmesi, en içten düşüncelerinin itirafı, en gizli aşklarının herkesin ortasında anlatılmasıdır.” İnsan ise “dinin başlangıcı ve sonudur.[2] Ancak Feuerbach’ın bu ilerici çıkışı da yeterli değildi. Marx ve Engels Feuerbach’ın bu çıkışından oldukça etkilenmişler hatta Engels’in ifade ettiği gibi, “hepimiz bir anda Feuerbahçı olmuştuk.[3] Ancak Marx ve Engels’in çalışmaları Feuerbach’ın eleştirel felsefi anlayışını basamak olarak kullanıp bir üst noktaya geçecek evrimsel süreci hazırlıyordu. Hegel idealizminden kendi dünya görüşlerine olan geçiş süreci nihayet tamamlanıyordu. Bir yandan Hegel ile hesaplaşma devam ederken bir yandan da Feuerbach materyalizminin idealist özüyle çarpışılıyordu.

Tarihsel materyalizmin bütünsel bir sunumu ilk kez Alman İdeolojisi’nde gerçekleştirildi. Kitabın ilk bölümü Feuerbach üzerine ünlü tezlerle sonlanırken Feuerbach’ın eleştirel felsefesi de aşılıyordu. Feuerbach hareket noktası olarak insanı merkezine alıyor, koşulların ve ilişkilerin ürünü olduğunu da dile getiriyordu ancak koşulların ve ilişkilerin insan tarafından değiştirildiğini söylemiyordu. Onun insanı statikti. Pratik insan faaliyetine ve evreni bir süreç olarak kavramaya gözlerini kapayan Feuerbach materyalizminin karşısına insan faaliyetini etkin bir süreç ve doğayı da tarihsel gelişme yolunda bir madde olarak kavrayan tarihsel materyalizm konuyordu. Toplumu ve dünyayı inceleme yöntemi olarak kullanılacak diyalektik materyalist yöntemin temelleri atıldığına göre toplumsal yaşamın maddi temeli incelenmeliydi. Marx Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde şu çarpıcı pasajla hareket noktasını ilan ediyordu:

Araştırmalarım devlet biçimleri kadar hukuki ilişkilerin de ne kendilerinden, ne de iddia edildiği gibi insan zihninin genel evriminden anlaşılamayacağı, tam tersine, bu ilişkilerin köklerinin, Hegel’in 18. yüzyıl İngiliz ve Fransız düşünürlerinin örneğine uyarak ‘sivil toplum’ adı altında topladığı maddi varlık koşullarında bulunduğu ve sivil toplumun anatomisinin de ekonomi politiğin içinde aranması gerektiği sonucuna ulaştı.[4]

Marx’ın ‘sivil toplum’ diye ifade ettiği şey aslında modern burjuva toplumundan başka bir şey değildi. Devlet biçimleri ve hukuki ilişkilerle sınırlı kalınmadı, her türlü felsefi, dinsel ve bilimsel gelişme toplumsal yaşamın temelinde, üretim ilişkilerinde arandı:

Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.[5]

MEKTUPLAR

Engels’in 1890-94 arasında kaleme aldığı beş mektuptan oluşan bu derleme bugün bile birçok Marksizm karşıtı akım tarafından dillendirilen “ekonomik indirgemecilik” ve “determinizm” suçlamalarına karşı tarihsel örneklerle Engels’in yaptığı savunmalara ve bu savunmaları yaparken diyalektik yöntemi ustalıkla kullanmasına dayanıyor. Conrad Schmidt’e yazdığı iki mektupta da Engels felsefi, ideolojik, hukuksal, bilimsel vb. gelişimin maddi yaşam koşullarıyla ilişkisine dikkat çekiyor. Paul Barth’ın tarihsel materyalizm eleştirilerine cevap veren Moritz Wirth’in materyalist tarih anlayışını tersyüz etmesine değinen Engels, komünist toplumda ürünlerin bölüşüm sorununa dair şu pasajında tarihsel materyalist yöntemin uygulanışına çarpıcı bir örnek veriyor:

Ne gariptir ki, her şeye karşın, bölüşüm yönteminin temelde bölüşülecek ürünlerin ne kadar çok olduğuna bağlı olduğu, bölüşüm yönteminin üretim ve toplumsal örgütlenme birlikte kesinlikle değişmesi gerektiği, bu nedenle bölüşüm yönteminin de değişeceği kimsenin aklına gelmiyordu… Oysa usa uygun olan olarak yapılabilecek şey, 1) Başlangıçta kullanılacak bölüşüm yöntemini araştırıp keşfetmek ve 2) Sonraki gelişmenin genel eğilimini bulmaktır.[6]

Schmidt’e yazdığı ikinci mektubunda Engels üretim-meta ticareti-para ticareti ilişkisini dönemsel örneklerle açıklayarak tarihsel materyalist yöntemi onun deyişiyle bir “inceleme kılavuzu” olarak önümüze koyar. Ekonomik devinimin devlet aygıtına etkisi ve sonrasında devlet aygıtının ekonomik ilişkilere etkisini karşılıklı neden-sonuç ilişkileriyle açıklayan Engels, bir yandan da ekonomik ilişkilerin politik yansımalarının ekonomik ilişkilere yaptığı etkinin yadsındığına dair eleştirilere cevap verir. Aynı zamanda bu eleştirilerin sahiplerini –karşılıklı ve hareketli ilişkileri kavrayamamaları sebebiyle- metafizik düşünmekle eleştirir. Felsefenin gelişimi ve felsefeye etki eden politik, hukuksal süreçlere dair örnekler verir. Ancak son kertede ekonomik ilişkilerin politikada da felsefe ve hukukta da belirleyici etken olduğunu vurgular.

Joseph Bloch’a yazılan mektup bu derlemenin en kritik noktalarından birine işaret eder. Engels’in tarihsel materyalist yöntemle maddi yaşamı en genel hatlarıyla tarif ettiği o ünlü pasaj bu mektubun başlangıç cümlelerini oluşturur:

… materyalist tarih anlayışına göre, tarihte en sonunda belirleyici etken, gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Marx da ben de bundan daha çoğunu asla ileri sürmedik. Bundan ötürü, herhangi bir kimse bunu ekonomik etken biricik belirleyici etkendir diyerek bozarsa, bu önermeyi anlamsız, soyut, saçma bir söze dönüştürüyor demektir. Ekonomik durum temeldir, ama üstyapının çeşitli ögeleri –sınıf savaşımının politik biçimleri ve sonuçları, örneğin başarılı bir çarpışmadan sonra yenen sınıfın koyduğu anayasalar vb., hukuksal biçimler, özellikle de bu gerçek savaşımların onlara katılanların beyinlerindeki yansımaları, politik, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve daha sonra bunların dogma sistemlerine gelişmeleri- de tarihsel savaşımların gidişinde etkilerini gösterirler ve birçok durumda özellikle onların biçimlerini belirlerler.[7]

Son cümledeki vurgu önemlidir, çünkü Engels’e göre üstyapı kurumlarının yaptığı etkiler biçimsel yanı temsil eder. Esas içerik üretim ilişkileri ve ona denk düşen egemen üretim tarzıdır. Tarihsel olayların ve toplumsal yaşamın esas belirleyicisi de bu altyapı kurumlarıdır. Altyapı-üstyapı ilişkilerine dair bu ilişkiler yapısı temeldir. Ancak bu kavramlar arasında keskin bir ayrımdan bahsetmek doğru olmaz. Keza üstyapı kurumları ekonomik ilişkilerin hukuki, düşünsel ya da politik ifadesiyle açıklanabilir ve bu iki ilişki arasında diyalektik bir karşılıklı etkileşim söz konusudur. Yani herhangi politik bir alanda da egemen üretim tarzı ve ilişkilerine dair bir “yeniden üretim” süreci de hakimdir ve politik alan ekonomik ilişkilerin seyrine etki edebileceği gibi ekonomik alan doğrudan ya da dolaylı olarak politik alanda karşılığını bulur.

Bireysel isteklerin tarihsel olayların gelişimindeki rolüne dair de Engels determinist ve edilgen tarih anlayışını eleştirerek bütünlüklü anlatımını zenginleştirir:

…ikinci olarak, tarih öyle bir yolda ilerler ki, son sonuç, her zaman, bireysel birçok istenç arasındaki çatışmalardan doğar; o istençlerin her biri de, bir sürü özel yaşam koşulunun ürünüdür. Böylece, bir bileşkeyi -tarihsel olayı- belirleyen, birbiriyle kesişen sayısız güçler, o güçlerin oluşturduğu sonsuz bir paralel kenarlar serisi vardır. Bu da tümüyle bilinçsizce ve istençsiz işleyen bir gücün ürünü sayılabilir. Çünkü her bireyin istediği şey başka herkesçe engellenir ve ortaya çıkan hiç kimsenin istemediği bir şeydir. Tarih şimdiye değin işte böyle doğal bir süreç tarzında ilerlemiştir ve kökünde aynı devinim yasalarına uyar. Ama birey istençleri, her biri kendi fiziksel yapısı ve dış, son uğrakta ekonomik, koşullarca (ya kendi kişisel koşullarınca ya da genel olarak toplumunkilerce) istemeye itildikleri şeye erişemeyip genel bir ortalamada, ortak bir bileşkede kaynaşırlar; ancak, bundan birey istençlerinin sıfıra eşit oldukları sonucu çıkarılmaması gerekir. Tersine, bileşkeye her biri katkıda bulunur ve bileşkede o oranda içerilir.[8]

Engels bu değerli mektubunu genç takipçilerinin düştükleri yanılgıya dair sorumluluğun bir kısmını alarak bitirir:

Gençlerin bazen ekonomik yanı ona uygun olandan daha çok vurgulamaları olgusundan Marx’la benim de kısmen sorumlu tutulmamız gerekir. Hasımlarımız karşısında onların yadsıdıkları ana ilkeyi vurgulamamız gerekiyordu, ne var ki etkileşime katılan öbür etkenleri onlara uygun ölçüde vurgulayacak ne zaman, ne yer, ne de fırsat bulabildik.[9]

Franz Mehring’e yazdığı mektupta Engels politik, hukuksal vb. kavramların temel ekonomik olgulardan çıkarılmasına değinirken görüşlerini tutarlılıkla yineler. İdeolojinin gelişimi ve düşünce sürecine dair örnekler veren Engels, ideolojik alanların tarihe etkisinin yadsındığına dair eleştirilere cevap verir. Düşünsel süreci ele alan Engels, felsefe dünyasından örnekler vererek düşünsel alanda alınan zaferlerin dahi düşünsel sınırlar içerisinde kalabileceğini açıklar. Son kertede belirleyici olansa yine ekonomik ilişkilerdir. Ancak ideolojik alanların da etkisini yadsımayarak yine karşılıklı diyalektik ilişkiyi işaret eder.

Tarihsel bir ögenin başka –sonunda ekonomik- nedenlerle bir kez ortaya çıktıktan sonra tepki gösterdiğini, çevresi ve hatta kendisini doğuran nedenler üzerinde etkili olabildiğini bu beyefendiler çoğu kez amaçlı olarak unutuyorlar. [10]

Engels, derlemeye dahil edilen son mektubunu W. Borgius’a yazar ve ünlü ekonomistin tarihsel materyalizmin önemli yönlerine dair sorularını yanıtlar. İlk cevap ekonomik ilişkiler, kapsamı ve etki alanına dairdir:

Toplum tarihinin belirleyici ana etkeni saydığımız ekonomik ilişkilerden, belli bir toplumdaki insanların kendi geçim araçlarını üretme ve (işbölümünün var olduğu ölçüde) ürünleri değişme tarzını anlıyoruz. Bundan ötürü o ilişkiler bütün üretim ve ulaştırma tekniğini kapsar. Bizim anlayışımıza göre bu teknik, ürünlerin değişim ve ayrıca bölüşüm tarzını, bu nedenle, soysal (gentile) toplumun çözülmesinden sonra, sınıflara bölünmeyi, dolayısıyla egemenlik ve kulluk ilişkilerini, sonuç olarak devleti, politikayı, hukuku vb. de belirler. Ekonomik ilişkiler, üzerinde işledikleri coğrafi tabanı ve daha önceki ekonomik gelişme aşamalarının gerçekten aktarılmış ve varlıklarını çoğu zaman yalnız bir gelenek veya eylemsizlik (inertia) sonucu olarak sürdüren kalıntıları ve doğal olarak bu toplum biçimini kuşatan dış çevreyi de kapsar.[11]

Bilim ve tekniğin karşılıklı etkilerine değinen ve bilimler tarihini inceleyen düşünürlerin teknik ihtiyaçların bilimsel gelişmeye etkisini görmezden geldiğini söyleyen Engels bu diyalektik ilişkiye dair çarpıcı örneklerle devam eder. Yine şu ünlü pasaj bu bölüm için yeterlidir:

…ekonomik durum otomatik bir etki yaratmaz; tersine, insanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ne var ki kendilerini koşullandıran belirli bir çevrede ve önceden var olan gerçek ilişkiler temeline dayanarak yaparlar. Bunlar arasında anlamayı (understanding) tek başına başlatan ana düşünceyi biçimlendiren ekonomik ilişkiler -politik ve ideolojik öbür ilişkilerden ne kadar çok etkilenebilir olurlarsa olsunlar- gene de eninde sonunda belirleyici olanlardır.[12]

SONUÇ

Toparlayacak olursak, insanlık tarihinin gelişim yasası Marx ve Engels tarafından tarihsel materyalist tarih anlayışıyla en yalın haliyle ortaya çıkarıldı. Bu gelişim yasasına göre maddi yaşam araçlarının üretimi insanlık tarihinin gelişimi için “temel belirleyici etken”dir. Felsefi, bilimsel, politik, hukuksal vb. ilerleme süreçleri ise bu temel belirleyici etken olan maddi yaşam araçlarının üretimi ve bu üretim süreci içerisinde ortaya çıkan üretim ilişkileriyle birlikte gelişir. Ancak hem Marx’ın asla söylemediği hem de Engels’in mektuplarda sıklıkla itiraz ettiği gibi ekonomik ilişkilerin esas belirleyici unsur olması onun dışındaki ilişkilerin etkisizliğini göstermez. Bu yöndeki eleştiriler, materyalist tarih anlayışının karşısında yer alan düşünürlerin en kibar ifadeyle çarpıtmasından ibarettir. Bugün bile çeşitli neo-marksist ya da post-marksist teorisyenler Marksizmi güncelleme iddiasıyla “Marksizmin determinist tarih anlayışından kurtarılmasına” ya da sınıfsal eşitsizliklere “ekonomik ilişkiler dışında sebepler bulmaya” kafa yoruyor. Ancak materyalist tarih anlayışı ne deterministtir ne de indirgemeci. Politik, hukuksal ya da düşünsel üstyapı unsurları da maddi yaşamın üretimine etkide bulunabilir. İnsanlık tarihinin ilerlemesi de ancak bu karşılıklı etkileşim süreçleriyle açıklanabilir. Bu diyalektik sürecin kavranamaması ekonomik etkenlerin “otomatik etki yaptığı” veya “biricik etken olduğu” gibi çeşitli yanılgılara düşülmesine sebep olur. Engels’in Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar derlemesi de bu karşılıklı etkileşim süreçlerinin kavranışı açısından iyi bir yardımcı kaynak olabilir.

 

[1] Timur, Taner (2014) Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, İstanbul: Yordam Kitap, sf. 175

[2] Feuerbach, Ludwig (2004) Hıristiyanlığın Özü, Çeviren: Devrim Bulut, Ankara: Öteki Yayınevi, sf. 36

[3] Engels, Friedrich (1992) Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Çeviren: Sevim Belli, Ankara: Sol Yayınları, sf.18

[4] Marx, Karl (1979) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çeviren: Sevim Belli, Ankara: Sol Yayınları, sf. 25

[5] Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, sf. 25

[6] Engels, Friedrich (2018) Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar 1890-1894, Çeviren: Öner Ünalan, İstanbul: Kor Kitap, sf. 10

[7] Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar, sf. 13

[8] Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar, sf. 15

[9] Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar, sf. 16

[10] Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar, sf. 30

[11] Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar, sf. 35

[12] Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar, sf. 37