Arif Koşar

Üzerinden pek geçmedi. Çok genç kuşak dışında herkesin hatırladığı -devam eden- siyasal deneyimlerden birisidir Yunanistan’ın SYRIZA’sı. Türkiye solunun çok büyük bir kısmınınheyecanla desteklediği, seçim zaferini adeta kutladığı, Türkiye için de örnek deneyim olarak pazarladığı; karizmatik, kravatsız, genç, yakışıklı Çipras’ın partisi SYRIZA.

25 Ocak 2015’te krizin yarattığı sefalet ve öfke dalgası içerisindeRadikal Sol Koalisyon (SYRIZA) oyların yaklaşık yüzde 35’ini alarak seçimlerden zaferle çıkmıştı. Sağ milliyetçi bir parti olan ANEL ile yaptığı ittifak sonucu hükümeti kurmuştu. Yunanistan’da kriz sürecinde artan yoksulluk, işsizlik ve genel olarak kemer sıkma önlemlerine karşı yükselen militan mücadele dalgası, bir bakıma siyasal alanda karşılığını SYRIZA’da buldu. SYRIZA kemer sıkma karşıtı talepleri savunan, ancak bunların uygulanması için Euro Bölgesi’nden çıkmak, bankaları kamulaştırmak vb. gerekli koşulları sağlayacak köklü talepleri ileri sürmekten kaçınan reformcu bir parti olarak, bu büyük siyasal öfke halinin düzene yedeklenmesini sağladı. Klasik merkez sağ (Yeni Demokrasi) ve merkez sol (PASOK) partilerinin kriz sürecinde itibar yitirip küçüldükleri bir dönemde işçi hareketi ve halkın mücadeleci tutumunun anti-kapitalist bir siyasal hatla birleşmesini engelledi. Emperyalizme bağımlı bir Troyka partisi olarak işlev gördü. En büyük -karşı-devrimci- “başarısı” isedevrimci dalganın düzene yedeklenmesi ve Troyka’nın kemer sıkma politikalarının “sol” bir söylemle yaşama geçirilmesi oldu.

Peki, SYRIZA, nasıl oldu da “solun Avrupa’daki zaferinin başlangıcı” olma konumundan bugün Troyka ile işbirliği halindeki bir hükümet haline geldi? “Klasik bir sosyalist parti olmadığı” ifade edilen, günümüz dünyasının yeni gerçekliğini anladığı, buna uygun bir politik hattı savunduğu ileri sürülen ve bu açıdan “kitlelere dayanan bir sol parti” olma özelliği gösteren SYRIZA, nasıl savunduğu taleplerden vazgeçti ya da kimilerine göre “vazgeçmek zorunda kaldı”?

Bunda Troyka’nın kaçınılmaz olan baskıları mı belirleyici idi, yoksa Euro Bölgesi ve Avrupa Birliği’nden kesinlikle çıkılmayacağını, bu birlikler içinde çözüm bulunacağını savunan SYRIZA’nın reformist politik ufku mu?

Bu makalenin iki amacı vardır: Günümüz toplumsal hareketleri içerisinde bir başarı hikayesi olarak sunulan SYRIZA modeli ve çizgisinin kapitalizm dışına çıkmasının mümkün olmadığını; ikincisi ve daha önemlisi halkın çeşitli taleplerini dile getirmenin devrimci hedeflerle bağlanmadığı sürece uluslararası kapitalizmin sınırları içinde kalacağını, bu yönüyle de taleplere “ihanet” edilmesinin kaçınılmaz olduğudur.

İKTİDARA GELMEDEN ÖNCE SYRIZA

ABD’de patlak veren 2008 Krizi kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına aldı. Dünya emperyalist ilişki ağı içindeki konumlarına bağlı olarak ülkeler krizden farklı biçimlerde etkilendi. Euro para birimi rejimine geçiş ile Alman (ve bir ölçüde Fransız) emperyalizminin açık bir hegemonya kurduğu Avrupa Birliği içinde kimi ülkeler, dışa daha bağımlı hale gelmiş, ulusal tarım ve sanayileri Gümrük Birliği ile oldukça zayıflamıştı. Hem ABD’de hem de diğer kapitalist ülkelerde kriz karşısında hükümetlerin ilk işi tekelleri kurtarmak üzere kaynak transferleri yapmak olmuştur. Devlet hazineleri bu kurtarma paketleri sonucu büyük bir yükle karşı karşıya kalmış, kamu borçları rekor düzeylere yükselmişti. Böylece ABD’de patlak veren kriz, Avrupa’nın bütçe dengesi sorunlu ülkelerinde borç krizi olarak karşılık buldu.

1929 kapitalist krizinden farklı olarak 2008 krizinin ardından uluslararası sermaye ve hükümetler, liberal politikalardan Keynesyen tüketimi artırıcı politikalara yönelmedi. Hem borç krizi içine giren ülkelerde hem de genel olarak 2008 krizinin etkilediği ülkelerde krizin yükünü emekçilerin üzerine yıkmak üzere kemer sıkma politikaları uygulamaya konuldu.

Yunanistan, 2008 krizinin ardından dünya ekonomisindeki durgunluktan etkilenen ülkelerinin başında geliyordu. Görece olarak zayıf bir sanayiye, ağırlıklı olarak hizmet sektörüne ve turizme dayanan, tarımı AB politikaları ile tarumar edilmiş bir ülke olarak krizle karşı karşıya kaldı. Turizm gelirlerinin ve dış borç alma olanaklarının azalması sonucu zaten sorunlu olan bütçe dengesi iyice bozuldu, kamu borçları zirve yaptı. Borçlanılan kurumların başında Alman bankaları geliyordu. Şirketlerin art arda iflaslarıyla işsizlik hızla yükseliş trendine girdi. Ülke iflas noktasına gelmişti. Avrupa ortak para birimi olarak Euro’ya geçildiği için devalüasyon şansı da olmayan Yunanistan’a çözüm olarak Avrupa Birliği, IMF ve Avrupa Merkez Bankası temsilcilerinden oluşan Troyka heyetinden gelecek kurtarma fonu sunuldu.

Böylece 2007 ile 2013 arasında Yunanistan’da asgari ücret % 22 ila 33 arası düştü, toplu sözleşme hakkı geriletildi, maaşlar % 25 azaldı. Aynı dönemde, GSYİH % 25 geriledi, işsizlik 2009’da % 9’ken 2014’de % 29’a, gençlik arasında ise % 25’den % 50’ye yükseldi. Devletin harcamaları 2009 ile 2014 arası % 40 oranında düştü. Ama devletin borç yükü, düşen gelirler ve ekonominin kötü performansı yüzünden GSYİH’nin % 175’ine varmıştı. Sonuç olarak, 2012’de halkın % 35’i yoksulluk riski içinde yaşıyordu, 300 bin evin elektriği yoktu ve 2,5 milyon kişi sağlık sigortasız kalmıştı.[1]

Yunanistan hükümetleri ile Troyka arasında imzalanan “kurtarma paketleri”ne göre Yunanistan, bütçe dengesini sağlamak ve harcamalarını kısmak üzere büyük bir kemer sıkma ve yeniden yapılanma programını yürürlüğe koyacaktı. Troyka, kurtarma paketi için ileri sürdüğü şartlarla, halk tepkisi ve protestolara rağmen, adeta Yunan ekonomisindeki bütün kritik kararların belirleyici ve denetçisiydi.

Troyka’nın dayattığı politikaların başında kamu harcamalarının kısılması, memur maaşlarının düşürülmesi, emekli aylıklarında kesintiler, ikramiyelerin kaldırılması, kamuda istihdamın azaltılması ve tasarruf için belediye ve yerel idarelerin birleştirilmesi geliyordu. Ayrıca bütçe gelirlerini artırmak üzere KDV oranlarının yükseltilmesi, benzin ve tütün gibi ürünlerdeki vergilerinin artırılması kararlaştırılmıştı. Erken emeklilik sınırlandırılmış ve emeklilik yaşı 65’e yükseltilmişti. Eğitim, sağlık, emeklilik alanlarında yeniden yapılandırma ile bu alanlardaki kamusal yapının tasfiyesi süreci hız kazandı.

Troyka’nın dayatmaları ile gelirlerin dramatik bir biçimde düştüğü, işsizlik ve yoksulluğun doruk noktasına ulaştığı Yunanistan’da, halkın kemer sıkma politikalarına karşı öfkesi giderek artıyordu. Art arda gelen seçimlerde kemer sıkma karşıtı politikaları savunan partilerin oyları artıyordu.

2008 krizinin ardından yapılan ilk seçimlerde iktidardaki merkez sağ Yeni Demokrasi Partisi, önemli oranda oy kaybederek seçimlerden ikinci parti (yüzde 33’lük oy oranı ile 300 sandalyeden 91’ini aldı) olarak çıktı. Yüzde 44 oy alan ve sandalye sayısını 160’a çıkaran merkez sol parti PASOK seçimlerin galibi oldu. SYRIZA ise yüzde 5 oy alarak 13 sandalye kazandı. Kurulan PASOK hükümeti 2010’da borç krizinin ayyuka çıkmasıyla birlikte Troyka ile ilk büyük kurtarma paketi konusunda anlaşmaya vardı. Kemer sıkma uygulamalarının halkın büyük tepkisini çekmesi üzerine erken seçime gidildi. Programını uygulayan PASOK’un 2012 seçimlerindeki oy oranı yüzde 44’ten yüzde 13’e düştü. Yeni Demokrasi Partisi de yüzde 19 ile büyük oy kaybı yaşamasına rağmen seçimlerin birinci partisi oldu. Seçimin asıl sürprizi ise SYRIZA’nın yüzde 17 oy alarak 52 sandalye kazanmasıydı. Seçim sonucunda hükümet kurulamayınca 17 Haziran’da yeni bir seçim daha yapıldı. Haziran seçimlerinde Yeni Demokrasi oy oranını yüzde 30’a çıkarttı. SYRIZA da oyunu önemli ölçüde arttırarak yüzde 19’dan yüzde 27’ye çıkardı. Kemer sıkma programını savunan Yeni Demokrasi ve PASOK önemli oranda oy kaybederken SYRIZA adım adım yükseliyordu.[2]

Yunanistan’da kemer sıkma önlemlerine karşı çıkan başkaca sol güçler de vardı. Bunların başında Yunanistan Komünist Partisi (KKE) geliyordu. KKE kriz karşısında büyük bankalara ve tekellere el konulmasını öngören sosyalist bir program öneriyordu. Programatik olarak doğru bir perspektif sunmakla birlikte halkın acil talepleri ve mücadelesinden uzak duruşu ve sekterliği ile halk hareketi ile birleşme başarısı gösteremiyor, böyle bir yönelime de girmiyordu. Sendikalar ya da diğer sol partilerin tutumlarını gerekçe göstererek kemer sıkma programına karşı yapılan ortak eylemler ve mücadeleden uzak durmayı tercih etti. Genel programının taleplerini ileri sürerken bunları acil taleplerle birleşecek bir biçimde sloganlaştırmaya ve kitlelerin günlük yaşamlarıyla buluşturmaya çalışmadı. Sosyalist önlemlere geçiş niteliği taşıyan, halkın genel kitlesini kazanacak ve mücadeleye sevkedecek geçiş taleplerini formüle etmedi, genel bir gelecek programı ve sosyalizm çağrısıyla sınırlı kaldı. 2012 seçimlerinde yüzde 8.48 olan oy oranı 2015’te 5.5 civarında seyretti.

SYRIZA ise halkın günlük ve acil taleplerine yanıt verecek talep ve sloganlarla ortaya çıktı. Ancak onun toplam platformu, kapitalizmi aşmak bir yana Yunanistan’ın emperyalist bağımlılık ilişkilerini değiştirecek anti-emperyalist bir ufka bile sahip değildi.Halkın devrimci öfkesini düzen içi bir platforma çekme ve onu sönümlendirme gibi kritik bir karşı-devrimci işlev görüyordu. SYRIZA’nın mevcut kölelik ilişkilerine dokunmadan, AB ve Euro Bölgesi’nin boyunduruk altına alıcı temel neoliberal metin ve anlaşmalarını reddetmeden bu talepleri yaşama geçirme şansı yoktu, ama varmış gibi davranarak halkı aldattı. Dolayısıyla talepleri ile siyasal platformu arasındaki çelişki, kaçınılmaz bir biçimde ihanetle sonuçlanacaktı ve öyle de oldu.

Bu çelişkili durumu ele almak için SYRIZA’nın iktidar olduğu 2015 Ocak’ındaki seçimlere katılmadan önce 15 Eylül 2014’te açıkladığı Selanik programına daha yakından bakmakta fayda var:

– “Avrupa Borç Konferansı” çerçevesinde kamu borcunun sürdürülebilir olması için nominal değeri üzerinden büyük bir kısmının silinmesi. 1953’te Almanya için yapılmıştı. Güney Avrupa ve Yunanistan için de yapılabilir.

– Borcun kalan kısmının geri ödemesinin bütçe fazlasıyla değil de büyümeyle finanse edilebilmesi için “büyüme şartının” getirilmesi.

– Kaynakların büyüme için kullanılabilmesi amacıyla borç ödemede ciddi bir öteleme süresi verilmesi.

– Kamu yatırımlarının İstikrar ve Büyüme Paktı kısıtlamalarından muaf tutulması.

– Kamu yatırımları için Avrupa Yatırım Bankası’nın kaynak sağlayacağı yeni bir “Avrupa Anlaşması” yapılması.

– Avrupa Merkez Bankası’nın, devlet tahvillerinin doğrudan satın alınması yoluyla parasal genişleme sağlaması.

– Bu plan temelinde, ülkemize kalan borcu toplumu gelirden mahrum bırakacak faiz dışı fazladan değil de yeni zenginlik yaratarak ödeyebilsin diye borç sorununa toplumsal olarak uygulanabilir bir çözüm için savaşacağız ve bunu sağlayacağız.

Bu planla birlikte;

– Kamu yatırımlarını derhal en az 4 milyar Euro arttırarak

– Memorandumun tüm adaletsizliklerini kademeli olarak tersine döndürerek

– Tüketimi ve talebi arttırmak için emekli ve çalışan maaşlarını kademeli olarak arttırarak

– Küçük ve orta ölçekli işletmelere istihdam için teşvikler sağlayarak ve çevre ve istihdam şartları karşılığında sanayinin enerji maliyetini sübvanse ederek

– Geçtiğimiz yıllarda göç eden çok sayıda genç bilim insanını geri getirmek için bilgi, araştırma ve yeni teknolojilere yatırım yaparak

– Refah devletini yeniden inşa ederek, hukukun üstünlüğünü yeniden sağlayarak ve liyakate dayalı bir devleti kurarak toparlanması ve üretici bir şekilde yeniden inşa edilmesi için ülkeye güvenle rehberlik edeceğiz.[3]

Bu taleplerin gerçekleşmesi için kaynak neredeydi? Nasıl yapılacaktı? Örneğin buradaki talepler AB’nin varlık sebebi olan Maastricht kriterlerinin reddedilmesini gerektirir. SYRIZA, AB gibi emperyalist birlikleri halkların ortak mücadelesi ve demokratik birikiminin bir yansıması olarak gören liberal yaklaşımı benimsemişti. “Ulusal sınırların aşıldığı”, “küreselleşme çağı”nda Avrupa ölçeğinde ortaya çıkan “kamusal alan mücadeleye yeni olanaklar sunacaktı.” Bu nedenle AB’ye, hatta Euro Bölgesi’nin temellerine karşı olmak bir yana, meşru kabul edilmeli ve içinde demokratik bir mücadele verilmeliydi. Bu analiz, AB’nin hem kuruluş hem de sonraki gelişim sürecinde tekellerin belirleyici rolünü göz ardı ediyordu.

Bu liberal sol “Tekellerin Avrupa’sına karşı Halkların Avrupa’sı” dese bile AB’de tekellerin kontrolünü ve hegemonyasını öngören, neoliberal politikaların uygulanmasını zorunlu kılan temel anlaşmalarının tek bir ülkede -örneğin Yunanistan’da- reddedilmesini savunmuyordu. Ya tüm Avrupa bu anlaşmaları reddedip “halkların Avrupa’sı”nı kuracaktı ya da o zamana kadar birlik dağılmasın diye bu anlaşmaların varlığı pratik olarak kabul edilecekti.

Syriza’nın yaklaşımı ve resmi çizgisi ise Euro Bölgesi’nden çıkmak bir yana, “Yunan krizi ile sarsılan birliği” kurtarmaktı. Çipras, iktidara geldiği seçim öncesinde Financial Times’a yazdığı makalede AB’ye bağlılığını ifade ediyor, hedefinin Euro Bölgesi’nden çıkmak değil onu kurtarmak olduğunu belirtiyor ve Avrupalı tekellere kendisini kabul etmesi ve kaygılanmaması için güvence veriyordu:

Benim partim, siyasi istikrar ve ekonomik güvenlik için yeni bir sosyal kontrat vaat ediyor. Kemer sıkma politikasına son vererek demokrasiyi güçlendirecek, orta sınıfı yeniden ayağa kaldıracağız. Eurozone’u kurtarıp Avrupa projesini tüm kıtadaki vatandaşlar için cazip kılmanın da tek yolu bu.[4]

Euro Bölgesi’ni kurtarmak” ve “kıtadaki vatandaşlar için cazip kılmak”! Emperyalist ilişkileri parçalamak bir yana onu “kurtarıp” makyaj yapmayı vaat eden SYRIZA 25 Ocak 2015 seçimlerinde oyların %35’ten fazlasını alarak birinci parti oldu. Bu “başarı” sadece dünya genelinde değil Türkiye’de de büyük bir coşku yaratmıştı. Örneğin HDP Eş Genel Başkanları “Sevgili Alexis Çipras” diye başladıkları mesajda “…Elde ettiğiniz tarihsel zafer nedeniyle sizi ve şahsınızda tüm Yunanistan halkını kutluyoruz. Sahiplendiğiniz adalet, eşitlik ve özgürlük ilkelerinin, neo-liberal Troyka’nın Yunanistan halkına yaşatmış olduğu baskı cenderesini aşacağına inanıyoruz. Tüm dünyada ezilen halkların eşitliğini ve özgürlüğünü kendisine şiar edinmiş iki kardeş parti olarak, HDP-SYRIZA dayanışmasını ve stratejik işbirliğini önemsiyor; dünya halklarına küresel kapitalist sistem tarafından dayatılan her türlü baskı ve adaletsizliğin, dünyanın her yerinde açığa çıkan özgürlükçü ve eşitlikçi yapılarla kurulacak güçlü ittifaklar ve dayanışmayla bertaraf edileceğine inanıyoruz” diyordu.[5]

ÖDP Eş Genel Başkanları da “iki yakada benzer umutları dayanışma içinde büyütmeye çalıştıklarını” belirttiği SYRIZA’ya tebriklerini iletti. “SYRIZA’nın başarısı, insanlığa barbarlıktan başka bir şey vaat etmeyen kapitalizm karşısında halkın Avrupa’da ve yeryüzünün dört bir yanında gelişen yeni bir düzen kurma arayışının bir ifadesidir.” “Yunanistan’da kazanan umut oldu” diyen ÖDP, “Bu umut emekçilerin bu köhnemiş düzene mahkum olmadıklarını, değiştirmenin ve yeniden kurmanın mümkün olduğunu bir kez daha gösterdi. Şimdi bu umudu çoğaltmanın, yaygınlaştırmanın zamanı” mesajı vermişti. “Şimdi Avrupa’dan Türkiye’ye, Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya, emekten ve soldan yana olanların bu inancı büyütme ve gerçekleştirmeye dönük mücadeleyi yükseltme sorumluluğu her zamankinden daha büyüktür. SYRIZA bunun ilhamını vermektedir. Bu bilinçle ‘karşı yaka’daki arkadaşlarımızı tekrar kutluyor, bu zorlu ve onurlu yolda başarılar diliyoruz.[6]

Yine Yunanistan seçimleri sonrasında Rudaw’a konuşan dönemin ÖDP Eş Başkanı Alper Taş, SYRIZA’nın Marksist sol literatürde anlaşıldığı gibi bir parti olmadığını, Sovyet devrimi gibi bir devrim beklemenin de gerçekçi olmayacağını ifade ederek, “SYRIZA’yı emek yanlısı, sosyal politikalardan yana, sosyalizmi amaçlayan ama geçiş sürecini yani sosyalizmin maddi altyapısını oluşturmaya çalışan bir parti olarak görmeliyiz[7]değerlendirmesinde bulundu.

SYKP Merkez Yürütme Kurulu ise “Değerli yoldaşımız Çipras” diye başladığı mesajında “Yunanistan’da çiçek açan bu umut hepimizde engin bir sevinç ve heyecan yarattı. Tüm zorlukları ve emperyalist cendereyi, çelmeleri ve provakatif sıkıştırmaları aşmak için, sağlam direniş geleneğinizin ve ortaya koyduğunuz halk mücadele gücünüzün yanı sıra bizlerin enternasyonalist dayanışması ve desteğimiz, hep omuz başınızda olacaktır. Egemenlerin sultasını ve sermayenin saltanatını tüm coğrafyamızda ele ele geriletecek ve yıkacağız. Başarınızı aynı zamanda kendi başarımız olarak görüyor, sizleri ve halklarınızı sevgiyle, dostlukla selamlıyoruz” dedi.[8]

Öyle bir coşku havası vardı ki, Euro Bölgesi’nden çıkmayı bile göze alamayan reformist bir partinin dünyayı, en azından Yunanistan’ı değiştireceği umuluyordu. Avrupa solu -tabi ki sosyal demokratlaşmış reformist “sol”- bunu Avrupa’daki dönüşümün ilk adımı olarak çoktan ilan etmişti. Çünkü kendi programları da benzer ütopik, düzen içi bir platform üzerinde yükseliyordu.

Sabah Gazetesi Yazarı Emra Aköz’ün “Partinin işsiz kalmak ve kemer sıkmak yerine, bölüşüm temelli politikaları başarılı olursa… Diğer birçok ülke için model olacak[9] beklentisinden, İskender Özturhanlı’nın “SYRIZA’nın ‘iktidar yürüyüşü’nün bizler için de sonuçları olacak elbette. SYRIZA’nın, neo-liberal düzeni nasıl dönüştüreceği önemli… İşin en can alıcı kısmı, SYRIZA’nın sola vereceği ilham… Burada Gramsci-Laclau-Moffe geleneğine dönerek hegemonik güçlere karşı koşulların denkliği ilkesince bir ittifak, bir mevzi planı, bir hegemonya oluşturabilmenin en çarpıcı örneği anlamına geliyor[10] diyerek çıkardığı “radikal demokrasi” umuduna kadar Türkiye içinde de yansımaları oldu.

Öyle ki Syriza’nın reformizmine, düzen içi platformuna ve devrimci bir potansiyelin heba edilmesine karşı uyarı yapanlar devrimciler “mide bulandırıcı ilan edildi.” Aydın Engin şöyle diyordu: “Midem bulandı. Meğer ne kadar SYRIZA üstüne edecek lafı, kesecek hükmü, yapacak yorumu, gösterecek yol bilgisi olan varmış… Bir de soldan bakanlar, yani öyle baktığını iddia edenler var. Onların gözünde SYRIZA solcu filan değil. Onlar Yunanistan Komünist Partisi’nin çok bilmiş önderlerinden ödünç aldıkları bir niteleme ile SYRIZA’yı ‘emperyalizmin yedek gücü’ olarak tanımlıyor; ha bire ‘sistemin içinde kalarak sistemin değiştirilemeyeceğini’ yineliyorlar. ‘Güneş doğudan doğar, batıdan batar’ deseler bence daha yeni ve ilginç bir cümle kurmuş olacaklar. Söyledikleri ve yaptıkları SYRIZA’nın sistemi değiştirme, sosyalizm kuruculuğu yapmak gibi bir niyeti ve açıklaması olmadığını hınzırca göz ardı etmekten ibaret…[11]

Zaten sorun da buydu. Syriza bunları hedeflemediği sürece Troyka’nın oyuncağı olmaya mahkumdu. Aydın Engin, Syriza’yı eleştirenleri suçlarken hayat tarafından da hızla kanıtlanan bu gerçeği “hınzırca göz ardı” ediyordu. Ayrıca KKE’nin de eleştiri konusu edildiğini…

SYRIZA’ya daha hayırhah bir destek de söz konusuydu. SYRIZA’nın düzen içi platformunun farkında olan ve onu eleştiren Yıldızoğlu, “SYRIZA’nın sınırlarını baştan saptamış, ‘ne kadar direnirse, ne koparırsa kâr’ anlayışıyla desteklemiş, SYRIZA’yı iktidara getiren ortamda, ‘bir tarihsel blok oluşturma fırsatı yakalanabilir mi?’ diye düşünmüş olanlar da var. Bu kesim için, süreç tamamlanmadı; beş aylık direnişin, pazarlıkların getirdiği dersler, kimi siyasi ideolojik kazanımlar da var[12] diyordu. Ancak SYRIZA’nın sınırlılıkları düşünülenden daha fazla olduğu gibi, nesnel misyonu da kapitalizme karşı gelişebilecek bir hareketin düzen içi bir platformda tutulmasıydı. Bu SYRIZA’nın sınırlılıklarının ötesinde Yunanistan’da tarihsel bir dönüm noktasındaki onun karşı devrimci “başarısı” idi.

İKTİDARDAKİ SYRIZA

SYRIZA iktidara geldiği ilk günlerde Troyka’ya direneceği yönünde izlenim vermiş olsa da oldukça hızlı bir biçimde tavizler vermeye başlamıştı. Seçimlerin hemen ardından başlayan Troyka ile görüşmelerde SYRIZA’nın ilk geri adımı, borcun -en azından bir kısmının silinmesi- talebinden vazgeçilmesi ve tamamının üstlenilmesi oldu. Maliye Bakanı Varoufakis başkanlığındaki heyetle Troyka arasındaki görüşmelerin oldukça gergin geçmesi, SYRIZA’nın dişli bir müzakere sürecine gireceğini umudunu yarattı. Ancak bir süre sonra Troyka tarafından istenmeyen adam ilan edilen Varoufakis görüşmelerin sağlığı için istifa etti. Çipras, bu istifayı kabul etti ve yerine ılımlı bir kişi olarak bilinen Theokarakis’i atadı.

Çipras’la daha sonra yaşadığı gerilime rağmen Varoufakis’in yaklaşımı SYRIZA’dan farklılık göstermiyordu. Borçların tamamının kabul edilmesini ancak yapılandırılmasını öneriyordu.Ona göre; Avrupa hükümetlerinin desteği ile Troyka mantıklı bir programa ikna edilebilir ve mevcut krizden birlikte çıkılabilirdi. Yunanistan krizinin kemer sıkma yerine talebi arttırıcı önlemlerle aşılması Avrupa’nın ortak geleceği ve birliği açısından önemli olduğundan -özellikle Almanya’nın müdahalesiyle- Troyka da bu mantıklı çıkış planına ikna olabilirdi: “Biz Troykanın kendi yöntemlerinin yanlışlığını göreceğini hiçbir zaman beklemedik… Biz, Avrupalı ortakların, özellikle Başbakan Merkel’in müdahale edeceğini umduk.[13] Varoufakis bu umutla pazarlık aşamasında bile AB’den ve Euro Bölgesi’nden çıkma kozunu baştan itibaren kaybetmiş oluyordu. Varoufakis henüz iktidara gelmeden önce de uluslararası sermayeye Syriza’nın emperyalist-kapitalist dünya sistemi için herhangi bir tehlike oluşturmayacak liberal “sol” bir parti olduğu konusunda güvence vermişti: “Avrupa ya da ABD için kötü bir şey olmayacak. ABD için yaşamsal bir değişiklik olmayacak… SYRIZA NATO’dan ayrılma ya da Amerikan askeri üslerini kapatma niyetinde değil.” SYRIZA üyesi olmayan ama SYRIZA tarafından en önemli görevlere getirilen bu ana akım iktisatçısı, solun atfettiği büyük misyona karşın SYRIZA’nın konumunu da özetliyordu. Varoufakis, Observer’daki röportajında bir kez daha “sosyalizm olasılığı olmadığını” vurgularken “Bunalım döneminin devrimci bir dönem olduğuna inanmıyorum. … Yarar görenler, yalnızca Naziler, ırkçılar, yobazlar, insanları sevmeyenlerdir” diyordu.[14]

Bütün bunlara rağmen SYRIZA’nın Troyka’nın baskılarını kabul etmesinin ardından Varoufakis, Yunanistan’daki “seçimlerin gerçek kazananının alacaklılar ve Troyka” olduğunu söylemekten imtina etmedi. Guardian’daki yazısında Varoufakis, “Çipras kazanmak için tüm eleştirilere karşı koydu fakat baştan kaybetmeye yüz tutmuş politikalarını hayata geçirmek zorunda” diyordu. Bu politikaları ise şöyle tanımlıyordu: “Sermaye piyasasına erişimi olmayan, likidi olmayan küçük işletmeler, 2016 yılında öngörülen karlarından bu yılın vergileri için ön ödeme yapmalı. Ev sahipleri satamayacakları daireleri, dükkânları için çok fazla emlak vergisi ödemek zorunda kalacak. KDV artırımı, KDV kaçaklığını artıracak. Troyka haftalarca resesyon ve topluma zararı dokunan politikalar talep edecek, emeklilik maaşlarında kesinti, düşük çocuk bakım parası ve daha fazla haciz.[15]

SYRIZA müzakereleri başlatırken “Memorandum” diye bilinen eski programı artık kabul etmeyeceğini açıklamıştı. Ama dediği gibi olmadı. Borçların büyük kısmının silinmesi talebinden daha ilk görüşmede vazgeçti, borç toplamını olduğu gibi kabul etti. Sadece ödeme koşullarında ve faizlerde revizyon önerdi. Kemer sıkmanın sürdürüleceği; ancak hafifletileceği ifade edildi. Memorandum’da (önceki anlaşmada) yer alan yapısal reformların tümüyle reddi yerine, yüzde 70’inin sürdürüleceği belirtildi. Ancak, bunlar yetmedi. Troyka, eski programın kabulünü ön-şart olarak görüyordu. Almanya Maliye Bakanı Schauble tartışmasız liderliği üstlendi ve hiç ödün vermedi. Çünkü Troyka ve Avrupalı emperyalistler sadece ekonomik değil siyasal olarak da Yunan halkına bir ders vermek, dayatmayla ödün koparmanın örnek olmasını önlemek ve Avrupa’da etkili olabilecek Troyka karşıtı havayı dağıtmak istiyordu. SYRIZA ültimatomu kabul etti. Metin, Avro Bölgesi Maliye Bakanları, IMF ve Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB’nin) ve Yunanistan’ın ortak belgesi olarak ilan edildi.[16]

İktidarının ilk 6 ayına bakıldığında; Selanik Programı’nda dile getirdiği acil önlemler ertelendi. Emekli maaşlarında düzenlemeye gidilmedi, asgari ücreti yapılandırmadı, özelleştirme kararları devam etti, kemer sıkma programları sürdürüldü, eğitim, sağlık, barınma ve bölgesel gelişme için yeterli fon ayrılmadı. SYRIZA özelleştirmeyi durdurma sözü vermişti ama daha ilk aylarda 3.2 milyar Euroluk kamu arazisini özel sektörün hizmetine sundu. Zaten sınırlı olan kamu kaynaklarını orduya devretmeyi kabul etti; buna Yunan Hava Kuvvetleri’ni yenilemek için ayrılan 500 milyon Euroluk yatırım da dahil. SYRIZA, ulusal emekli maaşı fonunun ve kamu haznedarlığının bir milyar Avrosunu Troyka’ya ödeyeceği borç için kullandı. KDV’yi yiyecek gibi temel ürünlerde azaltmayı vaat etmişti ama bunu yapmadı. SYRIZA hükümeti iyi bilinen bütün vergi kaçakçılarına yasadışı servetlerini ellerinde tutmalarına ve bu kişilerin yurtdışındaki varlıklarına ülkenin “birikmişi”nden daha büyük payların aktarılmasına izin verdi. Mayıs 2015’e kadar SYRIZA borç ödemelerini denkleştirmek için adeta hazineyi boşalttı; böylece emeklileri ve kamu sektöründe çalışanlara maaşlarını ödeyecek bütçe kalmamıştı.[17]

Syriza’yı yakından takip eden James Petras’a göre; “En başından beri SYRIZA, her ne kadar ‘ilkeli direnişçi’yi oynasa da Troyka’nın taleplerine boyun eğiyor. İlk önce Troyka’ya ‘uluslararası partner’ diyerek Yunan halkına yalan söylediler. Troyka’nın kemer sıkma yanlısı memorandumunu ‘müzakere belgesi’ olarak göstererek yine yalan söylediler. SYRIZA’nın bu yalanları itibarını kaybetmiş önceki sağ rejimin gözden düşmüş ‘çerçeve’sinin devamı olduklarını gizleme amacından kaynaklanıyordu.[18]

Avrupa Parlamentosu’na SYRIZA listesinden milletvekili olarak seçilmiş olan Manuel Glezos de SYRIZA’dan istifa ederken şunları söylüyordu: “Troyka’ya ‘kurumlar’, memorandum’a da ‘anlaşma’ diyerek programın özünü değil, terminolojisini değiştirmiş olursunuz. SYRIZA’nın sözlerini tutacağı yanılgısına katkı yaptığım için Yunan halkından şahsen af diliyorum.[19]

Ancak SYRIZA içine de yansıyan büyük tartışmalar 5 Temmuz 2015 tarihinde yapılan, SYRIZA’nın da “hayır” çağrısı yaptığı referandumun ardından oldu. Troyka dayatmalarının oylandığı referandumda halkın yüzde 61’i “hayır” oyu kullandı. Ancak referandumdan birkaç gün sonra Başbakan Çipras, Troyka’nın anlaşmalarını kabul edeceğini ima eden bir açıklama yaptı. Hemen ardından Troyka dayatmalarını kabul eden kimi kararlar Meclis’ten SYRIZA’nın oyları ile geçirildi. Karşı çıkan ve eleştiren bütün bakanlar ve danışmanlar, “genç, yakışıklı ve demokrat Çipras” tarafından 17 ve 18 Temmuz’da görevden alındı. Toplam 10 yeni bakan ve danışman görevlendirildi.[20]

Kopuş noktası ise Ağustos ayında yeni Memorandum’un kabul edilmesi oldu. Böylece SYRIZA’nın Selanik Programında dile getirdiği “Sorumluluğu üzerimize alıyoruz ve bu nedenle müzakerenin sonucundan önce ve sonucunda ne olursa olsun iktidarımızın ilk günlerinden itibaren Memorandumun yerini alacak bir Ulusal Yeniden İnşa Planı için Yunan halkına söz veriyoruz” sözü de rafa kaldırılmış oluyordu.

20 Ağustos 2015’te Yunan hükümetinin Avrupa Merkez Bankası’na 3,2 milyar Euroluk bir borç ödemesi vardı. Bu ödeme yapılacaksa, ki SYRIZA çoğunluğuna göre yapılmalıydı, kaynak ancak 3. Memorandum’un imzalanması ile bulunabilirdi. 4 Ağustos’ta Troyka ile yapılan görüşmelerde, yeni bir Memorandum için grev hakkının kısıtlanması ve işçilerin haklarının daha da kesilmesinin zorunlu olduğu ifade edildi. 11 Ağustos 2015’te 3. Momerandum konusunda mutabakata varıldı. 14 Ağustos’ta SYRIZA içindeki sol platformun muhalefetine rağmen Yunan Parlamentosu tarafından kabul edildi. Buna göre; köylülüğe verilen destek kesilecek, emeklilik sisteminde muazzam kesintiler uygulanacak, sosyal yardım sisteminde yıllık %0,5/GSYİH oranında tasarruf, yani kesintiler yapılacak, büyük çapta özelleştirmeler Troyka’nın kontrolü altında olan bir özelleştirme kurumu tarafından yürütülecek ve elde edilen gelirlerin çoğu alacaklılara aktarılacak. Ekonomi daha da liberalleştirilerek küresel tekellere açılacak, bütün önemli iktisadi ve siyasi kararlarda önce Troyka’ya danışılacak ve Troyka her 3 ayda bir Memorandum düzgün uygulandı mı diye kontrol edip Yunanistan’a ona göre para verecek. Ayrıca Yunanistan yılda bir kez yıllık mali planını kontrol edilmesi için AB Komisyonuna sunacak.[21]

SYRIZA’nın Troyka ile yaptığı anlaşma uyarınca üçüncü “kurtarma paketi” meclisten oy çokluğuyla geçerken SYRIZA içerisinde 43 vekil pakete destek vermedi. Ancak SYRIZA, Avrupa Birliği yanlısı partilerin desteği ile paketin oy çokluğu[22] ile geçmesini sağladı.[23]

Memorandumun Mecliste kabulünden sonra SYRIZA içindeki sol platform, memoranduma karşı mücadeleyi sürdüreceğini açıkladı. 13 SYRIZA üyesi vekil anlaşmanın onaylanmasından sonra yaptığı açıklamada şunları söyledi:

Yeni memoranduma karşı ülkenin her köşesinde savaş başlıyor. Memorandum’un imzalanması Yunan halkı ve demokrasi için yıkıma eşittir. Yunan halkının neoliberal politikaların fermanına karşı 5 Temmuz referandumundaki tavrı saklı durmaktadır.

“Bizim kemer sıkma reçetelerini def edene kadar 5 Temmuz’un yolundan devam etmemiz gereklidir. Demokratik Yunanistan için alternatif planlar yapılarak yeniden inşa gerçekleşmeli ve sosyal adalet sağlanmalıdır.

“Biz ulusal çapta bir memorandum, kemer sıkma karşıtı hareket yaratmaya çağırıyoruz. Halkın arzuladığı Sosyal adalet ve demokrasiyi uygulamak için birleştirici bir hareket kuracağız.[24]

Bu memorandum’un üç temel özelliğinden bahsedilebilir: “(1) Üçüncü Memorandum, kemer sıkma hedefleri ve yöntemleri bakımından PASOK ve Yeni Demokrasi hükümetlerince imzalanan öncekiler kadar ağırdır. (2) Osmanlı’nın Düyun-u Umumiyesi’ni aratabilecek yepyeni bir kurum (yönetimi Troyka’da olan Yunan Cumhuriyeti Varlık Geliştirme Fonu) oluşmakta; 50 milyar Avro’luk ayrıntılı bir özelleştirme programını üstlenmektedir. (3) Önceki anlaşmaların borç yükümlülükleri aynen sürmektedir; borçların döndürülebilmesi için üç yıllık ve 86 milyar Avro’luk yeni bir kredi paketi gündemdedir ve programın harfiyen uygulanması koşulları altında işletilecektir.[25]

SYRIZA içi muhalefet, yeni Memorandumun da kabullenilmesiyle, artık hükümete karşı oy kullanacağını duyurdu. 20 Ağustos’ta Çipras istifa etti ve kendi konumunu güçlendirip parti içi muhalefeti tasfiye etmek için yeni seçim çağrısı yaptı. Böylece SYRIZA’dan ayrılan ve “Halkın Birliği”ni kurup seçimlere katılacak olan muhaliflerin etkisini artırmasına zaman tanımadı. 20 Eylül 2015 tarihinde yapılan seçimlerde SYRIZA oyların yüzde 35’ini alarak 300 vekillik Mecliste 145 sandalye kazanarak yine birinci parti oldu. Yine sağcı ANEL ile koalisyon hükümeti kurdu.

Yeni hükümetin kurulmasının ardından Memorandum’da öngörülen düzenlemeler bir bir hayata geçirilmeye başlandı. SYRIZA Hükümeti geçmişte dile getirdiği taleplerin tam karşıtı bir politika izledi. İşçi sendikalarının yüzlerce eylemi ve grevi ile karşı karşıya kaldı.

2018 Ağustos’unda yıllık “kurtarma programı”nın sonuna gelindiğinde Yunanistan hükümetleriyle AB, IMF ve AB Merkez Bankasının imzalarıyla gündeme gelen programlar için 30 bin yasal düzenleme yapılmıştı. SYRIZA öncesi yapılmayan özelleştirmeler yapıldı, vergiden muaf tutulan en düşük gelirler vergilendirildi, yeni vergiler getirildi, yakıttan temel tüketim mallarına kadar her şeye zam yapıldı, Katma Değer Vergisi yüzde 18’den yüzde 24’e çıkarıldı, kamuda yeni kesintilere gidildi, ücretler bir kez daha düşürüldü. Ayrıca bitti denen programın on yıllar boyunca devam etmesi de güvence altına alındı. AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker ve AB Komisyonunun ekonomik ve parasal işlerden sorumlu üyesi Pierre Moscovici, yaptıkları açıklamalarda Yunan ekonomisinin denetim altında tutulacağını ve kontrolleri yapan ilgili yetkililerin Yunanistan’a gelmeye devam edeceğini açıkladı. Bu denetimlerin toplam borçların yüzde 75’inin ödenmesine kadar devam etmesi, yapılan anlaşmaların maddelerinden birini oluşturuyor. Sadece 2019 ve 2022 yılları arasında 40 milyar Avroluk “tasarruf” hedefleniyor. Toplam borç ödemelerinin ise 2060 yılında tamamlanacağı hesaplanıyor.[26]

SYRIZA ÜZERİNE TARTIŞMALAR

Özellikle Memorandum’un kabulünden sonra SYRIZA’nın sınıfsal niteliği ve siyasal perspektifine dair tartışmalar sadece Yunanistan politik arenasında değil uluslararası alanda ideolojik bir kamplaşma olarak da belirdi.

Bu uzlaşmacı ve karşı devrimci çizginin uluslararası alanda ve teorik düzeydeki en önemli savunucularının başında SYRIZA’ya danışmanlık da yapan Leo Panitch ve Sam Gindin geliyordu. 13 Temmuz 2015’teki “SYRIZA’ya sorumlu davranmak” başlıklı yazılarında SYRIZA’nın memorandumu kabul etmesini devrimci solun anlayışla karşılaması gerektiğini savunuyorlardı. Panitch ve Gindin’e göre Euro Bölgesi ve AB’den çıkış gerçekçi değildi. Avrupa Birliği içerisinde kalıp güç toplamak, görüşmelerde manevra alanları yaratmaya çalışmak en iyi yoldu. “Radikal soldan bazı isimlerin attıkları iftiralara rağmen, neoliberalizmin disiplinerleri SYRIZA’nın neoliberalizme uyum sağlamak için güvenilir tipik bir sosyal demokrat parti olmadığını açıkça ortaya koydular … Gerçekte, onlar [Troyka] SYRIZA’nın DNA’sında sosyalizmi taşıyan sol bir parti olduğunu ve AB içinde kalmanın kısıtları ne olursa olsun Avrupa ve dünya kapitalizmine meydan okumayı sürdüreceğini net bir şekilde görüyorlar.

Panitch ve Gindin’e göre, dünya kapitalizmine meydan okumak için iktidarda kalması gereken, bunun için de memorandumu kabul etmesi gereken SYRIZA karşısında uluslararası solun görevi ise şuydu:

Bizler SYRIZA’nın Avrupa solunda son on yıllarda ortaya çıkan en etkili yeni sosyalist politik oluşum olarak birliğini koruyabileceğini umuyoruz. Sorumluluk sahibi bir uluslararası solun rolü, dönüştürülmüş toplumsal ilişkilerde insanların çalışmasını sağlayacak bölgesel ve yerel alternatif ekonomik planlar yapmayı sağlayacak şekilde partinin dayanışma ağları inşa etme kapasitesinden yoksunluğuyla ilgili zayıflıklarına işaret etmeye devam ederken, onu diğer konularda desteklemektir. … Bu açıdan kendi zayıflıklarımız göz önüne alındığında, bu dramanın gelişmesini izlerken uluslararası solun büyük sabrı ve alçak gönüllüğü isteniyor.

Panitch ve Gindin’e göre Euro Bölgesi’nden çıkış gerçekçi bir plan değil. Ancak, “sosyalist bir bakış açısından er veya geç Euro’dan çıkış gereklidir; ancak, sonuçlarıyla baş etmeyi mümkün kılan daha derin bir hazırlık yapılmadığı için bunun zamanı gelmemiştir.” Hazırlık olarak, toplumsal dayanışma ağları genişletilmeli, örneğin memorandumların sonucu olarak iyice yoksullaşan emekçiler için yiyecek dağıtım ağları geliştirilmelidir vb.

Panitch ve Gindin’ın, SYRIZA’nın resmi platformuna belki de en yakın tezleri savunduğu söylenebilir: sabredin, her türlü taviz ve ihanete rağmen SYRIZA’yı destekleyin! “Çünkü SYRIZA, DNA’sında sosyalizmi taşıyan bir parti”!

Filozof Slavoj Zizek de benzer bir biçimde Troyka’nın dayatmalarının kabul edilmesini, Bolşeviklerin Brest-Litovsk anlaşmasını imzalamasına benzetiyor ve SYRIZA hükümetine destek çizgisinde duruyordu:

Eski Yunan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, Brüksel’in dayattığı tedbirlere karşı duruşunu açıklarken, anlaşmayı yeni bir savaşa yol açan adaletsiz bir uluslararası anlaşma olan Versailles Anlaşması’yla karşılaştırdı. Bu benzerlik doğru olsa da, AB önlemlerini 1918’in başlarındaki Sovyet Rusya ve Almanya arasındaki Brest-Litovsk anlaşmasına benzetmeyi tercih ediyorum. Birçok partizanın afallamasına rağmen, Bolşevik hükümeti Almanya’nın aşırı taleplerini kabul etti. Bu doğru, Sovyet Rusya geri çekildi, ama bu onlara güçlerini arttırmak ve beklemek için bir nefes alanı sağladı. Aynı şey bugün Yunanistan için de geçerli: Yolun sonunda değiliz… SYRIZA hükümetinin görevi, o an için sabırla pozisyon almak ve seçenekleri planlamak için hazırlıkları yapmaktır.” (In These Times, 24 Ağustos 2015).

Zizek’in bu analojisi açıkça yanlış. 1918 başında, henüz iktidarı yeni almış Bolşeviklerin ellerinde dağılmış bir ordu, karşılarında ise ülke içinde ilerleyen Alman ordusu vardı. Brest-Litovsk anlaşmasını kabul etmemek ülkenin işgali, sosyalist iktidarın son bulması demekti. “Savaşa devam”, eski Çarlık kalıntılarının, burjuvazinin, 1917 Şubat’ı sonrası (eğer benzetilecekse SYRIZA’ya denk düşen) Menşevikler, diğer reformcu ve sosyal şoven partilerin sloganıydı. Bolşevikler, siyasal iktidarı almışlardı ancak savaş ve devrim süreci içinde sarsılan temel sanayi ve gıda maddelerinin üretimini düzenlemek, ülke içinde siyasal birliği sağlamak ve halkın temel taleplerini karşılamak ve gerekli hazırlıkları yapmak için zamana ihtiyaçları vardı. Ancak programları açık ve netti: Büyük toprak sahiplerinin topraklarına yoksul köylüler tarafından el konulması, bankaların ulusallaştırılması, büyük ve stratejik işletmelerin kamulaştırılması, tüm işletmelerde işçi ve üreticilerin denetim ve kontrolünün sağlanması. 1917 Ekim Devriminin üzerinden henüz birkaç ay geçmişken Alman ordularının saldırıları karşısında Sovyet hükümeti geri adım atmak zorundaydı.

SYRIZA’nın durumu ise tamamen farklı. Çünkü SYRIZA zaten Bolşeviklerin programında belirtildiği ve kendilerinin de açıkça ifade ettikleri gibi köklü ve radikal önlemler önermiyordu. Yunanistan’ın borç krizindeki en önemli unsur yıllardır uygulanan yapısal uyum programları ile tarımın ve sanayi yatırımlarının önemli oranda bitirilmesi ve ülkenin başta Almanya olmak üzere emperyalizme bağımlı hale gelmesiydi. Borçların önemli bir kısmı da Alman bankalarına olmak üzere uluslararası finans tekellerineydi. Yunanistan emperyalist dünya sistemi içindeki konumu sonucu, krizden özgün ve güçlü bir biçimde etkilendi. Bu nedenle krizden çıkış ve halkçı bir yola girmenin koşulu bu emperyalist ilişkileri değiştirecek bir politik hatta sahip olmaktı.

Euro’yu kullanan ülkeler kendi para politikalarını uygulama haklarını Avrupa Birliği Merkez Bankası’na (ABMB) devrettikleri için, kriz durumlarında kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillenecek bir para politikası geliştiremiyorlar. Sadece Yunanistan’da değil İspanya ve İtalya’da da kriz derinleştiğinde, parasal birlikten kaynaklanan kısıtlar ve zorunluluklar nedeniyle enflasyon artışını göze alan büyüme seçeneği mevcut değildi. Çünkü, Euro’yu Yunanistan değil Avrupa Merkez Bankası basıyordu. Krizden çıkış için para politikasını kullanarak alınacak tedbirler Yunanistan için söz konusu değildi. Bu da Yunanistan’ın elini kolunu bağlıyordu. Avrupa Birliği ve Euro Bölgesi içinde kalarak kemer sıkma politikalarının dışında bir politika izlemek mümkün değildi. Kaynaklar, para ve kontrol AB’de olduğu, bunu değiştirecek köklü adımlar atılmadığı sürece, kontrolün son tahlilde Avrupa emperyalistlerinde olması da kaçınılmazdı. Böylece Avrupa Birliği (AB) teknokratları tarafından formüle edilen kemer sıkma programı, özellikle borç sorunu yaşayan ülkelere koşullu krediler aracılığıyla dayatıldı. Bu süreç, IMF’nin 1980’lerde Türkiye gibi ülkelerde koşullu krediler yoluyla uyguladığı yapısal uyum programlarının bir benzeriydi.[27]

Dolayısıyla Troyka’nın kontrol ettiği ve dayattığı programla, en iyi ihtimalle onu birazcık yumuşatarak, krize neden olan yapısal ilişkileri değiştirmek, krizden emekçilerin çıkarlarını koruyacak bir biçimde çıkmak, emperyalist ilişkileri kırmak mümkün değildi.

Alain Badiou da SYRIZA’yı ilk dönemlerde destekleyen, ancak Troyka ile anlaşması sonrasında hayalciliğini belirterek özeleştiri veren isimlerden birisiydi: “Şimdi diyebilirim ki hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş ve öngörülerimizde yanılmışız. Pekiyi, yanılgıya düşerek, hangi umutlara kapılmıştık? Basitçe, Yunan Hükümeti ve Alexis Çipras’ın, sadece ama sadece, referandum sonuçlarından yola çıkarak politikalarını yeni bir düzlemde tanımlayacaklarını hayal etmiştik. Bu, şu anlama geliyordu; artık kreditörlerin taleplerini reddetmek için halkın dayattığı kategorik bir mecburiyet vardı ve dahası mecburiyet SYRIZA’nın programının özüyle tam bir uyum içindeydi. Artık SYRIZA, Yunanistan’ın Avrupa’dan ayrılacağını söylemeden, tam tersi, Yunan halkının çoğunluğunun da söylediği gibi yüksek sesle ve açıkça, Avrupa içinde kalacağını söyleyerek dayatılan koşullara hayır demek zorunluluğundaydı. Devlet otoritesi tarafından alınmış ve mobilize olmuş kitlelerin tanıklığında, Yunanistan’ın bu kararı, bütün halklara ve hükümetlere Avrupa’nın bir parçası olmanın farklı ve özgürleşmiş yolunu açacaktı.[28]

Aslında Badiou, özeleştiri verirken SYRIZA’nın başlangıçtaki platformunun doğru olduğunu, bunun uygulanmasında anlaşılmayan bir dönüş yaşandığını ileri sürüyordu: “Referandumun şafağında topu Eurokatların kucağına geri koymak ve şunları söylemek mümkündü; Biz Avrupa’dayız ve Euro’ya dahiliz ama halkımız bizi koşullarınızı reddetmek zorunda bıraktı. Avrupa halklarının yararı değil zararına olduğu açık olan bu koşulların korkunç hatalarını tekrar etmeden görüşmeleri sürdürmeliyiz. Referandum gecesinde şu üç noktanın önemini vurgulayan net bir açıklama yapmalıydılar; 1) Bu Avrupa’nın reddi değildir. 2) Haksız ve gerçekte ödenemez olan borçların ödenmesi için dayattığınız koşullar kabul edilmeyecektir 3) Bankaların Avrupa’sından Halkların Avrupasına giden yeni bir yolun başlangıcındayız.”[29]

Oysa sorun tam da Badiou’nun savunduğu perspektifteydi. Euro Bölgesi’nden çıkılmadığında, paranın kontrolü Avrupa Merkez Bankası’na yani AB tekellerinin sözcülerine bırakıldığında Yunan hükümetinin krizden çıkış için elinde hiçbir silahı kalmıyordu. Dolayısıyla SYRIZA’nın Troyka programını kabul etmesi, onun Euro Bölgesi ve AB’ye bağlılık yemini etmesinden bağımsız değildi. Badiou’nun hem Euro’da kalma hem de Avrupa halklarının Avrupa’sını kurma hayalindeki hata; Euro Birliği’nin ve AB’nin halkların kaynaşması için değil Avrupa’nın merkez ülkelerinin diğerlerini egemenlik altına almasının bir aracı olarak kurulduğunu görmemesidir. Avrupa ortak para girişimi olarak Euro, bu projenin bir parçasıdır. Nasıl ABD, dünyadaki egemenliğini güçlendirmek üzere doları uluslararası ticaretin en önemli değişim aracı haline getirmek için çabalıyorsa Avrupalı emperyalistler de Euro’nun hem uluslararası ticarette hem de tek tek Avrupa ülkelerinde kullanımını arttırmayı hedefliyorlar. Dolayısıyla AB’den ve Euro Bölgesi’nden bağımsız bir biçimde Yunanistan’ın krizden çıkışını ele almak mümkün değildir ve mümkün olmadığını SYRIZA örneği sıcak bir biçimde göstermiştir.

BAZI SONUÇLAR

SYRIZA üzerine tartışmalarda elbette SYRIZA’nın reformizmini ve ihanetini sert bir şekilde eleştiren düşünürler de vardı. James Petras bunlardan biriydi:

SYRIZA Ocak ayında, detaylarından bahsetmediği, bir ‘değişim’ vaadiyle seçimleri kazandı. Ancak ‘değişim’ sloganı kof çıktı. Değişim oldu, ama daha kötüye doğru. Seçildiğinden bu yana Çipras AB Bankerlerine ödeme yapmak için Yunan Hazinesi’nin içini boşalttı, IMF’nin dayattığı koşulları yerine getirmek için emeklilerin haklarını tırpanladı ve belediye gelirlerine el koydu. En kötüsü Yunan bankalarındaki 40 Milyar Avronun yurtdışına çıkışına izin vererek, finansal sistemi sermayesizleştirdi. Bir süre için Çipras’ın boyun eğmişliği ve ihaneti, Alman bankerleriyle ‘sert pazarlık’ yapan lider görüntüleriyle kamuoyundan saklandı. Yüzüne sabitlenmiş çocuksu gülümsemesi, sanki takipçilerine; ‘Bana güvenebilirsiniz, Madame Merkel ve tayfasının size bir daha kazık atmasına izin vermeyeceğim!’ mesajı vermek için tasarlanmıştı. Çipras göstermelik direnişini, bankacılardan önce terk etti ve protesto edilen, boyun eğmiş diğer SYRIZA milletvekilleri için gösterişli bir model oluşturdu. Onlar da elde edilen sonuçların değil ama çabaların halk onayını hak ettiğine inanmaya başladılar. Şubat ve Nisan ayları arasında Çipras AB’deki sahiplerinden katı dersler aldı ve her defasında Yunanistan’a aptal gülümseme ve boş ellerle döndü. Çipras, SYRIZA’nın şaşkın destekleyicilerinin dikkatini dağıtmak, onları eğlendirmek ve yüksekten atarak onları kandırmak için elinden geleni yaptı. Radikal retorik, içi boş imalar ve kelime oyunları Çipras’ın araçları oldu. … SYRIZA, Alman sahiplerinin ve onların istenilen imzayı atmaktan başka işe yaramayan 28 uydu ülkesinin önünde başını eğdi ve bozguna uğradı. SYRIZA hiçbir şey alamadı, her şeyi daha kötü hale getirdi. Ne kadar çok konuştuysa o kadar çok yenildi. Almanlar en başta Çipras’ın ‘tatlı su solcusu’ olduğunu anladılar; AB kapanından çıkmaya, Avroyu ya da borcu reddetmeye gücü olmayan bir ‘solcu’. Uzun tarihsel deneyimleri ışığında Avrupalı emperyalistler dizleri üstünde pazarlık yapan bir ‘sosyalist’e ya da ‘ulusalcı’ya nasıl davranılacağını çok iyi bilirler; ‘Ne kadar çok vurursan o kadar az ister.’[30]

Başka bir alternatif mümkün müydü? Örneğin Drahmi’ye geçiş bazı sermaye partilerinin de önerisiydi. Ya da Euro Bölgesi’nden çıkış nasıl bir çözümün kapısını açardı?

Öncelikle SYRIZA’nın emperyalist ilişki ağından çıkmak gibi bir ufku yoktu. Kriz karşıtı halk öfkesi ve muhalefeti bu düzeye gelmişken, halkın bu talepleri ile buluşan bir komünist parti, bu taleplerin gerçekleşmesi için atılması gereken devrimci adımlara halkın geniş kesimlerini ikna edebilirdi. Euro Bölgesi’nden çıkış halkın kendi göbeğini kendisinin kesmesi demekti. Büyük banka ve peşkeş çekilenler başta olmak üzere stratejik işletmeler kamulaştırılıp, büyük bir halk seferberliği ile batan fabrikalar yeniden üretir hale getirilebilir, gıda ihtiyacını karşılamak üzere tarımsal üretim için işsizlerin katıldığı kampanyalarla gıda sıkıntısı çözülebilirdi. Özetle çözüm halkın kendi ekonomisini, kendi iktidarını kurmak üzere harekete geçmesi ve geçirilmesiydi. Bu olmaksızın Yunanistan’da ekonomik krizin halktan yana çözümü mümkün değildi. Hem Euro ve emperyalizme bağımlı olup hem de krizin yükünün emekçilere yıkılmaması söz konusu olamazdı.

Böyle bir halk seferberliği ile kriz içindeki ekonominin adeta yeniden kurulması kolay mıydı? Kolay değil ama mümkündü. Başarı, başta halk yığınlarına dayanma ve onların hareketi olmak üzere birçok etkene bağlı. Ancak sorun şu ki, böyle bir perspektif olmadan, sadece talepleri ifade etmekle, onların yaşama geçmesi için gerekli koşulları yaratmayı hedeflemeden krizin yükünü emekçilerin sırtından almak mümkün değildir. Günümüz Yunanistan’ının, SYRIZA’nın ve Chipras’ın hali, reformizmin bu gerçeğini, 21. yüzyılda, “yeni” reformcu umutlara rağmen bir kez daha göstermiştir.

Halkın taleplerini gerçek manada savunmak için onları gerçekleşme koşulları ile birlikte almak yani devrimci hedeflerle bağını kurmak gerekir. Aksi halde bütün ilerici talepler, emperyalizm ve tekellerin iktidarı altında gerçekleşmesi umut edilen hayaller olarak kalacaktır. Böyle bir sosyo-ekonomik zeminde bu taleplerin gerçekleşmesi ya mümkün değildir ya da çok sınırlı bir biçimde gerçekleşebilir.

Bu açıdan Syriza hükümetiyle yaşanan karşı-devrimci tarihsel deyimden şu sonuçlar çıkartılabilir:

  1. Halkın acil taleplerini savunmak devrimci bir ufukla birleşmediği sürece, kapitalist-emperyalist ilişkilerin sınırlarını aşmayacaktır. Bu taleplerin gerçek manada savunusu ve güvenceye alınması ancak devrimci bir programla mümkündür. SYRIZA, baştan itibaren AB ve Euro Bölgesi’nin sınırlarını kabul ederek, aslında ileri sürdüğü taleplerin uygulanmasının koşullarını da reddetmiş oluyordu.
  2. SYRIZA’nın “başarısı” olarak lanse edilen aslında Yunan halkının öfke ve tepkisinden başka bir şey değildi. Syriza bunun üzerine oturdu. Bu öfke ve tepkiyi sahipleniyor görüntüsü vererek yükseldi ve öldürdüğü yine o oldu. Syriza ve ‘başarısı’na yorulan, halkın kemer sıkma politikaları ve ulusal boyunduruğa karşı direnci ve Yunan halkının direnişçi ısrarıydı. Yunan halkının bu öfkesi anlamlı ve desteklenmesi gereken bir durum olmakla birlikte, SYRIZA reformizminin övülmesini ve meşrulaştırılmasını gerektirmez. Çünkü SYRIZA taleplere sahip çıkan ama bu talepleri emperyalizmin çatısı altında yaşama geçireceğini iddia eden reformizmi ile siyasal yol haritasını baştan çizmişti. İleri sürdüğü taleplerin tersini yaparak halka ihanet etti, ancak o bu ihaneti en başından itibaren politik programıyla ilan etmişti. Bu nedenle SYRIZA’nın iktidardaki karşı devrimci icraatları şaşılacak, hayret edilecek bir durum değil, başından itibaren öngörülen ve -halk güçlerinin siyasi müdahalesi vb. faktörler olmadığı sürece- kaçınılmaz bir durumdu.
  3. Normal dönemlerde ekonomik ve demokratik taleplerle mücadele sürecinin ilerletici bir unsuru olabilse de, reformizm tarihsel dönüşüm dönemleri ve fırsatları karşısında halkın öfke ve direnişinin düzen içi sınırlara çekilmesi işlevini görür. SYRIZA, Yunanistan’da henüz zayıf da olsa başlangıç halindeki devrimci dalganın Alman emperyalizmine ‘sol’ söylemlerle yedeklenmesini sağlamıştır. Bu açıdan SYRIZA gerçeği dikkate alındığında onunseçim “zaferi” halk öfkesinin bir yansıması olmakla birlikte halkın zaferi değil yenilgisiydi. Sosyalizmin önünü açan değil ona gidebilecek yolu kesen karşı-devrimci bir süreçti.
  4. AB gibi tekelci birliklerin içinde yer alıp, onun varlık nedeni olan anlaşmaları reddetmeyip emekçilerin yararına köklü dönüşümleri gerçekleştirmek mümkün değildir. Günümüz dünyasında bu tür emperyalist uluslararası birlikler halkları boyunduruk altına almak üzere kurulmuştur. Özetle, tekellerin egemenliğigöz önünde bulundurulmadan, onu ortadan kaldırma perspektifiyle yaklaşılmadanyapılan “tekellerin Avrupası-halkların Avrupası” ayrımı sahtedir. Onun içinde kalarak, onun temellerini kabul ederek bir devrimci dönüşüm söz konusu olamaz. Avrupa çapında bir devrimci dönüşüm söz konusu olsa bile yeni kurulacak birlik niteliksel olarak bambaşka bir Avrupa birliği olacaktır.
  5. SYRIZA iktidara geldiğinde onun politik platformuna ve örgütsel yapısına ilişkin sadece Türkiye’den değil uluslararası ölçekte gelen övgüler, genel demokratik muhalefet içerisinde reformizmin yaygınlık ve popülerliğinin göstergesidir. Türkiye gibi sınıf hareketinin güncel düzeyinin oldukça geri olduğu bir ülkede bugün reformizm kritik bir sorun olarak görülmeyebilir. Ancak bu doğru değildir. Güncel siyasal mücadelelerde bu reformizm çeşitli vesilelerde hem anti-faşist demokrasi mücadelesinin hem de sınıf hareketinin önünü kapatıcı bir işlev görmektedir.
  6. SYRIZA’nın iktidar olmasıyla, Avrupa bir yana, Türkiye’deki sol-reformcu hareketlerin yaşadığı “coşku”, başta ÖDP ve HDP olmak üzere sol muhalefetin kendini SYRIZA’ya benzetme ve “Türkiye’nin SYRIZA’sı” olarak tanımlama çabaları, çok sayıda entelektüelin “sol dönüşüm”ün büyük “umudu” olarak SYRIZA’yı parlatması Türkiye emek ve demokrasi, anti-emperyalizm ve sosyalizm mücadelesinde ağır reformcu çizginin varlığını göstermesi açısından önemlidir. Hem sendikal hem de genel olarak demokrasi mücadelesinin çok sayıda eksiğinden bahsedilebilmekle beraber en önemli zaaflarından birisi, kendi taleplerini tekelci sermaye egemenliğinin yıkılması ve bir halk iktidarı programı ile bağlama ufkuna sahip olmaması, tekelci sermaye egemenliğinde reformcu bir pozisyonla sınırlı kalmasıdır. Bu ufuksuzluk SYRIZA coşkusunun temel zeminidir.

Diğer yandan ilginç olan şudur ki, bu kadar büyük SYRIZA övgüsünün ve ona benzeme, onu model olarak benimseme çağrılarının ardından net bir biçimde açığa çıkan ihanete rağmen, en ufak bir özeleştiri yapılmamıştır.

Emperyalizme bağımlı bir ülkede az çok köklü bir çözümü gerektiren temel talepler, ancak anti-emperyalist ve sosyalist bir perspektifle ele alındığında gerçekçi bir zemine oturabilir. Halkın talepleri ve günlük ajitasyon, emperyalizme bağımlılığın yıkılması, tekelci sermaye ve bankaların mülklerine el konulması ve ülke ekonomisinin halkçı bir temelde yeniden inşası ufku ile birleşmezse, sonuç akıbeti belli bir reformizm olacaktır. Günümüz neoliberal dünyası ve sermaye hareketleri böyle bir reformizme giderek daha az yaşama şansı bırakmaktadır. Sorunların geçici de olsa düzen içi çözümü zorlaşmakta, devrimci programın güncelliği artmaktadır. Bu belki sonucu bugünden yarına alınamayacak önemli bir olanağa işaret etmektedir. Bu olanağı gerçekliğe dönüştürmek işçi sınıfının, komünistlerin ve onların partisinin görevidir.

[1] Kayserilioğlu, Alp (2015) “Kapitalizm, Avrupa Birliği ve SYRIZA İktidarı”, http://sendika62.org/2015/03/kapitalizm-avrupa-birligi-ve-SYRIZA-iktidari-alp-kayserilioglu-253034/#_ftnref6, 20.08.2018.

[2]Okten, Aysel (2018) “Yunanistan’da 2008 Krizinin Siyasal Sonuçları”, Kocaeli Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Siyasi Tarih Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, s. 60-61.

[3]Tsipras, A. (2014) “What The Syriza Government Will Do? Thessaloniki Programme, https://www.transform-network.net/uploads/tx_news/THE_THESSALONIKI_PROGRAMME_-1_01.pdf, 20.08.2018

[4]Aydıntaşbaş, Aslı (2015) “Syriza ekonomi dersini iyi çalışmış”, http://www.milliyet.com.tr/syriza-ekonomi-dersini-iyi/dunya/detay/2003896/default.htm, 20.08.2018.

[5]HDP, ÖDP ve SYKP’den Syriza’ya Kutlama Mesajları, http://bianet.org/kurdi/siyaset/161811-hdp-odp-ve-sykp-den-SYRIZA-ya-kutlama-mesajlari, 20.08.2018.

[6]HDP, ÖDP ve SYKP’den Syriza’ya Kutlama Mesajları, http://bianet.org/kurdi/siyaset/161811-hdp-odp-ve-sykp-den-SYRIZA-ya-kutlama-mesajlari, 20.08.2018.

[7]ÖDP Başkanı: SYRIZA dalgası sürecek, Rudaw, http://www.rudaw.net/NewsDetails.aspx?pageid=99701, 20.08.2018.

[8]HDP, ÖDP ve SYKP’den Syriza’ya Kutlama Mesajları, bianet.

[9]Aköz, Emre (2015) “SYRIZA Dünyaya Umut”, Sabah,http://www.sabah.com.tr/yazarlar/akoz/2015/01/27/syriza-dunyaya-umut, 20.08.2018.

[10]Özturhanlı, Ö. İskender (2015) “SYRIZA’nın Hipotezi”, Cumhuriyet, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/219343/Ukrayna_Nasil_Kurtulur_.html, 20.08.2018.

[11]Engin, Aydın (2015) “Seni Gidi SYRIZA Seni!”, Cumhuriyet, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/316539/Seni_gidi_SYRiZA_seni_…html, 20.08.2018.

[12]Yıldızoğlu, Ergin (2015) “SYRIZA Üzerine Soğukkanlı Notlar…”, Cumhuriyet, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/323113/Syriza_uzerine_sogukkanli_notlar….html, 20.08.2018.

[13]Stevens, Robert (2015) “Varoufakis Syriza’nın siyasi ihanetini belgeliyor”, World Socialist Web Site, https://www.wsws.org/tr/2015/aug2015/varo-a26.shtml, 20.08.2018.

[14]Stevens, Varoufakis Syriza’nın siyasi ihanetini belgeliyor

[15]Siyasi Haber, “Eski Maliye Bakanı Varoufakis: Gerçek Kazanan Alacaklılar ve Troyka”, http://siyasihaber3.org/eski-maliye-bakani-varoufakis-gercek-kazanan-alacaklilar-ve-troyka, 20.08.2018.

[16]Boratav, Korkut (2015) “Uzlaşma mı Yenilgi mi”, Birgün, https://www.birgun.net/haber-detay/uzlasma-mi-yenilgi-mi-81021.html, 20.08.2018.

[17]Petras, James (2015) “Syriza: Yağma, Talan, Yılgınlık”, sendika.org, http://sendika62.org/2015/06/SYRIZA-yagma-talan-yilginlik-james-petras-272879/, 20.08.2018.

[18]Petras, “Syriza: Yağma, Talan, Yılgınlık”

[19]Boratav, “Uzlaşma mı Yenilgi mi”

[20]Kayserilioğlu, Alp (2015) “Yunanistan’daki Yeni Süreç”, sendika.org, http://sendika62.org/2015/09/yunanistandaki-yeni-surec-alp-kayserilioglu-294226/, 20.08.2018.

[21]Kayserilioğlu, “Yunanistan’daki Yeni Süreç”

[22]Pakete 222 vekil “evet” oyu verirken 64 vekil “hayır” oyu kullandı. 11 vekil ise çekimser oy kullandı. SYRIZA üyesi Meclis Başkanı Zoi Konstantopulu anlaşmanın onaylanmaması çağrısında bulundu. Konstantopulu, SYRIZA vekillerinin bazılarıyla sert tartışmalara girdi.

[23]http://sendika62.org/2015/08/SYRIZA-icerisindeki-sol-platformdan-yeni-parti-cagrisi-285288/, 20.08.2018.

[24]http://sendika62.org/2015/08/SYRIZA-icerisindeki-sol-platformdan-yeni-parti-cagrisi-285288/, 20.08.2018.

[25]Boratav, Korkut (2015) “Solda SYRIZA Tartışmaları, Birgün, https://www.birgun.net/haber-detay/solda-syriza-tartismalari-90584.html, 20.08.2018.

[26]Aldoğan, Seyit (2018) “Yunanistan’da kurtarma programı bitti, sömürü ve ekonomik baskı kaldı”, Evrensel, https://www.evrensel.net/haber/359759/yunanistanda-kurtarma-programi-bitti-somuru-ve-ekonomik-baski-kaldi, 20.08.2018.

[27]Akçay, Ümit (2016) “Syriza paradoksu, Podemos ve İspanya’daki beklenmedik büyüme”, gazeteduvar, http://sendika62.org/2016/09/SYRIZA-paradoksu-podemos-ve-ispanyadaki-beklenmedik-buyume-umit-akcay-gazete-duvar-375436/, 20.08.2018.

[28]Badiou, Alain (2015) “11 Melankolik Maddede Greklerin Gelecekteki Durumu”, sendika.org, http://sendika62.org/2015/09/11-melankolik-maddede-greklerin-gelecekteki-durumu-alain-badiou-289620/, 20.08.2018.

[29]Badiou, “11 Melankolik Maddede Greklerin Gelecekteki Durumu”

[30]Petras, James (2015) “Yunanistan: Umuttan korku ve çaresizliğe”, sendika.org,   http://sendika62.org/2015/09/yunanistan-umuttan-korku-ve-caresizlige-james-petras-290148/, 20.08.2018.