Joseph Daher*
Hizbullah, şöhreti son yıllarda azalsa da, İsrail’e karşı askeri direnişi nedeniyle uzun süre sol kesimden alkış aldı. Pek çok kişi, ilerici yanının bir göstergesi olarak, örgütün sunduğu sosyal hizmetlere de dikkat çekti.
Halbuki bu son iddia gerçekliğe uymuyor. Hizbullah, Lübnan’da yaşanan sosyal ve ekonomik mücadelelerde kendisini zamanla yanlış tarafta konumlandırdı. Şii burjuvazisinin yükselen kanadıyla birlik olarak, eski köklerinin bazılarından kurtuldu. O ve diğer mezhepçi hareketler Lübnan’da kapsamlı bir sınıf politikasının oluşumunu engellemeye devam ediyorlar.
ALLAH’IN VE YOKSULLARIN PARTİSİ Mİ?
Hizbullah kendisini, yoksulluğa meydan okuyan ve köylülerin, işçilerin, evsizlerin hakkını savunan ezilenlerin partisi olarak sundu. Örgüt 2009’daki manifestosunda şunları iddia etti:
“ABD ve Batılı ülkeler tarafından yönetilen ve esas olarak ulusları ve kıtaları aşan şirketlerin uluslararası tekelci ağında somutlanan vahşi kapitalistler ile çeşitli uluslararası kuruluşlar (özellikle üst düzey askeri güçler tarafından desteklenen finansal çevreler) daha çok karşıtlığa ve çatışmalara yol açtı…”
Bu retoriğe rağmen, Hizbullah’ın teorik görüşü ve politik yönelimi Lübnan’da –kapitalizm şöyle dursun– neoliberalizme bile herhangi bir sistematik alternatif sunmadı. Örgütün sözde sosyal adalet hedefleri neoliberal önlemleri desteklemek üzere acemice bir araya getirildi.
Bu çelişkiyi, Şii İslamcı köktenciliğin geçmişteki önemli figürlerinden Muhammed Bakır es-Sadr, Iraklı Şii din adamı ve Irak Dava Partisi’nin ideolojik lideri ve özellikle de İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu Ruhullah Humeyni’nin politik görüşlerinde bulabiliriz.
Es-Sadr, Marksizm ve laik düşünceyle mücadele amacıyla, 1959’da Falsafatunâ (Felsefemiz)ve1961’de de Iqtisâdunâ (Ekonomimiz) adlı iki kitap yazdı. Temel tezi İslam’ı soldan gelen rakip teorilere karşı ilerici bir alternatif olarak sunmak olan Es-Sadr, kapitalizm ve sosyalizm arasında üçüncü bir yol olarak “İslami ekonomik sistemi” savundu. Onun bakış açısına göre, sosyal ve ekonomik problemler insanın yanlış davranışlarının bir sonucuydu ve çözüm de bu yüzden dinsel olmak zorundaydı.
Bu zaman zarfında, Humeyni de kendi İslam projesine destek kazanmak için ekonomik bir diskur benimsedi. Humeyni, İran devrimi ve halk hareketliliğinin en yüksek seviyesinde bulunduğu 1979-1982 yılları arasında İslam’ı sosyal adalet merceğinden sundu. Humeyni; zenginler, açgözlü saray sakinleri ve onların yabancı patronları şeklinde anlaşılan ezenleri suçlarken, toplumun en zayıf kesimlerine eşitlenen ezilenleri yüceltti.
Bu, kent işçilerini Pehlevi monarşisine karşı harekete geçirirken kullanışlı bir popülist söylemdi. Fakat Humeyni 1982’den sonra, yeni İslami rejimin konsolidasyonu ve muhalefetin (özellikle de solcuların) ezilmesi sırasında, İslam’ı gittikçe özel mülk ile eşitledi ve pazarı toplumun vazgeçilmez bir sütunu olarak tanımladı. Humeyni artık toplumu üç temel sınıfa ayırıyordu: eski rejimin varlıklı ailelerinin kalıntılarından oluşan üst sınıf; molla, entellektüel, kamu çalışanı, tüccar, esnaf ve ticaret erbabını içeren orta sınıf; ve emekçiler, köylüler ve gecekondu ahalisinden oluşan alt sınıf.
“Ezilenler” yoksul kitleleri tarif eden bir ekonomik kategori olmaktan çıktı, zengin tüccarlar dahil yeni rejimin destekçilerini ifade eden politik bir etiket haline geldi. Humeyni’nin, İslam’ın fabrika sahipleri ile işçiler ve toprak sahipleri ile köylüler arasında uyumlu ilişkiler arayışında olduğunu savunmasıyla birlikte, sınıf mücadelesi söylemi önemli ölçüde azaltıldı.
Sadr ve Humeyni ile oldukça benzer bir biçimde, Hizbullah da sosyal adalet hedeflerine bağlılık iddiasına rağmen, piyasa ve özel mülkü kilit bir unsur olarak mütemadiyen savundu. Bu yönelim, Hizbullah’ın Lübnan’daki neoliberal dönem boyunca özelleştirme, liberalizasyon gibi önlemlere destek vermesi anlamına gelirken, ülkenin yabancı sermaye girişlerine açılması örgüt tarafından yoksulluk ve eşitsizlikle mücadele etme sözüyle çelişki olarak düşünülmedi.
Hizbullah’ın mali kaynakları da onun muhafazakar ekonomik programını açıklıyor. İslami hareketin para kaynağı, herşeyden önce İran’dan gelen desteğe (tahminen yılda 100 ila 400 milyon dolar arasında) ve Humeyni adına örgüt tarafından Şii orta sınıf ve burjuvaziden toplanan yardıma (zekata) dayanıyor.
Son olarak, Humeyni gibi Hizbullah da ümmetin birliğine ve sınıflar arasında işbirliğine (işçiler burjuvazinin verdiğinden fazlasını istememeli, burjuvazi de yoksullara yardım etmeli) inanıyor. Sınıf mücadelesi ümmeti bölen bir unsur olarak görülüyor. Bu yüzden, Lübnan’ın parçalı toplumunu aşan sınıfsal birlik çağrıları boğulmuş durumda.
ÖZELLEŞTİRME VE YATIRIM EKSİKLİĞİ
Bu ideolojinin tezahürü şeyleri unutmak zor. 2003’teki Paris II Konferansı’nın ardından, Hizbullah ve sonrasında muhalefetin bir kısmı, devlet varlıklarını özelleştirmenin sosyal sonuçları üzerinde yorumda veya değerlendirmede bulunmadı. Hizbullah’ın bu tercihi, yüzlerce Şii işçinin çalıştığı Ortadoğu Havayolları’nın (MEA) özelleştirilmesi sırasında gerçekleşti. Bu işçiler şirket satıldıktan sonra kovuldular.
O dönem 1200 ila 1500 arasında işçinin işten atılma ihtimali ciddi bir rahatsızlık yaratmıştı. Hizbullah bağlantılı al-Wafaa sendikasının şimdiki lideri Ali Tahir Yasin, işçilerin temsilcisi olarak MEA müzakerelerine katılmıştı. Yasin, verdiği bir röportajda özelleştirme teklifinin işçilere veya geniş halk kesimlerine zarar vermediğini iddia etmişti.
Bir sonraki yıl, Lübnan İşçileri Genel Konfederasyonu (CGTL) yükselen fiyatları ve enflasyonu protesto etmek için genel grev çağrısında bulundu. Gösteriler ülkeyi sarstı. Toplu Taşıma Sürücüleri Sendikaları Federasyonu’nun Başkanı Abd al-Amir Najda’ya göre, politik elit CGTL’ye grevi bitirmesi için baskıda bulundu. Buna karşın, işçiler özellikle de ulaşım sektöründe olanlar, yönetimlerine karşı çıkarak grevin devam etmesini istedi.
CGTL yönetimi sonunda grevden çekildi. Bu durum ordunun müdahalesini mümkün kılarken, hükümet güçleri güney Beyrut’taki en yoksul Şii mahallelerinden biri olan Hayy al-Sallum’da toplanan göstericilere ateş açtı. 5 işçi öldürüldü, onlarcası da yaralandı.
Hizbullah dahil başlıca politik partiler, kırmızı çizgileri olduğunu belirtikleri orduyu destekledi. Medyanın büyük bir bölümü, grevi, “Şiilerin orduya yönelik barbarca saldırı girişimi” şeklinde sundu. CGTL tamamıyla sessiz kaldı.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah bir kaç gün sonra gerçekleşen basın toplantısında, ABD Büyükelçiliği ile bağlantılı bireyleri protestocular ile ordu arasında şiddeti kışkırtmakla suçladı. Nasrallah, “elçilikle bağlantılı grupların Hay al-Sellom’daki saldırıdan sonra güneyin diğer kenar mahallerinde kaos ve şiddeti yaymak için uğraştığını” iddia etti. Kışkırtıcıların hükümet ve Hizbullah arasındaki yakın ilişkinin altını oymak istediğini belirten Nasrallah, partisinin Başbakan Refik Hariri’nin görevden ayrıldığını görmekten hiçbir çıkarı olmadığını ekledi.
Kısa bir süre sonra, Fuad Sinyora, Suriye güçlerinin çekilmesini takiben 8 Mart İttifakı, 14 Mart İttifakı ve ilk kez olmak üzere Hizbullah’ı da içeren yeni bir hükümet kurdu. Hizbullah müttefiki Trad Hamada, hükümetin çalışma bakanı oldu.
Hamada çok geçmeden Öğretmenler Sendikası’nın devasa gösterisiyle karşılaştı. Kamu hizmetlerini savunan en az 250 bin kişi, hükümeti; “emekli maaşlarını azaltma, KDV’yi %10’dan %12’ye çıkarma, yakıt fiyatlarını %30 arttırma ve kamu işçileri ile öğretmenlere kısa dönemli sözleşmeler dayatma” dahil bazı kararlarını geri çekmeye ve iptal etmeye zorladı.
Hizbullah, Özgür Yurtsever Hareketi (FPM) ve Lübnan Komünist Partisi ile birlikte bu protestolara katıldı. Söz konusu koalisyona saldıran hükümet partileri, gösterilerin çoğunlukla Şiiler tarafından organize edildiğini ve Suriyeli işçilerin eylemlere sızdığını söyledi. CGTL bir kez daha dışarıda durdu.
Hizbullah’ın iktidar partisine yönelik istikrarsız muhalefeti Ocak 2007’de devam etti. Sonrasında ise, Paris III ajandasına karşı CGTL gösteri çağrısında bulundu. Hizbullah ve 8 Mart güçlerinin geri kalanının harekete geçmeyişinden kaynaklı olarak, eyleme sadece 2000 kişi katıldı. Hizbullah yaklaşmakta olan konferansın bazı yönlerine karşı çıksa da, bunun sonuçlarını tehlikeye atmak istemediğini belirtti. Aslında, Hizbullah milletvekilleri Aralık 2006’da hükümetten istifa ettikten sonra bile Başbakan Sinyora’nın sunduğu programı destekledi.
Bununla birlikte, Hizbullah 23 Ocak’ta 8 Mart İttifakı, Emel Hareketi ve FPM ile birlikte genel grev çağrısında bulundu. Emek eksenli olmayan eylemin hedefi, Refik Hariri’nin 2005’te suikastle öldürülmesini soruşturmak için kurulan uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi idi. Hizbullah ve müttefikleri, anayasal olmadığını belirttikleri mahkemenin özel olarak Şii örgütü hedef aldığını düşünüyorlardı.
Çağrı hemen yanıt bularak hızlıca halk isyanına dönüştü ve ülkedeki ana ulaşım yolları bloke edildi. Durum grevi başlatanların kontrolünden çıktı. “Mezhepsel gerginlik çıkartabilir” denilerek, protestoların sonlandırılmasına karar verildi. Solcu aktivist Bassem Chit’e göre, 8 Mart İttifakı, halk hareketinin mezhepsel sınırları aşıp sosyo-ekonomik konuları irdelemeye başlıyor olmasından korktu. Örgüt, sadece Şii çıkarlarına vurguda bulunmayı tercih etti.
Hizbullah’ın emek mücadelelerine (özellikle de 2008’den sonra gerçekleşenlere) yönelik tavrında öne çıkan özelliklerden birisi de, örgütün büyük ölçekli bağımsız kitle gösterilerini desteklemekte gönülsüz olup politik rakiplerine karşı küçük çaplı silahlı eylemlere girişmesiydi. Hizbullah bu bağlamda mezhepçi dinamiği güçlendirerek, emek mücadelelerinin sınıf birliğine doğru gelişmenin önünü kesti.
Mayıs 2008’de yarıda kesilen genel grev bunun iyi bir örneği. Taksi sürücüleri, öğretmenler ve çiftçilerin çağrısıyla başlayan grevde, göstericiler asgari ücretin arttırılmasını, kamuda maaşların yükseltilmesini (1996’dan beri dondurulmuştu) ve enflasyona karşı önlemler alınmasını talep etti.
Sadece dört ay önce benzer taleplerle yine grev çağrısında bulunulmuştu. Beyrut’un güney mahallelerinde ölümcül çatışmalar yaşanmış, yollar kesilmiş, taksiciler müşteri almayı reddetmişti.
Mayıs ayındaki grev ise rakip politik güçlerin sokak çatışmaları nedeniyle sona erdirildi. O zamanlar hükümeti elinde bulunduran 14 Mart İttifakı, Hizbullah’ın telekomünikasyon ağını kapatma tehdidinde bulundu. Hizbullah ise karşılık olarak genel greve katılmayı reddedip 14 Mart yanlısı mahallelere yönelik silahlı saldırılar başlattı.
Bu çatışmalar sokaklardaki halk hareketliliğini bitirirken, mezhepler üstü ortak sınıf mücadelesi imkanını da yok etti. Düşmanlıkların sona erdirilmesinden ve yeni bir ulusal birlik hükümetinin kurulmasından bir kaç hafta sonra, asgari ücret 200 dolardan 333 dolara yükseltilerek üçte iki oranında arttırıldı. Bu, işçilerin talep ettiğinin çok altındaydı ve sadece özel sektör çalışanlarını kapsıyordu. Kamu işçileri 12 yıldır çalıştıkları aynı ücretle yaşamak zorunda bırakılmıştı.
Sendikacı Ahmed Dirani, Hizbullah’ın askeri müdahalesinin amacının, büyük bir sendika ve işçi hareketliliğinin demokratik yoldan hükümete karşı mücadelenin liderliğini alma ihtimali olduğunu belirtti. Hizbullah’ın bu seçeneği tercih etmediğini söyleyen Dirani, “grevin devam etmesine izin verilseydi, ücretler etrafında sosyal kazanım elde edilebilir, ayrıca Hizbullah’ın telekomünikasyon sistemine yönelik tehdit de çözülebilirdi” dedi.
NAHAS PLANI
Haziran 2011’de 8 Mart İttifakı tarafından Necib Mikati liderliğinde yeni bir hükümet kuruldu. Hizbullah bu hükümette tarım bakanlığı (Hüseyin Hajj Hassan) ve devlet bakanlığı (Muhammed Fneich) olmak üzere iki koltuğa sahipti. Hizbullah’ın mevcut hükümetteki deneyimi, örgütün Lübnanlı işçilere yardım etmeyi amaçlayan önemli reform adımlarını desteklemekteki gönülsüzlüğünü göstermesi bakımından oldukça öğreticiydi.
Tartışmanın merkezinde Çalışma Bakanı Charbel Nahas’ın başlattığı girişim vardı. Nahas’ın planı; kamu ve özel sektör işçilerinin ücretlerini enflasyonla uyumlu hale getirecek sosyal ücret düzenlemesi, yol parası ve herkesi kapsayan bir sağlık sistemi dahil sübvansiyonların kapsamının genişletilmesi gibi bir dizi ciddi sosyal reformu kapsıyordu. Ücret artışları, finans ve diğer rantiye faaliyetlerine getirilecek yüksek vergilerle karşılanacaktı. Nahas’ın girişimi şayet gerçekleşmiş olsaydı, önceki yıllara rengini vermiş olan emeğin sermaye karşısında zayıflaması süreci tersine çevrilmiş olacaktı.
Bir dizi politik güç Nahas’a muhalefet etti. Emel Hareketi’nin Sağlık Bakanı Ali Hassan Khalil sağlık hizmetleri planına, Ulusal Sosyal Güvenlik Fonu çalışma bakanlığının kontrolünde olmasına rağmen, kendi alanına karışıldığı gerekçesiyle karşı çıktı. Lübnanlı gazeteci Zbeb, Khalil’in muhalefetinin, Emel lideri Nebih Berri’nin pastadaki payının sağlık bakanlığı ve sosyal güvenlik olmasından kaynaklandığını belirtti ve “diğer güçlerinki yerinde dururken, Berri kendi payından taviz veremezdi” dedi. Benzer şekilde, sendikacı Adib Bou Habib de bir röportajında, “Emel ve onun Sağlık Bakanı bu projeyi istemedi çünkü herkesi kapsamayan bir sağlık sistemini kendi politik ve klientalist çıkarları için kullanmak istediler” iddiasında bulundu.
Emel ve Hizbullah’tan gelen baskının ardından, Nahas, sağlık reformunu ücret reformundan ayırmayı kabul etti. Sonuncusu, kısa bir süre sonra hükümet içinde yeni bir savaşın sebebi haline gelecekti.
Nahas’ın ücret reformuyla ilgili ilk teklifi, minimum 593 dolar asgari ücret artı yol parasından oluşuyordu. Fakat özel sektör işverenleri, sürdürülemez bir maliyet artışına yol açacağı gerekçesiyle buna kesin olarak karşı çıktı. Bunun yerine CGTL liderliği ve Başbakan Necib Mikati ile Karşılıklı Mutabakata Dayalı Ücret Reformu Anlaşması’nı (CA) imzaladı. Bu anlaşma yol parasını içermezken, asgari ücreti de sadece 450 dolara yükseltti.
Hükümet söz konusu anlaşmayı Hizbullah’ın bakanlarının da desteğiyle Aralık 2011’de kabul etti. Hizbullah’ın Devlet Bakanı Fneich, CGTL’nin müzakerelerdeki rolüne ilişkin olarak, işçilerin ve işverenlerin, Çalışma Bakanı Charbel Nahas’ın önerdiği ücret düzenlemesi planını reddettiğini söyledi.
Bakanlarının tutumuna yönelik hızlıca gelen yaygın eleştirilerin ardından, Hizbullah pozisyonunu değiştirdi. Anlaşmaya karşı örgütlenen bir grevi ve gösteriyi destekledi. Hizbullah’ın bakanları, söz konusu plana karşı çıktıkları için değil, Nahas’ın koordinasyon içinde hareket etmemesini cezalandırmak için CA lehinde oy verdiklerini iddia ettiler. Hatta, onaylanan ücret teklifinin oldukça düşük olduğunu ifade ettiler.
Hizbullah buna rağmen Nahas planını destekleyen bir gösteriye katılmayı reddetti. 15 Aralık’taki protesto Beyrut’ta 6 binden fazla insanı topladı. CGTL de gösteriye katılmayı reddetti. Hizbullah’ın CGTL’deki yetkilisi Ali Yasin, partisinin, CGTL liderliğine kaşı çıkması nedeniyle harekete geçmemeye karar verdiğini söyledi. Gösteride pek çok protestocu CGTL’ye yönelik öfkesini pankartlar ve sloganlarla ifade etti.
Ocak 2012’de parlamento, CA’yı ve Nahas’ın teklifini son kez oyladı. Nahas, asgari ücret artışı önerisini biraz düşürürken, yol parasında ısrar etti. Nahas ile Hizbullah, Emel ve başbakan arasındaki sayısız toplantıya rağmen uzlaşma sağlanamadı. Sonunda ise, Nahas’ın teklifi CA’nın lehine reddedildi . Nahas da takip eden ayda kabineden istifa etti.
Hizbullah’lı sendikacı Ali Yassin, oylamayı ve CGTL’nin planı reddedişini şu sözlerle meşrulaştırdı:
“Özel bir durumdu. Ne kadar harekete geçebileceğinizi ve hükümeti ne kadar istikrarsızlaştırmak istediğinizi tartmak zorundasınız. Grevler ve gösterilerle ülkenin istikrarını ve güvenliğini tehlikeye atarsınız.”
Yassin bu sözleri Mart 2012’deki bir konferansta söyledi. Hizbullah’lı sendikacı, ülkedeki istikrarsızlık ve Lübnan ekonomisine zarar verme ihtimali nedeniyle, işçilerin daha yüksek ücret talep etmesinin zor olacağını ifade etti. Yassin “insanca bir ücrete” desteğini ifade ederken, buna işverenlerle müzakere yoluyla ulaşılması gerektiğini belirtti. Yassin, federasyonun artık işçileri temsil etmediğinden şikayet eden dinleyicilere karşı CGTL liderliğini savundu.
Hizbullah’la bağlantılı diğer sendikacılar, Akram Zeid ve Abdullah Hamadeh de, partinin Nahas planını ekonomik ve politik istikrarsızlık ihtimali sebebiyle destekleyemeyeceğini ifade etti.
SENDİKA KOORDİNASYON KOMİTESİ
Hizbullah benzer bir düşmanca tutumu, 40’tan fazla bağımsız sendikayı ve onların esasen kamu emekçisi veya öğretmen olan 140 bin ila 176 bin arasındaki üyesini bir araya getiren Sendika Koordinasyon Komitesi’ne (UCC) karşı da benimsedi.
UCC, 2012 ve 2013 yıllarında ulusal çaptaki emek mücadeleleri sırasında olağanüstü büyüdü. Sadece 2012’de 14 grev, 60 oturma eylemi ve 4 kitlesel gösteri örgütledi. Aynı yılın bahar ve yaz aylarında, devlete bağlı EdL elektrik şirketinde çalışan 2500’den fazla sözleşmeli işçi hükümetin özelleştirme planını protesto etti. İşçiler, Enerji ve Su Bakanlığı’nın (MoEW) kendilerine daimi istihdam, sosyal güvenlik, yeterli aylık bir ücret veya iş güvencesi sunamadığını belirtti.
Görevdeki Bakan Gebran Bassil protestolar sırasında işçilerle görüşmeyi reddetti ve onları baş belaları ve haydutlar şeklinde tarif etti. Bassil ayrıca, grevcilerin gösteri noktalarına ulaşımını engellemek için güvenlik güçlerini kullandı. Bakan’ın yeniden inşa planı 1800 işçiyi işsiz bırakacaktı.
Ocak 2005-Kasım 2006 tarihleri arasında MoEW’den sorumlu olan Hizbullah özelleştirme sürecini destekledi. Bassil planına destek çıkan örgüt, bir yandan da elektrik şirketindeki sözleşmeli işçilerin tam zamanlı çalışanlar olmalarını öngören kanun teklifi lehinde oy kullandı. Hizbullah bu süre içinde, plandan etkilenecek işçilerin ezici çoğunluğu Şii olmasına rağmen, Bassil’in işçi hareketine yönelik yüksek sesli ve mezhepçi saldırganlığını eleştirmedi.
Şubat ve Mart 2013’te, UCC’ye bağlı öğretmenler, kitlesel gösteriler ve açık uçlu grevler örgütleme çağrısında bulundu. Eğitim Bakanı bir yıl önce maaş artışı sözü vermiş, fakat bu söz hala gerçekleşmemişti. Ulusal ölçekte on binlerce öğretmen gösteriler gerçekleştirdi, grevler 3 haftadan fazla sürdü.
2014’te de devam eden bu hareketlilikte esas rolü oynayan UCC idi. Bu süre zarfında sendika; hükümetin öğretmen maaşlarını arttırmak için yeni vergiler, emeklilik ödemelerinde kesinti, sözleşmeli istihdamda artış gibi önlemlerle yükü toplumun en yoksul kitlelerinin sırtına yükleme tekliflerini reddetti.
2013’te gerçekleşen diğer mücadeleler de not edilmeli. Banka Çalışanları Federasyonu Lübnan’da kalan son toplu sözleşme anlaşmasını savunmaya çalıştı, Spinneys supermarket zinciri işçileri örgütlenme hakları için mücadele etti ve eğitim sektöründeki sözleşmeli ve belirsiz süreli istihdam edilen işçiler de işlerini korumak ve iş güvencesi için harekete geçti. Ulusal bir kampanya örgütleyen ve yerel halk örgütleriyle ittifak kuran UCC, emek hareketini desteklemek için bir milyon kişiyi hedefleyen bir imza kampanyası gerçekleştirdi.
Fakat Lübnan emek hareketinin dikkat çekici ve birbiriyle bağlantılı özelliklerini en iyi öğretmenler grevi açığa çıkardı. Grev herşeyden önce, Hizbullah’ın hükümete katılımı dolayısıyla bağımsız işçi hareketlerini desteklemekteki gönülsüzlüğünü gösterdi. Hizbullah grevler sırasında maaş artışı taleplerini desteklemedi ve üyelerini ortak eylemlere katılmaları için seferber etmedi.
Aslında, Hizbullah temsilcileri çeşitli vesilelerle grevlere cepheden karşı çıktı. Lübnan Kamu Ortaokul Öğretmenleri Birliği’nin güney şubesinin Kasım 2013 tarihindeki bir toplantısında, Hizbullah ve Emel Hareketi temsilcileri katılımcıların çoğunluğunun desteklediği bir greve muhalefet etti. Ayrıca, Hizbullah’lı öğretmenler UCC liderliğindeki açık uçlu grevlere katılmadılar ve önde gelen bir emek aktivisti ve Lübnan Komünist Partisi’nin mevcut başkanı Hanna Gharib’in protesoları arttırma çağrısını reddettiler.
Benzer bir şekilde, Hizbullah temsilcileri 2014 yazındaki not verme boykotu sırasında eylemin bitirilmesi çağrısında bulundu ve parlamentonun eylemi kırmak amacıyla tüm öğrencileri otomatikman geçirme kararını destekledi. Ne var ki, UCC boykota devam etme ve kamuda çalışan diğer kesimlerin maaş artışı talebiyle grevleri arttırma çağrısına katılma kararı aldı.
Bu mücadeleler, Hizbullah’ın Lübnan emek hareketine yönelik yaklaşımını göstermektedir. Süreç, özellikle 2004 ve 2008’deki genel grev çağrıları ve 2011’de Nahas planı etrafındaki tartışmalarda, işçi militanlığında ciddi bir artışa tanıklık etti. Söz konusu mücadeleler, Hizbullah’ın Şii nüfusunun yoksul ve marjinalleştirilmiş tabakalarını temsil etme iddiasıyla, kendisini yükselen burjuvaziye bağlayan politik elite dahil olması arasındaki gerilimi açığa çıkardı.
Hizbullah; özelleştirme, Paris anlaşmaları ve reel ücretlerin düşmesi gibi bütün büyük meselelerde söylemsel bir kaygı ifade etti. Fakat aynı esnada, mezhepler üstü bağımsız inisiyatifleri güçlendirecek şekilde tabanını harekete geçirme girişimlerine şiddetle direndi. Genel olarak bu gerilimler, özellikle Hizbullah’ın hükümette yer edindiği dönemlerde, neoliberal reformlar lehine çözüldü.
HİZBULLAH’IN DEĞİŞEN YAPISI
Hizbullah’ın emek protestolarına yönelik sicili, partinin değişen sınıf yaklaşımını yansıtıyor. Hizbullah, kökleri Lübnan’ın yoksul Şii nüfusu içinde olan bir örgütten, liderliği ve kadrosu giderek Şii burjuvazisinin bir kanadı, (özellikle Beyrut’ta bulunanlar) tarafından domine edilen bir parti haline geldi. Örgütün faaliyetleri –özellikle de gayri menkul, turizm ve tatille bağlantılı alanlarda– orta sınıf Şii sakinlerinin ihtiyacını karşılarken, başkentin güney banliyölerinde pek çok varlıklı aile ve tüccar Hizbullah’a katıldı.
Bu dönüşüm en açık bir biçimde parti kadroları içinde belirginleşiyor. Örgütün kadro bileşimini bundan böyle alt orta sınıf mollalar değil, çoğunlukla laik üniversitelerden mezun üst orta sınıf profesyoneller oluşturuyor.
Parti, meslek örgütlerinde ve Lübnan iş aleminde Hizbullah’ın direkt etkisiyle güç kazanan gayri menkul, turizm ve ticaret gibi alanlarda faaliyet gösteren şirketlerde giderek ağırlığını arttırıyor. İran sermayesi ve yatırımları üzerinden örgütle bağlantılı yeni bir burjuva fraksiyonu oluşturulurken, Şii burjuvazisinin geri kalan kısmı, ister Lübnan’da isterse diasporada olsunlar, artan bir şekilde Hizbullah şemsiyesi altına girdi veya en azından politik ve mali gücü nedeniyle partiye yakınlaştı. Hizbullah’ın politik temsiliyeti ve sosyal temelindeki değişimleri yansıtan bu özellikler, toplumun alt kesimlerinden destek almaya devam etmesine rağmen, örgütün önceliğinin gittikçe üst tabakaya yönelmiş durumda olduğunu gösteriyor.
Sınıf temelli hareketlerin gelişmesi, Hizbullah’ın bir parçası haline geldiği Lübnan’daki tüm mezhepçi ve hakim sınıf partileri için potansiyel bir tehdit oluşturuyor. Hizbullah bu nedenle mezhepler üstü bir perspektifle sosyo-ekonomik talepler için hiç bir zaman mobilize olmadı. Partinin CGTL ve diğer sosyal hareketlere desteği tamamıyla söylem düzeyindeydi.
İşin gerçeği, Hizbullah, Lübnan’daki diğer politik güçlerle birlikte emek hareketini zayıflatmak için aktif bir şekilde çalıştı. Örgüt; tarım, ulaşım, inşaat, matbaa, basın ve kamu hizmetleri dahil bir dizi sektörde Şii merkezli ayrı federasyonlar ve sendikalar kurdu. Bu derece yaygınlık, Hizbullah’ın CGTL içinde önemli bir güç kazanmasına imkan tanıdı. Emel ve Hizbullah, federasyonun yönetiminde çoğunluğa sahip. Sonuç itibarıyla, CGTL neoliberal politikalar yoğunlaşmasına rağmen işçileri harekete geçirmeyi reddediyor.
Öyle görünüyor ki, UCC içinde öncü bir rol oynayan Kamu Ortaokul Öğretmenleri Birliği’nin de benzer bir kaderi olacak. Birliğin Ocak 2015’teki seçimlerinde, mezhepçi politik partiler–Hizbullah, 8 Mart ve 14 Mart İttifakları– sadece bağımsızlardan ve Lübnan Komünist Partisi’nden destek alan Hanna Gharib’e karşı birleşti. Bu seçimler, mezhepçi politik güçlerin CGTL’nin altını nasıl oyduğunu gösterdi. İşin gerçeği, UCC’nin faaliyetleri bu seçimin ardından azaldı.
Hizbullah, kapitalist sisteme meydan okuyan karşı hegemonik bir proje inşasına girişmedi. Örgüt daha ziyade, Şii nüfusunun mümkün olan en geniş kesimlerine ulaşmak için dinci hareketliliği kullanmayı amaçlıyor. Hizbullah, Lübnan’daki veya bölgedeki hakim kapitalist ve mezhepçi politik sistem için bir tehdit oluşturmazken, aktif bir şekilde söz konusu sistemi devam ettiriyor.
Hizbullah’ın hizmet dağıtımı, daha geniş ve daha etkin bir örgütlenme ağına rağmen, Lübnanlı diğer politik ve mezhepçi topluluklarınınkine benziyor.Hepsi de yoksulluğun kamu eliyle değil de özel ve patronaj temelli hafifletilmesine katkıda bulunuyor.
Karşı hegemonik herhangi bir gerçek proje, mezhepçi politik sistemin yanı sıra bölgesel ve uluslararası emperyalist sistemle de bağını kopartacaktır. Bu bakımdan Mehdi Emel’in, İslami burjuvazinin 1980’lerdeki davranış biçimi için kullandığı tanımlama Hizbullah için de uygulanabilir:
“İslami burjuvazinin çeşitli kanatlarının arzusu, sistemi değiştirmeden hegemonyadan daha iyi pay alabilmek amacıyla iktidar yapısındaki pozisyonlarını güçlendirmek, daha doğrusu mezhepçi politik sistem içinde tuttukları yeri değiştirmek… Aslında bir çözüm olmayan bu çözüm, sadece sistemin krizinin daha da şiddetlenmesine yol açacak.”
Hizbullah’ın sicili, partinin işçilerden daha çok elitlerin çıkarlarıyla uyum içinde olduğunu doğruluyor. Örgüt, köklü sosyal ve ekonomik sorunları gündeme getirecek bir halk hareketinin ortaya çıkmasına mani olmak bakımından, sıkı bir şekilde Lübnan’ın diğer hakim politik güçleriyle aynı çizgide duruyor.
Bu şaşırtıcı olmamalı: Bu tip bir sınıf dinamiği Hizbullah’ın üzerinde durduğu zemini ortadan kaldıracaktır.
*Jacobin Magazine’den Ferhat Sarı tarafından çevrilmiştir.