Ongun Gürsu
Bertell Ollman’ın Diyalektiğin Dansı[1] isimli kitabı, diyalektiğin ne olup olmadığından ziyade Marx’ın çalışmalarında diyalektiği nasıl kullandığının bir analizi. Ancak bu kitap bir analiz ve analiz sonucunda bulunanların okuyucuya aktarılarak okuyucunun da bu metodu öğrenmesi gayesinin yanında, Marksizm eleştirilerinin veya Marksizmi aşma iddiasında olan akımların da Marx’ı ele alırken içlerine düştükleri hataları göstermesi ile çift yönlü bir anlam kazanmaktadır. Ollman çalışmasında Marx’ın yöntemini altı bölüme ayırmış ve bunları; ontoloji, epistemoloji, araştırma, düşünsel yeniden inşa, sergileme ve praksis olarak isimlendirmiştir. Bu çalışma ağırlıklı olarak Marx’ın epistemolojisi bölümüne odaklanmıştır.
Ollman, Marx’ın ontolojisini yani “varlık” üzerine düşüncelerinin materyalist oluşunu ifade etmekle yetinmiş, idealizm materyalizm tartışmalarına değinmemiştir. Ancak materyalist alan içerisinde de “varlık” birbirinden farklı olarak algılanmaktadır. Maddesel gerçekliğin nelerden oluştuğu, nasıl işlediği gibi sorular karşısında verilen cevaplar farklılaşır. Bu farklılaşmayı Ollman üç ayrı başlık altında toplamaktadır. Bunlardan birincisini Descartes’tan Wittigenstein’a uzanan ve her şeyin basit parçaların toplamından meydana geldiğini öngören bakış açısı olarak tanımlar. İkincisi Schelling ve Hegel gibi daha çok yapısalcılarda görüldüğünü ifade ettiği bütünlükçü bakış açısıdır. Buna göre önemli olan bütündür ve parçalar bu bütünün öngördüğü şekilde olmalıdır. Üçüncüsü ise Marx’ın bütünü parçaların karşılıklı ilişkileri olarak gördüğü bakış açısıdır. Marx’ın varlık ve gerçeklik üzerine benimsediği bu ontolojisi onun epistemolojisini belirlemektedir.
MARX’IN EPİSTEMOLOJİSİ
Marx’ın bilgiye nasıl ulaştığı ve bunları nasıl organize ettiği ile ilgili olan epistemoloji bölümünü de Ollman kendi içinde dört alt başlığa ayırmıştır. Bunlar algı, soyutlama, kavramsallaştırma ve oryantasyondur. Ancak bu dört alt başlık bir sürecin dört ayrı parçası olarak değil, bir sürecin eşzamanlı bölümleri olarak kavranmıştır. Ollman algılarımızın, daha doğrusu Marx’ın algıyı kavrayışının, beş duyumuz ile bir olgu hakkında edindiğimiz bilgi dışında, bizlerin o olgu hakkında duyumsamalarımızı ve düşüncelerimizi de içeren bütünlük hali olduğunu ifade eder ve bunun da soyutlama sürecinden ayrılamayacağını ifade eder. Ollman’ın Marx’ın soyutlamaları üzerindeki düşüncelerine geçmeden önce, kavramsallaştırma başlığına biraz değinelim. Burada kavramsallaştırma, soyutlama süreci ile belirlenen parçaların isimlendirilmesi adımıdır. Ancak Ollman’ın burada özellikle üzerinde durduğu konu, kavramsallaştırmanın Marx’ta yalnızca basit bir isim verme süreci olmadığıdır.
Bu durum Marx’ın iki farklı metninde geçen aynı ifadenin farklı anlamlarda ya da içeriklerde kullanılmasına yol açmıştır. Örneğin “şimdiye kadarki tüm toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir” ile “sınıf burjuvazinin ürünüdür” belirlenimleri içerisindeki sınıf kavramı birbirinden farklıdır. Ollman, kitabında bu durumun nedenini göstererek hem Marx’ın daha doğru anlaşılmasına yardımcı olmakta, hem de Marksizm eleştirilerinin eksik kalan yönlerini göstermektedir. Marx’ın kavramlarının içeriği, çalıştığı konuya bağlı olarak değişen soyutlamaları neticesinde değişmektedir. Çalışılan konu bir gerçekliğin ayrı ayrı parçaları olduğu için, birbiri ile uyumsuz gözüken bu iki ifadede aslında aynı anda doğru olabilmektedir.
Marx insanlık tarihinin gelişimi üzerine durduğu bir çalışmada, “tüm toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir” derken aslında doğru söylemekte ve sınıf olarak köle-efendi, serf-feodal bey ve burjuvazi-proletarya sınıflarının savaşımını ifade etmektedir. Buradaki sınıf soyutlaması, insanlık tarihi genelliğinde ele alınmakta ve dolayısıyla “sınıf” kavram olarak tüm bu tarihsel sınıfları kapsamaktadır. Ancak Marx’ın çalışmalarının büyük bölümü kapitalizm üzerinedir ve yalnız kapitalizm genelliğinde konu ele alındığında, kapitalist üretim ilişkileri gereği, proletaryayı bir başka deyişle karşıt sınıfını burjuvazinin kendisinin yarattığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Kapitalizm genelliği içerisinde “sınıf” kavramı, kapitalist üretim içerisinde yer alan sınıfları kapsamakta ve kapitalizm öncesi sınıfları dışlamaktadır.
Dördüncü alt başlık olarak tanımlanan oryantasyon ise, bir konu hakkındaki fikirlerin ve düşüncelerin, içinde bulunulan kültürden, üretim ilişkilerinden ayrı düşünülemeyeceğidir. Burada detaya çok inmeyen Ollman özellikle, Marx’ın ütopik sosyalistlerden farkını belirtiyor. Marx’ın insanlık için, onların kendi kültürlerinden bağımsız mutlak bir ahlaki söylemi yoktur, çünkü Marx böyle mutlak bir ülkü fikrini reddetmiştir. Bunun yerine insanların inançlarının, kültürlerinin, doğru veya yanlış düşündüklerinin, içlerinde bulundukları toplumun tarihsel gelişimindeki öznellikleri ve içinde bulundukları üretim ilişkilerinin bir bütünü olarak görmüştür. Durmadan değişen ve dönüşen bir toplumda, mutlak doğru veya yanlışların olamayacağını göstermiştir.
Marx’ın epistemolojisi bölümündeki son alt parçayı da inceledikten sonra, Marx’ın soyutlamayı nasıl kullandığına geçebiliriz. Burada da Ollman temel olarak iki nokta üzerinde duruyor. Bunlardan birincisi Marx’ın soyutlamasının içsel ilişkiler felsefesi ile olan ilişkisi veya daha doğru bir ifadeyle içeriği ve soyutlamasının eşzamanlı görünümleri olan kapsam, genellik düzeyi ve konumlanma. Yukarıda kavramsallaştırma adımında gördüğümüz bir kavramın farklı içeriklere sahip olması durumu Marx’ın soyutlamasına hakim olmadan anlaşılamayacağı gibi, Marx’ın soyutlaması tam anlaşılmadan metinlerinde ifade etmek istedikleri de tam olarak anlaşılamayabilir. Ollman işte tam olarak bu noktanın Marksizmi eleştiren akımların göz ardı ettikleri nokta olduğunu ifade etmektedir.
Ekonomi-politiğin eleştirisinde Marx, kendi yönteminin gerçek somuttan başlayarak soyutlama yoluyla düşüncedeki somuta ilerlemek olduğunu belirtmiştir. Gerçek somut üzerine olan bilgimiz ilk başta yalnız duyularımız ve algımızdan ibaret olduğuna göre ve düşüncedeki somuta ulaşabilmek için soyutlama adımını gerçekleştirmek zorunda olduğumuza göre, soyutlama hayatı anlamlandırmamızda kritik bir rol oynuyor demektir. Burada birinci üzerinde durulması gereken nokta düşüncedeki somuta ulaşırken, gerçek somutun bütününden mi yoksa gerçek somutun parçalarından mı yola çıkılması gerektiğidir. Burada Ollman’ın Kopernik’ten yapmış olduğu alıntı aynen şöyle;
“Bunların yaptıkları şey sanki bir sanatçının hepsi de mükemmel bir şekilde çizilmiş ama her biri farklı modellere ait el, ayak, kafa ve diğer uzuvları bir araya getirip de tek bir vücudu oluşturacak şekilde ilişkilendirmesine benziyor. Bu parçalar hiçbir şekilde birbirlerine uymadığından ortaya çıkan şey bir insan değil canavar heykeli oluyor.”
Bu durum bir bütünün her bir parçasına, değişmez sınırlılıklar verilmesi ve her bir parçayı bu sınırlılıklar içerisinde ele almanın sonucudur. Bu her bir parça toplandığı zaman çarpık bir bütün oluşuyor ve bu çarpıklığın ihmal edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla tümevarım yöntemindeki bu sorunu aşmak için iki adım gerekiyor. Bunlardan birincisi tümdengelim yöntemini benimsemek, ikincisi ise tümdengelim yaparken soyutladığımız her bir parçayı tüm ilişkileri içerisinde ele almak. Ollman Marx’ın içsel ilişkiler felsefesini Hegel’den aldığını belirtiyor ancak Marx’ın içşel ilişkiler felsefesini kullanırken Hegel’den ayrıldığı nokta Marx’ın soyutlamalarının yani bütünün parçalarının mutlak bütün algısına göre şekillenmemesi olduğunu belirtiyor. Yani Marx soyutlamasını ilk algısını ispat etmek üzere şekillendirmiyor tam tersi soyutlamaları üzerinden ilk algısından başka bir somut gerçeklik elde ediyor ve bunu daha sonra değineceğimiz praksis adımıyla hayata uyguluyor. Kendi ulaştığı somut gerçeklik ve hayattaki deneyim arasında oluşan farkları gidermek için bu süreci tekrar tekrar işletip gerçekliğe en yakın sonuca ulaşmaya çalışıyor. Bu yöntemin bir yönü gerçekliğe ulaşmak, en azından yaklaşmak için en uygun yöntem olmasıysa diğer bir yönü teori ve eylem birliğinin sağlanması zorunluluğudur. Marx’ın ifade ettiği “İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur” önermesi ancak böyle bir bakış açısıyla mümkün olabilmektedir.
Soyutlama yaparken üzerinde durulması gereken ikinci önemli nokta, Kopernik örneğinde verdiğimiz parçaların sınırlarının neler olduğudur. Kopernik’in örneğinden her bir dar ve kendi içinde durağan, diğer parçalarla etkileşim halinde olmadan soyutlanan parçalardan bütünlük elde edilmesinin zorluğu anlaşılmaktadır. Marx’ta ise her bir soyutlama kendisi, kendi tarihi ve bulunduğu sistem içerisindeki tüm etkileşimleri göz önünde bulundurularak ele alınır. Her soyutlama geçmişten başlayan, bugünü kapsayan ve geleceğe doğru uzanan bir süreç ve diğer tüm soyutlamalarla girdiği ilişki üzerinden tanımlanır. Bu şekilde tüm ilişkiler, soyutlanan kavrama özgü, içsel ilişkiler olarak görünür ve araştırma dışı bırakılamaz.
Diyalektiğin devreye girdiği nokta burasıdır. Bu soyutlamaların gerçekleştirilebilmesi için Ollman öncelikle dört tür ilişkinin araştırılması gerektiğini ifade eder. Bunlar; özdeşlik/farklılık, zıtların iç içe geçmişliği, nitelik/nicelik ve çelişkidir. Örneğin formel mantık iki şeyin ya birbiriyle aynı yada birbirinden farklı olduğunu ifade eder ve bu sonuca ulaşıldığı an soyutlamasını bitirir. Oysa diyalektikte iki şey aynı anda hem farklı hem özdeş olabilir, keza Marx, faiz, kâr ve rantın hem birbirlerinden farklı olduklarını hem de hepsinin artı-değerin farklı görünümleri olması sebebiyle özdeş olduklarını göstermiştir. Eğer faiz, kâr ve rant arasındaki farklılıklar tanımlanıp araştırma sonlandırılmış olsaydı; bunların kaynağı ve dolayısıyla özünde aynı şey oldukları gerçeği bulunamayacaktı veya mantığa aykırı kabul edilecek ve yok sayılacaktı.
Zıtların iç içe geçmişliği ilişkisi ise bir soyutlamaya hangi noktadan bakıldığı ile ilgilidir. Bir şeye A noktasından bakan bir kişi hem baktığı şeyi bu perspektifle görecek hem de kendisi ve algısı, içinde bulunduğu nokta tarafından belirlenecektir. Aynı kişi B noktasından baktığında ise hem perspektifi hem de algısı değişecektir. Örneğin bir makinenin kapitalist tarafından algılanışı ile bir işçi tarafından algılanışı arasında fark vardır. Kapitalist makineyi üretimi için gerekli bir sermaye olarak görürken, işçi için makine her gün kendi hareketlerini adapte etmek zorunda olduğu bir üretim aracıdır. Dolayısıyla her soyutlamanın farklı perspektifleri vardır ve bunlar aynı şeyin zıt görünümlerine tekabül ederler. Makine üzerine bu farklı algılarında, algılayanların hayatı üzerinde farklı etkisi vardır. Bu nedenle algılama sürecini tek yönlü değil çift yönlü bir eylem olarak kabul etmek gerekir.
Nicelik/nitelik ilişkisi ise bir soyutlamanın, içinde bulunduğu süreçte belirli niceliksel değişimlere uğradığı ve bu değişimlerin belirli bir noktasında, soyutlaması yapılmış bu kavramın artık başka bir şeye dönüştüğü yani niteliksel bir dönüşüme uğradığı ve bu nedenle farklı bir isimle isimlendirilmesi gerektiğidir. Buna örnek olarak paranın ancak belirli bir birikim aşamasından sonra sermaye niteliğine bürünmesi gösterilebilir. Doğada ise belirli bir sıcaklık ve atmosfer basınçta bulunan suyun ancak ısıl olarak belirli niceliksel artış sonucu başka bir niteliğe dönüşmesi düşünülebilir. Burada da aslında kâr, faiz ve rant gibi su da iki farklı, zıt görünümde olmasına rağmen aynı miktarda hidrojen ve oksijen atomlarından oluşması nedeniyle bir ve özdeştir.
Marx’ın en çok atıfta bulunduğu ve önem verdiği ilişki ise çelişkidir. Çelişki iki şeyin, birbirlerine hem bağımlı olma hem de birbirlerine karşıt olma durumudur. Sözü edilen bu iki şeyin iki şey olarak isimlendirilmesine neden olan arasındaki farklılıklar, içlerinde bulundukları koşullar tarafından belirlenir ve sürekli değişim halindedir. Koşulların değişimi ile birlikte değişime uğrayan bu iki şeyin kendisi kimi zaman birbirini destekler kimi zamansa zayıflatır ve engel olur. Tüm bu süreci geçmişi ve geleceği ile birlikte, bütünlüklü olarak inceleme aracını bize çelişki sunar. Üretim artışı ile birlikte, alım gücünün düşmesi kapitalizmdeki çelişkilerden yalnızca bir tanesidir. Formel mantık çelişkiyi gerçek dünyada değil, yalnızca fikir dünyasında kabul eder ve bu nedenle değişim ve dönüşüm onun için yalnızca dışarıdan bir etki olarak görülür. Oysa ki diyalektiğe göre her şey kendi içinde bir çelişki barındırır ve bu nedenle durmadan değişim ve dönüşüm halindedir. Kapitalizmi krize sürükleyen ve en sonunda yıkıma götürecek olanda kapitalizmin bu kendinde barındırdığı çelişkilerdir.
KAPSAM, GENELLİK DÜZEYİ VE KONUMLANMA
Marx’ta soyutlamaların birbirleriyle ve sistemle ilişkilerinin araştırılması yönteminden sonra, Ollman’ın üzerinde en çok durduğu kapsam, genellik düzeyi ve konumlanma üzerinde duralım. Kapsam, incelenecek şeyi yada süreci en iyi anlayabileceğimiz ve üzerinde en verimli çalışabileceğimiz kapsamın belirlenmesidir. Her şeyin birbiriyle ilişkili olması ve birbirini her an değiştirip dönüştürmesi, her şeyi bilmeden hiçbir şeyi bilemeyeceğimiz ve her şeyi bilemeyeceğimiz için, asla gerçekle ilgili bir şey bilemeyeceğimiz gibi saçma bir önermeye bizi götürmemelidir. Bu bilinemezcilikten bizi kurtaran, kapsam belirlemesidir. En popüler örneği, “kelebek etkisi”[2] teorisi olan kaos teorilerinden idealist akımların çıkardıkları sonuç tam olarak bir bilinemezciliktir. Ancak reel hayatı doğrudan etkileyen bir araştırma konusu söz konusu olduğunda, kapsamda bu doğrultuda belirlenir ve dünyadaki tüm kelebeklerin uçuş aktiviteleri gözlemlenmemesine rağmen yine de hava tahminleri büyük başarılar ile gerçekleştirilir. Çünkü oluşacak bir fırtınayı belirleyen, hava akımı, sıcaklık, bulut yoğunluğu vb. majör etkenler bilinmekte ve araştırma sonucu elde edilen çıktılar gerçek hayatla kıyaslandığında sağlaması yapılabilmektedir.
Ollman’a göre Marx metinlerinde yedi genellik düzeyi kullanmıştır. En özelden veya en yakından başlamak üzere birincisi tek bir bireyde ve onun yaşamında kendini gösteren genellik düzeyidir. Soyutlamalar ve kavramlar o kişinin hayatı için geçerlidir. İkinci kısım ise Marx’ın metinlerinde son elli yıllık dönemi kapsayan modern kapitalizm düzeyidir. Kapitalizmin gelişmiş ve olgunlaşmış olduğu bir dönemi içerir ve dolayısıyla kavramlar artık farklı anlamlar ifade etmeye başlar. Burada bireyler görünmez olmaya başlarken meslekler görünür olmaya başlarlar. Üçüncü düzey ise genel kapitalizm düzeyidir. Burada bireyleri artık göremeyiz, meslekler kaybolmaya başlar ve toplumsal sınıflar ve bu sınıfların birbirleriyle ilişkileri görünür olmaya başlar. Aynı anda bu genellik düzeyi zamansal olarak dört yüz yıllık kapitalizm tarihinin tamamını kapsar. Dördüncü düzeyde sınıflı toplumlar vardır. Köleci toplumdan günümüze on bin yıllık bir dönemi kapsar. Beşinci düzey dünya tarihinde insanlığı ilgilendiren, insanı insan yapan özelliklerin görünür olduğu düzeydir. Ollman, Marx’ın metinlerinde çokça yer almasa da altıncı düzeyi hayvanlar alemi olarak ve yedinci düzeyi ise uzunluk, ağırlık, hareket vb. maddi özellikler olarak ifade eder. Her bir genellik düzeyindeki soyutlama aynı anda hem gerçek hem de doğrudur. Ancak güncel pratik için, soyutlanan konuya göre genellik düzeylerinden biri ya da ikisi daha verimli olabilir.
Konumlanma ise zıtların iç içe geçmişliğinde de ifade ettiğimiz gibi, bir şey, o şeye nereden baktığımız veya bir süreci o süreçteki hangi zaman diliminden ele aldığımıza göre değişiklik gösterir. Örneğin bir işçi üretim sürecini, mesai saatleri, fabrika, makine, ücret vb. üzerinden algılarken, burjuva için aynı süreç kâr, rekabet, fiyat vb. üzerinden algılanır. Dolayısıyla bu iki bireyin yada sınıfın hayata bakışları ve ideolojileri farklı olur. Ollman, Marx’ın burjuva ideolojisini hiçbir zaman tamamıyla yanlış görmediğini, ancak gerçekliğe sadece kendi konumlanma noktasından ve kendi çıkarları için baktığından dolayı eksik olduğunu ifade ettiğini belirtir.
Ollman, Marx’ın soyutlamalarındaki tarihsel süreç kavrayışı üzerinde ayrıca durmuştur. Marx’ın tarihsel süreç kavrayışı bugünle ve dünle sınırlı kalmayan ama yarına da uzanan ve gelecekte neler olabileceği üzerine de kafa yoran bir kavrayıştır. Marx, araştırma sürecine bugünden başlar. Marx’ın merak konusu bugünün karmaşık ilişkiler bütününü oluşturan gelişimlerdir. Bugünün bütünlüğünden geçmişe giderek bugünü oluşturan süreçleri, ilişkileri ve gelişimlerini inceler. İlişkileri incelerken, özdeşlik farklılık, zıtların iç içe geçmişliği, nicelik nitelik ve çelişki kullanılırken süreç incelemelerinde önkoşul sonuç ilişkisi üzerinde durulur. Önkoşul sonuç ilişkisi statik, süreçlerin öncelik sırasına göre dizildiği bir ilişki olarak değil ama dinamik, süreçlerin önkoşulken sonuç, sonuçken önkoşul olabildiği bir ilişki olarak ele alınmalıdır. Örneğin ücretli emek, sermayenin bir sonucudur ama ücretli emek olmadan sermayenin olamayacağı yani aynı zamanda ücretli emeğin sermayenin önkoşulu olduğu da bir o kadar doğrudur. Bu şekilde toplumsal ilişkiler geriye ve ileriye doğru takip edilebilir hale gelirler. Bugünden geriye doğru araştırmasını yürüten Marx, bu sefer de araştırmasında varmış olduğu geçmişten tekrar bugüne doğru süreci ilerletir. Az önce önkoşul olanlar şimdi sonuç olmaya, sonuç olanlar önkoşul olmaya başlar ve bu süreç günümüze kadar sürdürülür. Ancak bugüne gelindiğinde durulmaz. Çünkü tarihsel eksende yapılan bu süreç araştırması bugünün bütününün ilişkilerinin durumunu, gelişimini, kuvvetli ve zayıf yanlarını ortaya sermiş olur.
Bu şekilde bu ilişkiler ileriye doğru devam ettirilir. Artık bugünden geleceğe uzanan bir süreç araştırmasına girilmiştir. İlişkilerin tarihsel gelişimi bilindiği için nereye doğru evrilebileceği ve nasıl bir görünüm alabileceği belirmeye başlar. Gelecekte ulaşılan noktadan tekrar geriye dönerek, bugünün temel çelişkileri gözler önüne serilir ve değişim dönüşüm için gerekli strateji elde edilebilir. Marx, içinde yaşadığı toplumu o günün koşullarıyla, o andan başlayarak analiz etmeye başlamış ve önce kapitalizm tarihine, sonra sınıflı toplumlar tarihine, hatta insanlık tarihine kadar geri gitmiştir. Araştırmasını ileriye doğru tekrar başlattığında, artık bugünün durumu, ilişkileri belirmiştir. Böylece ileriye doğru, yani içinde yaşadığı modern kapitalist toplumdan sonrasına, yani komünizmin birinci ve ikinci aşamalarına kadar araştırmasını ilerletebilmiştir. Varmış olduğu bu gelecekten, bugüne geri döndüğünde artık Marx’ın elinde yalnızca erişilmiş bir bilgi değil ama geleceğin toplumunu inşa etmek için gerekli bir yol haritası vardır. Marx önemli olanı “Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, sorun onu değiştirmektir”sözleriyle ifade etmiştir ve tüm bilgi araştırması bu hedefine uygun düşmektedir.
Marx’ın soyutlaması ile, Ollman’ın epistemoloji olarak adlandırdığı adım tamamlanmış olur. Bundan sonra Marx soyutlamalarına uygun düşecek araştırmalara başlar. Ollman Marx’ın bir konuda fikir beyan etmek için o konuda yeterince okumak ve bilgi sahibi olmak gerekliliğine olan inancına vurgu yapar ve yaşamının sonlarında kapitalizm öncesi toplum araştırmaları için Rusça öğrenmeye başladığını ifade eder. Tüm araştırma süreci tamamlandıktan sonra, Marx tüm sonuçları düşünsel yeniden inşa adımında tekrar ve bütünlük oluşturacak şekilde bir araya getirir. Sergileme ise yeniden inşa ettiği bu sonuçları sunuş adımını ifade eder. Marx burada kendisini metinlerinde olabildiğince sade bir dille anlatmaya ve anlaşılmasını sağlamaya çalışmıştır. Ollman Marx’ın el yazmalarında bulunan pek çok şeyin, yayınlanmış metinlerinde bulunmamasını buna bağlamaktadır. Marx için öncelikli olan, kitlelere kendisini anlatmaktır. Dar bir felsefi çerçevede tartışma yürütmek hiçbir zaman Marx’ın amacı olmamıştır, bu nedenle böyle bir sunuşa Marx’ın metinlerinde rastlanmaz. Fikirlerini sunduktan sonra ise Marx, eyleme geçer. Bu adım praksis adımıdır. Toplumsal mücadele içinde ve günlük hayatın akışında kendi sonuçlarını dener ve araştırmasına tekrar başlar.
Marksizmdeki savrulmaları en aza indirmek, bugünün Marksist temelde yeniden yorumlanmasını sağlamak, Marksizm aleyhine yapılan yoğun propagandayı bertaraf etmek için iktisadıyla, felsefesiyle, teorisiyle ve pratiğiyle Marksizme hakim olmak gerekliliği acil bir ihtiyaç olarak hepimizin önünde duruyor. Ollman’dan alıntı yaparak bitirmek gerekirse “Marx’ın diyalektik yönteminin nasıl kullanılacağını öğrenmek ve bu işi layıkıyla yapmak herhangi bir şey üzerinde kafa yorma tarzının köklü bir şekilde dönüşüme uğratılmasını gerektiriyor.”
[1] Ollman, Bertell (2015) Diyalektiğin Dansı / Marx’ın Yönteminde Adımlar, Çeviren: Cenk Saraçoğlu, İstanbul: Yordam Kitap.
[2] Kelebek etkisi, Amerikalı matematikçi ve meteorolog Edward N. Lorenz tarafından bulunmuştur. Lorenz hava olaylarını tahmin etmeye yarayan bir matematiksel model geliştirmiş ve bu modelin çıktılarını günlük hava durumu ile kıyasladığı bir çalışma yürütmüştür. Bilgisayarda işlemler virgülden sonra altı hane ile yapılırken, bir gün Lorenz, modelini virgülden sonra üç hane olarak başlatmış ve beklediğinden çok farklı sonuçlar elde etmiştir. Bunun üzerine hava tahminleri gibi pek çok girdinin olduğu sistemlerde, on binde bir, hatta milyonda birlik farkların bile sonuç üzerinde çok büyük etkileri olabileceğini ifade etmiştir. Kendi çalışmasında on binde birlik bir farkın ancak bir kelebeğin kanat çırpmasına denk düşebileceği üzerinden bulduğu bu sonuca kelebek etkisi denilmiştir.