Olcay Geridönmez
Türkiye’de kadınlar 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü OHAL koşullarında tüm yetkilerin ‘tek’ kişide toplanmasını sağlayacak bir anayasa değişikliğinin referanduma götürülmesi gündemiyle iç içe karşılayacak.
Olağan yasal mekanizmaların askıya alındığı, ülkenin gece yarılarında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yönetildiği, terör ve güvenlik sorunlarının günlük hayatın bir parçası haline geldiği, muhaliflere yönelik antidemokratik baskı ve uygulamaların zirve yaptığı, tartışma, sorgulama ve itiraz olanaklarının gün geçtikçe sınırlandığı, insanların hedef gösterilip kutuplaştırıldığı bir ortamda gündeme oturdu anayasa değişikliği referandumu.
Mevcut haliyle bile kadınları görmeyen, haklarından en etkin şekilde faydalanmasını sağlamayan yasama, yargı ve yürütmeyi, –kadınlarla erkeklerin “fıtratları gereği” eşit görmeyen, anne olmayan kadınları “yarım”, “eksik” olarak yaftalayan– tek bir kişinin iki dudağı arasına teslim etmeyi öngören bir anayasa değişikliğinin kadınların hayatını nasıl etkileyebileceği son derece hayati bir konu.
Dolayısıyla, anayasa değişikliği referandumu tartışmalarının, kadınların hakları ve talepleri için mücadelelerini yükselteceği 8 Mart’a ve hazırlıklarına da damga vuracağı ve bu sürece yoğun, sert bir siyasi atmosferin eşlik edeceği kesin.
Fakat bu yazının konusu, güncel politik gelişmelerin 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü açısından ortaya çıkardığı mücadele olanakları ve görevleri değil. Daha çok, bir asırlık bir deneyimin, başkanlık sistemi etrafında süren rejim tartışmasına açtığı tarihsel pencereyle, ondan da öte bu deneyimin kadınların mücadele deneyim ve kazanımlarına kattığı zengin birikimle ilgili.
İKTİDAR SOVYETLERE
Bilindiği gibi Ekim Devriminin 100. yılındayız. Eski Rus takvimine göre 25 Ekim 1917’de Bolşevik Partinin önderliğindeki Rusya işçi sınıfı, yoksul köylülerleittifak halinde burjuvazinin iktidarını devirerek yönetimi ellerine aldı. Dünyayı temelden sarsan ve çağın dünyasının çehresini tümüyle değiştiren bu gelişme, yeni, sosyalist bir toplum kurma deneyimi olarak Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği, kuşkusuz ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada yaygın olarak anılacak, kutlanacak. Ve bu deneyimden, günümüz emekçi sınıfların geleceğin sınıfsız ve sömürüsüz toplumu uğruna mücadelesi için dersler çıkarılmaya devam edecek.
Dünyanın ilk işçi ve emekçi iktidarının özünü, “toprakta, fabrika ve işletmede özel mülkiyeti ortadan kaldırmak ve bütün devlet iktidarını emekçi ve sömürülen yığınların ellerinde toplamak” olarak özetlemişti Lenin 1921’de 8 Mart vesilesiyle yazdığı bir makalede.[1]
Bu güç işin başarılmasını mümkün kılan, ezilen ve sömürülenlerin “devletin demokratik yönetimine sürekli, koşulsuz ve tayin edici bir şekilde” katılmalarını sağlayan, Rusya’nın emekçi sınıflarının Şubat devriminde yarattığı –işi/inisiyatifi kendi ellerine alma iradesini yansıtan ‘biz de kendimiz yaparız’[2] sloganıyla gerçekleştirdikleri– örgütlenme biçimiydi Sovyetler.
Türkçe karşılığı kurul, konsey, meclis olan Sovyet(ler), geniş kitlelerin en kapsamlı en demokratik ve dolaysız örgütlerini oluşturuyordu. Sovyetler, tüm ezilen ve sömürülenlere yeni devletin inşasına ve onun yönetimine katılmayı azami ölçüde kolaylaştıran, kitlelerin devrimci enerjisini, inisiyatifini, yaratıcı yeteneklerini ileri düzeyde geliştirme olanağı sağlayan örgütlerdi. En küçük üretim biriminden bütün ülke çapına kadar bir örgütlenmeyi kapsayan Sovyetlere katılım, doğrudan devletin yönetimine katılım anlamına geliyordu.
Çünkü; “Sovyetler, birincisi, işçi ve köylülere silahlı iktidarı veren –ki bu iktidar eski daimi ordunun erki gibi halktan kopuk değil, bilakis halkla sımsıkı bağlıdır– yeni devlet aygıtıdır; askeri açıdan bu iktidar, eski iktidarla karıştırılamayacak kadar güçlüdür, devrimci açıdan yeri doldurulamaz. İkincisi, bu aygıt kitlelerle, halkın çoğunluğuyla, eski devlet aygıtında düşünülmesi bile mümkün olmayan sıkı, kopmaz, kolayca denetlenebilen ve yenilenebilen bir bağ kurar. Üçüncüsü bu aygıt, bürokratik formaliteler olmadan, kadrolarının halkın iradesiyle seçilebilmesi ve görevden alınabilmesi sayesinde eski aygıtlardan çok daha demokratiktir. Dördüncüsü, çeşitli mesleklerle sağlam bir bağ yaratır, böylece bürokratizm olmadan, son derece derin anlamı olan en çeşitli reformların uygulanmasını kolaylaştırır. Beşincisi, öncünün, yani ezilen sınıfların, işçi ve köylünün sınıf bilinçli, en enerjik, en ileri kesiminin örgütlenme biçimini yaratır ve böylece ezilen sınıfların öncüsünün, şimdiye kadar politik hayatın tamamen dışında, tarihin dışında kalmış bu sınıfların dev kitlesini ayağa kaldırmasını, eğitmesini, öğretmesini ve ona öncülük etmesini sağlayacak bir aygıt ortaya çıkarır. Altıncısı, parlamentarizmin yararlarını, dolaysız, doğrudan demokrasinin yararlarıyla birleştirme, yani seçilmiş halk temsilcilerinin şahsında yasama işleviyle, yasaları uygulayıcı işlevi birleştirme olanağı verir. Burjuva parlamentarizmine kıyasla bu, demokrasinin gelişiminde dünya çapında tarihi öneme sahip ileri bir adımdır.”[3]
YASA ÖNÜNDE EŞİTLİK, HENÜZ YAŞAMDA EŞİTLİK DEĞİLDİR
Bu ileri adımı gerçekleştirebilmenin vazgeçilmez bir koşulu ise toplumun yarısını oluşturan kadınların politikaya, yani ülke yönetimine etkin olarak çekilmesiydi. Yeni bir toplumun temellerini kurarken, binlerce yıldır süren erkeğin kadın üzerindeki egemenliğinin temelini hukuksal, ekonomik ve toplumsal alanlarda yok etmek ve kadınla erkeğin toplumun gerçek eşit bireyleri olmasının maddi koşullarını yaratmak bir zorunluluktu.
Sovyet iktidarı bu işe kararlılıkla atıldı. Devrimin hemen ertesinde, sivil hayatta kadınların önüne engel olan bütün yasaları bir hamlede kaldırıp, kadın ile erkeğin yasal eşitliğini getirdi. Devrimden 4 gün sonra, kadın emeğinin ve annenin korunmasına ilişkin kararnameyi, Aralık’ta evlilik ve aile ilişkileri ile ilgili kararnameyi ilan etti. Sovyetlerde kadını politik hak eşitliğine, seçme ve seçilme hakkına kavuşturan ilk belge ise Ocak 1918’de III. Tüm Rusya Sovyet Kongresi tarafından karar altına alan “Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Deklarasyonu” oldu. Böylece tarihte ilk kez kadının politik, ekonomik ve hukuksal tam hak eşitliği ilan edildi. Temmuz 1918’de kabul edilen ilk Sovyet Anayasası da bu hakları yasa biçiminde güvence altına aldı.
Komünist partisi bunun henüz bir başlangıç olduğunu, esas büyük görevin, kadını toplumsal yaşamın her alanında gerçekten eşit kılma mücadelesinin olduğunu; bu uzun soluklu ve zorlu mücadelede, emekçi kadın kitlelerini partiye ve sosyalizmin inşasının her somut aşamasında çözülmesi gereken görevlere seferber etmek gerektiğini vurguluyordu.
Lenin bunu, “Yasa önünde eşitlik, henüz yaşamda eşitlik değildir. Emekçi kadın, yalnız yasa önünde değil, bilakis yaşamda da erkekle hak eşitliğini kazanmalıdır. Bu amaçla, emekçi kadınların kamu kurumlarının yönetimine ve devletin yönetimine gittikçe daha güçlü katılmaları zorunludur”[4] biçiminde ifade etmiştir. Sovyetlere, özellikle de denetim mekanizmalarına daha fazla emekçi kadının dâhil edilmesini teşvik etmiş, kadınların buralardaki çalışmaya katılarak yetkinliklerini hızla geliştireceklerine olan güvenini dile getirmiştir.
Devlet yönetimine, kamu yaşamına katılım işçi ve köylü kadınlar açısından yepyeni bir alandı. Çarlık rejimi tarafından her bakımdan geri bırakılmış, ezilmiş ve aşağılanmış kadınların, devlet işlerine pratik olarak katılmasına izin veren niteliklere henüz sahip olmadıkları bir gerçekti. Bu nedenle Sovyet iktidarı, kadınları toplumsal yaşama ve devlet yönetimine sabırla, ısrarla ama etkin bir biçimde yetiştirmeyi kendine görev bildi. Bolşevik Partinin devrim öncesinde kurduğu “İşçi Kadın Komiteleri”nin yerine 1918 sonbaharında, kadın fabrika işçileri ve köylüler arasında çalışma departmanları/kolları kuruldu. “Jenotyel” adıyla bilinen bu organların görevi, siyasi eğitimin yanı sıra, kadınların hükümet organlarında, sendika ve kooperatif örgütlerinde pratik çalışmaya katılımını sağlamaktı. Ayrıca partide, Sovyetlerde, sendikalarda, kooperatiflerde kadınların temsilini ve aktif etkinliğini sağlamak için kol, komisyon gibi kadın organlarından başka, özel kadın görevlilerden kadın ajitatörlere, delege toplantılarından stajyer sistemine kadar çeşitli yol ve yöntemler hayata geçirildi.
ACİL İŞLER BÜYÜK ENERJİLER
Yapılması gereken çok şey, acil çözülmesi gereken görevler vardı. Dört koldan, büyük bir enerjiyle işe koyuldu kadınlar.
- Yeni Sovyet devletinin çıkardığı yasalar doğrultusunda anne ve çocuğun korunması, kadınların üretime çekilmesi, okur-yazarlık kampanyalarının yürütülmesi, kadınların mesleki eğitiminin yükseltilmesi, çocuk yuvalarının, kamu mutfaklarının ve çamaşırhanelerinin vb. örgütlenmesi için ön çalışmanın yapılması ve bu alanda kurumların yaratılması ve bunların yaygınlaştırılması;
- Kadınların yasal olarak korunması amacıyla yeni yasa taslaklarının hazırlanması, bunların kitleler önünde tartışılmasının örgütlenmesi;
- En geniş kadın kitlelerini partiye ve Sovyetlere yakınlaştırmak için, kadınların partide, Sovyetlerde ve sendikalarda aktif üyeler olarak yer almasının sağlanması için delege toplantılarının düzenlenmesi ve partisiz işçi ve köylü kadınların konferanslarının çağrılması;
- Fuhuşa karşı mücadele ve daha kadın sorunuyla ilgili olarak akla ne gelirse her türlü sorunun ele alınmasında ve çözüm yollarının aranması.
Tüm bu çalışmalarda önemli ölçüde sorumlu ve görevli olan organlar Jenotyellerdi. Ve tüm bu görevler, tüm siyasi ideolojik engellere, özellikle de işçi ve köylüler arasında yaygın olan eski ideolojinin kalıntılarına karşı acımasız bir mücadele ile birlikte ele alınmak zorundaydı.
Gebelikten korunma ve kürtaj alanında danışmanlık hizmetinde bulunan kurumların yaratılmasından, barınacak yeri olmayan bekâr annelerin çocuklarıyla birlikte kalabilecekleri anne-çocuk yurtlarının kurulmasına dek bir dizi sosyal hizmet kurumunun yaratılmasına kadın kolları ön ayak oluyor; hatta bunları yönetip denetliyordu.
Başlangıçta kaçınılmaz olan bu dört yana yumruk sallama durumu, Sovyet iktidarının yerleşmesi ve güçlenmesi ile birlikte elbette değişti. Kadın kollarının ön ayak olup örgütlemeye çalıştığı bir dizi kurum, giderek devletin sosyal hizmet kurumları olarak işler hale geldi.
Eskinin kalıntılarına, hata ve zaaflara, işçi ve köylü kitlelerinde kendini gösteren kadınlara karşı erkek-egemen anlayışın ürünü tavırlara karşı ideolojik mücadele de çalışmalarda önemli bir yer tutuyordu. İdeolojik mücadelenin en önemli araçları zengin bir çeşitlilikte yaratılan ve etkin olarak kullanılan basın yayın organlarıydı. Gazete ve dergi makaleleri, kitleler arasında varlığını sürdüren ve komünistler arasında da rastlanan, kadınları aşağılayan ve horlayan erkek egemen bakış açısının teşhiri ile doluydu.
ÖZGÜN BİR ARAÇ: DELEGE TOPLANTILARI
Kadın çalışmasının bir diğer önemli dayanağı, Bolşevik partinin kadınlar arasında çalışma yürütmesinde çok etkili bir araç olan delege toplantılarıydı. Bu, siyasetle hemen hiçbir ilişkisi olmamış kadın yığınlarının, yeni toplumun inşasına her alanda katılımını sağlamak üzere geliştirilmiş bir mekanizmaydı. Delege toplantıları kelimenin tam anlamıyla siyaset ilkokullarıydı.
Delege toplantıları sistemi, şehirlerde her işletmede, ev kadınları için her mahallede, kırsal alanda her köyde tüm emekçi kesimlerden kadınların bir toplantıya çağırılması ve aralarından en iyi, en aktif olanların seçilmesiyle oluşturuldu. Belirli sayıda kadını temsil eden delegeler, bulundukları alanda düzenli olarak toplanmakla ve seçmenlerine düzenli rapor vermekle yükümlüydü. Seçmenler her türlü şikâyetleri, istekleri ve önerileri ile delegelere başvuruyor, delegeler de bunları delege toplantılarında dile getiriyor ve komünist kadınlarla bunlar üzerine tartışıyor, birlikte çözüm yolları arıyor ve alınacak önlemleri kararlaştırıyorlardı.
Delege seçilenler, eğitimlerini ilerletirken doğrudan pratik içinde, uzmanların rehberliğinde gelecekteki görevlerine hazırlanıyorlardı. Delegelerin gelişmeye açık olan büyük bölümü bir yıllığına çeşitli Sovyet kuruluşlarında stajyer olarak çalışıyor, burada yetiştiriliyor veya çeşitli öğrenim kurumlarına öğrenci olarak gönderiliyordu. Bu şekilde kadınlar Sovyetlerde, idari kuruluşlarda, fabrika yönetimlerinde, sendikalarda, okullarda, hastanelerde, çocuk yuvalarında vb. çalışmaya dâhil oluyorlardı.
Daha 1924 yılında, 3. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda yapılan sunumda, Sovyetlerin yürütme komitelerinin üyesi olan, sendika yönetimlerinde yer alan, işletme konseylerine ve bunların kurullarına üye olan yüzlerce işçi ve köylü kadının %95’inin bu delege toplantılarının okulundan geçtiği belirtiliyordu.
1930’lu yılların sonlarına doğru tüm SSCB’de 15-60 yaş arası yaklaşık 40 milyon kadını temsil eden ve 27 bin delege toplantısında seçilmiş olan 800 bin delege kadın vardı. Bu, emekçi kadınların hızla yeni toplumun kurucu unsurları olmayı başardıklarının göstergelerinden biridir.
DEVLET İDARESİNDE KADIN AKTİFİ
Ekim 1927’de, on yıl içinde Sovyet hükümetinin kadınların devlet idaresinin tüm dallarına katılımı için yürüttüğü çalışmaları gözden geçirmek üzere kır ve kent Sovyetleriyle onların yürütme komitelerine mensup kadın üyelerin bir araya geldiği bir Tüm Rusya Kongresi düzenlendi. Nadejda Krupskaya Pravda’da yayınlanan kongre izlenimlerinde şunları yazıyordu:
“Kongrede ilk dikkat çeken şey, delegelerin kullandığı dilin değişmiş olmasıydı. İki veya üç yıl önce işçi ve köylü kadınlar bu şekilde konuşmuyorlardı. Dilleri tüm orijinalliğini muhafaza ediyordu, fakat buna birçok yeni fikir ve ifade eklenmişti Konuşmacılar –değişik cumhuriyetlerden gelen yoksul köylü kadınlar ve kadın tarla işçileri, madenlerden, dokuma fabrikalarından ve balıkçılık bölgelerinden gelen kadın işçiler– iyisiyle kötüsüyle her şey hakkında cesurca ve samimice konuşuyorlardı. Başlarında eşarp, elleri çalışmaktan nasırlaşmış bu kadınlar, planlı ekonomi, vergilendirme, pratik çalışma, başkanlık divanı toplantılarına katılma, çiftlik envanteri, kadınların teşviki, bürokrasiye ve kırtasiyeciliğe karşı mücadele, kalitenin yükseltilmesi, kontrol, zararlar vb. gibi konular üzerine konuşuyorlardı.”[5]
İşçi ve köylü kadınların Sovyet çalışması alanındaki sorunları üzerine tartışmak amacıyla bu konferanslar ve benzeri toplantılar düzenli yapılmaya devam edildi. Ayrıca hemen tüm parti kongrelerinde Sovyetlere daha fazla kadının seçilmesi görevi vurgulandığı gibi, bu alandaki eksiklikler, zaaflar ve alınması gereken önlemler açıklıkla ortaya konmaktan geri durulmadı.
1937 yılına varıldığında Sovyet devletinin idaresinde yarım milyona yakın kadın aktifti. Bunlardan 277’si devletin en yüksek yasama ve yürütme organı olan SSCB Yüksek Sovyeti’ne, 1700’den fazlası Birlik ve Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyetlerine, 27 bini ise Köy Sovyetleri başkanlığına seçilerek gelmişti.
1956 yılında devlet idaresinin en üst organlarında 4534 kadın bakan, bakan yardımcısı, seçilmiş Sovyet başkan ve başkan yardımcılarının vb. bulunması, pratikte devlet idaresinde güçlü kadın kadrolarının nasıl bir gelişme ve ilerleme yaşadığına işaret eder.
TOPLUM ÜRETİME KATILIM
Ekim Devrimi’nin daha ilk günlerinde “eşit işe eşit ücret”, 8 saatlik işgünü, kadın emeğinin korunmasına, anne ve çocuğun korunmasına dair yasaları ilan eden kararnameler yayınlayan Sovyet iktidarı, annelik ve ev kadınının ev içi faaliyetlerini, toplumsal üretimdeki çalışmaya denk, toplumsal fonksiyonlar olarak tanıdı. Bu şekilde kadının geriye itilmesi, yasa yoluyla ortadan kaldırılmış oluyordu. Ancak kadınların ekonomik hak eşitliğinden gerçek anlamda faydalanabilmesi, Sovyet devletinin, sendikaların ve diğer örgütlenmelerin gerekli önkoşulları yaratmak için büyük çaplı çalışmalar yürütmesiyle mümkün olabildi.
Her şeyden önce kadınların kültürel düzeyini yükseltmek, meslek edinebilecekleri ya da kendilerini geliştirebilecekleri okulları ve kursları hayata geçirmek için devasa çalışmalar hayata geçirildi. Kadınların toplumsal üretime katılabilmeleri için çocuklarını emanet edebilecekleri ve çocuklarının yetiştirilmesine yardımcı olacak yaygın bir çocuk bakım/eğitim kuruluşları (kreşler, yurtlar, yatılı okullar, etüt merkezleri vb.) ağı yaratıldı. Kadınların yaşamını kolaylaştırmak üzere mahallelere, tek tek fabrikalara dek örgütlenen yemekhaneler, kantinler, çamaşırhaneler, terzihaneler, alınan diğer önlemlerin başında geliyor.
Bu önlemler aynı zamanda kadının toplumsal yaşamın örgütlenmesine çekilmesinin bir aracını da oluşturdu. Kadınların önemli bir bölümü devlet, Sovyet ve parti örgütleri içinde idari hizmetlerde, tüketim malları dağıtımının örgütlenmesi/idaresi alanında veya anne ve çocuk koruma kurumlarında, çocuk yuvaları, kamu mutfakları, kamu çamaşırhanelerinde vb. işlerde çalışma içine çekildiler.
“Eşit işe eşit ücret” ilkesinin yasal güvence altına alınmasına karşın, 1918 yılında kadınların ortalama ücreti halen, erkeklerin ortalama ücretinin ancak yarısı kadardı. Bunun başlıca nedeni Çarlık Rusya’sında kadının durumuna bağlı olarak kadın emeğinin, kalifiye emek olmamasıydı.
Bu alandaki ilk ve en önemli adım, okur-yazarlığın yaygınlaştırılması kampanyasıydı. Büyük bir kampanyayla, her işletmede, her kültür kulübünde, her kolektif çiftlikte vb. emekçi kadınlar için okuma-yazma kursları açıldı. Özellikle kırsal kesimdeki ve Rusya’nın doğu bölgelerindeki emekçi kadın kitlelerine ulaşmak ve onları kampanyaya katmak için “ajitasyon trenleri”, “ajitasyon arabaları” ve “ajitasyon gemileri” inisiyatifi geliştirildi. Emekçi kadın kitlelerini siyasal alanda aktifleştirmek amacıyla yaratılan delege sistemi de okur-yazarlık kampanyasında önemli bir işlev gördü.
Özetle, kadınların ekonomik eşitliğinin sağlanması konusunda öncelikle kadın emeği hak ettiği toplumsal değere kavuşturuldu. Eş zamanlı olarak kadın emeğinin her türden küçümsenmesine karşı ekonomik ve ideolojik alanda tutarlı ve sürekli bir mücadele verildi. Kadın emeğinin kalifiyeleştirilmesine verilen büyük önem sonucunda kadınlara tüm meslek ve iş alanları açıldı. Herkese eğitim ve öğrenim hakkı güvence altına alınarak her bireyin özgürce meslek seçme hakkının koşulları yaratıldı ve bunun gerçekten kullanılması için kadın kitleleri teşvik edildi.
Sovyetler Birliği’nde kadınların üretimdeki oranının sürekli artan bir çizgi izlemesi, gelişmenin yalnızca bir yönünü oluşturuyordu. Bununla birlikte genelde işçi ve emekçi kitlelerin, özelde de kadın işçi ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının sürekli iyileştirilmesi gerek yasalarla gerek Sovyet devletinin organlarınca sağlanıyordu. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi için alınan önlemleri en açık biçimde gözler önüne seren, üretim birimleriyle sürekli sıkı bir ilişki içinde olan ve binlerce bilim insanının çalıştığı Çalışma Güvenliği Araştırma Enstitüleri’nin kurulmuş olmasıdır.
1929’da genel 7 saatlik işgünü uygulamaya konuldu. Çalışma koşullarının ağır olduğu bir dizi sanayi dalında ise 6,5 ve hatta yer yer 4 saatlik işgünü uygulaması söz konusuydu.
1954 yılında çalışabilir yaştaki bütün kadınların %70-80’i çalışıyordu. Sanayide çalışan kadınların oranı, bütün işçi ve hizmetlilerin %45,5’ini oluşturuyordu. Yine, yüksekokul mezunu kalifiye elemanların %53’ünü, orta dereceli kalifiye elemanların %66’sını, ekonomi, istatistik, planlama elemanları ve ürünlerin kalitesini denetleyen elemanların %69’unu, doktorların %76’sını, tüm sağlık çalışanlarının %91’ini, hukukçuların %31’ini, öğretmenlerin %70’ini ve kültür ve kütüphane alanında çalışanların %72’sini kadınlar oluşturuyordu. Tarımda yüksek öğrenimli mesleklerde, örneğin ziraatçıların, zoolojik teknik elemanların, veterinerlerin ve ormancılık alanındaki elemanların %41’ini, yine tarım alanında orta düzeyde mesleklerin %46’sını kadınlar oluşturuyordu. Sovyetler Birliği’nde kadın mesleği ile erkek mesleği arasındaki sınır yok olmaya yüz tutmuştu.
DOĞUNUN EMEKÇİ KADINLARINDAN DEV ADIMLAR
Sovyetler Birliği’nin doğu cumhuriyetlerinde yürütülen çalışma apayrı bir yazının konusu olsa da genel hatlarına değinmek gerekir. Çünkü Ekim Devrimi’nin ve sosyalizmin inşa mücadelesinin, kadınların kurtuluşu açısından muazzam öneminin kendini en çarpıcı şekilde gösterdiği alan, bir “halklar hapishanesi” olan Çarlık Rusya’sının boyunduruğu altında ezilmiş ulus, azınlık milliyet ve halk topluluklarına mensup kadınların Sovyetlerde elde ettikleri konumdur.
İslam dininin etkisi altında olan Doğu cumhuriyetlerinde kadınların toplumsal konumlarını belirleyen, şeriat kanunları ve yörelere göre değişen feodal geleneklerdi. Sovyet iktidarının kadınlara hak eşitliğini sağlayan kararnameleri, Doğu cumhuriyetlerinde de özerk Sovyet iktidarlarının kurulmasıyla birlikte geçerliydi. Ne var ki kararnamelerin ilanı başlangıçta Doğunun emekçi kadınlarının yaşamlarına hemen hiçbir değişiklik getirmedi; din, adet ve geleneklerle belirlenen yaşamlarını sürdürmeye devam ettiler. Ne devrimin kendilerine sağladığı hakları biliyorlardı ne bunları kullanabilecek durumdaydılar.
Sovyet iktidarının kadınlara tanıdığı hakları tanımaları ve kullanmaları Bolşevik partisi ve onun kadın kollarının muazzam çabalarıyla belirlenen uzun bir mücadele sürecinin ürünü olmuştur. Sosyalist Sovyetler Birliği’nin çeşitli ulus ve milliyetlerinden emekçi kadınların Rus hemcinsleri ile aralarındaki belki bin yıllık mesafeyi kapatma yolunda attıkları dev adımların en belirgin göstergesi, onların siyasi yaşama katılım oranıdır.
1924 yılında şehir Sovyetleri seçimlerine oy hakkına sahip kadınların %27’si katılırken, bu oran 1931 yılında %75’e yükselmiştir. 1920 yılında şehir Sovyetlerine seçilen kadınların oranı sadece %5’ken, 1931 yılında bu oran %27’ye ulaştı. Köy Sovyetlerinde ise 1920’de %1’den 1931’de %20’ye yükselmişti. 1920’de VIII. Sovyet Kongresi’ne seçilen delegelerden sadece %2,1’i kadındı, 1931’de yapılan XV. Sovyet Kongresi’nde ise kadınların oranı %23,2’ye çıkmıştı. Şubat 1948’de Sovyetler Birliği Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyeti üyelerinin %29’unu kadınlar oluşturuyordu.
Doğu cumhuriyetlerinde kadınların gelişiminin kıstaslarından biri de, devrim öncesinde yüzde 99’u okuryazar olmayan bu kadınlar arasında hatırı sayılır bir aydınlar tabakasının –doktor, mühendis, ziraatçı, öğretmen, bilim insanı, şair, sanatçı ve yazarlar– çıkmış olmasıdır. Devrim öncesinde bir tek yüksekokula ve üniversiteye sahip olmayan bu cumhuriyetlerde Sovyet iktidarı döneminde inşa edilen düzinelerce yüksekokul ve üniversitelerde, azınlık milliyetlerden kadınlar yalnızca öğrenim görmekle kalmadı, bizzat öğretim üyeleri olarak da yerlerini aldılar.
TARİHSEL DENEYİMDEN ALDIĞIMIZ GÜÇ VE UMUTLA
Ekim Devrimi’nin ve sosyalizmi inşa mücadelesinin deneyim ve kazanımları elbette bunlarla sınırlı değil; ne genel olarak ne de kadınlar açısından kolay kolay tüketilebilecek bir konudur. Sağlık, eğitim, çocuk ve yaşlı bakımı başta olmak üzere sosyal hizmetler, bilim, sanat ve kültürde kat edilen muazzam başarılar, işçi sağlığı ve işçi güvenliği ve daha birçok alan var daha dünyanın ilk işçi iktidarının insanlığa bıraktığı deneyim mirasında.
Lenin’in Ekim Devriminin hemen öncesinde, devrimin doğrudan gündemde bulunduğu bir anda, iktidarı ele geçirmeleri halinde işçi sınıfının demokrasiden tecrit olacağını, iktidarı ele geçirecek olsa dahi koruyamayacağını savunan ikircikli bir tutum sergileyen, çeşitli küçük burjuva ‘sosyalist’ grup ve partileri eleştirdiği, tam aksine proletaryanın bu iktidarı koruyabileceğini ortaya koyduğu “Bolşevikler devlet iktidarını koruyabilecekler mi?”[6] makalesinde dile getirdikleri hayatta karşılık buldu.
Rusya’nın işçi ve emekçi sınıfları, “ezilen sınıfların, işçi ve köylünün sınıf bilinçli, en enerjik, en ileri kesiminin örgütlenme biçimi” olan Sovyetleri yarattılar. Böylece “ezilen sınıfların öncüsünün, şimdiye kadar politik hayatın tamamen dışında, tarihin dışında kalmış bu sınıfların dev kitlesini ayağa kaldırmasını, eğitmesini, öğretmesini ve ona öncülük etmesini sağlayacak bir aygıt” ortaya çıkardılar. “Parlamentarizmin yararlarını, dolaysız, doğrudan demokrasinin yararlarıyla birleştirme, yani seçilmiş halk temsilcilerinin şahsında yasama işleviyle, yasaları uygulayıcı işlevi birleştirme” olanağından etkili bir biçimde fayda sağladılar.
Nasıl nihayete ermiş olursa olsun dünyanın ilk işçi iktidarı onlarca yıl varlığını korudu, dünya işçi ve emekçi sınıflarına çokça yararlanabilecekleri muazzam bir deneyim mirası bıraktı. Kadınların mücadelesi ve kazanımları açısından da öyle. Yer verdiğimiz ve veremediğimiz örgütlenme biçimlerinden, çalışmada yararlanılan yaratıcı çözümlerden, bitip tükenmez enerji, azim ve sabır örneklerinden, masaldan fırlamış gibi görünen başarı hikâyelerine bu renkli ve zengin birikim, sosyalist bir toplum için emekçi kadın kitleleri arasında çalışmaya ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.
8 Mart’ta kadınlar bu yıl da tarihten bugüne dünya emekçi kadınlarının mücadele ve dayanışma deneyimlerinden aldıkları güçle ve umutla kendi talepleri için mahallelerde, alanlarda, işyerlerinde, tarlalarda omuz omuza verecek, yan yana duracak.
Yaşasın 8 Mart!
DİĞER KAYNAKLAR
https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/4-sayi-210/24-ekim-devrimi-ve-kadn
Gül Özgür; Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu; “Tavuk Kuştur, Kadın İnsandır” -Olgular, Belgeler Çözümlemeler– 2 Cilt, Dönüşüm Yayınları 1993.
Die Gleichberechtigung der Frauen in der UDSSR (SSCB’de Kadınların Hak Eşitliği). Moskova’da düzenlenen Uluslararası Seminer’in yazılı materyalleri (15 Eylül-1 Ekim 1956); Verlag für fremdsprachige Literatur, Moskova 1957.
[1]Lenin, Eserler, cilt 32 sf. 159 vd. (Alm.) / Kadın Sorunu Üzerine; İnter Yayınları, sf. 63.
[2] 1917 Sovyet Devrimi, 1. cilt, sf. 109, Evrensel Basım Yayın, 2004.
[3]Lenin, “Bolşevikler devlet iktidarını koruyabilecekler mi?”, Seçme Eserler, cilt 6, sf. 273-274, İnter Yayınları, 1995.
[4] Lenin, Eserler, cilt 30, sf. 363. (Alm)
[5] Nina Popova; Sosyalizm diyarında kadın, İnter Yayınları, sf. 48.
[6] Bkz. 3. Dipnot.