Murat Birdal
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir derler ya, ekonomide yaşananlar da o misal. Dolar musluğu kısıldıkça, Fed’in para politikası sıkılaştıkça, ABD’de faiz oranları yükseldikçe küresel sermaye hareketleri yön değiştirecek, Türkiye ekonomisinin işi zora girecekti. Önceden de böyle olmuştu. 80’lerin başında, 94’de, 2000’lerin başında… Dahası geçmişe oranla çok daha yüksek seyreden yüksek cari açık oranı, dış borç oranı gibi faktörler bu kez Türkiye’nin işini daha da zorlaştıracaktı. İşte şimdi o döneme giriyoruz. Sıcak parayla fonlanan hormonlu büyümenin sona erdiği, borcun geri ödeneceği ya da her geçen gün daha yüksek maliyetle fonlanarak çevrileceği döneme. Türkiye ucuz fon girişlerinin yaşandığı bu süreçten ne kadar faydalandı sorusuna tatminkar bir cevap vermek ise oldukça zor. Duble yollar, köprüler, inşaatlar bir yana üretimde teknolojik dönüşümü destekleyecek bir eğitim hamlesinin yapılamadığı hatta geçmişi aratacak bir noktaya sürüklendiğimiz ortada. 15 yılın sonunda yurt dışına müteahhit ihraç etmeye çabalayan, yargı başta olmak üzere her kurumu tel tel dökülen bir Türkiye ile karşı karşıyayız.
İşte bu dönemde halkın kafasında ekonominin bugünü ve geleceğine dair sorular da günden güne artıyor. Kafalar karışık. Nasıl olmasın? İktidar eliyle dev bir dezenformasyon kampanyası yürütülüyor. Küresel dinamiklerden kaynaklı kur, faiz hareketleri hatta Fed’in faiz kararı dahi Türkiye’ye dönük komplo teorileriyle açıklanmaya çalışılıyor. Ekonomiye dönük eleştiriler yurt dışından alınan kredilerle, ithal edilen teknoloji, ara mal, hatta mühendislerle inşa edilen köprülerimizi, tünellerimizi kıskanan çevrelere bağlanıyor.
Tüm bu kafa karışıklığına tüy dikecek bir açıklamada geçtiğimiz günlerde TÜİK’den geldi. Milli gelir hesaplarında yapılan revizyonla ile birlikte bir günde kişi başı 2000 dolar zenginleştik. Açıklanan sonuçlara dair içeride kafalar karışık, dışarıda alaycı bir hava hakim. Kolay mı? Bugüne kadar doğru bilinen ne varsa bir anda yanlış olmuş. Düşük tasarruf oranı nedeniyle zorunlu BES uygulamasının devreye sokulduğu bir dönemde aslında pek çok ülkeyi kıskandıracak bir tasarruf oranına sahip olduğumuz ortaya çıkmış. Dahası tasarruf oranımız azalmak bir yana hızla tırmanmış, yüzde 25’lerle Japonya’ya erişmişiz. Meğer bizim problemimiz düşük tasarruf değil, aşırı tasarrufmuş. Büyüme oranları da ilginç. Görünen o ki işsizliğin hızla tırmandığı bir dönemde biz büyümede rekorlar kırmaktaymışız. İşin akademik boyutu da ayrı bir soru işareti. Geçmişte kullanılan serinin yayımlanmasından vazgeçilmesi bu alanda çalışan iktisatçıları epey zora sokacağa benziyor. Gözüken o ki bu konuda kafa karışıklığını gidermek için TÜİK’ten yeni açıklamalar gelecek. Belki iç piyasa için değil ama dış piyasaların bir noktada ikna edilmesi sıcak para girişlerine en çok ihtiyaç duyulduğu bu dönemde büyük önem taşıyor.
İşte böylesi bir ortamda kaçınılmaz olarak kafalardaki sorular büyüyor. Bu yazıda son dönemde çokça dile getirilen soruları kısaca cevaplamaya çalışacağım. Öncelikle gündemin tepesinde yer alan sorudan başlayalım.
DOLARIN YÜKSELİŞİ SÜRER Mİ?
Dolar kısa vadede sert dalgalanmalar göstermekle birlikte orta ve uzun vadede özellikle TL karşısında değer kazanmaya devam edecektir. Bu tahminim ekonomik olduğu kadar siyasi sebeplere de dayanıyor. Siyaset sahnesinde referandum, başkanlık seçimi derken ortam daha da gerilecek. Son dönemde hükümetin devreye soktuğu ve verim aldığı kutuplaştırma politikası şiddetini daha da arttıracak. Dış politikadaki kaybolmuşluk ve sert savrulmalar da cabası. Bu siyasi iklim kaçınılmaz olarak yabancı sermayeyi ürkütecektir. Ekonomide günden güne derinleşen durgunluk ise dış borcun çevrilmesini daha da zorlaştıracaktır.
DOLARLARI BOZDURMAK İŞE YARAR MI?
Doların ateşi bir cepten alıp diğer cebe koymakla sönecek gibi değil. Ülkeden çıkan yabancı sermaye bir yana önümüzdeki dönemde yapılması gereken dış borç ödemeleri de TL üzerinde baskı oluşturacak. Vadesine 1 yıl ya da daha az süre kalmış dış borç toplamı 165 milyar doları buluyor. Bunun yüzde 84’ü özel sektöre ait. Yastık altındaki dolarların çözülmesi ancak psikolojik bir etki yaratabilirdi, onun da ne kadar etkili olduğunu gördük. Kaldı ki, bu kampanyaları yeniden tekrarlamak da mümkün görünmüyor. Çünkü bir kez daha dolar bozmak için kameralarla birlikte döviz büfesine koşmanız durumunda bu eylem ya doların tümünü bozmadığınızın ya da düşüşten faydalanarak tekrar dolar aldığınızın göstergesi olacak. Kimi çevrelerin düzenlediği Merkez Bankası’nın (MB) elindeki dolarları satması yönündeki kampanyalar ise büyük cehalet örneği. Öncelikle MB’nin brüt döviz rezervleri denildiğinde bunun MB’nin kendi varlığı olduğu anlaşılmamalı. Bu miktarın ağırlıklı bölümü bankaların MB nezdinde bulundurdukları rezervlerden oluşuyor. Dolayısıyla, bankalar istediğinde MB bu rezervleri bankalara vermek durumunda. Kaldı ki, bu bankaların da net dış borçlu durumunda olduğunu unutmamak lazım. Gelelim MB’nin 30 milyar dolar civarındaki net döviz rezervine. Bu miktarı bir kerede satarak piyasaları dizginlemeye çalışmak bundan sonrası için atacak kurşunu kalmaması anlamına gelir. Bu da orta vadede çok daha büyük spekülatif atakları tetikler. TL’nin güç kaybını hızlandırır.
Türkiye ekonomisi üretimde ve tüketimde yüksek oranda dışa bağımlı ve borçlu bir ekonomi. Borcun geri ödenmesi gerekliliği siz içeride ne kadar satarsanız satın döviz talebini canlı tutacak. Dolar bağımlılığını azaltmanın yegane yolu ekonominin aşırı dışa bağımlı yapısını değiştirmek olacaktır ki, bu da kısa vadede yapılacak iş değil.
FED’İN FAİZ ARTIRIMININ ETKİSİ NE OLUR?
Fed’in faiz artırımı büyük oranda piyasalarca fiyatlanmıştı. Şunu kabul etmek lazım ki Fed bugüne değin beklentileri çok iyi yönetti. Beklentilerin tersine sert kararlardan kaçındı. Her karar alıştıra alıştıra geldi. Bu nedenle faiz artırımının sert bir dalgalanma yaratması için sebep yoktu. Faiz kararından ziyade Fed’in sonraki döneme ilişkin yapacağı açıklamalar ve çizeceği yol haritası önem taşıyordu. Yapılan projeksiyonlarda 2017 yılında üç faiz artırımı beklentisinin dile getirilmesi euro dolar paritesini tekrar 1.05 seviyelerine taşırken TL’nin de dolar karşısında yüzde 1 dolayında değer kaybetmesine neden oldu. Bu tahminlerin bir eğilim göstermekle birlikte her zaman tuttuğunu da söylemek mümkün değil. Unutulmamalı ki, 2016 yılı içinde dört faiz artırımı bekleniyordu ama sadece biri gerçekleşti. Yine de küresel piyasalarda olağanüstü bir gelişme yaşanmazsa para politikasının sıkılaştığı bir döneme giriyoruz gibi görünüyor.
MERKEZ BANKASI’NIN FAİZ POLİTİKASI SÜREÇTEN ETKİLENİR Mİ?
Faizlerde yön yukarı, bu kaçınılmaz. Küresel piyasalarda faizler tırmanırken buna kayıtsız kalmak kurun kontrolden çıkmasına neden olacaktır. MB piyasa faizlerini belirleyen tek aktör olmadığı gibi politika faizi ile piyasaya yön veren en önemli aktör. Bu nedenle Erdoğan’ın tüm faiz karşıtı söylemlerine karşın politika faizi önümüzdeki dönemde arttırılacak. Tek soru son aylarda keskin manevralarına alıştığımız hükümetin bu konuyu nasıl kamuoyuna anlatacağı. Yeni MB Başkanı’nın işi pek kolay olmayacağa benziyor.
KONUT PİYASASI GELİŞMELERDEN NASIL ETKİLENİR?
İnşaat sektörü ülke ekonomisi açısından büyük önem taşıyor ve kredi faizlerindeki dalgalanmaya son derece duyarlı. Son aylarda özellikle büyük şehirlerde konut satışlarında görülen duraklamanın şiddetlenmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu ay içerisinde basına yansıyan haberler özellikle İstanbul’un Anadolu yakasında konut fiyatlarının ve kiraların yüzde 20-25 dolayında gerilediğini gösteriyordu. Faizlerdeki artış ve ekonomik durgunluk inşaat sektöründe iflasları tetikleyebilir.
KURDAKİ HAREKETLER SERMAYE KESİMİNİ NASIL ETKİLER?
Bugün baktığımızda özel kesimin dış borç oranının oldukça yüksek olduğu, bunların önemli bir bölümünün de kısa vadeli borçlardan oluştuğu göze çarpıyor. İçeride piyasanın durgunlaşmasına karşılık yükümlülüklerin TL cinsinden değerindeki sert tırmanış pek çok büyük şirketin yılsonu bilançolarını eksiye taşıyacaktır. Dahası, yurt dışı faizlerdeki artış bankaların kredilerini fonlama maliyetini arttıracağı için bu sürecin TL cinsinden kredi kullananları da etkilemesi kaçınılmaz görünüyor. Piyasada kredi geri dönüşlerinde sorunlar arttıkça kredi geri çağırımları da artacaktır ve bu da yeni iflasları tetikleyecektir. Diğer yandan, kurdaki sert hareketlerin özellikle tekstil gibi fiyat rekabetine dayalı ihracatçı sektörleri hareketlendirmesi beklenirdi. Ne var ki şu an bu da yaşanmıyor. Bunun başlıca sebebi ise öncelikli pazar durumundaki Avrupa piyasalarındaki durgunluğun yanı sıra ülkedeki siyasi belirsizlik nedeniyle dev markaların üretimlerini farklı ülkelere yönlendirmeleri.
KAMU KESİMİ DENGESİ BU SÜREÇTEN NASIL ETKİLENİR?
Yaşanan durgunluk ve dövizdeki artıştan kaynaklı şirketlerin yükümlülüklerinin tırmanması vergi gelirleri düşünüldüğünde kamu kesimi dengesini de zora sokacaktır. Dahası ülkemizde ithalattan kaynaklı vergi gelirlerinin toplam içerisindeki payı oldukça yüksek. Dövizdeki sert yükseliş ithalatı daraltacağı gibi kamu gelirlerini de baskılayacaktır. Diğer yandan daralan ekonomi ve yükselen işsizlik kamu harcamalarının daha da artacağı bir dönemin yaklaştığını gösteriyor. Hele bir de günden güne büyüyen savaş ve güvenlik harcamaları düşünüldüğünde. Önümüzdeki referandum ve muhtemel başkanlık seçimini de düşünürsek düşen vergi gelirlerine karşılık kamu harcamalarının ters yönde bir trend izleyeceğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Elbette burada bir diğer soru ise bütçe açıklarının nasıl finanse edileceği. Finansmanın bu ortamda dışarıdan gerçekleşmesi giderek zorlaşacaktır. Artan iç borçlanma ise faiz oranlarının yanı sıra enflasyonu da tetikleyecektir.
EKONOMİDE YAŞANACAK DARALMA İŞÇİ SINIFINA NASIL YANSIR?
Daha önceki krizlerden de aşina olduğumuz gibi her ekonomik daralmada gerek sermaye gerek hükümet ilk olarak gözünü ücretlere ve ücretli kesimin diğer kazanımlarına dikmekte. 2009 krizi bu bahaneyle ücretlerin tırpanlandığı ve kısa sürede kârlılığın hızla tırmandığı çarpıcı bir örnek olarak sermayenin önünde duruyor. O dönemde krizi bahane ederek ücretlerde kesintiye giden, aylarca ücretleri ödemeyen pek çok şirketin yıl sonunda kâr açıkladığına şahit olduk. Bugün de farklı olması için bir neden yok. Dahası TÜİK verileri o günden bugüne ekonominin benzeri görülmemiş bir hızda büyüdüğüne işaret ediyor. Bu büyümeden işçi sınıfının payına düşen ne olmuştur? Bu sorunun cevabını büyük ölçüde yapılacak “fedakarlık” çağrılarına verilecek karşılık da belirleyecektir.
EKONOMİ HÜKÜMETİ ZORA SOKAR MI?
Ekonominin gidişatı her zaman AKP’nin seçim performansı açısından belirleyici oldu. Bunun tek istisnası Kasım 2015 seçimleriydi. O dönem işe yarayan bu kez de yarar mı, şimdiden söylemek zor. Ama AKP kutuplaşmayı tırmandırarak, dış tehditler ve terör korkusu üzerine kurulu bir söylemle referandum virajını da almaya çalışacak. Beşiktaş saldırısı benzeri eylemler bu süreçte iktidarın elini güçlendirecektir, buna hiç şüphe yok.