İhsan Çaralan

2017’ye girerken kapitalizmin propagandacıları, 1980’li ve ‘90’lı yıllarda kapitalizmin sosyalizme bile seçenek olduğunu ilan ettikleri, insanlığın son düzeni dedikleri, “küreselleşme” adıyla nitelenen “yeni dünya düzeni”nin sonuna gelindiğini; hatta “sonsuza kadar sürecek” dedikleri “küreselleşme” politikalarının çöktüğünü kabul ettiler. Dahası, eşiğinde bulunulan yeni büyük dünya krizinin sistemi yenilemek için kendileri için bir fırsat olduğunu da şimdiden konuşmaya başladılar.

Ve bu tartışmaların, kapitalizmin çanına ot tıkayarak bütün dünyanın işçileri ve ezilen halkalarına sömürüsüz, savaşsız, insanların kardeş olduğu bir dünyanın kapısını açan Ekim Devrimi’nin 100. yılına denk gelmesiyle de, elbette, 2017’nin, bir kez daha insanlığın sorunlarına çözüm getiremeyip tersine onları ağırlaştıran kapitalizmin dünyasıyla sosyalizmin sömürüsü ve sınıfsız dünyası arasındaki derin nitelik farklarının tartışılmasına fırsat tanıyacağı bir yıl olacağını söyleyebiliriz. Çünkü Uluslararası Marksist Leninist Partiler ve Örgütler Konferansı (CIPOML), 2017’yi Ekim Devrimi’nin 100. yılı vesilesiyle tüm dünya ölçüsünde kutlayacak. Ekim Devrimi’nin insanlığın yaşamına ve bilgi hazinesine kattığı değerler yeniden işçi sınıfı ve halkların gündemine getirilecek.

Kuşkusuz yeni bir yıla girerken yapılacak az çok kapsamlı bir muhasebe bir yazının sınırlarını çok aşar. Bu yüzden bu yazı, başlıktaki iddiasına karşın, 2016’dan 2017’ye girerken dünya ve Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunları ve muhtemel gelişmeleri, Teori ve Eylem’in alanı ölçüsünde ele alacağız.

2016’YE GÖRE BİLE DAHA GÜVENSİZ BİR DÜNYA

Berlin’de bir IŞİD’cinin Noel pazarına kamyonla girip Noel hazırlığındaki kendi inancından olmayan insanları katletmesi, öte yandan emperyalist-kapitalist dünyanın baş patronu ABD’de Müslümanların ve göçmenlerin ABD’ye girmelerini yasaklayacağını söyleyen Donald Trump’ın başkan seçilmesi, Avrupa’da ırkçılığın ve İslamofobinin önlenemeyen yükselişi, 2017’ye girerken dünyanın halinin çıplak gözle görünen fotoğrafıdır.

2016 yılı, dünyanın dört bir köşesindeki çatışmaların, iç savaşların, katliam düzeyindeki terör saldırılarının, işsizliğin, yoksulluğun, işçi sınıfı ve emekçilerin en temel haklarına yönelik saldırıların, insan hakkı ihlallerinin önceki yıllara göre bile daha da arttığı bir yıl oldu dersek, bu yılın getirdiklerini özetlemiş oluruz.

Suriye, Irak, Afganistan, Yemen gibi ülkelerde iç savaşlar, Türkiye’de Kürt güçlerine karşı girişilen ve iç savaşın eşiğine getiren askeri operasyonlar, Türkiye ve Fransa başta olmak üzere pek çok ülkede görülen tüm dünyada infial uyandıran, yılın sonunda Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi Karlov’un Ankara’da katledilmesine kadar varan terör saldırıları 2016’nın diğer bir boyutunu oluşturdu.

Yine 2016 boyunca, İngiltere’de Brexit, ABD’de Trump’ın başkan seçilmesi, Fransa başta olmak üzere Avrupa’da ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, neofaşizmin yükselişine tanıklık ettiğimiz önemli gelişmeler oldu.

Tarihteki bütün benzerleri gibi, sermayenin en gerici, faşist temsilcileri ve örgütleri; işçi sınıfı ve emekçilerin mevcut düzen tarafından ezilmesi, açlığa, işsizliğe, yoksulluğa, gelecek güvencesizliği burgacına itilmesini “kurulu düzenin eseri” gösterip kendilerini de kurulu düzene karşıymış gibi sunarak, aslında onlarla amaç ve çıkar birliğinde olmayan geniş emekçi yığınlarını kendi peşlerine takmayı başardılar.

Süreç elbette uzunca bir zamandan beri böyle işliyordu. Polonya ve Macaristan gibi AB ülkelerinde açıkça faşist değerleri öven hükümetler kurulmuştu. Avusturya’da 2016’nın sonlarında faşist bir Cumhurbaşkanının seçilmesi kıl payı önlendi. Yine Fransa’da merkez sağın sağındaki F. Villon’un faşist odakların adayı Mari Le Pen’le yarışarak Fransa’nın Devlet Başkanı seçilmesine (tabii Le Pen seçilmezse) kesin gözüyle bakılıyor. Yani Fransa gibi devrimlerin vatanında, açıkça faşist bir liderle, siyasal yelpazenin faşizmle sınır komşusu olduğu yerde duran kişi Fransa’nın devlet başkanlığı için yarışacak!

Ama, genel olarak bakıldığında da, Avrupa’da, uzun zamandan beri neofaşist ve onlarla kol kola olan parti ve örgütlerin işsizliğin, yoksulluğun ve gelecek güvencesizliğinin pençesine itilen işçi ve emekçilere yönelik olarak, işsizliği önleme, vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlama ve terörizme karşı mücadele gibi reçetelerle “kurtuluş”, “yeni düzen” vaatlerinde bulunduğu, bunların da emekçileri etkilediği   biliniyordu. 2016, bu gelişmelerin artarak sürdüğü ve artık bu faşist ve faşizan odakların pek çok Avrupa ülkesinde güçlü akımlar haline geldiklerinin görüldüğü yıl oldu; Brexit ve Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte gericilik ve neofaşizm yeni bir dinamizm kazanacağı dayanaklara kavuştu. Nitekim Trump’ın seçilmesinin ABD’den çok Avrupa’nın ırkçı, faşist, yabancı düşmanı güçleri tarafından coşkuyla karşılanmasının nedeni de buydu.

Bu nedenledir ki, 2017’ye dünya, 2016’ya girdiği koşullardan daha ağır koşullarda giriyor.

Bütün bu siyasi alandaki gelişmeler, 2016 boyunca daralan dünya ekonomisi tarafından kışkırtılıp, normal zamanlarda yol açacağından daha büyük etkilere yol açmasını da beraberinde getirdi.

Doların önlenemeyen yükselişinin yanı sıra ağırlaşan ekonomik sorunlar, Avrupa’nın yanı sıra, birkaç yıl öncesinin “yükselen yıldızı” Çin’le birlikte yine “yıldızlar”dan sayılan Brezilya, Güney Afrika, Meksika ve Türkiye gibi ülkeleri de bir ekonomik krizin eşiğine getirdi.

Kısacası, emperyalist kapitalist dünyanın büyük patronlarının dünya sistemi olarak, 90’lı yıllar boyunca “insanlığın son sistemi”, “sosyalizm dahil gelmiş geçmiş bütün düzenlerin seçeneği” olarak öne çıkarılan “küreselleşme”nin başarısızlığa uğradığını ve bugünkü koşullarda dünyanın daha ileri gidemeyeceğini emperyalizmin ideologları ve propagandacıları da artık açıkça kabul ediyorlar. Ama emperyalist-kapitalizm ve savunucuları, geçmiş krizlerde olduğu gibi, bu sorunları aşmak üzere özgürlükleri geliştiren, işçi sınıfı ve emekçiler için daha “huzurlu” ve dünyanın nimetlerinden daha çok yararlanacakları bir dünya için propaganda yürütmek yerine, tersine krizden, sömürüyü artırarak, baskı ve şiddeti egemenliklerinin aracı olarak daha çok kullanarak çıkmak için, harekete geçmiş bulunuyorlar. Bunun için de, yığınların kafasını karıştırmak üzere, ırkçılığı, milliyetçiliği, din ve mezhep ayırımcılığını, popülizmi, yabancı düşmanlığını kışkırtan bir ideolojik platform oluşturmak için tüm entelektüel birikimlerini seferber etmiş bulunuyorlar. Kısacası, bugün dünyayı yöneten kapitalizmin güçleri, insanlığın ileri birikiminin değerlerine sırtlarını dönerek, 20 yüzyılın başlarında ortaya çıkan faşist “değerler”le bilinemezcilik, postmodernizm, pragmatizm, popülizmi harmanlayarak geliştirmeye çalıştıkları ırkçılık/milliyetçilik ve dincilik temelli kadercilik, fal, şans, gibi irrasyonel değerlerle işçi sınıfı ve emekçi halkların zihnini bir kez daha iğfal ederek, düzenlerini restore etmek istiyorlar.

2016’da bütün bu uğursuz amaçlar ve yönelimin habercisi olan girişimlerin ete kemiğe bürünmüş halini; Trump’ın seçilmesi, Brexit, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, İslami terörizm ve İslamofobinin yayılması olarak gördük. 2017’de ise, bir yandan Trump’ın görev devralması, öte yandan da Avrupa gericiliğinin erteleyemeyeceği yeni hamlelerine tanıklık edeceğiz.

Ama elbette bütün bu gerici, özgürlüklerle insanlığın bütün ileri kazanımlarını yok etme girişimleri, bugüne kadar olduğu gibi, “Avrupa değerlerinin ve özgürlüklerin korunması”, “vatandaşların can ve mal güvenliğinin sağlanması”, “devletin ve ulusun bekası” gibi halk yığınları için kutsal anlamları olan değerlerin savunulması arkasında yapılacaktır.

TÜRKİYE’DE 2017’NİN GELİŞİ 2016’DAN BELLİDİR AMA…

Kuşkusuz Türkiye, genel anlamda emperyalist-kapitalist dünyanın sorunlarıyla müzdariptir ve bu nedenle de yukarıda sözü edilen kapitalist dünyanın sorunlarının dışında değildir. Ama Türkiye, bir yandan İslam dünyasındaki gelişmelerle içli dışlılığı, öte yandan Kürt sorunu, inanç özgürlüğü sorunu gibi sorunlarla birlikte Suriye ve Irak merkezli olarak bölgedeki etnik ve mezhep savaşlarıyla bölgenin haritasını değiştirecek kadar önemli yeniden paylaşım mücadelelerinin ortasında olması yanı sıra ekonomik politikalarının duvara çarpacağı bir noktaya gelmiş olmasıyla bir özgünlük de taşımaktadır. Dahası Türkiye, İslam dünyasında süregelen cihadizmle bağlantıları ve kendisine, İslamın dünyaya nizam vereceği bir çağda bu cihadın lider ülkesi olma misyonu biçen yönetimiyle, dolayısıyla kendine özgü çelişkileri ve sorunlarıyla da ayrıca öne çıkmaktadır. Bu nedenlerle, 2016’da Türkiye, ABD ve Avrupa’dan çok daha çetin sorunlarla boğuşan bir ülke olduğu gibi, 2017’de de çok daha derinleşmiş sorunlarla boğuşmaya aday bir ülke olacak görünmektedir.

Aynı nedenlerle, Türkiye’nin demokrasi güçleri, MHP ile de fiili bir koalisyon içindeki Erdoğan-AKP iktidarı ve arkasındaki gerici odakların “tek parti tek adam rejimi”ni inşa etme amaçlı adımlarına karşı mücadele içinde, gerek ekonomik, gerek siyasi, gerekse ideolojik boyutları son derece önemli olan bir mücadele yürütme göreviyle de yükümlü olacaklardır.

2016’nın 2017’ye devrettiği başlıca sorunları şöyle sıralayabiliriz:

1-) “15 Temmuz darbe girişimi”nin “Allah’ın bir lütfu olarak değerlendirilmesi

15 Temmuz darbe girişimi, kuşkusuz ki 2016’nın en önemli siyasi olayıdır. 15 Temmuz, hem toplumda yol açtığı infial hem de AKP tarafından bir “lütuf” olarak değerlendirilerek OHAL ilan edilmesinin ardından “Yenikapı ruhu” etrafında en gerici güçler birleştirilerek özgürlük ve demokrasi mücadelesini sindirme yöntemleri pervasız biçimde devreye sokulmasıyla, Meclisi devre dışına bırakan HDP’yi Meclisten dışlama girişimlerine dayanak yaratan gelişmelerin önünü açtı. Dahası ”tek adam tek parti rejimi”nin hem devletin (askeriye, polis, yargı, eğitim başta olmak üzere tüm devlet kurumlarının) yeniden örgütlenmesinin yanında, “şehitlik”, “gazilik”, “devletin savunulması” gibi kavramlar etrafında yeni rejimin ideolojik inşası için yeni önemli dayanaklar sundu.

2-) Başkanlık sistemi getirme girişimleri

Tek parti tek adam rejimi”ne geçmenin en önemli adımı olan “başkanlık sistemi”nin, “Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi” adı altında hayata geçirilmesi için 2016 Ekim’inde harekete geçen AKP ve MHP, anayasayı bir “AKP-MHP Anayasası”na dönüştürmekte uzlaştılar. “Uzlaşma”, sadece Anayasa değişikliği ve “başkanlık sistemi” üzerinde de olmadı. Tersine Erdoğan-Bahçeli ve AKP-MHP arasındaki ilişkiler, 2016 Ekim’inden itibaren “savaş politikaları” biçiminde tezahür eden Hükümetin bölge politikası, Kürt sorununu asker ve polis zoruyla çözme, ülkeyi Terörle Mücadele Yasası, OHAL ve KHK’larla yönetme gibi başlıca politikalarda bir uzlaşmayı da aşarak, fiili bir AKP-MHP koalisyonu olarak biçimlendi. Ve bu koalisyon, 2017’nin ilk yarısında, “partili Cumhurbaşkanlığı” adı altında “Türk usulü başkanlık sitemi”ni referanduma sunarak halka kabul ettirmek için harekete geçmiş, “Anayasa değişikliği” teklifini Meclis gündemine getirmiş bulunuyor. 15 Temmuz darbe girişimini halka karşı bir darbeye dönüştüren Erdoğan-AKP yönetimi, CHP’nin de zayıflık ve zaaflarını kullanarak, HDP’nin Meclis faaliyetlerini engellemeye, dolayısıyla Meclis’i üç partili hale getirmek için girişimlerini sürdüren bir çizgide hareket etmeye yönelmiştir. Bu girişimlerin, MHP’nin daha aktif katılımıyla 2017’de de sürdürüleceği anlaşılmaktadır. Bu gelişmeler de Türkiye’nin demokrasi güçlerinin halk yığınlarını aydınlatması ve işçi sınıfı ve emekçilerle bütün halk kesimlerinin kendi talepleri etrafında mücadelesi ve bu mücadele ile haklara, özgürlüklere yönelik saldırıların püskürtülmesi bakımından önemli olacaktır. Dahası, Türkiye’nin demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi için yeni biçimler geliştirilmesi ve gerçek bir demokrasi cephesinin oluşturulması için çok yönlü girişimlerin 2017’de yalnızca sürdürülmesi değil, ama sağlam temellerine oturtulması herhalde zorunlu olmuştur ve başarılması gerekmektedir.

3-) OHAL’in kaldırılması ve KHK’lerin geri çekilmesi mücadelesi

15 Temmuz darbe girişiminden sonra devreye sokulan OHAL ve ülkenin KHK’larla yönetilmesinin 2017’de süreceği, en azından Nisan ortasına kadar bu yönetimin sürdürüleceği şimdiden açıklanmıştır. Erdoğan-AKP yönetimi, eğer ilerici demokrat güçlerden ve halk kesimlerinden yeterince tepki gelmezse, ülkeyi Terörle Mücadele Yasası yanına OHAL’i ekleyerek yönetme kolaylığından vazgeçemeyeceği yakın geçmişte görülmüştür. İç ve dış baskılarla OHAL’i kaldırsalar bile, OHAL’den öğrendiklerini fiilen sürdürecekler ve güçleri yeterse, OHAL’i aratmayacak yeni yasal düzenlemelerle yollarına devam etmek isteyeceklerdir. Bu yüzden de 2016’da siyasi gündemin başında olan “OHAL’nin kaldırılması, KHK’lerin geri çekilmesi” talebi etrafındaki mücadele girişimlerinin, haklar ve özgürlükler alanında yaptığı tahribatın kaldırılması talepleriyle birleştirilerek sürdürülmesi, 2017’de de önemli olmaya devam edecektir.

4-) 2017’de de “içeride ve dışarıda savaşa ve savaş politikalarına hayır” demeye devam

Suriye ve Irak merkezli olarak sürdürülen bölgedeki mezhep savaşına katılmak için her fırsatı kullanan Erdoğan-AKP yönetiminin 2017’de bu politikasının ağır faturasıyla karşı karşıya geleceğini söylemek bir kehanet olmaz. Bunun ilk “taksidi” Suriye’de çıkmaya başlamıştır. “Zalim Esed rejimini devirme”yi ilk amaç edinerek Suriye’ye müdahale eden ve sonunda Suriye iç savaşına zırhlı birliklerin yanında seçkin kara kuvvetleriyle de katılan Türkiye, 20 Aralık Moskova Deklarasyonu ile tüm bu amaçlarından vazgeçerek, Esad rejimine garantörlük yapma ve Rusya-İran çizgisine gelmeyi bir “dış politika zaferi” olarak göstermek zorunda kalmıştır. Ki, önümüzdeki günlerde Türkiye’nin Rusya’nın çizdiği sınırlar içinde kalacağı bir Suriye politikasına mahkum olacağını, bu “mahkumiyet”in sadece Suriye ile de sınırlı kalmayıp tüm bölgede İran ve Rusya’nın planlarına bağlı kalmak zorunda kalacağını söylemek gerçeğin gelinen yerdeki ifadesi olur. Üstelik, Rusya ile izlenmeye başlanan yakınlaşma ve Ortadoğu’da uyumlu politika izleme tutumunun Batı ve özellikle Amerikan emperyalistleri tarafından ses çıkarmadan olurlanıp kabullenileceği beklenemez. Büyük emperyalist devletler ve stratejik ve taktik yönelimleri arasında manevra olanakları arayıp bulmaya çalışan Türkiye’nin tersine bu devletler ve kapışmaları arasında sıkışacağı ve Rusya’yla yakınlık politikasının Batı ve özellikle ABD’den gelecek ciddi tepkileri davet edeceği tartışmasızdır. Bu gelişmelerin yanı sıra, “Kürt sorununun çözümü”nde “askeri çözüm”de ısrar edildiği dikkate alındığında, “içerde ve dışarıda savaşa ve savaş politikalarına karşı barış talebi” etrafındaki mücadele, 2017’de de gündemdeki sıcak yerini koruyacak görünmektedir.

5-) Kürt sorunu barışçıl çözümü için mücadele

2017’de de Kürt sorununun barışçıl çözümü Türkiye’nin en önemli sorunlarından olmaya devam ederken, bölgede de “Kürt sorununun çözümü”nün ağırlığı artacaktır. Suriye ve Irak’taki gelişmeler bunu açıkça göstermektedir. Erdoğan-AKP yönetiminin son yıllarda “barışçıl çözüm” doğrultusunda atılan bütün adımları geriye alarak, geleneksel “askerle çözüm” çizgisine dönmüş olması, 2017’de Kürt sorununun barışçıl çözümü için mücadeleyi önemli kılmaya devam edecektir.

6-) Terör saldırılarına karşı siyasi ve ideolojik mücadele ayrıca önem kazandı

2016 yılında Türkiye, IŞİD ve TAK’ın üslendiği 20’den fazla terör saldırısına hedef olmuş; yılın sonunda Rusya Büyükelçisi’nin Ankara’da öldürülmesine kadar gelinmiştir. Bu saldırılarda yüzlerce insan hayatını kaybederken, yaralıların sayısı da binlerle ifade edilen bir düzeye varmıştır. Ki, bu eylemler, ister TAK “Kürt sorununun çözümünü talep etme” gibi çok meşru bir dayanağa sahip olsun, ister IŞİD’in Ortaçağa öykünen bir İslami düzen kurma amacına hizmet iddiasıyla yapılsın, ilerici demokrat güçler ve halklarımızın mücadelesi açısından aynı sonucu vermiştir. Bu eylemler, işçi sınıfının ve her kesimden halkın ileri kesimlerinin bile siyasetin dışına itilmesini getirirken, hükümetin hak ve özgürlükleri için mücadele eden kesimler üzerinde şiddet uygulamasına meşruiyet kazandırmış, polisin ve ırkçı-şoven örgütlerin sokakları terörize etmesine dayanak olmuş, ilerici demokrat güçlerin siyasete müdahalesini olağanüstü zorlaştıran bir rol oynamıştır.

Hükümetin de kendi iç ve dış politikasının yol verdiği bu eylemleri “üst aklın işi”, “Türkiye’nin gelişmesini hazmedemeyen dış düşmanların saldırıları” olarak gösterip, onlara dayanak olan nedenleri ortadan kaldırmak yerine, mücadeleyi polisiye önlemler ve askeri girişimler çizgisinde tutmada ısrar ettiği de dikkate alındığında, 2016’nın, bir “terör eylemleri yılı olma” özelliğini 2017’ye devredeceğini söylemek yanlış bir tespit olmaz.

Bu yüzden de, AKP’nin politikalarına bir protesto, ona karşı bir mücadele biçimi olarak sunulsa da, gerçekte bu tür eylemler, AKP Hükümeti’nin işini kolaylaştıran, onu her seferinde sıkıştığı köşeden kurtaran, terörle mücadele ve OHAL’e dayalı uygulamalarına mazeret oluşturan dayanaklar olmuşlardır. Bu yüzden de terör eylemlerine karşı mücadele, aslında terörizmle mücadeleyle birleştirilerek, 2017’de sınıf partisi için son derece önemli, ideolojik boyutu da olan bir mücadele olmak durumdadır. Teori ve eylem açısından da bu görev ayrı bir öneme sahip olacaktır.

7-) Nefesi kesilen ekonomi krizin eşiğinde

Ekonomik politikaları bakımından Erdoğan-AKP yönetimi, 2016 yılında imkanlarının sonuna gelmiş; sermaye sahiplerinin önüne “turkuvaz halı serme” politikalarına (rüşvet demek daha doğru) ve “yastık altındaki dövizini bozdur”, “altına ve TL’ye dön”, “yerli ve milli tasarruf yap” dopinglerine karşı ekonomide hemen bütün göstergelerin kötüye gitmesi önlenememiştir. Nitekim 2016’nın üçüncü çeyreğinde; uzun süreden sonra ilk kez ekonomik büyüme negatife (-1.8’e) düşmüştür. Yakın bir gelecekte de düzeleceğine dair bir belirti görünmemektedir. Hükümet ise, siyasette olduğu gibi ekonomide de kendi politikalarında bir kusur bulmamakta, ekonomik gidişattaki çöküntüyü de Türkiye’ye karşı komplo düzenleyen dış mihrakların, en başta da “faiz lobisi”nin Türkiye’ye yönelik planlarına bağlamaktadır. Dolayısıyla; “2017, Erdoğan-AKP Hükümeti’nin ekonomik politikaları açısından en zor yıllardan birisi olacaktır” dersek yanlış bir şey söylememiş oluruz. Ama şu da bir gerçek ki; krizleri ne kadar derin ve yıkıcı olursa olsun, kapitalizm kendiliğinden ortadan kalkmaz. Tersine, işçiler, emekçiler krizin faturasını üstlenirlerse, kapitalistler “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” der, krizi fırsata çevirir, düzenlerini daha da sağlamlaştırırlar. Türkiye’nin yakın tarihinde bile bunun çok örneği vardır. Burada önemli olan, çöken ekonominin faturasının kime çıkarılacağıdır. Ve bu sefer Türkiye’nin işçileri, emekçileri kapitalistlerin kurup çökerttikleri düzenin faturasını kabul etmemelidir. Bu başarılırsa, 2017 emek mücadelesi açısından son derece önemli bir yıl olmaya aday olabilir. Çünkü 2017 böyle bir mücadele için yeterli dinamiklere sahip olarak gelmektedir.

Çünkü 2017’nin, yeni metal sözleşmeleri yılı olarak, 2015’te yarım kalan metal işçileri mücadelesinin bir hesaplaşma yılı olma ihtimali bulunmasının yanı sıra işsizlik ve yoksulluğun toplumsal rahatsızlıkları büyüteceği bir yıl olacağı şimdiden bellidir. Dahası üç milyondan fazla kamu emekçisinin toplu sözleşme yılı olacağı düşünülüp toplu sözleşme mücadelesiyle kamu emekçilerinin iş güvencesi taleplerinin yükselişinin birleşmesi gibi muhtemel gelişmeler dikkate alındığında, 2017’de yeni emek mücadelesi dalgalarının oluşma ihtimalinin yüksek olduğunu söylemek bir abartı olamaz. Tabii ki, sınıf partisinin, işçi ve emekçilerin ileri kesimlerinin, mücadeleci sendikacıların kendi üstlerine düşeni yapmaları ölçüsünde.

TEORİK MÜCADELE YILI

Bu özet bile açıkça göstermektedir ki, 2017 yılı AKP iktidarı için varlık-yokluk sorunu olabilecek çatışmaları doğuracak çelişmelerin belirleyeceği bir yıl olarak gelmektedir. Bu yüzden de gerek siyasette gerekse ekonomide ciddi çatışmaların olacağını, bu yüzden de hiçbir şeyi olmuş bitmiş olarak görmemek gerektiğini söylemek doğru olur.

Dahası 2017’nin, geçmiş yıllardan farklı olarak, Teori ve Eylem’in alanı olan ideolojik mücadele açısından da son derece önemli çatışmalara sahne olan bir yıl olacağı da açıktır.

Çünkü Erdoğan-AKP iktidarı “başkanlık sistemi” ile bir rejim değişikliğini de amaçladığı için, bu rejimin ideolojisini oluşturmak üzere yeni kavramlar geliştirme ve eski kavramları yeni içerikleriyle tanımlamak için de girişimlerini elindeki bütün imkanları kullanarak daha açıkça yapacaktır. Onun içindir ki, Teori ve Eylem için 2017 yılının her şeyden önce bir “teorik (ideolojik) mücadele yılı” olacağını söylemeliyiz.

Çünkü Erdoğan-AKP iktidarı, MHP’yi de yanına alarak “tek parti tek adam rejimi” inşa etmek için kolları sıvamıştır. Bunun bir boyutunu elbette siyasi alanda, “Anayasa değişikliği” oluşturmaktadır. Anayasa ve yasa değişiklikleri yaparak siyasi iktidar pekiştirilmek üzere Terörle Mücadele Yasası, OHAL gibi olağan olmayan dayanaklar kullanılmaktadır.

Bu girişimlere karşı elbette Türkiye’nin ilerici demokrat güçleri, Türkiye’nin bir “tek parti tek adam diktatörlüğü”ne götürülmesine karşı olan herkes mücadele edecektir. Ama mücadele sadece siyasi alanla sınırlı kalmayacak, MHP-AKP koalisyonu, yaptıklarının, aydınlar, akademisyenler, entelektüel çevreler arasında kabul görmesi için ideolojik alanda hamleler yapmak zorunda da kalacaktır. Çünkü bu şoven-milliyetçi, İslamcı koalisyon, belki başta en çok ihtiyaç duyduklarından başlayarak, ama bütün bir düşünce alanındaki kavramları “muhafazakar toplum yaşamı” kurma amacının ihtiyacına uygun olarak yeniden içeriklendirmek; kendi toplum tasarımlarının tarihsel, kültürel ve toplumsal bakımdan “haklı”, “doğru”, “akla ve mantığa uygun”, “ahlaki” vb. olduğunu ortaya koyan bir ideolojik platform da inşa etmek zorunluluğu duyacaktır. Zaten bu konuda son yıllarda AKP etrafında oluşan “ulema” ve “entelektüeller”, bu alanda çeşitli kavramlar öne sürmüşler, bunların içerikleri hakkında çeşitli yorumlar geliştirmek üzere girişimler yapmışlardır. Ancak gelinen aşamada bütün bu girişimleri ortak bir sonuca ulaştırmak, kendi ideolojik tutumlarına bir disiplin getirmek için daha açık ve daha yoğun bir mücadeleye girişeceklerdir. 2016’da ilkokullardan itibaren uygulamaya koyulmaya başlanan “değerler eğitimi” ve bu çerçevede Milli Eğitim’e bağlı okullarda müfredata yapılan müdahale ve siyaset alanındaki girişimlere mantıksal bir gerekçe getirmek üzer öne sürülen “millilik”, “yerlilik”, “Türk usulülük” gibi kavramlar ideolojik alanda girişilen yolun bir ifadesi olarak ortaya çıkmıştır.

Bugüne kadar uygulamada “millilik”, “yerlilik” ve “Türk usulülük” gibi kavramlar, örneğin “yerli ve milli milletvekili” derken, “Kürt sorunu konusunda ya da dış ülkelere askeri müdahalelerde, devletin geleneksel yaklaşımını benimseyen”, “milli politikalarda” hangi partiden olursa olsun Hükümetin arkasında yer almaktan geri durmayan, haklı mı haksız mı bakmadan, “söz konusu olan milli çıkarsa gerisi teferruattır” diyen, son tahlilde AKP-MHP ideolojisine bağlılık gösteren vekil tipini kast etmektedirler. Ya da “yerli ve milli anayasa”, “yerli milli sendikacı”, “yerli ve milli akademisyen” derken bu bu sıfatların karşılığını insanlığın bugün geldiği uygarlık düzeyinin karşılığından, bu sıfatların içeriğini sınıflar mücadelesinin gelişimi içinde kazandığı özelliklerden arındırarak, tam tersine AKP-MHP koalisyonunun ideolojik platformunda yansıyan bir içerikten söz edilmektedir. “Yok canım olmaz öyle” dendiğinde de “Neden olmasın? Sizin dediğiniz Batı uygarlığının tarifidir, bizim istediğimiz ise yerli ve milli akademisyenler, sendikacılar, vekillerdir!” denmektedir.

Kısacası, burada “yerlilik ve millilik” kavramların içeriklerini insanlığın ulaştığı uygarlık seviyesinin değerleriyle değil, ırkçı, şoven milliyetçi ve İslamcı değerlerle doldurmak ifade edilmektedir.

Bugüne kadar nispeten sınırlı olan bu yeni kavramlar ve eski kavramların; örneğin ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, insan hakları, grev hakkı, sendikalı olma hakkı, inanç özgürlüğü, laiklik, seküler yaşam hakkı, özgür bilimsel araştırma yapma hakkı gibi en temel hak ve özgürlüklerin de “yerli ve milli” değerlerle içeriklerinin yeniden   biçimlendirileceğini söylersek, sadece yakın gelecekte yapılmak isteneni, kısa süre de olsa önceden söylemiş oluruz.

Hale de bugün “tek parti tek adam rejimi”ni kurmak isteyenlere, uluslararası planda İslamın dünyaya nizam vereceği bir çağa girildiğini, bunun için Türkiye’nin İslamın bu büyük cihadında tarihsel bir misyona sahip olacağını (olduğunu) ve bu cihadın başında da seçilmiş zatın Erdoğan olduğuna inanan bir anlayışın yol verdiği dikkate alındığında, Saray ve AKP etrafında oluşan “entelijansiya”nın (siz “ulemanın” da diyebilirsiniz) canhıraş biçimde, “felsefe sözlüğünü” madde madde Türkçü ve İslamcı referanslara uygun olarak, “milli ve yerli” yetmediğinde “Türk usulüne uygun” biçimde yeniden yazmak için seferber olduğunu bilmek için illaki onların içinden birisi olmaya gerek yoktur.

Bu da 2017’de (ve sonrasında) sınıf partisinin, ilerici demokrat güçlerin sorumluluğunun ne kadar büyüdüğünü göstermektedir. Çünkü, karşımızdaki “tehditler”, başkalarının, sermayenin gerici güçlerin imkanıdır ve onların nasıl kullanıp kullanmayacaklarına biz karar veremeyiz. Ama dönemin bize sunduğu imkanları gerçeğe çevirmek bizim elimizdedir.

Kısacası, dünyayı yorumlamakla yetinmeyip onu değiştirmeyi de başlıca görev edinmiş olanlar için, 2017, dünyayı daha ileriye döndürmede her imkanın değerlendirileceği, imkanların gerçeğe dönüştürüleceği bir yıl olmalıdır. Ötesi teferruattır!

2017, ‘İNSANLIĞIN GELECEĞİ’ EKİM DEVRİMİ’NİN 100. YILI

Uluslararası Marksist Leninist Partiler ve Örgütler Konferansı (CIPOML), Ekim Devrimi’nin 100. yılını, uluslararası planda, pek çok ülkede yaygın etkinliklerle kutlayacak.

CIPOML’nin koordinasyonunda her ülkeden Marksist Leninist parti ve örgütler, elbette Ekim Devrim’nin temsil ettiği sınırsız, savaşsız bir özgürlük dünyası özlemi içindeki her çevre ve kişi Ekim Devrimi’nin dünyaya vurduğu damga ve işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen halkların bugün de faydalanmaya devam ettiği kazanımları da tartışmaya açarak, onların yeniden gündeme getirileceği etkinlikler düzenleyecek.

CIPOML’nin bu girişiminin emperyalist kapitalist ideologların ”küreselleşme çöktü” itiraflarının yükseldiği kapitalist dünyanın yeniden yapılandırılması için tartışmaların yapıldığı bir döneme denk gelmesi, elbette ki Ekim Devrimi’nin temsil ettiği değerlerin nasıl bir dünyanın değerleri olduğu gerçeğinin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla 2017, kapitalizmin çoğu kendisi tarafından üretilen dünyanın sorunlarına getirdiği çözümler (ya da çözümsüzlükler) ve dünya tasarımları ile işçi sınıfının sömürüsüz, sınıfsız, barış içinde dünyası arasındaki mücadelenin daha ileriye taşınması için fırsatların çoğaldığı bir yıl olmaya da adaydır. Bu açıdan bakıldığında, iki karşıt dünya görüşü, 2017’de önceki yıllarda olduğundan daha uygun koşullarda çarpışacaktır diyebiliriz.

Çünkü Ekim Devrimi insanlığın geçmişi değil geleceği olduğu ve CIPOML de 100. yılı bu perspektifle kutlayacağı için, yıl içinde yapılacak etkinlikler de bir nostalji etkinliği olmayacaktır. Tersine bu etkinlikler, kapitalizmin dünyasının insanlığın geleceğini tehdit eden çevre sorunlarından savaşlara, sömürünün sınırsız artırılmasından işsizlik ve yoksulluğun kıtalar arasında büyük göçlere yol açmasına, ardı arkası kesilmeyen ekonomik krizlere, halkların emperyalist güçlerin çıkarına göre kurulmuş dünyada artık yaşamak istememelerine kesin ve tek gerçek çözümün Ekim Devrimi’nin şahsında temsil edildiğine dikkat çekmek üzere düzenlenecektir.

Bu nedenlerledir ki, 2017 burjuva ideolojisiyle işçi sınıfı ideolojisinin hesaplaştığı bir yıl olmaya da adaydır. Burada bu çarpışmanın Ekim Devrimi’nin temsil ettiği değerler lehine sürmesi için imkanlar elverişlidir. Ötesi de Teori ve Eylem başta olmak üzere, Ekim Devrimi’nin dünyasından yana olanların gayretine bağlıdır