Arif Koşar

GİRİŞ

Sınıfların tanımlanması sadece sosyolojik bir sorun olmanın ötesinde, siyaset bilimi ve güncel politik stratejiler açısından da oldukça önemli bir konudur. İktidarların ya da siyasi partilerin politik tutum ve uygulamalarının işçi sınıfı, burjuvazi, diğer ara tabaka ve katmanlar açısından ne anlama geldiği, güncel siyasal mücadelelerde pek öne çıkmasa da, hangi politikanın hangi sınıf ya da sınıf fraksiyonuna hizmet ettiği kritik bir sorundur. Daha da önemlisi, tüm “liberal”, “burjuva” siyasal parlamenter sistem ve siyasetin güncel polemiklerinin hangi toplumsal sınıfların mülkiyet ve egemenliğinin korunmasına dayandığı genelde gözardı edilir.

Bilincinde olunsun ya da olunmasın insanlar doğumlarından itibaren kendilerinin tam olarak güç yettiremedikleri belirli koşullar içerisinde toplumsal ilişkilere dahil olurlar. Yine geçimlerini sağlamak ve yaşamlarını sürdürmek için belirli üretim ilişkilerine, sınırlı bir seçim alanındaki tercihlerle (ki bazen o kadar sınırlı olur ki tercih şansı da kalmaz) girmek zorunda kalırlar. Dolayısıyla kendilerini nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar, toplumsal sınıfların bir üyesi haline gelmişlerdir.

Batı Avrupa’da başlayan sanayi devrimleriyle birlikte toplumsal yapıda iki temel sınıf; burjuvazi ve işçi sınıfı giderek öne çıkmıştır: Bir yanda köylülerin ve rekabette yenik düşen zanaatkarların üretim araçlarından koparak emek güçlerini satmak zorunda kalan işçilere dönüşmesi ve işçi sınıfı kitlelerinin muazzam büyümesi, diğer yanda ise zenginliğin artı-değer sömürüsüne dayanarak ve rekabet sonucu tekelci ellerde toplanması ve burjuvazinin iktisadi ve siyasi gücünün artışı. Köylülük gibi toplumsal kategorilerin ve şehir küçük burjuvazisinin hızla mülksüzleşmesi 19. yüzyılın temel özelliklerinden birisiydi. Bugün de dünyanın büyük bir kısmında, 19. yüzyıldakine benzer şekilde on milyonlarca yoksul köylü ve küçük burjuva tabaka hızla mülklerini kaybederek işçi sınıfı bileşimine dahil oluyor.

Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Batı Avrupa ülkelerinde “sosyal devlet” uygulamaları ile kamu ve hizmet sektörlerinin genişlemesi, üretim teknolojisindeki gelişmeler ile kimi profesyonel meslek gruplarının kitleselleşmesi, şirket yönetiminin giderek hukuki mülkiyetten ayrılması (profesyonel bir yönetici elitin genişlemesi), işçi sınıfının kimi katmanlarının ücret ve sosyal açıdan önemli haklar elde etmesi ve bir tabaka oluşturmak üzere işçi aristokrasisinin beslenmesi, işçi sınıfının nasıl tanımlanacağı ve “orta sınıflar” konusunda yoğun bir tartışmanın ateşleyicisi oldu.

Post-kapitalist toplum kuramların öne çıktığı, yapısalcı ve post-yapısalcılığın determinizmle olumsallık arasında iki uca savrulduğu 1970’li yıllar, sınıf analizi ve sınıf sorununu siyasal paradigmasının merkezine koyan Marksizmin yoğun bir biçimde tartışıldığı bir dönem oldu. Sınıfların tanımlanması, yukarıdaki nesnel gelişmelerle birlikte önemli tartışma gündemlerinden birisi haline geldi. Sınıfların hangi kriterlere dayanılarak tanımlanacağı, işçi sınıfı ile “orta sınıf” arasındaki sınırın nasıl çizileceği gibi sorunlar, özellikle geniş bir orta sınıf tartışmasıyla birlikte sürdürüldü.

Dönemin akımları, kendi yaklaşımlarına uygun bir işçi sınıfı tanımladıktan sonra, yönetici, profesyonel meslek grupları, “denetim emeği” gibi kategorilerin bir bölümünü ya da tamamını “orta sınıf”a dahil etmişlerdir. Bu genişleyen kategoriler yeni orta sınıf[1], yeni küçük burjuvazi[2], profesyonel-yönetici sınıf[3], çelişkili sınıf mevkileri[4] gibi kavramlarla tanımlanmıştır. Ross’a göre; bu kategorileri tanımlama çabası “sosyal bilimlerde, ileri endüstri toplumlarında tekerleği yeniden keşfetmenin yarattığı heyecandan çok daha ciddi heyecan yarat”mıştır.[5]

Erik Olin Wright da, bu dönemde saldırı altındaki Marksizmi ve sınıf analizini, “modern sosyal bilim yöntemleri”ni de kullanarak “yeniden inşa etme” iddiasında olmuştur. 1970’lerde yoğun bir biçimde tartışılan “orta sınıf” sorununu çözmek amacıyla yeni bir sınıf yaklaşımı geliştirmiştir. Kendi “Marksist” sınıf kavramlarını ampirik araştırmaları ile karşılaştırarak sürekli güncellemeye çalışan Wright, sınıf analizi tartışmalarında hem önemli bir referans hem de yoğun bir eleştiri konusu olmuştur.

Wright, Marksizme çeşitli derecelerde sempati duyan, yılda bir birbirlerinin çalışmalarını tartışmak üzere bir araya gelen, daha sonra “Analitik Marksist” olarak anılan düşünürler grubuna katılmasının bu yöneliminde belirleyici bir etkisi olduğunu söylemiştir. G. A. Cohen, John Roemer, Jon Elster, Philippe van Parijs, Robert van der Veen, Robert Brenner, Adam Przeworski ve Hillel Steiner’den oluşan bu grubun merkezi ilgisini, temel kavramların sistematik bir şekilde sorgulanması, netleştirilmesi ve daha tutarlı bir teorik yapı içerisinde yeniden yapılandırılması oluşturuyor. Bu grup içerisindeki tartışmalar Wright’a göre; “bir dizi yeni fikir ve perspektif kazandırarak düşünme biçimim ve çalışmalarım üzerinde önemli bir etkiye sahip oldu.[6]

Bu makalede Wright’ın sınıf teorisi, temelleri, somut görünümleriyle birlikte ele alınacak, onun yöntemsel kimi yaklaşımları eleştirel bir değerlendirmeden geçirilecektir. Wright’ın “çelişkili sınıf mevkileri” gibi kimi kavramları, aynı zamanda dönemin güncel tartışmalarına yanıt olarak şekillendiği için belirli ölçülerde bu tartışmalara da değinilecektir. Ancak makalenin Wright’ın da bir biçimde ele aldığı ya da değindiği sorunları ayrıntılı bir biçimde değerlendirme iddiası yoktur. İnceleme Wright’ın sınıf teorisi ve onun değerlendirilmesi ile sınırlı tutulacaktır.

Bu açıdan öncelikle Wright’ın, bir üyesi olduğu ve kendi teorik yaklaşımını şekillendirmede kritik bir etkisinin olduğunu kabul ettiği “Analitik Marksizm” okulunun temel görüş ve iddialarına değinmek gerekmektedir.

ANALİTİK MARKSİZM[7]

Kıta Avrupa’sının aksine Anglo-Sakson dünyada Marksizmin işçi hareketi üzerindeki sınırlı etkisi, mesela Fransa, İtalya ya da Almanya’dakine benzer kitlesel komünist partilerin bulunmaması kuramsal alanda Marksizmin bu ülkelerde göreli olarak zayıf kalmasına neden olmuştur.[8]

Ancak 1960’ların savaş karşıtı hareketi ve radikalizmi, ABD’de siyasal çevrelerde ve kuramsal alanda Marksizme yönelik ilgiyi arttırmıştır. Paul Sweezy, Paul Baran ve Harry Magdoff gibi isimlerin çalışmaları Marksizm açısından tartışmalı olmakla birlikte Marksizme artan ilginin ifadeleriydi. Bu ilgi, ABD’de Reagan ve İngiltere’de Theacher’in iktidara geldiği, işçi hareketi ve sendika karşıtı muhafazakar neoliberal dalgayı başlattıkları 1980’li yıllarda sona ermiş, 1970’lerin ortalarından itibaren Marksizm yoğun bir eleştiri dalgasına maruz kalmıştır.

Analitik Marksizm” olarak adlandırılan okulun çalışmaları ise, 1970’lerin sonunda, Marksizmin temellerine yönelik eleştirilerin yoğunlaştığı bir dönemde Marksizmin çağdaş bir savunusunu yapma iddiasıyla ortaya çıkmıştır.

Analitik Marksizm”, Marksizmin “Hegelci diyalektikten kurtarılması” ve “bilimsel temelde yeniden kurulması” yönündeki Althusserci projeyi benimsemiş ve bu iddiayı mantıksal sonucuna, yani Marksizmden kopmaya kadar götürmüştür. “Analitik Marksizm” okulu, farklı görüşlere sahip düşünürleri kapsamasına rağmen Marksist yöntemin kabul edilemeyeceği, neo-klasik iktisadın, analitik dil felsefesi ve mantıksal pozitivizmin metodolojik araçları ile yeniden inşa edilmesi konusunda birleşmiştir. Bu okul Marksizmi, esas olarak, herhangi bir özgün metodolojik temele sahip olmayan, çoklu giriş noktalarına sahip ve bu şekliyle bir araştırma programı tesis edebilecek bilişsel bir araçlar seti olarak kavramaktadır ve bu, çok sayıda iç tartışmaya yol açmıştır.[9]Analitik Marksist” çalışmaların yayınlandığı bir serinin önsözünde okulun genel çizgisi şöyle özetlenmiştir:

Bu serilerdeki kitaplar, Marksist sosyal teori incelemelerindeki yeni bir paradigmayı göstermeyi amaçlamaktadır. Bu çalışmalar, dogmatik ya da salt yorumlayıcı bir yaklaşıma sahip olmayacaktır. Daha ziyâde, Marx’ın müdahaleci tarih ışığında öncülük ettiği teoriyi, Marksist-olmayan sosyal bilimin ve felsefenin araçlarıyla inceleyecek ve geliştireceklerdir. Umuyoruz ki; Marksist düşünce, hâlâ kendisi için temel olduğu yaygın bir biçimde düşünülen fakat gün geçtikçe itibarını yitiren yöntem ve önvarsayımlardan bu sayede kurtarılacak ve Marksizme ait doğru ve önemli şeyler daha sağlam bir biçimde tesis edilecektir.[10]

Marksizmi “Marksist-olmayan sosyal bilimin ve felsefenin araçlarıyla” yeniden inşa etme iddiasındaki bu okulun en önemli temsilcisi, aynı zamandaki okul içindeki üç ana eğilimden birisi temsil eden Gerald Cohen’dir. Cohen’in “Karl Marx’s Theory of History” (Karl Marx’ın Tarih Kuramı) kitabı “Analitik Marksizm”in kurucu eseri kabul edilmektedir. Cohen, kitabında “analitik felsefe”nin yöntemlerini kullanarak tarihsel materyalizmi yeniden inşa etmeye girişmiştir: “Bu kitap, tarihsel materyalizmi, yirminci yüzyıl analitik felsefesinin kabul ettiği açıklık ve kesinlik standartları aracılığıyla savunmaktadır.[11]

Kitabı daha sonra “Analitik Marksizm” okulunda yer alacak olan isimler coşkuyla karşılarken, Marksizmin savunulmasında kritik bir aşama olduğunu düşündüler:

Cohen’in kitabı, daha önce yapılmamış bir şeyi başarmıştır: tarihsel materyalizm teorisini, bir dizi postulatı takip eden bir dizi öne sürülmüş teorem olarak tanımlamamış ve bu postulatların ve çıkarımların geçerliliğini, analitik felsefenin karakteristiği olagelmiş bir incelemeden geçirerek sınamıştır.[12]

Cohen dahil “Analitik Marksistler”in esas konusu Marksizmin kendisi olmuştur. Yeterince açık ifade edilmediğini, yönteminin çağdaş düşünce açısından kabul edilemez olduğunu, yeni bilimsel gelişmeler ve güncel yöntemlerle açık, kesin ve net bir biçimde yeniden inşa edilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Örneğin Cohen, birçok eleştirilere konu olmakla birlikte “Karl Marx’ın Tarih Kuramı”nda işlevselci açıklama biçimi kullanmış, işlevselciliği bir yöntem olarak benimsemediğini, ama Marksist tarihsel materyalizmi açıklamakta ondan yararlanılabileceğini ileri sürmüştür.

Analitik Marksizm” okulunun ikinci ve belki de en baskın eğilimi, Marksizmi bireylerin rasyonel davrandıkları varsayımına dayanarak sistemli bir şekilde yeniden inşa etmeye girişmiştir. “Rasyonel-tercih Marksizmi” diye adlandırılan eğilimin en sistemli şekilde ortaya konduğu yapıt, Jon Elster’in “Marx’ı Anlamak” (1985) adlı çalışmasıydı. Elster metodolojik bireyciliği, eğilimin John Roemer ve Philippe Van Parijs gibi temsilcileri ise yine rasyonel tercihe dayalı neo-klasik temel argümanları analizlerinin temel araçları olarak benimsiyordu.[13] Roemer şöyle diyordu:

Klasik Marksist argümanların pek çoğu, burada ya hiç yoktur ya da radikal bir biçimde değiştirilmiştir; bunların yanlış olduğunu düşünüyorum. Kâr oranı meselesi de bunlara dâhildir (…) Burada sunduğum Marksizm, çağdaş iktisadî araçlar, yani neo-klasik iktisat aracılığıyla telaffuz edilmiştir.[14]

Bu akımın ilk adımlarından birisi emek-değer teorisi ve kar oranlarının düşme eğilimini reddetmek olmuştur. Böylece, Marksizmi Marksizm dışı metodolojik araçlarla kurma iddiasında, aynı dönemde Marksistlerin yoğun bir biçimde eleştirdiği kuramsal paradigmaların yöntemleri, kavram ve araçlarını kullanmıştır. En önemli temsilcileri Wright ve Brenner olan “analitik Marksizm”in üçüncü kolunun ise, “Rasyonel Tercih Modeli” ile dolaylı bir ilişkisi vardı.

Analitik Marksizm”in kuramsal heterojenliği dikkate alındığında, onun Marksist dünya görüşü geliştirme iddiasının kısa ömürlü oluşu sürpriz olmamıştır. Bu sonuç, belli ölçülerde metodolojik bireyciliğe dayalı “rasyonel tercih” teorisinin çelişkili içsel mantığının ürünüdür. Marksist düşüncenin bireyci “rasyonel-tercih” kuramı ilkelerine göre yeniden kurulamayacağı, yaklaşımın Marksizmin bütünlüğü ile uyumsuz olduğu kanıtlanmıştır. Sonuçsa, “Analitik Marksistler”in, ekonomi politik temelden uzaklaşarak ahlaki siyasi hedefler formüle etmelerine kadar varmıştır. Özellikle Cohen ve Roemer gibi önde gelen isimleri, düşünsel odaklarını normatif siyaset felsefesine kaydırmışlar; John Rawls, Ronald Dworkin ve Amartya Sen gibi eşitlikçi liberallerin eşitliğe belirgin bir yer veren bir adalet kuramı geliştirme çabalarının kışkırttığı tartışmalara katkı sunmuşlardır.[15]

 WRIGHT’IN GENEL YAKLAŞIMI

Okulun, Marksizmi Marksizm-dışı metodolojik araçlarla yeniden inşa etme fikrini, Wright, sınıf sorunu üzerine yaptığı ampirik ve kuramsal çalışmalarla yaşama geçirmeye çalışmıştır. Böylece “neo-Marksist” denilen ve neo-Weberyanlarla birçok noktada ortaklaşan sınıf analizinin kurucu isimlerinden olmuştur. O da, tıpkı okulun diğer üyeleri gibi, analitik felsefe ve “çağdaş bilim”in yöntemsel ve kavramsal setinden yararlanmıştır. Wright’ın bu yaklaşımına göre;

İnsan, pekala, sınıfsal hareketliliği çalışırken Weberci, yaşam biçimlerinin sınıfsal belirleyicilerini çalışırken Bourdieucü ve kapitalizm eleştirisi yaparken de Marksçı olabilir.[16]

Wright, bu çoklu yöntem çizgisini benimserken neo-klasik iktisadın denge yaklaşımını ve oyun teorisini esas alan Roemerci sömürü kuramını kendi sınıf analizinin merkezine yerleştirmiştir. Bunun ayrıntılarına makalenin ilerleyen bölümlerinde değinilecektir.

Wright, sınıf tartışmalarındaki esas sıkıntının Marx’ın kendisinden kaynaklandığını, Marx’ın yaklaşımının, özellikle genişleyen “orta sınıf” sorunu nedeniyle, çağdaş sınıf haritasını açıklamaktan uzak olduğunu iddia etmiştir. Marx’ın “kapitalizmin tarihsel eğiliminin giderek somutlaşan bir kutuplaşmaya doğru olduğunu[17] hissettiğini, analizlerini de bu tespit üzerine yaptığını belirtmiştir. Wright ve başkaca düşünürler, bunu “kutuplaşma tezi” olarak adlandırmıştır. Komünist Manifesto’da Marx ve Engels (2005), “Bir bütün olarak toplum giderek daha fazla, birbirine düşman iki kampa, birbiriyle doğrudan karşı karşıya gelen iki büyük sınıfa bölünüyor: burjuvazi ve proletarya” demiştir.

Marx’ın eserlerinde küçük burjuvaziden geçiş sınıfı olarak bahsettiğini, köylülüğün çözülmesinin altını çizdiğini belirten Wright, bu genel soyutlamanın Marx’ı yanılgıya sürüklediğini düşünüyor. Wright’a göre; “Geçen yüzyılın tarihsel kaydı birçok Marksisti, kapitalist toplumlarda sınıf ilişkilerinin radikal kutuplaşmasına yönelik gelişen eğilimle ilgili bu imajın yanlış olduğuna ikna etti.[18] Çünkü, “ücretliler arasında mesleki ve teknik işlerin büyümesi ile büyük şirketler ve devlet içerisinde yönetişimsel hiyerarşilerin yaygınlaşması, en azından basit bir kutuplaşmış yapının önemli ölçüde aşındığına dair bir görünüm sergile”mekte[19] olduğu kanısındaydı.

Wright’a göre, Marx’a atfedilen “kutuplaşma tezi”nin “çöküşüyle” birlikte çağdaş Marksist analizde orta sınıf ya da ara sınıflar sorunu kendisini güçlü bir biçimde hissettirmişti.

Asıl konuya geçmeden önce; Marx’ın “kutuplaşma tezi” denilen eğilimle ilişkisine daha yakından bakmak gerekir. Gerçekten de Marx, toplumların, bir yanda üretim araçlarının giderek daha az kişinin elinde toplandığı burjuvazi, diğer yanda üretim araçlarından tamamen kopmuş işçi sınıfı olarak kutuplaşacağını ifade etmiştir. Kapital’in üçüncü cildinde Marx;

İngiltere’de modern toplumun ekonomik yapısı, hiç kuşkusuz en üst düzeyde ve en klâsik biçimde gelişmiştir. Ne var ki, burada bile, … orta ve ara tabakalar, … her yerde sınır çizgilerini silikleştirmiştir. Ama bunun bizim incelememiz için önemi yoktur. Görmüş olduğumuz gibi, kapitalist üretim tarzının sürekli eğilimi ve gelişme yasası, üretim araçlarını gitgide emekten ayırarak, dağınık üretim araçlarını büyük kitleler halinde bir araya toplar ve böylece, emeği ücretli-emeğe, üretim araçlarını sermayeye dönüştürür.[20]

Peki, Marx, bunları günümüzden yaklaşık 150 yıl önce yazmasına rağmen içinde yaşadığımız kapitalist toplumda bu düzeyde bir kutuplaşma söz konusu mu? Gerçekten günümüz toplumu “ücretli emek” ve “sermaye” olarak bölünmüş ve inceleme bakımından “orta ve ara tabakalar” önemsiz bir konumda mıdır?

Bu sorular günümüz toplumunun ayrıntılı bir amprik sınıfsal analizini gerektirir. Ancak bir ilk ilke olarak, Marx’ın yukarıdaki alıntıda ve genel olarak Kapital’de yüksek bir soyutlama düzeyinde analiz yaptığını hatırlatmak lazım. Marx, Kapital’de emek sürecinde artı-değerin üretilmesi, dolaşım sürecinde gerçekleşmesi, sermaye içindeki dağılımı vb. ele aldığı bir çalışmada, orta sınıfların durumu için “incelememiz bakımından esas değildir” yorumunu yapmıştır. Yani bu ara sınıfların olmadığını değil, Kapital’in ele aldığı gündemler açısından inceleme konusu yapılmayacağını gösterir. Aynı Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları[21], Louis Bonaparte ve 18 Brumaire[22], Fransa’da İç Savaş[23] gibi tarihsel/güncel analize yoğunlaştığı eserlerinde, ara sınıf ve tabakalarını konumlarını sık sık gündemine aldığı gibi temel sınıf fraksiyonlarının tutumlarını da değerlendirmiştir.

Bunun ötesinde, Marx kapitalist toplumun iki temel sınıfta kutuplaşmasına doğru bir eğilime/yasaya sahip olduğunu vurgulamıştır. Bu tespit şunu dışlamaz: şu ya da bu dönemde küçük işyeri sahipliği az ya da çok bir artış eğilimine girebilir; büyük sermaye gruplarıyla bağlantılı ya da bağımsız bir biçimde küçük ölçekli üretim, böylece küçük burjuva tabakalar sayıca artabilir. Örneğin 1990’lı ve 2000’li yıllarda batıya gelen zorunlu Kürt göçü sonucu, küçük toprak sahibi köylüler kentte proleterleşirken, topraksız köylülerin bir kısmı da şehirde enformel ilişkilere dayalı esnaflık, işportacılık, küçük atölye vb. küçük burjuvazinin alt tabakalarına dahil olmuştur. Ancak Marx’ın ifade ettiği olgu; konjonktürel artış ya da azalmaların ötesinde kapitalizmin genel bir eğilimidir.

İkincisi; günümüz kapitalist toplumlarındaki ücretli emek ve sermaye karşıtlığı, bir yüzyıl öncesi ile karşılaştırıldığında, Marx’ın konjontürel bir kalıp haline getirilmediği sürece “kutuplaşma tezi”ni tamamen doğruluyor. Birçok kapitalist ülkede küçük mülk sahibi sınıflar azalırken ücretlilik hali, yani büyük oranda işçi kitleleri nicel olarak genişliyor: Örneğin Türkiye’de ücret karşılığı çalışanların istihdamdaki payı 1955 yılında yüzde 14 iken, 2013 yılına gelindiğinde bu oran yüzde 64’e ulaşmıştır. Almanya’da çalışanların % 88.4’ü, İngiltere’de % 85.7’si, İspanya’da % 83.2’si, İtalya’da % 74.8’i, Belçika’da % 85.6’sını ücretli ve maaşlı çalışanlar oluşturmaktadır.[24]

Bu kutuplaşma ve geniş proleterleşme dalgasına rağmen, kapitalizmin gelişimi; gerçekten de kimi meslek gruplarındaki değişimi koşullamış, yeni profesyonel meslekler ortaya çıkmış, hizmet sektörü genişlemiş ve bu mesleklerin sınıf haritasında nasıl bir yer tuttuğu sorununu gündeme getirmiştir.

“ÇELİŞKİLİ SINIF MEVKİLERİ” KAVRAMI

Wright’ın ampirik araştırmalarından yola çıkarak ortaya attığı temel soru şu: ideolojik “orta sınıf” kategorisini bilimsel bir kavrama nasıl dönüştürebiliriz? Bu sorun, kaçınılmaz olarak kapitalizmde sınıf ve sınıflar arasındaki ayrıma ilişkin genel bir tartışmayı tetikliyor.[25]

İşçi sınıfı ve burjuvazi içerisinde tanımlayamadığı kesimleri tek bir “orta sınıf” kavramı ile tanımlamayı doğru bulmayan Wright, bu kesimlerin tutarlı bir sınıf karakterine sahip olmadığını, birden fazla sınıfın özelliklerini bir arada bulundurabileceğini ifade etmiştir.

İlk yaklaşım: Denetim ilişkileri merkezli sınıf analizi

Wright 1985 yılında yazdığı “Sınıflar” kitabında, sınıf analizine ilişkin kendi kavramsal seyrini/değişimini ve yaklaşımının temellerini ayrıntılı bir biçimde anlatıyor. Wright’ın ilk formüle ettiği “çelişkili sınıf mevkileri” kavramı ile Roemer’ci sömürü teorisi kapsamında formüle ettiği “çelişkili sınıf mevkileri” kavramının içerikleri belirli ölçülerde farklıdır. Bu bölümde henüz Roemerci sömürünün dahil edilmediği “çelişkili sınıf mevkileri” kavramı ele alınacaktır. Bu Wright’ın düşünsel motivasyonu ve şekillenişini kavramak açısından gereklidir.

1970’li yıllardaki “orta sınıf” tartışmalarında en fazla öne çıkan kategorilerden birisi “yöneticiler” olmuştur. Wright’a göre yöneticiler, “aynı anda burjuva ve proleter olarak karakterize edilen bir konum”da[26] yer alır. “Yöneticiler”, işçilere ne yapacaklarını söyleme, işlerini yanlış yaptıkları için cezalandırma ve başkaca çeşitli yollarla üretim sürecine dair temel kararların alınmasına doğrudan dahil olma kapasiteleri bakımından burjuva, öte yandan kendilerine de ne yapacakları söylendiği, işverenleri tarafından işten atılabildikleri ve üretime kaynak akışı üzerinde asıl denetimin dışında tutuldukları için “proleter” olarak tanımlanmıştır.[27]

Yöneticiler” içerisinde de farklı konumlar bulunuyordu. Basit düz denetçiler ve üst düzey yöneticiler sadece denetim dereceleri açısından değil, farklı denetim türleri içeren konumlarda bulunuyorlardı. Farklı konumlarda farklı denetim türleri ve dereceleri söz konusuydu ki, bu da “çelişkili sınıf mevkileri”ni daha da arttırıyordu. Wright üretim sürecinde üç denetim boyutu tespit etmiştir:

– para/yatırım üzerinde denetim,

– fiziki üretim araçları üzerinde denetim ve

– emek gücü üzerinde denetim.[28]

Kapitalistler, yatırımlar, fiziki üretim araçları ve emek üzerindeki denetim konumları ile tanımlandı. İşçiler, bu üç denetim boyutundan yalıtılmış konumlardı. Çeşitli yönetici türleri ise, bu üç kriterin spesifik kombinasyonlarına bağlı olarak sıralanabiliyordu. İşçiler ve kapitalistler bu üç boyutta kutuplaşmayı tanımlıyordu. Ancak aynı düzeydeki yöneticiler arasında bile denetim düzeyleri arasında farklı derecelendirmeler söz konusu olabiliyordu.[29]

Bu analize, “yöneticiler” dışında iki “çelişkili mevki” daha eklenecekti: Birincisi; işçi sınıfı ile küçük burjuvazi arasında kalan teknik profesyonel konumlar: bunlar emek güçlerini satmak zorunda oldukları ve sermayenin denetiminde oldukları için proleter; üretim süreci içerisinde kendi emek süreçleri üzerinde gerçek denetime sahip olduklarından küçük burjuva idiler. Wright, bunu yarı özerk “sınıf mevkileri” olarak tanımlamıştır. İkincisi; burjuva ve küçük burjuva sınıflarını birleştiren küçük işveren mevkisi: hem işçi çalıştırarak burjuva, hem de kendisi de işyerinde bizzat çalışarak küçük burjuva karakterle tanımlanıyordu.

Şekil 1: Wright’ın Sınıf Haritası-1: Çelişkili sınıfsal mevkilerin kapitalist toplumdaki temel sınıf güçleriyle ilişkisi

Kaynak: Wright, Class, Crisis, and The State, sf. 63

Böylece Wright 1978 yılında sınıf haritasının temel versiyonunu 6 sınıf konumu ile tanımlamıştı (Şekil 1).

Wright, “denetim/kontrol” kavramıyla ilgili incelemesinde, “kontrol”ü yukarıda belirtilen üç boyuta ek olarak dört basamağa ayırmıştır: tam, kısmi, asgari kontrol durumları ve hiç kontrolün olmadığı durum.[30] Bu ona, burjuvazi ile proletarya arasında, tek bir “çelişkili mevki” yerine dört “çelişkili mevki” tanımlama imkânı vermiştir. Bunlar, yatırımlar üzerinde tam kontrolü olan üst düzey idareciler; yatırımlar, üretim araçları ve başkalarına ait emek gücü üzerinde kısmi kontrolü olan orta düzeydeki idareciler; üretim ile emek gücü üzerinde minimum kontrolü olan teknokratlar; ve sadece emek gücü üzerinde minimum kontrolü olan ustabaşı/bant denetçileridir. Wright ayrıca burjuvaziyi, geleneksel kapitalistler ile üst düzey şirket yöneticileri olarak ikiye ayırmıştır. Bu ayrımındaki dayanağı, üst düzey şirket yöneticilerinin sermayenin –çoğuna olmasa da– bir miktarına sahip olmalarına karşılık, kanuni işveren statüsüne sahip olmamaları, yani bir çeşit “yan çelişkili mevki”de olmalarıdır. Böylece denetim boyutlarına denetim dereceleri de eklendiğinde Wright’in sınıf haritası 10 sınıfı kapsar duruma gelmektedir. Bunlar şöyle formüle edilmiştir:[31]

  1. BURJUVAZİ: geleneksel kapitalist
  2. Yarı çelişkili mevki: üst düzey şirket yöneticisi
  3. Çelişkili mevki: üst düzey idareciler
  4. Çelişkili mevki: orta düzey idareciler
  5. Çelişkili mevki: teknokratlar
  6. Çelişkili mevki: ustabaşı/bant denetçileri
  7. PROLETARYA
  8. Çelişkili mevki: yarı bağımsız işçiler
  9. KÜÇÜK BURJUVAZİ
  10. KÜÇÜK İŞVERENLER

Wright’ın “çelişkili sınıf mevkileri” kavramının 1979 yılı itibarıyla kat ettiği yol bu kadardı.[32] Daha sonra Wright, yatırım, fiziki üretim araçları ve emek üzerinde olmak üzere üç denetim boyutunu ikiye indirdi. Fiziki üretim araçları ve emek üzerindeki denetimi işçilerin tahakküm altına alınmasının alternatif iki mekanizması olarak tanımladı ve tek bir boyut olarak değerlendirdi. Ayrıca “el koyma” ve tahakküm ilişkilerini bu kavramsal üretim süreciyle birleştirdi.[33]

Bu, Wright’ın sınıf haritasına ilişkin son durağı değildi. Ancak bu kadarıyla bir ön değerlendirme yapılacak olursa; Wright’ın kendisinin de ifade ettiği gibi, analiz, sınıfları üretim ilişkileri yerine denetim/tahakküm ilişkileriyle tanımlamaktadır. Bu sadece Wright’a özgü değil ,başkaca neo-Marksist kavramlaştırmalarda sıkça rastlanan bir durumdur. Wright bu tutumunu özeleştirel bir tavırla şöyle özetliyor:

Çelişkili sınıf mevkileri kavramının gelişiminin başından sonuna kadar bunun özellikle Marksist bir sınıf kavramının yeniden formüle edilmesi olduğunda ısrar ettim. Böylesi bir girişimin retoriğinin bir parçası olarak sınıf ile sömürü arasındaki ilişkiyi ileri sürdüm. Ne var ki, pratikte, sınıf ilişkileri içerisinde çelişkili mevkiler kavramı, neredeyse sadece sömürüden çok tahakküm ilişkilerine dayandı. Sömürüye atıf, sınıf yapılarının analizinin kurucu bir unsuru olarak değil de sınıflar tartışmasının arka planda kalan bir kavramı olarak işlev gördü. Örneğin, yöneticiler temel olarak aynı anda tahakküm kuran ve üzerinde tahakküm kurulan olduklarından çelişkili bir mevki olarak tanımlandı. Tahakküm ilişkileri ‘yarı özerk çalışanlar’ın –emek süreci içerisinde kendi kendini idare gereğince aynı anda küçük burjuva ve proleter olduğunu savunduğum mevkiler– sınıf karakterini tanımlarken de belirleyiciydi, çünkü ‘özerklik’ tahakküme ilişkin bir durumu tanımlamaktadır.[34]

Wright’ın da ifade ettiği gibi, sınıf analizinde merkezi uğrak üretim ilişkileri, daha açık bir ifadeyle, üretim araçları üzerindeki mülkiyetten kaynaklanan ve üretim sürecinde girilen karşılıklı ilişkiler olmaktan çıkarılarak, üretim sürecindeki denetim düzeyine kaydırılmıştır. Bunun sonucu farklı denetim boyutları ve düzeylerini içeren 10 kategoriden oluşan bir kapitalist sınıf yapısı tipolojisi olmuştur.

Sınıf kavrayışındaki bu kayma, sadece sınıf analizi açısından değil, sınıfların toplumsal ilişkiler açısından konumuna dair önemli bir değişikliktir. Sınıflar tahakküm ilişkileri ile tanımlandığında, her birinin diğerinden özel bir önceliğinin olmadığı cinsiyet, cinsel yönelim, ırksal, ulusal vb. tahakküm biçimlerinden birisi haline gelir. Böylece sınıf Marksizm ve toplumsal analizdeki ontolojik önceliğini kaybeder. Burada Wright’ın bu yaklaşımının ayrıntılı bir eleştirel değerlendirilmesi yapılmıyor, çünkü Wrigth sınıf analizini köklü bir değişimden geçirmiştir.[35]

Wright, bu tipolojideki, özellikle denetim düzeyleri ile ortaya çıkan sorunları görmüş, bunu aşmak üzere yeniden üretim sürecindeki “sömürü” ilişkilerine dönüş yapmak istemiştir. Ancak bu sefer de Roemer’in neo-klasik iktisadın yöntemleri ile formüle ettiği sömürü tanımını benimsemiş, sınıfları bu tanım üzerinden haritalandırmaya çalışmıştır.

Roemer’in sömürü tezi

Roemer’a göre Marksizm bir dil meselesidir ve Marksizmin yeniden inşasında neo-klasik formülleştirme kullanılması gereken bir dildir. Sömürü teorisinin ve Marksizmin bir bütün olarak “modern bilimsel” araçlarla yeniden inşa edilmesi gerektiğini düşünmektedir.[36]

Aslında analizimin bir amacı da, Marksizmin önem atfettiği politik ve sosyal fikirlere ilgi duyanların, emek değer teorisinin dolambaçlı ve yanıltıcı rotasını takip etmek zorunda olmadıklarını göstermektir.[37]

Roemer, “A General Theory of Exploitation and Class” (Genel Bir Sömürü ve Sınıf Kuramı) kitabında (1982) Marx’ın sömürü kuramını emek-değer kuramından kopararak neo-klasik genel denge çözümlemesi ve “oyun” kuramının içinde ele almaya çalışmıştır. Liberal işletme literatürünün de dayanaklarından olan “oyun” kuramı toplumsal ilişkileri “en çok fayda”yı elde etmeye çalışan bireylerin faaliyetlerine indirgediği için “rasyonel-tercih” yaklaşımına dayanarak çeşitli biçimsel “sömürü” modelleri oluşturmuştur.[38]

Marksist sömürü kavramı, emek gücünü belli bir süre için kapitaliste kiralayan işçinin, kendi emek gücünün değerinden daha fazla değeri metaya eklemesi, böylece kapitalistin hiçbir karşılık ödemeden bu artı-değere el koymasına dayanmaktadır. Sömürünün koşulları; emek gücünü satmak zorunda kalan ve üretim araçlarının mülkiyetinden dışlanan işçilerin, üretim araçlarına sahip olan kapitalist hesabına çalışmasıdır. Bu ilişki sermayenin emek gücü üzerindeki tahakkümünü de içermekle birlikte, sömürü, üretim araçları üzerindeki mülkiyete dayanarak işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasında kurulan üretim ilişkisinin sonucudur.

Roemer, kapitalist sistemin ahlak dışılığını ortaya koyduğuna inandığı Marksizmin bu yönüyle önemini koruduğunu düşünmektedir. Roemer’e göre; kapitalizmin, ahlaki bakımdan tarafsız olduğu iddiası karşısında Marksist iktisatçıların temel görevi, kapitalist ekonomi sistemine ahlaki temelde bir meydan okumadır. Marx’ın kapitalizmi mahkum etmesi temel olarak sermayenin işçi sınıfı üzerinden gerçekleştirdiği artı-değer sömürüne dayanmaktadır. Roemer, Marx’ın emek-değer teorisinin yanlış olduğunu düşündüğü için, sömürünün emek-değer teorisi ile açıklanmasına karşı çıkmaktadır. Ona göre; işçilerin sömürüldüğü, Marksist emek-değer teorisine dayanmadan da, kapitalist iktisatçıların yöntemleri kullanılarak açıklanabilir. Ayrıca, emek-değer teorisi sömürüye karşı ahlaki bir eleştiri görevini yerine getirememekte, onun tasviriyle yetinmektedir. Bu fikirlerden yola çıkan Roemer, emek-değer teorisi yerine ahlaki eleştiriye dayanan bir sömürü teorisi geliştirmiştir.[39]

Roemer’e göre, sömürünün olması için öncelikle sömüren ve sömürülen iki grup arasında nedensellik ilişkisi olmalıdır. Yani birisinin zenginliğinin nedeni diğerinin yoksulluğu olmalıdır. Ancak sömürü, işçi ile kapitalist arasındaki üretim ilişkisinin sonucu olmak zorunda değildir. “Marksist sömürü”, sömürünün olsa olsa özel bir durumudur. Başkaca sömürü biçimleri de olduğu gibi, işçi ile kapitalist arasındaki sömürü ilişkisinin açıklayıcısı da, Marx’ın ifade ettiği gibi artı-değere el konulması yani emek-değer teorisi değildir.

Roemer’in yaklaşımındaki temel düşünce üretimin örgütlenmesini bir “oyun” gibi ele alarak, farklı sistemleri karşılaştırmaktır. Bu “oyun”daki failler, üretime soktukları çeşitli türde üretken varlıklara (üretim araçları, beceri vb.) sahiptir. Sömürü analizi için benimsenin temel strateji, oyuncuların “adil” bir oyun oynamak için çekilmeleri koşulunda durumlarının daha iyi olup olmayacağını sormaktır. Yani, bir grup, belirlenmiş “oyun”dan çekilip daha adil koşullara sahip başka bir “oyun”a katıldığında durumu iyileşiyorsa (mesela tüketim gücü artıyorsa) o grup sömürülüyordur. Eğer bir grup oyundan çekilip daha adil bir oyuna katıldığında durumu kötüleşiyorsa o grup sömürendir.[40]

Bu çerçevede Roemer, herkesin kendi üretim aracına sahip olduğu ve herkesin kendisi için çalıştığı bir toplumda bile sömürünün olabileceğini savunur. Böyle bir ekonomide üreticiler farklı miktarlarda üretken varlığa sahipseler, yani üreticiler geçimleri için farklı sürelerde çalışmak zorundalarsa, bu üreticiler arasındaki serbest ticaret, varlık zengini olanın varlık yoksulu olanı sömürmesine yol açacaktır.[41] Sömürünün kanıtlanması yukarıda ifade edilen genel çerçevede gerçekleştirilir. Örneğin bu toplumda, toplumun tüm üyelerinin geçiminin sağlanması için bir kişinin çalışması gereken ortalama emek zamanı 6 saat olsun. Üretim araçları ve hammadde yönünden zengin üreticinin geçimini sağlamak için 4 saat çalışması yeterli ve varlık fakiri üreticinin ise 8 saat çalışması gerekliyse, Roemer’e göre burada bir sömürü söz konusudur. “Oyun”dan çekildikleri koşullarda varlık zengini 6 saat çalışmak durumunda kalacak ve durumu kötüleşecektir ve bu durumda sömürendir. Varlık yoksulunun da “oyun”dan çekildiğinde 6 saat çalışması gerekecek ve durumu iyileşecektir. Bu nedenle sömürülendir. Varlık zengini ve yoksulu ürettiklerini piyasada değişime sokmak zorunda oldukları için birbirine bağlıdır. Dolayısıyla sömürünün gerçekleşmesi için, üretim araçlarına sahip olmayan işçi ile üretim araçlarına sahip kapitalist arasındaki ilişkiye gerek yoktur. Üretim araçlarına sahip üreticiler arasında da çalışma zamanındaki farklılıklar üzerinden bir sömürü söz konusu olabilir. Roemer’e göre belirleyici olan, servet/mülkiyetler arasındaki eşitsizliktir.[42]

Roemer’in verdiği başka bir örnek de, üretim araçlarına sahip olanların ve olmayanların bulunduğu, ancak emek gücünü kiralamanın yasak olduğu bir toplum tasarımıdır. Bu “oyun”da üretim araçlarına sahip olanlar olmayanlara üretim araçlarını kiralar, böylece faiz geliri elde ederler. Üretim araçlarına sahip olanlar, bu varlıkların eşit dağıtıldığı koşullar varsayılarak hesaplanan toplumsal olarak gerekli emek zamanının altında çalışırken, kiralayanlar bunun üstünde bir süre çalışır. Çekilmeleri durumunda üretim araçlarına sahip olanların durumu kötüleşecek (sömürenler), sahip olmayanların durumu –üretim araçlarının eşit dağıtımı sağlandığı koşullar varsayılıyor– iyileşecektir (sömürülenler). Roemer bu örnekle, emek gücü piyasasının olmadığı, yani işçi ile kapitalist arasındaki üretim ilişkisinin mevcut olmadığı koşullarda bile sömürü ilişkisinin olduğunu kanıtlamak istemiştir.[43]

Yine Roemer, işçi ve kapitalist ilişkisini içeren türettiği başka bir modelde, teknik anlamda (Roemer’e göre “Marksist”) sömürü olsa bile ahlaki anlamda sömürünün ortaya çıkmayabileceğini, bu nedenle Marksist artı-değer analizinin sömürüyü kavramada yetersiz kaldığını savunuyor.[44]

Roemer, “Oyun Teorisi”ne benzer biçimde, hayatta karşılığı olmayan soyut toplum modellerini, yine adil bir toplum tasarımı ile (“faillerin oyundan çekilmesi” yöntemi) karşılaştırarak sömürü kuramını inşa etmiştir. Bu fikir jimnastiğinin temel zaaflarından birisi, asla gerçekleşmesi mümkün olmayan ve içinde bulunduğumuz kapitalist toplumun tüm nesnel özellik ve eğilimlerini göz ardı eden tasarımlar üzerine kurulu olmasıdır.

Örneğin Roemer’in, üretim araçlarına sahip olanların ve olmayanların bulunduğu, ama üretim araçlarına sahip olmayanların emek gücünü kiralayamadığı, diğer yandan üretim araçlarını faiz karşılığında kiraladığı koşullar tamamen hayal ürünüdür. Hayal ürünü olmanın ötesinde, böyle bir toplumsal ilişkinin hayatta bir karşılığı yoktur. Hayatta karşılığı olmayan bir model üzerinden hayatta karşılığı olmayan bir sömürü ilişkisi tanımlamanın sonucu da, hayatta karşılığı olmayan bir sömürü teorisidir.

Roemer’in yöntemi, neo-klasik iktisadın kapitalist ekonomiyi kendi içinde totolojik bir biçimde açıklayan ve aklayan hayali modellerinin ters yüz edilmiş halinden ibarettir. Örneğin neo-klasik iktisat, ücretler arttıkça istihdamın düşeceğini kendi kurgusal modeli içinde ispatlar ve siyasi/ekonomik alana ücretlerin denetiminin istihdamın ön koşulu olduğu fikrini dayatır. Dolayısıyla bu yöntemsel yaklaşım, farklı bir amaçla kullanılsa dahi, aynı gayri tarihsel ve toplumsal sonuçları üretir.

Artı-değer somut bir meta değil, işçi sınıfı ile sermaye arasında kurulmuş sömürü ilişkisinin metada cisimleşmiş bir sonucudur. İşçi, kendi emek gücünün değerinden fazlasını metaya ekler. Emek gücünün, diğer metalardan farkı ürüne kendi değerinin üzerinde bir değer katabilmesidir. Makineler ve hammaddeler, harcandıkları oranda ürüne kendi değerlerini aktarırlar. İşçi ise fazlasını. Bu fazla değere kapitalist, metalara sahip olma “hakkı” dolayısıyla el koyar. Sömürü, işçi ile kapitalist arasında bu ilişkinin kendisidir. Ekonomi politik bir kategori olarak sömürü, ancak işçi sınıfı ile sermaye arasındaki ilişkide vuku bulabilir.

Roemer, sömürüyü, “üretken varlıkların” eşitsiz dağılımından yola çıkarak, esas olarak bir gelir dağılımı adaletsizliğine indirgiyor. Oysa ekonomi-politik anlamda artı-değer üretimi ve artı-değer sömürüsü, birisinin başka birisiyle kurduğu ilişkideki eşitsizliğe indirgenemez. Örneğin Roemer’in yukarıdaki örneğinde ifade ettiği, üretim araçlarını kiraya çıkaran varlıklı ile kiralayan mülksüz arasında, bu kiralama ilişkisi üzerinden bir artı-değer üretimi ve buna el konulması anlamında sömürü ilişkisi söz konusu değildir. Ya da üretim araçlarına farklı düzeylerde sahip olan mülk sahipleri arasında, çalışma süreleri ve gelirler arasındaki eşitsizlik nedeniyle artı-değer üretimi ve sömürü gerçekleşmez.

Sözcüğün günlük kullanımı açısından bakıldığında birçok sömürü ilişkisinden bahsedilebilir. Bir esnafın müşterisine ürünü olduğundan çok daha pahalıya satması, esnafın zenginleşmesine müşterisinin yoksullaşmasına neden olduğundan, bir sömürü ilişkisi olarak görülebilir. Ancak burada bir değer üretimi söz konusu değildir. Müşterinin elindeki para haksız bir biçimde esnafa geçmiştir. Ancak toplamdaki para ve ürün miktarı aynıdır. Dolayısıyla artı-değer üretimi ve bu üretime el konulması anlamında ekonomi-politik bir kategori olarak sömürü söz konusu değildir. Günlük kullanım dilinde, haksız bir alışveriş biçimi olarak sömürüden bahsedilebilir, ancak bu kapitalist üretim ilişkileri açısından değer yaratıcı bir süreç değildir.

Bir metanın kiralanması da, benzer biçimde artı-değer yaratmaz, ancak başka bir alanda yaratılmış artı-değerin ya da artı-değer kaynaklı olmayan bir gelirin (örneğin işçinin ev kiralaması) aktarılması anlamına gelir. Bu da, artı-değer yaratımı değil, olsa olsa üretilmiş bir artı-değerin yeniden paylaşılmasıdır.

Gerçek hayatta karşılığı olmayan idealize edilmiş modeller üzerinden durum değişimini karşılaştıran bir sömürü kuramının emek-değer teorisinin yerini alması mümkün değildir.

Buraya kadar açıklanan kısmıyla Roemer’in sömürü anlayışı şöyle toparlanabilir:

Roemer’e göre; artı-değer teorisi temelinde sömürü ile servet/mülkiyet temelinde sömürünün açıklaması farklı olmalıdır. Roemer’in açıklama tarzı, “emek-değeri ile ilgili herhangi bir hesaplama içermemekte; temel olarak insanların gerçek hayatta soruna nasıl baktığından hareket etmektedir. Diğer deyişle: başlangıçtaki mülkiyetin –dönüştürülebilir varlıkların– eşitsiz bölüşümü nedeniyle ortaya çıkan nihai getirilerdeki farka bakılır.[45]

***

Roemer’e göre dört çeşit sömürü vardır: feodal sömürü, kapitalist sömürü, sosyalist sömürü ve statüye dayalı sömürü. Bu sömürü biçimlerini Roemer, aynı “oyun” kuramsal formülasyon içerisinde ele alır. Kapitalistin üretim araçlarına sahip olduğu, işçilerin sahip olmadığı “oyun”dan işçiler toplam “üretken varlıklar”dan kendi payını aldığı “adil bir oyun”a geçtiğinde işçilerin durumu iyileşecek, kapitalistlerinki ise kötüleşecek. Demek ki, işçiler sömürülüyor, kapitalistler ise sömürüyor. Burada sömürüye neden olan varlıklar üretim araçları üzerinde mülkiyet eşitsizliğidir.[46]

Feodal sömürüde söz konusu olan varlık ise, bireyin üzerindeki kişisel mülkiyet hakkıdır. Feodal bey serfin kişisel varlığı üzerinde hakka sahiptir. Dolayısıyla serfin feodal “oyun”dan çekilip kendi payına düşen “varlığı” (kendi bireysel varlığını) aldığı koşullara geçmesi ile durumu iyileşir. Feodal beyinki ise kötüleşir. Burada sömürüye neden olan emek gücü üzerindeki mülkiyetin feodal beyin lehine eşitsiz dağılımıdır.[47]

Roemer’in analizinde “sosyalist sömürü”, yetenek ve becerilerin eşitsiz dağılımından kaynaklanmaktadır. Daha becerili ve yetenekli olan daha az çalışma ile daha yüksek gelir elde edebiliyor. Becerilerin eşitlendiği bir modele geçildiği varsayılırsa yüksek becerili olanların durumu kötüleşecek, diğerlerinin ise iyileşecektir. Roemer tarafından tartışılan son sömürü biçimi ise, statüye dayalı sömürüdür. Devlet örgütlenmesinde bürokratların statülerine dayanarak aldıkları yüksek maaşlar, bu sömürünün bir örneği olarak değerlendirilir. Eğer bürokratlar, statülerin eşit koşullarda olduğu bir modele geçerlerse durumları kötüleşecektir. Bu nedenle burada “statü mülkiyeti”nin eşitsiz dağılımından kaynaklı bir sömürü söz konusudur.[48]

Roemer’a göre her türlü meta sömürülebilir. Dolayısıyla Marx’ın teorisinde emek-gücünün oynadığı rolü her türlü meta oynayabilir. Roemer, bu amaçla, metaların sömürülmesine dair genelleştirilmiş bir teorem formüle etmiştir: Üretilmiş her bir meta sömürülebilirlik özelliğine sahipse ve birleşik değerin hesaplanmasında bir referans olarak kullanılıyorsa, ancak o zaman bir kâr söz konusudur. Roemer, örnek olarak, emek-gücünün sömürülebilirlik oranını (emek-gücü birimi başına düşen artık emek / bu birimi üretmek için gerekli emek miktarı) ve tahılın sömürülebilirlik oranını (tahıl birimi başına düşen artık tahıl / bu birimin üretilmesi için gerekli tahıl miktarı) seçer. Böylelikle Roemer, Marx’ın emeği bilimsel sebeplerle bir referans olarak seçmediğini, yalnızca, normatif sebeplerle ve ayrıca tarihsel materyalizme uyum sağlamak için (tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir) böyle yaptığını öne sürer. Ayrıca yine Roemer’e göre; mikro-iktisadın bireysel emek değerleri kavramından hareketle, bağımsız bir sömürü teorisinin oluşturulması gerekir: “Neoklasik karşılıklı-denge teorisi, Marksist kavramları, Marksist analizin ilkesel zayıflığı olarak gördüğüm şeyden, yani emek-değer teorisinden arınmış bir biçimde yeniden inşa etmek için kullanılmıştır.[49]

Şu hâlde, sınıf ve sömürü arasındaki içsel bir ilişki yerine sınıf-sömürü tekabüliyet ilkesi geçirilir. Roemer açısından herhangi bir sömürünün varlığı, çeşitli varlıkların mülkiyeti tarafından koşullanmıştır. Sömürü, emek piyasasıyla tözel anlamda ilişkili değildir.[50]

İkinci yaklaşım: Roemerci “sömürü” temelli sınıf analizi

Roemer’de sömürü; dört “üretken varlığın” (üretim araçları, emek gücü, beceri ve statü) mülkiyetinin eşitsiz dağılımından kaynaklanmaktadır. Böylece sömürü, Marksizmde ortaya konduğu gibi işçi sınıfı ile kapitalist arasındaki artı-değer sömürüsü olmaktan çıkartılarak; “varlıkların” eşitsiz dağılımından kaynaklanan gelir dağılımı ya da çalışma süresindeki farklıklara indirgenir.[51] Wright, Roemer’in sömürü kuramını benimseyip kendi sınıf teorisinin temeli haline getirirken, bazı değişikler de yapmıştır.

Wright ekonomi baskı ile ekonomik sömürüyü birbirinden ayırarak, ekonomik baskı temelinde mahkum edilebilecek, fakat sömürü olmayan çok sayıda eşitsizlik tespit edilebileceğini söyler. Tersinden, ekonomik baskı içermeyen el koyma biçimleri de söz konusudur. Bu tespitlerde, yine Roemer’in “oyun teorisi” kapsamında üretilen hayali modeller kullanılmaktadır.[52]

Roemer’den farklı olarak ekonomik baskı ve ekonomik el koymayı birbirinden ayıran Wright, sömürüyü, bir sınıfın emeğinin ürünlerine diğer bir sınıf tarafından baskıcı/tahakkümcü bir biçimde el konulması şeklinde tanımlamıştır. Yani sömürünün varolması için el koyma ile ekonomik baskının (tahakküm) birleşmesi gerekecektir.[53]

Başka bir ifade ile sömürü, nihai olarak tahakkümle, yani bir kimsenin faaliyetlerinin bir başkası tarafından yönetildiği ve denetim altına alındığı toplumsal ilişkilerle bağlantılıdır. Tahakküm, öncelikle, dışlama ilkesiyle oluşur: bir kaynağa “sahip olmak” insana diğerlerinin onu kullanımını engelleme yetkisi verir. İşverenler tarafından uygulanan işçileri işe alıp işten çıkarma yetkisi, bu tür tahakküm biçiminin en berrak örneğidir. Ancak tahakküm, aynı zamanda, birçok örnekte, el koyma ilkesiyle bütünleşik biçimde işler, çünkü sömürülenlerin emek faaliyetine el konulması çoğunlukla, özellikle de emek süreci içinde, şeflik, gözetim, tehditler vb. gibi şekillerdeki dolaysız tabiiyet biçimlerini gerektirir. Wright’a göre; tahakkümle birlikte bir çift oluşturan sömürü, sınıf ilişkileri içindeki yapılandırılmış etkileşimin merkezi özelliklerini tanımlar.[54]

İkinci olarak, Wright, Roemer’in “statüye dayalı sömürü” kavramını sorunlu bularak, onun yerine “örgütsel varlık sömürüsü” kavramını önerir. Bu, Wright’ın sınıf analizindeki kritik kavramlardan birisi olduğu için önemlidir. Buna göre; üretim sürecinin örgütlenme biçimi; emek gücünün kendisi, üretim araçlarının kullanımı ya da üreticinin becerisinden ayrı olarak üretici bir güçtür. Aynı sömürü tarzı içerisinde farklı örgütlenme biçimleri ile farklı miktarda ürün üretilebilir. Yani örgütlenme kendi hesabına üretken bir kaynaktır.[55]

Çağdaş kapitalizmde “örgütsel varlıklar” genellikle yöneticiler ve kapitalistler tarafından kontrol edilirler: yöneticiler şirketlerdeki örgütsel varlıkları kontrol ederler, ancak üzerlerinde kapitalistlerin sermaye varlıkları mülkiyeti tarafından dayatılan kısıtlamalar vardır. Kapitalistler ise, hem sermayeyi (üretim araçlarını) hem de örgütsel varlıkları kontrol eder. Salt rantiyer kapitalist ise, sadece sermaye varlıklarına sahip olup örgütsel varlıklar üzerinde bir kontrol sahibi değildir. Wright’a göre; örgütsel varlık sömürüsü “devletçi toplum” olarak tanımladığı devletçi kapitalizmde önem kazanır. Bu toplumlarda örgütsel yönetime sahip olan bürokrat ve yöneticiler sınıf ilişkileri ve sömürünün temelini oluştururlar.[56]

Wright’a göre “örgütsel varlık” nosyonu hiyerarşi ve otorite sorunlarıyla yakın bir ilişkiye sahiptir.[57] Bu varlık eşitsiz olarak dağıtıldığında, bazı konumlar varlık üzerinde diğerlerinden çok daha etkin bir kontrole sahip olurlar, “böylece bu varlığa ilişkin toplumsal ilişki hiyerarşik otorite biçimini alır.[58]

Buna göre; eğer yönetici olmayanlar örgütsel varlıkların kişi başına düşen payı ile çekilirlerse, yönetici olmayanlar daha iyi duruma ve yöneticiler/bürokratlar daha kötü bir duruma geleceklerdir. Örgütsel varlıkları kontrol etmenin sonucu olarak yöneticiler/bürokratlar toplumsal olarak üretilmiş artığın bir kısmını ya da tamamını kontrol ederler. Dolayısıyla örgütsel varlıklar üzerindeki denetim sömürünün temellerinden birisidir.[59]

***

Roemer’in sömürü kavramına ilişkin bu notların ardından Wright’ın küçük güncellemeler yapılmış Roemerci sömürü kavramına dayanarak ortaya koyduğu sınıf haritasına, artık daha yakından bakabiliriz:

Öncelikle kutuplaşmış sınıflar burjuvazi ve proletarya; “sermaye varlıkları”, “örgütsel varlıklar” ve “beceri varlıkları” üzerindeki “denetim” açısından iki uç noktayı temsil eder. Burjuvazi tüm bu varlık türleri üzerinde denetim sahibi, işçi sınıfı ise tümünden dışlanmış durumdadır.

Kutuplaşmış olmayan “sınıf mevkileri”nin iki farklı türü vardır. Birincisi ne sömüren ne de sömürülen olan; yani ilgili varlığın kişi başına düşen ortalama miktarına sahip olanlar. “Oyun”dan çekilince koşulları değişmeyenler. Bunun tipik örneği kendi hesabına çalışan küçük burjuvadır. Ancak bir uyarı ile: Wright’a göre, kendi hesabına çalışan ve hiçbir işçi çalıştırmayan küçük burjuvanın mülkiyeti kişi başına düşen ortalamanın üstündeyse sömüren, altındaysa sömürülen konumundadır. Dolayısıyla Marksist anlamda sömürü ilişkilerinin doğrudan bir parçası olmayan küçük burjuvazi ile Wright’in küçük burjuvazisi farklı içeriklere işaret eder.[60]

İkincisi; toplumlar farklı üretim tarzlarının karmaşık örüntüleriyle karakterize edilir. Dolayısıyla sömürü ilişkilerinin bir boyutunda sömüren, başka bir boyutunda sömürülen olabilir. Yüksel beceri sahibi ücretliler/profesyoneller “sermaye varlıklarından yoksun” oldukları için sömürülen, “yüksek becerilere sahip” olduklarından beceriye dayalı varlık sömürüsü açısından sömüren konumundadır[61].

Wright, eski “çelişkili sınıf mevkileri” kavramını Roemerci sömürü yaklaşımıyla yeniden ele almıştır. Üretim araçları mülkiyetinden dışlandıkları için işçiye benzeyen, ancak “örgütsel ve beceriye dayalı varlıklar üzerinde etkin denetimleri nedeniyle işçilere karşıt çıkarlara” sahip olan “yeni” orta sınıf, “çelişkili mevkiler” oluşturmaktadır. Wright’a göre “çelişkili sınıf mevkileri” kavramı, “denetim” yerine Roemerci sömürüyü merkezine alan yaklaşımla daha güçlü bir temele yerleştirilmiştir.

Wright, kapitalizmde sermaye (üretim araçları), örgütsel varlıklar ve beceriye dayalı varlıklar üzerindeki eşitsiz dağıtıma dayalı sömürü üzerinden tanımladığı sınıf tipolojisinde 12 farklı sınıf mevki Tablo 2’den izlenebilir.

Tablo 2: Wright’ın sınıf haritası: Kapitalist toplumda sınıf mevkileri tipolojisi

Kaynak: Wright, Sınıflar, sf. 107

Wright’a göre; “orta sınıf mevkileri”ni bu şekilde tanımlamak onların sınıf çıkarlarını sorununu da daha net hale getirir. Onların sınıf ilişkilerindeki “mevkileri” sahip oldukları/kontrol ettikleri verili özel varlık türlerini maddi anlamda optimize etme stratejilerinin niteliğiyle tanımlanmıştır. Tahakküme dayalı “çelişkili sınıf mevkileri” kavramında maddi çıkarları tam olarak belirlemek zordu.[62]

WRİGHT’IN ROEMERCİ SÖMÜRÜ TEMELLİ SINIF TEORİSİNİN ELEŞTİRİSİ

Wright’ın sınıf teorisi, kapitalist toplumsal yapıda ortaya çıkan kimi olguları Marksizmi yenileyerek açıklama iddiasında olsa da, sorunlara getirdiği çözümler Marksizmin metodolojik unsurlarını ve temellerini reddetmektedir. Liberal iktisat teorilerinin yöntemlerini kullanması, sadece sınıf teorisinde değil, kapitalist toplumun analizinde de temel hatalara yol açmış, onun liberal eşitlikçi ve “ahlakçı” normatif siyaset yoluna girmesine neden olmuştur.

Wright’ın “sömürü”ye dayalı sınıf teorisi yukarıda belirli yönleriyle ifade edildi. Bu bölümde ise onun teorisine yönelik temel eleştiri noktaları sunulacaktır.

Roemerci sömürüye dayanma

Wright’ın yeni sınıf yaklaşımı, iddiasının aksine ekonomi-politik bir kategori olarak ya da Marksist anlamda bir sömürü açıklamasına dayanmamaktadır. Sömürüyü Roemerci anlamda kullanmaktadır.

Roemerci sömürü teorisi, tümüyle ya da büyük ölçüde kapitalist toplumsal ilişkilerden soyutlanmış hayali modeller bütünüdür. Sürekli büyük ya da küçük krizlerle alt üst olan yapısını göz ardı edip kapitalizmi idealize bir denge ütopyası ile tanımlayan neo-klasik denge teorisine dayanmaktadır. Sadece bu yönüyle bile Roemer’in sömürü teorisi kapitalizmin gerçekleri karşısında geçersizdir.

Buna rağmen Wright kendi sınıf teorisini üzerine kuracağı için, Roemer’in sömürü teorisine, onda mevcut olmayan kimi Marksist nitelikler yüklemek ister. Mesela Wright, Roemer’in sömürü yaklaşımının ilişkisel bir nedensellik içerdiğini söylemiştir:

Roemer’in analizinde zenginlerin yoksulları sömürdüğü, ancak zenginlerin refahının nedensel olarak yoksulların yoksunluklarına bağlı olduğu –zenginlerin yoksullar yoksul olduğu için zengin oldukları, yani ötekiler pahasına zengin oldukları– temellendirilebildiğinde söylenir.[63]

Oysa, bu biçimde bir ilişkisel yaklaşımın Roemer’in sömürü teorisinin özünü oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. Roemer iki sömürü modeli ortaya koyar. Sömürünün eşitsiz değişimle özdeşleştirildiği ilk modelde, tek ilişkileri aynı pazar için üretim yapmak da olsa, aynı geliri elde etmek için daha az emek-zamanı harcayan üretici sömürücü, daha fazla emek-zamanı harcayan üretici ise sömürülendir. İkinci modelde sömürü, ‘uygulanabileceği varsayılan’ alternatif bir toplum ölçü alınarak tanımlanır: bu topluma ulaşılırsa varolan toplumdaki bir grubun (sömürülenler) durumu kötüleşirken, toplumun geri kalanının (sömürenler) durumu iyileşecektir. Roemer’in iki grup arasındaki tek ilişki olarak eklediği özellik, sömürücülerin sömürülenlere egemen olmasıdır.[64] Ancak sömüren ve sömürülen arasında üretim ilişkilerini merkeze alan bir ilişkisellik söz konusu değildir. Örneğin Roemer beceri farkını bir sömürü ilişkisi olarak tanımlamasına rağmen farklı beceriye sahip iki grup arasında bir ilişkisellik ya da nedensellikten çok bir derecelendirmeden bahsedilebilir. Elbette her derecelendirme bir ilişkiyi içsel olarak bünyesinde barındırır, ancak birbirini var etme anlamında bir ilişkisellikten bahsetmek mümkün değildir.

Böylece Wright’ın sınıf teorisini dayandırdığı sömürü yaklaşımı, onun iddiasına rağmen, sınıflar arasındaki ilişkiselliği ve karşıtlığı göz ardı etmektedir. Sömürüyü, üretim araçlarının mülkiyeti temelinde karşıt sınıfların karşıt çıkarlar doğuran ilişkisi olarak değil çeşitli “varlık” sahipliğindeki eşitsizliklerle tanımlamaktadır. Böylece üretim sürecinde üretilen artı-değere el koyma ile gerçekleşen sömürü, farklı düzeylerdeki varlık sahipliğine indirgendiğinde, sömürüye dayalı sınıf analizinden varlık sahipliğine göre derecelendirmeye dayalı Weberyan analize doğru önemli adım atılmış olmaktadır. Bu dereceli yaklaşım sonucu Wright, kapitalist toplumda 12 sınıfın varlığından bahsetmektedir.

Sınıfları ilişkisel değil dereceli olarak ele alması

Wright, sınıfsal analizin temel çizgilerini vurguladığı bölümde kendi ‘Marksist’ sınıf anlayışının sınıfları ilişkisel olarak kavradığını, Weberyan yöntemin ise sınıfları dereceli bir katmanlaşma olarak gördüklerini vurgulamaktadır. Wright’a göre “sınıf kavramı ilişkisel bir kavramdır.[65] Ve “her şeyden önce sınıf yapılarının sınıf oluşumunu ve sınıf mücadelesini açıklaması gerekiyorsa, ilişkisel kavramlar dereceli kavramlara göre çok daha tercih edilesidirler.[66]

Bu vurgularına rağmen Wright’ın yaklaşımı Weberyan dereceli sınıf analizi özelliği göstermektedir. Başka sınıflarla ilişkili olarak tanımlanan sınıfların da, servet gibi derecelenme getiren özellikler taşımalarına karşın, konunun püf noktası, sınıfın dağılım özelliklerinin değil, üretim sürecinden kurulan ilişkisel karakterlerinin tanımlamasıdır. Wright’in bütün sınıf haritaları, özünde Marksizmin karşıtlık taşıyan sınıf ikilisini, yani kapitalistler ile işçileri içerdiği için ilişkisel olarak düşünülebilir. Ancak Wright, değişik sınıf haritalarını işleyip irdelerken, derecelenmeye dayalı unsurlar katmaktadır. Wright’in sınıf konusunda derecelemeli bir dil kullanması, onun bu çelişkili sınıfları birbirinden ayırmak için derece faktörlerine başvurduğunu gösterir. Örneğin örgütsel varlıklar ve beceri/ehliyete göre oluşturulan sınıfsal konumlar ilişkisel olmaktan çok derecelemeye dayanır. Örneğin beceri ve/veya ehliyet sahipliğinin niçin, gelir derecelerinde farka neden olmak yerine, uzman olmayanların uzmanlar tarafından sömürülmesine yol açtığı açık değildir. Wright gene derecelemeli bir dile başvurmakla bu sorunu fiilen kabul eder. Böylece, ücretlilerin kendi aralarındaki ayrım, kurumsal avantajlar ve beceri/ehliyet avantajlarının dereceleri arasında yapılan ayrımla sağlanmış olur.[67] Böyle bir derecelendirme ile Wright 12 sınıf konumu belirlemiş olmasına rağmen, derecelerin aralıkları azaltılarak sınıf sayısı artırılabilir. Çünkü beceri ve örgütsel varlıklar öznel belirlenimlere işaret ettiği ve nesnel sınıf kriteri özellikleri taşımadıkları için “keyfi” bir biçimde belirlenebilirler.

Gelir dağılımını esas alması

Wright, sınıf analizinde sömürüye dayandığını özellikle vurgulamasına rağmen, bu sömürü yaklaşımı önemli oranda gelir farklılıklarına dikkat çekmektedir. Oysa gelir farklılıkları sınıfsal bölünmenin temel kriterlerinden birisi olamaz. Çünkü, bu durumda, aynı işyerinde çalışıp asgari ücret alan bir taşeron ya da kiralık işçi ile aynı işyerinde çalışan ve asgari ücretin örneğin 3 katı ücret alan bir işçinin farklı sınıfların üyesi olarak tanımlanması gerekecektir ki, bu üretim ilişkileri açısından bakıldığında mümkün değildir. Toprak sahibi olan ve yanında işçi çalıştıramayan küçük köylü, yeterince yağmur yağmadığında ya da hava koşulları uygun olmadığında o yılki geliri ücretinin 4-5 katına çıkabilir. Dolayısıyla toprak sahibi köylü, geliri işçinin aldığı ücretin altına düştü diye küçük burjuva olmaktan çıkıp işçi haline gelmez. Onun işçi olması için gerekli ölçüt, geliri değil üretim aracı sahipliğidir. Eğer küçük toprak mülkiyetini kullanamaz hale gelir ya da onu elden çıkarmak zorunda kalır, böylece geçinmek için emek gücünü satmaya mecbur olursa, işte o zaman o bir küçük burjuva olmaktan çıkarak işçileşmiş olur.

Weberyan sınıf analizlerinde gelir düzeyi çok önemli bir sınıf kriteridir. Kimi Weberyan çalışmalarda gelir, sınıfsal konumun bir sonucu olarak ele alınsa da, başta ABD’dekiler olmak üzere birçok istatistiksel sınıfsal “tabakalaşma” analizinde (üst, orta ve alt sınıflar biçiminde) gelirler sınıfsal ayrışmanın temel ölçütlerinden birisi olarak kullanılmaktadır.

Roemer’in sömürü modellerinde gelir ve çalışma sürelerindeki farklılıklar üretici varlıkların eşitsiz dağılımına dayanıyor olsa da, bütün analiz giderek bu farklılıklara odaklanır. Örneğin “beceri varlıkları”na dayanan sömürü modelinde, becerisi yüksek olan ücretliler becerisi düşük olanlara göre daha fazla gelir elde eder. Sahip oldukları becerileri gösteren ehliyetleri/diplomaları sayesinde hak ettiklerinin üzerinde ücret alarak, düşük becerili işçilerin ürettikleri değerin bir kısmına el koydukları iddia edilir. Roemer beceriye dayalı sömürü ve bu sömürü temelindeki sınıfları esas olarak gelir farklılıkları üzerinden şekillendirir. Bu gelir farklılıklarını sömürünün ve dolayısıyla beceri üzerinden tanımlanan sınıfların temeli olarak görür. Böylece yanlış bir sömürü kavrayışından yola çıkarak gelir farklılıklarını sınıf teorisinin temel bir kriteri haline getiren Weberyan yaklaşıma doğru başka bir kritik bir adım daha atılmış olur.

Marksist analizde gelirler başlı başına bir sömürü ve sınıf kriteri değil, sınıf içi bölünme unsurlarından birisi ya da farklı sınıfsal konumların sonuçları (nedenleri değil) olarak değerlendirilir.

Yetenek sömürüsü kriteri

Wright’ın kendisi de ampirik çalışmalarının sonuçlarını değerlendirirken “ehliyet-sömürüsü kıstasının mantığının daha fazla araştırılması gerektiğini” kabul etmiştir. Yaptığı ampirik araştırmalarda bu sömürü biçimini doğrulayacak sonuçlar elde edememiştir. Çünkü vasıflı işçilerin ampirik açıdan ‘marjinal ehliyet sömürücüleri’ olarak nitelenebilmesi oldukça keyfi bir yaklaşımdır. Vasıflı işçilerin becerilerine dayanarak vasıfsız işçileri sömürdüğü, böylece beceri temelinde yeni sınıfların ortaya çıktığı ve becerinin bir sınıf kriteri olduğu tezi, Wright’ın bunu yeni bir sömürü tanımıyla sarmasına rağmen, iddiasının tersine, Marksist sınıf analizi ile tamamen ilgisizdir. Bu durumda Wright “daha fazla teorik araştırmaya gerek olduğu” sonucuna varırken, daha basit bir sonuç, ‘yetenek-sömürüsü’ düşüncesini bütünüyle terk etmek olabilirdi.[68]

Wright; Roemer’in, bir grup profesyonel yetenekleri tekeline aldığında ortaya çıkan beceri sömürüsü keşfinin inandırıcı bir ilişki olmadığını kabul ederken şöyle der: “Yeteneğe bağlı aktif kıymetler mülkiyetinden, ilişkilerin niteliği hakkında sonuçlar çıkarılabileceği hiç açık değildir”. Şaşırtıcıdır ama, “yetenek aktiflerine sahip olmanın… bir sınıf ilişkisinin temeli” olup olamayacağı konusundaki kuşkularına karşın Wright “sınıfsal yapıların çözümlenmesinde yeteneğe bağlı aktif kıymetler kavramının korunmasında” ısrarlıdır.[69]

Burris’e göre; ehliyetler/diplomalar hakiki üretim becerilerini sınırlayan ve belgeleyen araçlar olarak iş görseler bile, “beceri ehliyetleri” kavramı sınıfları tanımlamak bakımından hala şüpheli bir ölçüttür. Wright’ın kavramsal şemasında değiştirilen özerklik kavramı gibi beceri yetenekleri de özünde dereceli bir yapı gösterir ve kendi başlarına, sınıflar arasında hiçbir zorunlu ayrıma tekabül etmezler. Ücretli bir profesyonel, becerileri nedeniyle bir el sanatı işçisinden ayrı bir sınıf konumu işgal etse, bu durumda bir el sanatı işçisinin de bir fabrika işçisinden farklı bir konum işgal etmesi gerekir. Burada Wright’ın teorisi bir kez daha Marksist bir sınıf ilişkileri kuramından çok, bir mesleki tabakalaşma kuramı gibi görünmeye başlıyor.[70]

Argın’a göre; Wright’ın Weberciliğe açılan bir kapıyı sadece başka birini açarak kapamış olduğu açıktır. Wright, yeni teorisinin Marksist özünü, Weber’in piyasa ilişkilerini kültüralist bir bakış açısından, yani sosyal eylemi biçimlendiren anlam sistemleri çerçevesinde ele aldığını; oysa kendisinin bu ilişkileri, materyalist bir bakış açısından, yani aktörlerin öznel durumlarından bağımsız olarak var olan nesnel sömürü kalıpları çerçevesinde ele aldığını ileri sürerek kanıtlamaya çalışır. Ancak, “beceri” ve “itibar” gibi kavramların sınıf tanımına dahil edilmesi, kültüralist bir analiz biçimi doğrultusunda kaçınılmaz bir kayma yaratmıştır. Çünkü, hem Marksist hem de Weberciler tarafından savunulduğu gibi, verili bir toplumda “beceri” ya da “itibar” sayılan şey, çoğu durumda sosyal bir olgudur ve bu nedenle de, aktörlerin öznel durumlarına bağlıdır.[71]

Örgütsel varlıkların sömürüsü kriteri

Wright’ın yöneticilerin “örgütsel varlıkların kontrolü” ile yönetici olmayanları sömürdüğü yönündeki tespit de, yine keyfi bir sömürü kategorisinin icadı anlamına geliyor. Yöneticiler, üretim örgütlenmesi içerisindeki yetkileri ve konumları gereği işi ve işçileri denetler. Bu, üretim süreci içindeki denetim ve tahakküm ilişkilerine (egemenlik) tekabül eder. Ancak, Wright, üretim örgütlenmesi içerisindeki yöneticilik pozisyonundan yola çıkarak, işin ve işgücünün denetlenmesi işlevini başlı başına bir üretim tarzının (Wright “devletçi toplum” olarak tanımlıyor), kapitalizmde de varlık bulan sömürü biçimi olarak tanımlıyor. Böylece yönetici olmak, kapitalist toplumdaki sermaye varlığı, örgütsel varlıklar ve beceri varlıkları gibi üç farklı sömürü biçiminden ikincisine denk düşüyor.

Wright, eski sınıf analiz yönteminin denetim ilişkilerine dayandığını, bunun Marksist değil daha çok Weberyan bir yaklaşım olduğunu, Marksist bir analizin sömürüye dayanması gerektiğini ifade etmiştir. Ancak, Wright, bu sefer de üretim sürecindeki denetim/tahakküm ilişkilerini örgütsel varlık sömürüsü olarak tanımlamış ve yine sınıf analizinin merkezine almıştır. Wright, böylece, Roemerci sömürü kavrayışıyla sınıf ilişkilerinde yeniden denetime özel bir rol biçmiştir.

Yöneticiliği, yani denetim işlevini, örgütsel varlıklara sahip olma üzerinden özgün bir üretim tarzının sömürü biçimi olarak tanımlamak, kapitalist sömürü ilişkilerinin kritik özelliklerinin göz ardı edilmesine neden olmuştur. Kapitalist toplumda “örgütsel varlık” üzerindeki kontrolle, daha doğru bir deyişle, kapitalist şirketlerdeki yöneticilik konumu ile üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ve bundan kaynaklanan kapitalist sömürü arasındaki ilişkiyi yeterince açıklayamamıştır.

Yöneticinin denetim rolünü, kapitalist sömürünün dışında, başka bir üretim tarzına bağlı (“devletçi toplum”) yeni bir sömürü biçimi (“örgütsel varlıklara dayalı sömürü”) olarak tanımlanmıştır. Oysa, yönetici mevkiinin denetim rolü, ayrı bir toplumsal formasyon ve sömürü biçimi değil, doğrudan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete dayalı kapitalist sömürüye bağlı olarak ortaya çıkan denetim/tahakküm ilişkisinin bir sonucudur. Wright, merkeze almadığını kanıtlamaya çalışırken tahakküm ilişkilerine “sömürü” adını vermiş, yaklaşımını mantık sınırlarını zorlayacak şekilde uç noktasına vardırırken, bunu “özgün ve yeni bir üretim ve sömürü tarzı” olarak açıklamak zorunda kalmıştır.

Yönetim ve denetim emeğinin ya da işteki beceri ve özerkliğin sınıf için ayırt edici bir etmen olarak kullanılması pek çok güncel karışıklığa da neden olmuştur. Çünkü üretim sürecindeki pek çok işçi şu ya da bu oranda iş üzerinde denetim sahibi olabilir. İşçilerin birbirlerini ya da bir grubun başka bir grubu denetlemesi üretim sürecinin örgütlenmesinde gündeme gelebilir. Örneğin esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması kapsamında uygulanan “toplam kalite çemberleri” üretim sürecinin bir aşamasındaki işçilerin kendilerine gelen ürünü, dolayısıyla işçileri kontrol etmesi, bir hata varsa uyarması, bildirmesi (şikayet etmesi) gibi süreçleri işletebilir. Özellikle son dönemde kapitalistler denetimi dikey eksenden yatay eksene çekmeye ve temel olarak işçilerin birbirlerini ve kendilerini denetlediği bir model oluşturmaya çalışmaktadır. Bu işçilerin tamamının kimi kısmi denetsel işleri de yaptıkları anlamına gelir ki, denetimin bir sınıf kriteri olarak ele alınması bütün bu işçilerin işçi sınıfı dışında tanımlanmasını gerektirebilir.

Yönetim ve denetim emeğinin sınıfsal temelini belirleyen mutlak ölçüt, hiyerarşi içindeki yeri ya da sahip olduğu özerklik derecesi olmayıp sermayenin yönetim işlevine katılma derecesidir. Bu ikisi arasında kritik bir fark vardır. Çünkü işyerindeki her türlü denetimi ayrı bir sınıf konumu ile tanımlamaya kalkmak, işçi sınıfı içi kimi bölünmeleri yeni bir sınıf olarak tarif etmeyi gerektirir.

***

Üst düzey yöneticilerin neyin üretileceği, hangi teknolojinin kullanılacağı başta olmak üzere işletmenin amaçlarının tanımlanması, değerlendirme sistemlerinin belirlenmesi gibi doğrudan şirket politikalarına ve stratejik kararlara katılmaları söz konusudur. Diğer yandan üst düzey yöneticiler, üretim araçlarının hukuki mülkiyetine sahip olmama ve ücretlilik açısından bakıldığında işçi sınıfı ile “ortak” özelliklere sahiptir. Bu nedenle kimi yaklaşımlar, üst düzey yöneticilerin üretim araçlarına sahip olmadığını, dolayısıyla işçi sınıfı bileşimi içerisinde değerlendirilebileceğini savunmaktadır[72]. Kimi düşünürler ise, üretim araçları mülkiyetine sahip olmayan ama yönetim işlevine sahip olan yöneticileri kapitalist toplumun yeni bir sınıfı; yönetici-profesyonel sınıf[73] olarak tanımlamaktadır.

Bu, 1970’lerin sonu ve 1980’lerde uzunca bir süre Marksist sınıf analizinin çözemediği iddia edilen ve uzun tartışmalara neden olan bir konudur. Üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmadığı için kapitalist olarak görülemeyecek, işçi sınıfının bir parçası da değil, bu durumda yeni bir sınıf olarak mı tanımlanacak? Yeni bir sınıf olarak tanımlanırsa, işçi sınıfı ve sömürü ilişkileri üretim araçlarının mülkiyeti kapsamında değil yönetim işlevi ya da şirketlerdeki denetim yetkisi aracılığıyla, bu durumda yukarıda eleştirilen Wright’ın (Weberyan yöntemle) yönetimi ile ele alınmış mı olacaktır?

Bu tartışma, yönetim işlevi ile kapitalist sınıfın (ve hissedarların) birbirinden ayrılmasını öngören çeşitli şirket biçimlerinin gelişiminin tarihsel analizini de içeren başka bir yazının konusu olabilir. Ancak, bu makalenin ele aldığı konunun sınırları göz önünde bulundurularak, tarihsel referansları ve tarafları ile tartışılmadan şunlar ifade edilebilir: üst düzey yöneticiler üretim araçlarının hukuki mülkiyetine sahip olmayabilirler. İşletmelerde hukuki mülkiyetin sahibi kapitalist doğrudan yönetim işlevine katılmayıp bunu profesyonel bir yönetici elite teslim edebilir. Bu yönetici elit (örneğin CEO’lar) genellikle hisse sahibi (yani artı-değerden pay almaktadır) ya da artı-değerden pay alacak kadar yüksek bir maaşa sahiptir. Yüksek ücret gelirlerini; gayri-menkul, hisse ve finans sisteminde kendi kendine gelir sağlayan yatırıma dönüştürebilir ve çoğu zaman ücret geliri dışındaki gelirlerinin toplam gelirleri içinde daha yüksek bir paya sahip olduğunu da görülebilir. Evet, belirli ölçülerde başarısız olduklarında işten de atılabilirler. Ancak, bu onların bir işçi gibi emek güçlerini satmak zorunda oldukları anlamına gelmez. Çünkü elde ettikleri maaş gelirleri ya da emlak gelirleri ile çalışmadan da yaşayabilirler. Yani işçi sınıfı kapsamında tanımlanan emek gücünü satmak zorunda olma kriteri üst düzey yöneticiler için geçerli değildir.

Sadece artı-değerden pay almaları açısından da değil, üretim araçlarının hukuki mülkiyeti ayrıca önemini korumakla birlikte, üst düzey yöneticiler üretim araçlarının yönetimi ve denetimi ile fiili olarak üretim araçlarının (hukuki olmayan) mülkiyetine de sahiptirler. Tüm davranışları, işlevleri, refleksleri, çıkarları temelde üretim araçlarının hukuki sahibi olan kapitalistten ayrılmaz. Mülkiyetin sağladığı getirilere önemli ölçüde sahiptirler. Bu açıdan üst düzey yöneticiler, ayrı bir sınıf değil, üretim araçları mülkiyeti ve buna bağlı olan işlevler üzerinden kapitalist sınıfın bir parçası olarak değerlendirilmelidirler.

Yöneticilerin konumu; büyüklüğü, kurumsal yapısı ve örgütlenme modeline göre her işletme için ayrı ayrı somut analiz konusudur. Tekelci bir holdingteki yönetici, kapitalist sınıfın bileşimine dahil olurken, küçük bir işletmede aynı unvana sahip bir yönetici üretim sürecinin örgütlenmesinde daha aktif görev alarak işçi sınıfına yakın bir pozisyonda olabilir. Burada üretimin teknik örgütlenmesi ile idari örgütlenmesi tek ayrım olmasa da önemli bir kriter olarak değerlendirilebilir. Üretimin örgütlenmesine katılan denetçiler ve uzman teknik personel (ki genelde aynı zamanda yönetsel yetkilere de sahiptirler) doğrudan artı-değer üretiminin bir parçası olarak kolektif işçi sınıfına dahildirler. Marx, üretim sürecindeki farklı bileşenlerin (kafa emeği, kol emeği, denetçiler) artı-değer üretimine katılımını şöyle anlatmıştır:

Bir fabrikada, daha önce değinilen vasıfsız işçilerin hammaddenin işlenmesiyle doğrudan hiçbir ilişkileri yoktur. Malzemeyi işlemekle doğrudan görevli olanların üstünde bir tür nezaretçilik görevi yapan ustalar, bir adım daha ötededirler; iş mühendisi de daha başka tür ilişki içindedir ve esas olarak yalnızca beyniyle çalışır, vb. Ancak sonucu, farklı değerlerde emek-gücüne sahip olan bu emekçilerin bütünü üretir; yalnızca çalışma sürecinin sonucu olarak görülen bu sonuç, ifadesini metada ya da maddi üretimde bulur. … Kapitalistin parasını sermaye olarak yeniden üretirler; yani artı-değer üreten değer olarak, kendini genişleten değer olarak yeniden-üretirler.[74]

Üretimin hem teknik örgütlenmesi hem de idari yönetime katılan yöneticilerin konusu ise ikilidir. Kimi yazarlar Marksist sınıf analizinde ısrar etmekle birlikte, bu noktada Wright’ın “çelişkili sınıf mevkileri” kavramının araçsal olarak kullanılabileceğini düşünmektedir[75]. Ancak bu farklı sınıfların özelliklerini bünyesinde taşıdıkları için kimi ara tabakaların “çelişkili sınıf mevkileri” kavramı ile tanımlanması yine de pek uygun olmaz. Arka planı ve dayandığı sömürü yorumu bir yana, “çelişkili sınıf mevkileri” doğru bir ifade değildir. Çünkü kapitalizmin temel sınıfların varlıkları zaten başlı başına ilişkiselliği ve karşıtlığı, dolayısıyla çelişkiselliği bünyesinde barındırmaktadır. Farklı sınıfların özelliklerini bir arada bulunduran sınıf konumlarının özellikle “çelişkili” olarak tanımlanması, bu açıdan sınıf ilişkilerine dair hatalı bir görünüm sunmuş olacaktır. Dolayısıyla farklı sınıf özelliklerini bir arada bulunduran grupların ara geçiş tabakaları olarak ele alınması daha doğru bir yaklaşım olacaktır.[76]

Hiçbir toplumsal sınıf homojen bir bütün değildir. Farklı ulus, din, mezhep ve renkleri olduğu gibi farklı tabakaları da bünyesinde barındırmaktadır. Ayrıca sınıflar arasında iki sınıfın da özelliklerini taşıyabilecek geçiş kategorileri/tabakaları bulunmaktadır. Bu geçiş kategorileri ve ara unsurların bulunması, temel sınıfların olmadığı ya da birçok sınıfın olabileceği anlamına gelmez. Çünkü toplumsal kategoriler, zaten kesin matematiksel sınırlarla etrafı çevrili konumsal ögeler değildir. İlişkisel ve hareket halindedir. Birbirleri arasında geçişlere ve arada kalan ikili konumlara sahiptirler: İşçi sınıfı, küçük burjuvazi ve burjuvazi arasında da böyle konumlar bulunmaktadır: yarı-proleter unsurlar, işsizler, küçük burjuvazinin çeşitli katmanları, kimi yönetici tabakalar, dönüşüm halinde meslek grupları vb.

Wright’ın hatası, bu geçiş unsurlarına dikkat çekmesi değil, bu konumları temel sınıf ilişkilerinden kopartarak her birini ayrı bir sömürü tarzı ve ayrı bir sınıf olarak tanımlamasıdır.

Dolayısıyla sınıf ilişkilerinin ayrı bir sömürü tarzı olarak denetim ilişkileri (örgütsel varlıkların sahipliği) bağlamında ele alınması yanıltıcı bir çözümleme olacaktır. Bu yaklaşım, denetimin kaynağı ile onun kullanımı arasındaki ayrımın da dikkate alınmasını önlemektedir. Denetimin varlığı tek başına bir anlam taşımaz; denetimin hangi amaçla kullanıldığı daha önemlidir.[77] Wright, bu ilişkiyi, denetimi ayrı bir sömürü tarzı olarak tanımlayarak gözden kaçırmaktadır.

WEBERCİ SINIF ANALİZİ İLE YAKINLAŞMA

Wright, yukarıda ifade edildiği nedenlerle, üretim ilişkilerindeki mülkiyete dayalı sömürü analizinden, bunun da dahil olduğu çoklu bir sömürü formülasyonuna geçiş yapmıştır. Bu formülasyondaki sermaye varlıkları, örgütsel varlıklar ve beceri varlıkları ile anılan üç sömürü boyutundan ikisi Marksist “sömürü” kavramından radikal bir kopuşu içermektedir. Örgütsel varlıklara dayalı sömürü ile tanımlanan tahakküm ilişkileri ve beceri farklılıklarına göre sınıfların haritalandırılması açıkça Weberyan kriterlerin sınıf analizine dahil edilmesidir.[78]

Bir kez daha dikkat çekmek gerekirse: beceri, denetim vb. unsurlar sınıf analizinde önemsiz değildir. Bunlar özellikle sınıf içi katmanları kavramak açısından, analizin soyutlama düzeyine göre mutlaka dikkate alınması gereken unsurlardır. Sorun, Weberyan analizde bunların sınıf kriterleri olarak değerlendirilip çok sayıda sınıf türetilmesidir. Çünkü, Weberyan düşünürlere göre, sınıflar toplumsal gerçekliğin temel ve belirleyici kategorileri değil, kimi grup davranışlarını anlamak açısından kullanılan araçsal, istatiksel birimlerdir. Analizin ihtiyacına göre sayıları arttırılabilir ya da azaltılabilir.

Wright gibi neo-Marksistlerin sömürü ilişkileri adı altında sömürü yerine egemenlik/denetim ya da güç ilişkilerini geçirme eğilimi, bazı Weberciler tarafından, “çağdaş Marksist yazarlarca Weberci teorinin üstünlüğünün zımni kabulü” olarak yorumlanmıştır.[79] Webercilerin bu iddiaları, Marksizm üzerinde bir zaferden çok neo-Marksist analizin Webercilikle bağını göstermesi açısından önemlidir. Wright’ın otorite ilişkileri üzerindeki Weberci vurguyu Marksist şema içine dahil etmeye çalışması bazı ciddi sorunlara yol açmaktadır. İlkin, Marksistler sık sık Weberci ve diğer Marksist-olmayan sınıf kavramlarını derecesel doğaları nedeniyle eleştirmişlerdir. Haklı olarak bunun, somut sosyal gruplar olarak sınıflar arasına hiçbir anlamlı sınır koymadan, bir belirlenimsiz konumlar çokluğu ürettiğini savunmuşlardır. Çünkü, fiziki üretim araçları üzerinde kontrol veya otorite ya da emek süreci içinde özerklik düzeyi gibi ölçütler de, kuşkusuz derece konusudur. Aslında tüm işçiler, kendi emekleri ve doğrudan üretim araçları üzerinde belli bir minimal kontrolü ellerinde tuttuklarına göre, kontrol düzeyi hangi noktada onları işçi sınıfından dışlamaya yeterli olacaktır? İkincisi, sınıflar somut maddi çıkarları üzerinden karşı karşıya gelirler. Bu, sömürü kavramı için kabul edilebilir olmakla birlikte, egemenlik ve tabiilik ilişkileri bağlamında pek doğru görünmemektedir. Örneğin, menajerlerin işçiler üzerindeki otoritesinin, bu anlamda asimetrik olduğu söylenebilse de, denetleyici-olmayan profesyonellerin “yarı-özerkliği”nin ya da “gizli bilgi”lerinin, onların çıkarlarını böylesi bir otoriteden yoksun işçilerinkiyle karşıtlaştırıp karşıtlaştırmadığı pek açık değildir. Bir üçüncü problem de, egemenlik ilişkileri Marksist sınıf tanımlarına dahil edildiği ölçüde, ekonomik ilişkilerin politik ve ideolojik ilişkiler üzerindeki öncelliğini ya da sınıfın sınıfsal-olmayan egemenlik biçimleri üzerindeki öncelliğini savunmanın giderek güçleşiyor olmasıdır.[80]

Marx, temel sınıfsal karşıtlıkları üretim ilişkileri içine yerleştirirken; Weber sınıfları piyasa ödüllerine farklı ulaşma biçimleri çerçevesinde tanımlamaktadır. Bu farklılık, bir anlamda diğer farklılıkların tümünü kendisinde yoğunlaştırır. Nitekim Marx, üretimi bir nesnel sınıflar arası ilişki yapısı olarak kavramsallaştırır; oysa Weber piyasa ilişkilerini, insan eyleyicilerin motivasyon ve stratejileri açısından, bu insanların sosyal ödüllerdeki paylarını arttırma mücadelesi çerçevesinde çözümler. Marx, artı-değer üretimi ve buna el konulmasının, yani sömürünün piyasada değil üretim sürecinde gerçekleştiğini savunduğundan üretim ilişkilerine yoğunlaşmıştır. Weber, sınıf analizinde, grupların piyasaya ayrıcalıklı giriş şansı kazanma mücadelesi içinde örgütlendikleri bir zeminler çokluğunu kabul eder. Oysa mülkiyet ilişkileri piyasa ilişkilerinden önce gelir ve bu nedenle sınıf yapısının doğasını anlamak için üretim ilişkilerine yoğunlaşmak gerekir. Piyasayı belirleyen üretim ilişkilerini hesaba katmaksızın piyasayı incelemenin, en iyisinde yetersiz, en kötüsünde de yanıltıcı bir sınıf yapısı değerlendirmesi verdiğini söylenebilir.[81]

Wright’ın sınıf analizinin merkezine koyduğu Roemer’in sömürü teorisinde üretim ilişkilerinden çok piyasa fırsatlarına odaklanılmıştır. Roemer, ücretli emek piyasası ve kapitalistlerin üretim anında işçiler üzerindeki egemenliğinin, kapitalist toplumda sömürü ve sınıfların tanımlanması bakımından pek önemli olmadığı; önemli olanın piyasa değişim kurumu ve farklı mülkiyet biçimlerinin eşitsiz dağılımı olduğunu savunur. Wright, Roemer’ın bu çalışmasını temel alarak, beceri ve örgütsel varlıklardaki farklılaşmaların, piyasa değişim mekanizması aracılığıyla diğer işçilerin emeğini sömürmelerini olanaklı kıldığını savunur.[82]

Wright’ın sınıf ve sömürü analizi de, tıpkı Weberyan sınıf analistleri gibi, emek-değer teorisine ve artı-değer sömürüsüne dayanmaz. Neo-Weberyan sınıf analistleri Goldthorpe ile Lockwood sınıf yaklaşımlarını açıklarken; “Bizce, sınıf çözümlemesinin savunucuları sınıf ilişkilerinin doğasında bulunan çatışmayı kesinlikle görmelerine karşın, bu durum onların emek-değer kuramına ya da aslında Marksist söylemde anlaşıldığı biçimiyle sömürüyü doğuran hiçbir öğretiye bağlı olmalarını gerektirmez[83] diyordu.

Neo-Weberyan düşünürlerin emek-değer teorisini ve sömürüyü göz ardı eden yaklaşımları ile “Analitik Marksistler”in emek-değer teorisini reddedişleri arasında güçlü bir paralellik bulunuyor. Goldthorpe ve Marshall, değer teorisini kabul etmeyerek sınıflar arasındaki ilişkideki sömürüyü de göz ardı edebiliyorlardı. Çünkü, onlara göre; sınıflar arasındaki farklılıkların temelinde üretim ilişkileri ve sömürüden çok piyasadaki fırsatlar ve güç ilişkileri vardı. Wright, neo-Webercilerden farklı olarak, emek-değer teorisini reddederken yeni bir sömürü tanımını kabul ediyor. Ancak bu sömürü de üretim ilişkilerinden çok piyasa ilişkilerindeki eşitsizliği merkezine alarak, neo-Weberyan analize yaklaşıyor.

Her iki yaklaşım da ekonomik ilişkilere, özellikle istihdam yapısına ayrıcalıklı bir rol veriyor. Ayrıca sınıfın nasıl kavranacağına ilişkin farklı piyasa kriterleri ekleyen çoklu konumları öngörüyorlar. Bu, piyasa konumunun yanı sıra iş ve statü durumunu dikkate alan neo-Weberyan Goldthorpe ve Lockwood için olduğu kadar, işyerinde otorite ve özerkliği ele almasından ötürü neo-Marksist Wright için de doğrudur. Dworkin’e göre, genel olarak sınıf çözümlemesinin saldırı altında olduğu bir dönemde Goldthorpe ve neo-Marksist Wright aynı temeli paylaşıyormuş gibi görünüyorlardı.[84] Bu açıdan neo-Marksist sınıf analizi, Marksizmin temellerinin reddi üzerine kuruludur.

Wright’ın artı-değer teorisini reddeden bu yaklaşımı, onu sınıf analizinde neo-Webercilerle ve Marksizm dışı akımlarla yakınlaştırmıştır. Sınıfların giderek üretim ilişkilerinin dışında tanımlanması ve keyfi bir biçimde çoğaltılması, Marksizmin sınıfların merkezi rolüne ilişkin temel vurgularının tersine çevrilmesi, liberalizmin toplumsal teorideki varsayımlarının kabulü anlamına gelmektedir.

Wright, daha güçlü bir Marksizm iddiasıyla yola çıktığında kendi sonuçlarının Marx’ın sonuçlarıyla uyuşmayacağını[85] söylemişti. Gerçekten de öyle oldu.

KAYNAKLAR

Argın, Ş. (1992) “Neo-Marksist Sınıf Analizinde Weber Hayaleti”, Birikim, Sayı: 36, http://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/6521/neo-marksist-sinif-analizinde-weber-hayaleti#.WDP6qoVOKOc, 22.11.2016

Burris, V. (2011) Sınıf Yapısı ve Politik İdeoloji, Çeviren: A. Gelmez, İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi yayını, http://www.imo.org.tr/resimler/dosya_ekler/577e36410d8e936_ek.pdf?tipi=2&turu=X&sube=3, 22.11.2016.

Callinicos, A. (1994) “Erik Olin Wright’ın Sınıflar kitabı üzerine”, Değişen İşçi Sınıfı içinde, Derleyenler: A. Callinicos & C. Harman, Çeviren: Osman Akınhay, İstanbul: Z Yayınları.

Callinicos, A. (2005) “Anglo-Sakson Marksizminin Ana Hatları”, Praksis, Çevirenler: Erkal Ünal ve Burak Gürel, 13, 15-32.

Callinicos, A., & Harman, C. (1994) Neo-liberalizm ve Sınıf, Çeviren: Osman Akınhay, İstanbul: Z Yayınları.

Carchedi, G. (1977) On the Economic Identification of Social Classes, London: Routledge and Kegan Paul.

Carter, R. (1986) “Review of classes”, Sociological Review, 34, 686-8.

Cohen, G. A. (2000) Karl Marx’s Theory of History: A Defence, Oxford: Oxford University Press.

Dworkin, D. (2012) Sınıf Mücadeleleri, Çeviren: Utku Özmakas, İstanbul: İletişim Yayınları.

Edgell, S. (1998) Sınıf, Çeviren: Didem Özyiğit, Ankara: Dost Kitabevi.

Ehrenreich, B. ve Ehrenreich, J. (1977) “The professional-managerial class”, Radical America, 11(2).

Elster, J. (1985) Making Sense of Marx, Cambridge: Cambridge University Press.

Freedman, F. (1975) “The Internal Structure of the Proletariat: A Marksist Analysis”, Socialist Revolution, No: 26.

Giddens, A. (1985) “In place of emptiness”, New Society, 74, 383-4.

Marx, K. (1977) Fransa’da İç Savaş, Çeviren: K. Somer, İstanbul: Sol Yayınları.

Marx, K. (1990) Kapital 3. Cilt, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (1998) Artı-Değer Teorileri 1. Cilt, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (2002) Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (2012) Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. ve Engels, F. (2005) Komünist Parti Manifestosu, Ankara: Sol Yayınları.

Öngen, T. (1996) Prometheus’un Sönmeyen Ateşi – Günümüzde İşçi Sınıfı, İstanbul: Alan Yayıncılık.

Özgüler, V. C. (2013) Avrupa Birliği Ülkeleri ve Türkiye İşgücü Piyasalarının Karşılaştırmalı Analizi, İstanbul: Cinius Sosyal Yayınları.

Parkin, F. (1979) Marxism and Class Theory: A Bourgeois Critique, Tavistock.

Poulantzas, N. (1975) Classes in Contemporary Capitalism, London: New Left Books.

Roemer, J. E. (1981) Analytical Foundations of Marxian Economic Theory, Cambridge: Cambridge University Press.

Roemer, J. (1982) A General Theory o f Exploitation and Class, Cambridge, Mass., Harvard University Press.

Roemer, J. E. (1988) Free to Lose: An Introduction to Marxist Economic Philosophy, Cambridge, MA: Harvard University Press.

Roemer, J. E. (ed.) (1994) Foundations of Analytical Marxism, Cambridge: Cambridge University Press.

Rose, D. ve Marshall, G. (1986) “Constructing the (W)right classes”, Sociology, 20, 440-5.

Ross, G. (1978) “Marxism and the New Middle Classes: French Critiques”, Theory & Society, 5(2), s. 163-190.

Tarrit, F. (2009) “‘Analitik Marksizm’in Kısa Tarihi, Kapsamı ve Özgünlükleri”, Çeviren: V. S. Öğütle, FelsefeYazın, 14, 84–99.

Wright, E. O. (1976) “Class boundaries in advanced capitalist societies”, New Left Review, 98, 3-41.

Wright, E. O. (1978) Class, crisis, and the state, London: New Left Books.

Wright, E. O. (1985) Classes, London: New Left Books.

Wright, E. O. (2014a) “Neo-Marksist Sınıf Analizin Esasları”, Çeviren: Ç. Çidamlı, Sınıf Analizine Yaklaşımlar içinde, Derleyen: E. O. Wright, Ankara: Notabene, s. 15-48.

Wright, E. O. (2014b) “Sonuç: Cevap ‘sınıf’ ise soru nedir?”, Sınıf Analizine Yaklaşımlar içinde, Derleyen: E. O. Wright, Ankara: Notabene, s. 233-248.

Wright, E. O. (2016) Sınıflar, Çeviren: Semra Toral, İstanbul: Notabene Yayınarı.

Yurtsever, H. (2016) Orta Sınıf Efsanesi, İstanbul: Yordam Kitap.

Zhisheng, Z. (2012) Geleceğin Sosyalizmi – Sosyalizm ve Demokrasi İçin Arayışlar, İstanbul: Kalkedon Yayınları.

DİPNOTLAR:

[1] Carchedi, G. (1977) “On the Economic Identification of Social Classes”, London: Routledge and Kegan Paul.

[2] Poulantzas, N. (1975) “Classes in Contemporary Capitalism”, London: New Left Books.

[3] Ehrenreich, B. ve Ehrenreich, J. (1977) “The professional-managerial class”, Radical America, 11(2).

[4] Wright, E. O. (1985) Classes, London: New Left Books.

[5] Ross, G. (1978) “Marxism and the New Middle Classes: French Critiques”, Theory & Society, 5(2), sf. 163-190.

[6] Wright, Sınıflar, sf. 10-11

[7] Bu bölümde özellikle Tarrit, F. (2009) “‘Analitik Marksizm’in Kısa Tarihi, Kapsamı ve Özgünlükleri”, Çeviren: V. S. Öğütle, Felsefe Yazın, 14 ve Callinicos, A. (2005) “Anglo-Sakson Marksizminin Ana Hatları”, Praksis, Çevirenler: Erkal Ünal ve Burak Gürel, 13, 15-32 makalelerinden yararlanılmıştır.

[8] Callinicos, Anglo-Sakson Marksizminin Ana Hatları, sf. 15

[9] Tarrit, ‘Analitik Marksizm’in Kısa Tarihi, sf. 2

[10] Marksizm ve Sosyal Teori İncelemeleri, Sunuş Yazısından aktaran Tarrit, ‘Analitik Marksizm’in Kısa Tarihi, Kapsamı ve Özgünlükleri, sf. 5

[11] Cohen, G. A. (2000) “Karl Marx’s Theory of History: A Defence”, Oxford: Oxford University Press, sf. ix.

[12] Roemer, J. E. (ed.) (1994) “Foundations of Analytical Marxism”, Cambridge: Cambridge University Press, sf. ix

[13] Callinicos, Anglo-Sakson Marksizminin Ana Hatları, sf. 22-23

[14] Roemer, J. E. (1981) “Analytical Foundations of Marxian Economic Theory”, Cambridge: Cambridge University Press, sf. vii

[15] Callinicos, Anglo-Sakson Marksizminin Ana Hatları, sf. 23-24

[16] Wright, E. O. (2014b) “Sonuç: Cevap ‘sınıf’ ise soru nedir?”, Sınıf Analizine Yaklaşımlar içinde, Derleyen: E. O. Wright, Ankara: Notabene, sf.  233-248, sf. 248

[17] Wright, Sınıflar, sf. 16

[18] Wright, Sınıflar, sf. 18

[19] Wright, Sınıflar, sf. 18

[20] Marx, K. (1990) Kapital, 3. Cilt, Ankara: Sol Yayınları, sf. 775

[21] Marx, K. (2012) Fransa’da Sınıf Savaşımları, 1848-1850, Ankara: Sol Yayınları

[22] Marx, K. (2002) Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Ankara: Sol Yayınları

[23] Marx, K. (1977) Fransa’da İç Savaş, Çeviren: K. Somer, İstanbul: Sol Yayınları

[24] Özgüler, V. C. (2013) Avrupa Birliği Ülkeleri ve Türkiye İşgücü Piyasalarının Karşılaştırmalı Analizi, İstanbul: Cinius Sosyal Yayınları

[25] Wright, Sınıflar, sf. 37

[26] Wright, Sınıflar, sf. 59

[27] Wright, Sınıflar, sf. 60

[28] Wright, Sınıflar, sf. 61

[29] Wright, Sınıflar, sf. 61-62

[30] Wright, E. O. (1976) “Class boundaries in advanced capitalist societies”, New Left Review, 98, 3-41, sf. 33

[31] Edgell, S. (1998) Sınıf, Çeviren: Didem Özyiğit, Ankara: Dost Kitabevi, sf. 27-28

[32] Wright, Sınıflar, sf. 62-63

[33] Wright, Sınıflar, sf. 65-66

[34] Wright, Sınıflar, sf. 73-74

[35] En azından kendi iddiası budur. Ancak, Wrigth’ın bu iddiasına rağmen denetim ilişkileri sınıf analizinde sömürüden bağımsız bir biçimde var olmaya devam etmiş, bu açıdan eski sorunları yeni yaklaşımında belirli ölçülerde muhafaza etmiştir.

[36] Roemer bu iddiasını başka yerlerde de tasdik eder: “Neo-klasik rekabetçi ekonomi modeli, Marksistler açısından, idealleştirilmiş bir kapitalizme yönelik incelemelerine başlamaları için kötü bir konum değildir” ve bunu şöyle açıklar: “Başka yöntem bilmem, karşılıklı-denge yöntemini kullanıyorum.” (aktaran Tarrit, ‘Analitik Marksizm’in Kısa Tarihi, sf. 11

[37] Roemer, J. E. (1988) “Free to Lose: An Introduction to Marxist Economic Philosophy”, Cambridge, MA: Harvard University Press, sf. 9

[38] Callinicos, Anglo-Sakson Marksizminin Ana Hatları, sf. 23

[39] Zhisheng, Z. (2012) Geleceğin Sosyalizmi – Sosyalizm ve Demokrasi İçin Arayışlar, İstanbul: Kalkedon Yayınları, sf. 196

[40] Wright, Sınıflar, sf. 81

[41] Wright, Sınıflar, sf. 78

[42] Zhisheng, Geleceğin Sosyalizmi, sf. 205

[43] Zhisheng, Geleceğin Sosyalizmi, sf. 201 ve Wright, Sınıflar, sf. 79

[44] Zhisheng, Geleceğin Sosyalizmi, sf. 202-203

[45] Wright’tan aktaran Zhisheng, Geleceğin Sosyalizmi, sf. 205

[46] Wright, Sınıflar, sf. 83

[47] Wright, Sınıflar, sf. 83

[48] Wright, Sınıflar, sf. 83

[49] Roemer, J. E. (1988) “Free to Lose: An Introduction to Marxist Economic Philosophy”, Cambridge, MA: Harvard University Press, sf. 172. Ayrıca Roemer, kendi yaklaşımının üç sebepten dolayı Marksçı bir yaklaşım olmadığını ifade etmiştir: Roemer’ın analizi açık bir biçimde tarihsel değildir; kullandığı kavramlar, her ne kadar Marx’ın kavramlarının genelleştirilmesi olsalar da, açık bir biçimde Marx’tan alınmış değildir; argümanları desteklemek üzere Marx’ın metinlerine yapılmış hiçbir atıf yoktur (Tarrit, ‘Analitik Marksizm’in Kısa Tarihi, Kapsamı ve Özgünlükleri, sf. 10).

[50] Tarrit, ‘Analitik Marksizm’in Kısa Tarihi, sf. 14

[51] Wright, Sınıflar, sf. 86

[52] Wright, Sınıflar, sf. 89

[53] Wright, Sınıflar, sf. 93

[54] Wright, E. O. (2014a). Neo-Marksist Sınıf Analizin Esasları, çev. Ç. Çidamlı. Sınıf Analizine Yaklaşımlar içinde, der. E. O. Wright. Ankara: Notabene, sf. 15-48, sf. 42

[55] Wright, Sınıflar, sf. 96

[56] Wright, Sınıflar, sf. 96-97

[57] Wright, Sınıflar, sf. 97

[58] Wright, Sınıflar, sf. 97

[59] Wright, Sınıflar, sf. 97

[60] Wright, Sınıflar, sf. 105

[61] Wright, Sınıflar, sf. 106

[62] Wright, Sınıflar, sf. 111

[63] Wright, Sınıflar, sf. 77

[64] Callinicos, A. (1994) Erik Olin Wright’ın Sınıflar kitabı üzerine, Değişen İşçi Sınıfı içinde, Derleyenler: A. Callinicos & C. Harman, Çeviren: Osman Akınhay, İstanbul: Z Yayınları, sf. 109

[65] Wright, Sınıflar, sf. 46

[66] Wright, Sınıflar, sf. 47

[67] Edgell, Sınıflar, sf. 33-34

[68] Callinicos, Erik Olin Wright’ın Sınıflar kitabı üzerine, sf. 111

[69] Callinicos, Erik Olin Wright’ın Sınıflar kitabı üzerine, sf. 109

[70] Burris, V. (2011) Sınıf Yapısı ve Politik İdeoloji, Çeviren: A. Gelmez, İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi yayını, http://www.imo.org.tr/resimler/dosya_ekler/577e36410d8e936_ek.pdf?tipi=2&turu=X&sube=3, 22.11.2016, sf. 13

[71] Argın, Ş. (1992) Neo-Marksist Sınıf Analizinde Weber Hayaleti, Birikim, Sayı: 36, http://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/6521/neo-marksist-sinif-analizinde-weber-hayaleti#.WDP6qoVOKOc, 22.11.2016

[72] Freedman, F. (1975) “The Internal Structure of the Proletariat: A Marksist Analysis”, Socialist Revolution, No: 26

[73] Ehrenreich ve Ehrenreich, “The professional-managerial class”, sf. 13

[74] Marx, K. (1998) Artı-Değer Teorileri 1. Cilt, Ankara: Sol Yayınları, sf. 384-385

[75] Yurtsever, H. (2016) Orta Sınıf Efsanesi, İstanbul: Yordam Kitap, sf. 156

[76] Konu başlı başına ayrı bir makale konusu olup burada sadece genel ve kısa bir çerçeve ile yetinilmektedir.

[77] Öngen, T. (1996) Prometheus’un Sönmeyen Ateşi – Günümüzde İşçi Sınıfı, İstanbul: Alan Yayıncılık, sf. 189

[78] Giddens, A. (1985) “In place of emptiness”, New Society, 74, 383-384; Carter, R. (1986) “Review of classes”, Sociological Review, 34, 686-688; Rose, D. ve Marshall, G. (1986) “Constructing the (W)right classes”, Sociology, 20, 440-445

[79] Parkin, F. (1979) “Marxism and Class Theory: A Bourgeois Critique”, Tavistock

[80] Argın, Neo-Marksist Sınıf Analizinde Weber Hayaleti

[81] Crompton ve Gubbay’dan aktaran Argın, Neo-Marksist Sınıf Analizinde Weber Hayaleti

[82] Argın, Neo-Marksist Sınıf Analizinde Weber Hayaleti

[83] Goldthorpe ve Marshall’dan aktaran Dworkın, D. (2012) Sınıf Mücadeleleri, Çeviren: Utku Özmakas, İstanbul: İletişim Yayınları, sf. 66

[84] Dworkın, Sınıf Mücadeleleri, sf. 91

[85] Wright, Sınıflar, sf. 27