Özer Akdemir

Yunan mitolojisine göre Frigya Kralı Midas, iki tanrı arasındaki hakemliği ona koca bir külahla gizlemeye çalıştığı ama berberinin dayanamayarak diplerine fısıldadığı sazlar tarafından, yel estikçe cümle aleme duyurulan eşek kulaklarına mal olur. Apollon yerine Pan’ı birinci seçmiş, Apollon da onun kulaklarını eşek kulaklarına çevirmiştir.

Kral Midas’a büyük ün kazandıran en önemli akılsızlığı ise bir iyilik yaptığı Tanrı Dionysos’un “Dile benden ne dilersen” demesiyle başlar. Midas, dileğini soran tanrıya “Her dokunduğum altın olsun” der. Olur da. Her dokunduğu altına dönüşen Midas, dokunduğu kızını altına dönüştürür. Açlıktan ölmekten ise son anda kurtulur. Dionysos, onun yakarışlarına dayanamaz ve “Git Paktolos (Sart) Deresi’nde yıkan” der. Midas, Sart Deresi’nde yıkanıp eski haline döner ve karnını doyurur. Kızı da bu lanetin ortadan kalkması ile eski haline döner. Sart Deresi, işte o gün bugündür altın tozları taşırmış sularında.

Efsanenin bir başka anlatımında ise Midas, altına dönüştürdüğü kızını eski haline çeviremez ve aç gözlülüğünün bedelini çocuğunun ölümüyle ödemiş olur. Aristotales, Midas’ın dokunduğu her şeyin altına dönmesi nedeniyle yemek yiyemediği ve su içemediği için açlıktan öldüğünü yazar.

Efsanenin ilk versiyonunda Midas’ın altın belasından yıkanarak kurtulduğu çay olan Paktalos Irmağı, Manisa/Salihli sınırları içerisinde bulunan, Sart antik kentinin yakınlarından geçen Sart Çayı’dır. Bugün, çay kenarında bir altın madeni, tam da efsaneye uygun bir şekilde, bölgedeki kayaçları ve kumun içindeki tanecik düzeyinde bulunan altını almak için yıllardır çalışmaktadır.

Tüm doğal maddelerde altın vardır. İnsan vücudunun milyarda biri altından oluşmaktadır. Okyanus sularında da altın vardır ama bunun deniz suyundan alınmasının maliyeti toplam altının değerinden çok daha fazlaya gelmektedir. Deniz suyunun her litresinde 0.002 mg altın var. Bu da dünya denizlerinde toplamda 20 milyon ton gibi astronomik bir miktar altın olduğu anlamına gelmekte. Ama maliyet sorunu nedeniyle bu altın alınamıyor.

MİDAS’IN LANETİ KAZ DAĞI’NDA

13-14 Nisan 2013 yılında Çanakkale’de yapılan “Kaz Dağları ve Altın Madenciliği Sempozyumu”ndaki sunumlardan birinin başlığı “Midas’ın laneti Çanakkale’de” oldu. Sunumu yapan Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Coşkun Bakar “Umarım bu lanetten kurtulmak için biz de yıkanacak bir dere buluruz“diyerek başladı sunumuna.

Bugün, Çanakkale merkeze 25 km uzaklıktaki Kirazlı’da Alamos Gold adlı Kanadalı altın madeni şirketinin yaptığı doğa katliamı ile ülke gündemine oturan Kaz Dağı ya da Kaz Dağları neresi? Öyle ya gerek AKP gerekse altıncı şirket Kirazlı’nın Kaz Dağı’na 40 km uzaklıkta olduğunu ileri sürüyor.

Jeoloji ve tıbbi jeoloji konusunda onlarca kitap yazmış, yıllarca Kaz Dağı bölgesinde jeolojik araştırmalar yapmış olan Jeoloji Yüksek Mühendisi Eşref Atabey, bu tartışmaya şöyle yaklaşıyor: “Kaz Dağları denildiğinde sadece tepe anlaşılıyor. Kaz Dağları, güneyden Küçükkuyu-Altınoluk’tan başlar, kuzeydoğuya doğru uzanarak Çan-Yenice-Kalkım’a kadar devam eder. Kaz Dağları bir dağ silsilesinin adıdır. Kaz Dağları’nın kuzeyinde demek ancak yanıltma içindir. Toros Dağları denilince ne anlaşılıyorsa yani Muğla’dan başlayıp da Hakkari’ye oradan İran Elbruz Dağları’na uzanan dağ silsilesi anlaşılıyorsa Kaz Dağları da aynı anlamı taşır.[1]

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Baş­kanı Prof. Dr. Kenan Kaynaş da Kaz Dağları’nı “kuzeyde Erdek’e, batıda Gökçeada’ya, güneyde Ayvalık’a kadar uzanan ve Balıkesir’in ve Çanakkale’nin tüm ilçelerini içine alan bir yöre[2] olarak tanımlıyor.

KAZ DAĞI, BÖLGENİN YAŞAM KAYNAĞI

Kaz Dağları, gerek bölge gerekse ülke açısından tarımsal, hayvansal ve ekolojik öneme sahiptir:

Kaz Dağı, bu bölgenin yaşam kaynağıdır. Su kaynaklarıyla çok zengin bir tarımsal ortam yaratılıyor. Kaz Dağları Çanakkale ve Balıkesir’i besliyor. Çanakkale’de nüfusumuzun yüzde 56’sı, Balıkesir’de yüzde 46’sı tarımla uğraşıyor. Yaklaşık olarak 750 bin kişilik tarımla uğraşan bir nüfus söz konusu. Sanayi her iki ilimizde de var, yüzde 23,7 oranlarında, eşit oranlarda sanayi var. Ancak sanayiye de baktığımız zaman, genellikle Çanakkale ve Balıkesir’in sanayisi de tarıma dayalı, orta ölçekli sanayi olduğunu görüyoruz. Toplam 2 milyon 700 bin ton civarında bir hububat üretimimiz var her iki ilimizde. Yaklaşık 1,5 milyon ton sebze üretiyoruz ki Türkiye açısından çok önemli bir verim bu. Yaklaşık 500 bin tonluk meyve üretimimiz var, 75 bin ton üzüm üretimimiz var, 262 bin ton zeytin üretimimiz var. Bu ortalama değer olarak alınmıştır. Çünkü zeytinler bir yıl var, bir yıl yok yıl olarak değerlendirildiği zaman ve yılda yaklaşık 65 ve 70 bin ton zeytinyağı elde ediyoruz. Buradaki bağcılık çok eski tarihlere dayanıyor. Yaklaşık 3 bin 4 bin yıl öncesine dayanıyor. Yılda 3,5 ila 4 milyon litre şarap, çok küçük bir rakam 1322 ton da çamfıstığı üretimi gerçekleştiriliyor.

Kaz Dağı, hayvan varlığı açısından da son derece zengindir: “Tüm Türkiye’ye bu bölgeden damızlık hayvanlar dağıtımı yapılmakta. Süt verimleri, Türkiye ortalamasının çok çok üstünde bu bölgedeki hayvanlarda ve süt ürünleri sanayi bu bölgede çok gelişmiş. Dolayısıyla 319 bin adet koyunun, 182 bin adet keçi, 138 bin adet sığır da Balıkesir ili için bu değerler daha da yüksek. Yaklaşık olarak Çanakkale ve Balıkesir’de 1 milyon ton süt elde ediyoruz. Yaklaşık 166 bin ton tavuk eti elde ediyoruz. 31 bin ton kırmızı et, 189 bin ton da süt ürünleri, yani tereyağı peynir gibi süt ürünleri üretiyoruz. 1 milyon adet yumurta üretimimiz var ve 2700 ton da bal üretimimiz var. Bir de bunları kooperatif rakamlarıyla, bakanlık rakamlarıyla, bakanlığın ilan ettiği resmi fiyatlarla bir karşılaştırdığımız zaman, her yıl 2,2 Milyar 550 Milyon Dolarlık hayvansal üretim değerimiz söz konusu bu iki ilimizde. Topladığımız zaman yaklaşık 7 Milyar Dolarlık bir tarımsal gelir elde ediyoruz bu bölgeden. Ama bu bölge, bu verdiğim 7 Milyarlık rakam salt üretim rakamları. Bunun içerisinde bitkinin ve hayvanların değerleri hariç. Yani ağacın, fidanın, tohumun, hayvanın bir tanesinin fiyatı, yavru kuzunun fiyatı, bunları hiç dikkate almadık, sadece üretim yönünden dikkate aldık.[3]

ALTIN MADENLERİNE BÖLGENİN TÜM SULARI BİLE YETMİYOR

Peki, Kaz Dağı’nda altın işletmeciliği yapılması durumunda bunun ekonomik ve ekolojik getirisi-götürüsü ne olacak sorusunu ise şöyle cevaplıyor Kaynaş:

Maden Tetkik Araştırma Enstitüsü­nün verdiği rakamlara bakacak olursak, bölgede 338 ton altın var. Tabii teorik olarak bu altının tamamının çıkartılması mümkün değil, pratikte de mümkün değil. Bunun ancak yüz­de 75’i çıkartılabiliyor ama biz tamamını çıkarttıklarını düşü­nelim, bütün hesaplarımızı buna göre yapalım. Bu rezervlerin tamamı için 2,5 Milyar ton kayaç çıkartılıp parçalanacak, kayalar parçalanacak, toz haline getirilecek. Bu 2,5 milyar ton kayaç, 125 milyon adet 20 ton kapasiteli bir kamyona, bir tıra karşılık geliyor. 125 milyon adet tır, bu bizim karayolları­mızdan bu materyalleri işletmelerine taşıyacaklar. Buna hangi karayolumuz dayanacak? İkinci olarak 1 ton kayaç için 3 ton su kullanılması gere­kiyor ki bu zaten standart bir değer. Dolayısıyla 2,5 milyar ton kayaç için, 7 milyar ton su kullanılacaktır. 7 milyar ton su Çanakkale’nin ve Balıkesir’in tüm barajlarında bulunan yerüs­tü ve yeraltı sularının tamamına yetmiyor. Yani bu işletmele­rin hepsi hizmete açıldığı zaman, bizim içecek suyumuz bile kalmayacak. Bırakın tarımda veya sairde kullanılacağı, içecek suyumuz bile kalmayacak. Yaklaşık 400 bin ton siyanür kulla­nılacak. Bunun 1 gramı bile birkaç kişinin ölümü için yeterli. Yaklaşık 2 milyon 580 bin dekarlık bütün orman alanımız, 10 milyon zeytin ağacımız kesilecek, yörenin can damarı, tarı­mın can damarı olan su kaynaklarının tamamı kirlenecek.

ALTIN MADENCİLİĞİNİN ÜLKEYE EKONOMİK KATKISI NE KADAR?

Kaz Dağı’nda var olduğu ileri sürülen bu 338 ton altının hepsi çıkartılırsa ülkeye ekonomisine ne kadarlık bir girdi sağlanacak sorusuna baktığımızda da şöyle bir tablo çıktığını söylüyor Kenan Kaynaş:

338 ton, 10 Milyon 868 Bin 167 Ons altın etmektedir. Altın onsla satılıyor çünkü. İşlenmemiş ham cevheri sattıklarını düşünecek olursak, bunun bugünkü fiyatı 450 dolar. Eğer işlenmiş altın olarak satarlarsa 1.548 dolardan satılıyor onsu. Bu 338 ton altının hepsi çıkartıldığın­da, işlenmemiş ham cevher olarak karşımıza çıkan değer 4,9 milyar dolar. İşlenmiş altın olarak satarlarsa 16,8 milyar dolarlık bir kazanç söz konusu. Bu şirketin kazancını sizlere veriyorum. Şimdi bu yasal yüzde 4 payı eğer beyan ederlerse alabilece­ğimiz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin alabileceği payı hesap edecek olursak, bunun ons değeri, onsun fiyatları yine aynı fiyatlardan çarptığımız zaman yaklaşık, 200 milyon dolarlık bir para kalıyor bize. Dolayısıyla bir karşılaştırma yapacak olursak, tarımda yılda yaklaşık 7 milyar dolarlık bir gelirimiz söz konusu ve altın ma­denciliğinin süresi olan 10-11 yılı hesap edecek olursak, 70 milyar dolarlık bir kazanç söz konusu. Altından ise toplam 1 milyar dolar bile kazanamıyoruz.

Yine altın madenciliğinin bölgedeki istihdama etkisine baktığımızda; bütün işletmeler devreye girerse toplam 1600 kişiye istihdam yaratılacağı ifade ediliyor maden işletmelerinin raporlarında. Oysa Kaz Dağı’nda sadece tarımla uğraşan nüfus 750 bin kişi…

KAZ DAĞI’NDA YETMİŞ BİR ENDEMİK BİTKİ VAR

Kaz Dağı’nda ekolojik yapıya ve biyoçeşitlilik rakamlarına bakıldığında da bölgedeki altın madenciliğinin nasıl yıkıcı bir etkisi olduğu ortaya çıkıyor. 18 Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, Kaz Dağı’nda 101 familyaya ait 800 vasküler bitki taksonu bulunduğunu dile getiriyor. Türkeş’e göre, bu bitki taksonlarından 71’i, yani yüzde 9’u Türkiye endemiki, 24’ü ise Kaz Dağı endemiki. 

Balıkesir Üniversitesi Biyoloji Bölümünden Prof. Dr. Fatih Satıl’ın 2012 yılındaki yayınında; Kaz Dağı yöresindeki 83 endemik bitki taksonunun Uluslararası Doğa Koruma Birliği ve Kırmızı Kitap sınıflandırmasında; bitkilerin 13 adedi çok tehlikede, 13 adedi tehlikede, 13 adedi de hassas düzeyde olduğu belirtilmiş. Kirazlı’da 200 bin ağacı kesen Alamos Gold firmasının bir başka altın madeni projesinin bulunduğu Ağı Dağı’nda ise 18 endemik takson belirlenmiş. Yapılan bilimsel çalışmalara göre Ağı Dağı’nın memeli faunası, Türkiye memeli faunasının yaklaşık yüzde 25’ine karşılık geliyor.        

TÜRKİYE’DE ALTIN MADENLERİ VE MÜCADELE SÜREÇLERİ

Sular yükseldikçe balıklar karıncaları yer.

Sular çekildikçe de karıncalar balıkları yer.

Afrika Atasözü

Altın madenciliğinin ülkemize girdiği yer ne gariptir ki kapısında “Ölüm buraya giremez” yazan dünyanın ilk büyük sağlık merkezi Asklepion’un bulunduğu Bergama’dır. Uzun uğraşlardan, direnişlerden, hukuk skandallarından, politik cambazlıklardan sonra ‘ölüm-siyanür’ Bergama kapısından girebilmiştir. Bergama’da aralanan kapıdan giren ‘siyanür-ölüm’ Kışladağ’da, Erzincan İliç’te, Kaymaz’da, Küçükdere’de, Fatsa’da, Gümüşhane’de kısa sürede kök saldı…

Bergama köylülerinin direnişi, devlet kurumları ve altın madencileri tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen psikolojik bir harekat sonrası sönümlendirilince ülkede altın madenciliği kapısı sonuna kadar açıldı.

KIŞLADAĞ VİRAN OLDU

Bergama’nın ardından Uşak Eşme-Ulubey arasındaki Kışladağ’da faaliyetler başladı. Kanadalı El Dorado Gold’un Türkiye’deki şirketi TÜPRAG, Kışladağ hisselerini “Avrupa’nın en büyük altın madeni – Turkish Delight” sloganlarıyla Toronto borsasında sattı. Altın madeninin resmi açılışından 15 gün kadar önce gerçekleşen kaza sonrası açığa çıkan siyanürden resmi rakamlara göre 1500 Eşme köylüsü zehirlendi. Zehirlenen halk Eşme hastanesini doldururken resmi yetkililer, siyanür kazasının üstünü “Eşme’nin şebeke suyuna kanalizasyon karışması nedeniyle meydana gelen bakteriyel zehirlenme” diyerek örtbas ettiler. Aralarında TTB temsilcileri ve eski milletvekillerinin de bulunduğu kişilerce zehirlenenlerden alınan kan örneklerinde kanda 20-30 kat fazla siyanür tespit edildi. Hem de yarılanma ömrü 3 gün geçmiş olmasına rağmen! İzmir Tabip Odası’nda zehirlenmelerin siyanürden kaynaklandığına yönelik basın açıklaması yapıldı. Bu kazanın ardından küçükbaş hayvanların yüzde 80 oranında ölü ve sakat doğum yaptığı görüldü. Maden firması, tüm tepkilere ve açılan davalara rağmen kapasitesini arttırarak üretime devam ediyor.

İZMİR’İN İÇME SUYU HAVSAZINDA ALTIN MADENİ

TÜPRAG şirketi bir başka madenini de İzmir’e 20 km uzaklıktaki Efemçukuru köyünde işletiyor. İzmir’e içme suyu sağlayan barajlar havzasına sınır bir konumdaki madenin çalışabilmesine olanak sağlamak adına, kentteki 200-300 bin insanın içme suyunu sağlayacak olan Çamlı Barajı’nın yapımına AKP hükümeti bakanlıkları izin vermedi. Kentin tek yüzeysel su toplama havzasında bulunan, alfons tipi üzümleri ile ünlü orman köyü Efemçukuru, kapasite arttıran altın madeninin işgali altında.

KOZAK’TA KIYIM SÜRÜYOR

Bilim insanları tarafından “Ekolojik Hassas Bölge” olarak nitelenen, fıstık çamı ve sularıyla ünlü Bergama Kozak Yaylası’nda 3 farklı yerde altın madenciliği yapılıyor. Ormanlık örtüyü ve doğayı katlederek madenlerden çıkarılan cevher, kamyonlarla 20-30 km uzaklıktaki Bergama Ovacık tesislerine taşınıyor. Burada siyanürle işlemden geçirilerek altın elde ediliyor. Bergama’ya ayrıca Havran Küçükdere’den de cevher getiriliyor. Bergama Ovacık açık ocağı bu nedenle üçüncü atık barajı haline getirildi.

GÜMÜŞHANE’DE MEZARLARI BİLE KALDIRDILAR

Koza’nın bir diğer altın madeni Gümüşhane Mastra’da. Köy mezarlarını izinsiz atık barajı yapmak için söken şirketin izinleri AKP-Cemaat çatışması sonrası iptal edildi ancak daha sonra yeniden üretime başladı.

Gümüşhane altın madeni ile ilgili CHP tarafından hazırlanan ve Eylül 2019 tarihinde açıklanan raporda burası “denetimsiz madencilik örneği” olarak nitelendirildi. Raporda, madenlerin etki alanındaki yerleşim yerlerinde yaşanan halk sağlığı sorunlarına, temiz su kaynaklarında oluşan kirliliğe ve bölgedeki tarımsal verimlilikte yaşanan düşüklüğe vurgu yapıldı.

SİYANÜR BOZKIRDA

Koza, Kayseri-Nevşehir il sınırında Himmetdede altın madenini işletiyor. Bozkırda, buğday tarlalarının ortasında, açık havada siyanür liçi yöntemiyle yapılan altın üretimi için, zaten son derece kıt olan yeraltı suyundan, saatte 216 bin litre çekiliyor. Maden tesislerinin sınır komşuları, sadece tel örgülerle birbirlerinden ayrılan bir konumda 2 un fabrikası, 1 çekirdek işleme tesisi ve 1 yol üstü dinlenme tesisi ve akaryakıt istasyonu var. Kapasite artırımı için ÇED süreci başlatan şirketin kapasite artırım raporunda belirtilen maden alanındaki 15 endemik bitki-hayvan türünün korunmasına yönelik ne yapılacağı belli değil. Şirket ayrıca yöreye 20 km uzaklıkta iki yeni altın madeni sahası için izin sürecini başlattı. Avanos Akarcalı sahası için “ÇED gerekli değildir” raporu aldı.

FIRAT’A KOMŞU ALTIN MADENİ

Erzincan İliç’e 2 km uzaklıktaki altın madeninin en önemli özelliği, Fırat Nehri’nin ana kollarından olan Karasu’ya 300 metre uzaklıkta olması! Eğimli bir arazide, açık havada yığın liçi yöntemiyle yapılan siyanürlü altın işletmeciliği sonrası yöredeki arıcılık ve küçükbaş hayvancılığı bitme noktasına gelmiş durumda. Dünyanın en büyük sermaye gruplarından Rio Tinto’ya ait olan şirket, “ülkede ileride yapılacak stratejik yatırımlar için” AKP’ye yakın, o zamanlar başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın damadının CEO’luğunu yaptığı Çalık Grubu ile yüzde 20’lik bir oranda ortaklık yaptı. Berat Albayrak, AKP hükümetinin şimdiki Maliye Bakanı.

Bunların yanı sıra Koza şirketinin Eskişehir Kaymaz’daki altın madeni, üretime devam ediyor. Koza, Kaz Dağları’nda da altın üretimi için hukuki süreci ve ÇED sürecini tamamlamaya çalışıyor. Ayrıca Ağrı’da ve Karadeniz’de de çeşitli maden sahaları var.

FATSA-ÜNYE’YE BAK KAZ DAĞI’NI GÖR!

Ordu’nun Fatsa ve Ünye ilçeleri arasında faaliyetlerini sürdüren altın madeninin doğada yarattığı tahribat, önlenmez ise Kaz Dağı’nı da benzer bir hale getireceği endişelerini haklı çıkarır cinsten. İlk kazmayı 2012 yılında vuran İngiliz Startex ve yerli ortağı Bahar Madencilik, yöredeki orman örtüsünü tamamen yok ettiği gibi, çevrede bulunan köylerin içme sularını ve meyve bahçelerini de kurutmaya devam ediyor. Şirket iki ay önce kapasite artışı için ÇED sürecini başlattı. Ordu Çevre Derneği (ORÇEV) kapasite artışı yapılırsa madenin işletme alanının üç katı kadar büyüyeceğini, 2040 dönüm tarım alanı ve 1400 dönüm kestaneliğin yok olacağını belirterek genişlemenin durdurulması için kampanya başlattı.

Öte yandan Balıkesir İvrindi’de, Bulgaristan sınırındaki Istranca Dağları’nda, Sivas Bakırtepe’de, Artvin Cerattepe’de, Dersim Ovacık’ta ve ülkenin onlarca yerinde irili ufaklı altın madenciliği için çalışmalar da halen devam ediyor. 

ALTIN MADENCİLİĞİNİN ÇEVRESEL ETKİLERİ

Altın işletmeciliğinin çevresel etkilerini kısaca maddeler halinde özetlersek;

1- Doğal yerleşik ve endemik türlerin yok edilmesi,

2- Maden çevresinde ekolojinin olumsuz yönde etkilenerek bozulması,

3- Arazi kullanım kapasitesinin azalması, çevre arazilerin gözle fark edilebilecek düzeyde ekonomik kayba uğraması,

4-Rehabilitasyon, kapama ve saha düzeltme çalışmalarının yapılıp yapılamayacağı hususunun her zaman belirsizlik taşıması,

5- Proses atıklarının etkilerinin minimizasyonunda ve atık minimizasyonu prensiplerine uyulmamasının oluşturacağı olumsuzluklar,

6- Katı, sıvı ve gaz atıkların olumsuz etkilerinin yanı sıra işletme sonrası gözlemlenen kalıntıların ve harabe görüntüsünün yarattığı estetik kayıplar,

7- Hava kirletici emisyonlar,

8- Yer altı sularında kalite düşüşü ve/veya kirlilik artışı,

9- Tehlikeli ve zararlı kimyasalların yarattığı riskler,

10- Tehlikeli ve zararlı kimyasalların taşıma, depolama ve kazalar sonucu ortaya çıkartacağı sorunların taşıdığı yüksek riskler,

11- Gürültü ve radyasyon,

12- İşyeri ve işçi sağlığı açısından oluşacak riskler,

13- Kültürel varlıklara, arkeolojik ve tarihi yerlere olan olumsuz etkiler,

14- İşletme bölgesinde ve çevrede yaşayanların sağlık problemleri.

TALAN POLİTİKALARI

Kapitalizm, özellikle 1990’lardan sonra Dünya Bankası gibi kurumlarla kendi düzenleyici merkezlerini oluşturdu. Küreselleşmenin çokuluslu şirketlerin çıkarları doğrultusunda sürdürülebilmesi için devreye sokulan politikalar bu kurum tarafından kararlı biçimde uygulandı. Bu talan politikalarının başta gelen hedeflerinden birisi ise ülkelerin doğal kaynakları oldu. Bu nedenle kapitalizm DB ve IMF gibi kurumlarla dünya genelinde onlarca ülkenin maden yasalarını değiştirttiler, milyonlarca hektar alan şirketlere maden ruhsatı olarak tahsis edildi. Bu maden şirketlerine çok geniş imtiyazlar, kolaylıklar sağlandı. Bu bölgelerde yaşayan halklar yerinden yurdundan edilirken, karşı çıkanlara polis-jandarma gücü ya da özel militarist aygıtlar eliyle baskılar, şiddet ve hukuksal yaptırımlar peş peşe uygulandı. Bu madenci şirketler kendi ülkelerinde uygulamadaki çevre yasalarına tamamen aykırı işleri bu ülkelerde gerçekleştirmekten çekinmezlerken, bunun karşılığında çok sayıda çevre felaketi, madencilik kazası, sağlık sorunları ve ekolojik yıkım görüntüleri oluştu. “Ormanları, sit alanlarını yok ettiler. Akarsuları, deniz kıyılarını, tarımsal alanları, havayı kirlettiler. Sinsi ve bazen toplu ölümlere neden oldular. Maden kaynaklarını işletirken yatağın en kârlı bölümünü, kaymağını seçtiler, ‘cut off grade’i yüksek tuttular. Bir daha kolay kolay işletilemeyecek çok büyük miktardaki düşük tenörlü cevheri ise yerinde bıraktılar. Atıklarını arıtmadan, çukurlarını, yığınlarını eski durumuna getirmeden olduğu gibi terk ettiler. Yüzlerce yıl ortadan kalkmayacak kirlilik ve çirkinlik bıraktılar.[4]

PERDENİN ARKASINDA NE VAR?

Bu madencilik faaliyetleri içerisinde altın işletmeciliği, altının artı-değer aktarımında bir araç olarak kullanılması ile ayrılır. Metal ve metal dışı madenlerin pazar fiyatları borsalarda belirlenirken, uluslararası altın da altın borsasında işlem görmekte. Ancak, altın ile diğer metal fiyatları birbirinden farklı bir gelişim seyri içinde oluyor. Şöyle ki; metal fiyatları ne kadar düşerse altın o kadar yükselme eğilimine giriyor. Öngür, bu durumu “Altın ortada dolaşan, kaynak aktarımında kullanılan, artı değerin paylaşılmasında bir aracı olarak, bir sığınak olarak kullanılabiliyor” diye açıklıyor.

Dünya madenciliği ve özellikle altın işletmeciliğinde sermayenin çok sık el değiştirdiği ve spekülasyonların yapıldığı görülür. Ülkemizde de birçok altın madeni işleten Kanada’nın Toronto Borsası, altın işletmeciliği sektörünün önemli merkezlerinden birisi.

Tahir Öngür altın madenciliğindeki durumu, altın işletmeciliğinin bilim, teknoloji, mühendisler ve işçilik emeğiyle değil “daha çok spekülatif cambazlıklarla, borsa ve karaborsalardaki gizli oyunlarla, üretilen ölçülemez boyutlardaki artı değerlere bu karanlıklarla el konularak değer yaratıyor” diye özetliyor. Öngür’e göre perdenin arkasına bakılmadan altın üretimindeki gerçeklerin görülemeyeceğini belirtirken, perdenin arkasına dair şunları dile getiriyor; “Perdenin arkasında altın işletmeciliğinin dayatıldığı az gelişmiş ülkelerin içine düştükleri yoksulluk ve borç sarmalı var.”

Gerçekten de Dünya Altın Konseyinin Raporlarına göre toplam üretimin üçte ikisi bağımlı ülkelerde yapılırken, üretimin en fazla olduğu yerlerin en ağır borç yükü altındaki yoksul ülkeler olduğu dikkat çekiyor.

KAPİTALİZMİN DAYANAĞI

Altın, son iki yüz yıldır dünya üzerinde egemen olan kapitalist sistem için oldukça önemli bir işleve sahip olmuştur.[5]

Eduardo Galeano “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” adlı eserinde Brezilya altınının, İngiltere’nin ve onun aklı ve parası ile kurulan kapitalizmin gelişimine katkısına özel vurgu yapar. Ünlü Belçikalı iktisat kuramcısı Ernest Mandel, sadece Brezilya altınının İngiltere’ye akmasının değil, Latin Amerika’dan İspanya’ya aktarılan gümüşün; Hindistan’daki yağmanın, Fransız sermayesi tarafından Afrika’da yapılan köle ticaretinin getirdiği büyük kârların; 1800’lü yıllarda Avrupa’nın sanayi alanlarına yatırılan sermayenin; kapitalizmin gelişiminde katkısının son derece önemli olduğuna dikkat çekmektedir. Karl Marks, Kapital’in birinci cildinde acı, kan, gözyaşı ve sömürü üzerinde yükselen bu talanın, kapitalist üretim çağının habercisi olduğunu yazar.

Yıllar sonra John Maynard Keynes, kapitalizmi kucağında taşıyan altının rolünün bittiğini açıklayacaktır: “Altının görevi bitti. Şimdi yeniden toprağın derinliklerine girebilir. Şimdi o, cumhuriyet ilan edilmesine bile gerek kalmadan, sıradan bir bakan koltuğuna oturtulmuş, çöküş halindeki bir kraldan başka bir şey değil…

Altın, kapitalizme yaptığı onca hizmetin ardından “emekliye ayrılmış”tır. “Ondan sonra altın, zaman zaman spekülatörlerin sevdiği bir şey haline geldi. Yani, emekliye ayrıldıktan sonra part time çalışmak üzere spekülasyon hizmetine girdi.[6]

Son yıllarda sistemin özünden kaynaklı spekülatif hareketlerde, diğer metal fiyatları ne kadar düşerse, altında o kadar yükselme eğilimi görülür. Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür, bunu, altının ortada dolaşan kaynak aktarımında kullanılan, artı değerin paylaşılmasında bir aracı, bir sığınma alanı olarak kullanılmasına bağlamaktadır. Öngür, günümüzde tüm dünyada yeni maden işletmelerine yapılan yatırımın yarıdan çoğunun, altın işletmelerine ayrıldığına dikkat çeker. Bu haliyle bile altın madenciliği diğer madencilikten ayrılırken başka ayrım noktaları da bulunmaktadır.

ALTIN MADENCİLİĞİNİN DİĞER MADENLERDEN FARKI NE?

Madencilik tekniği açısından diğer madenlerle arasındaki fark ne?

1. Altın, tenör ve tenöre bağlı kazı miktarı açısından diğer birçok madenden ayrılır. Örneğin 1 ton kömür için yaklaşık 1 ton kömür kazılır, 1 ton demir için 2-3 ton demir cevheri kazılır, 1 ton bakır için 100-150 ton bakır cevheri kazılır ama 1 ton altın için yaklaşık 300 bin ton altın cevheri kazılır (3,5 gr/ton). Yani oran bazında doğa tahribi en fazla altın madenindedir.[7]

2. Altın madenciliği esas olarak kimyasal bir madenciliktir. Altının siyanür ile işleme tabii tutulmasından sonra, başka hiçbir madende görülmeyecek oranda kimyasal atık oluşmaktadır. Bu atık doğadan yalıtık olarak tutulması gerektiğinden, cevherin kazanılması sırasında yaratılan tahribattan daha büyük hacimde, ikinci bir çevresel tahribat yaratılmaktadır.

Ekonomik kriterler açısından diğer madenlerden farkı:

Altın oldukça kârlı bir yatırımdır. Kapitalist ekonomilerde yüzde 20 net kâr oldukça önemli bir orandır. “Kimi araştırmacıların hesaplamalarına göre altının fiyatı, üretimin fiyatına oranı açısından diğer 33 kaynağın ortalama fiyatlarının 350 katıdır. Bu öylesine büyük bir kar oranıdır ki 1993 yılında Brezilya’da, yaşadıkları topraklarda altın çıkarılmasını reddeden Yanonami Kabilesi’nden 16 yerli gencin, şirketin korumaları tarafından öldürülmesine bile neden olmuştur.

İşin bir diğer yönü de altın madenciliği ile elde edilecek değerlerin, madencilik yapılmaksızın yörenin mevcut haliyle elde edilebilecek değerlerle karşılaştırılmasının yapılmamasıdır.

Altın işletmeciliğini diğer madencilik faaliyetlerinden ayıran belli başlı özellikleri maddeler halinde şu şekilde sıralayabiliriz:

* İstihdama katkısı da diğer madencilik işletmelerine göre daha az. İşletme ömrü 10 yıl olan bir madende yaklaşık 250-300 kişi çalışıyor. 

* Altının sanayide özellikle ülkemiz sanayisinde kullanımı ihmal edilecek kadar azdır. Bütünleşik kullanımı söz konusu değildir. Sadece takı sektöründe kullanılmaktadır.

* İşletmecilik sonrası elde edilen dore külçe içerisindeki altın miktarı, işletmecinin beyanına dayanmaktadır. Bu altın kaçakçılığının önünü açmakta, ülkenin değeri uluslararası sermayenin kasasına akmaktadır. Bu dore miktarındaki altın gümüş oranlarının ne olduğu sorusu “ticari sır” gerekçesiyle yanıtlanmamaktadır.

* Bütün ekonomik analizlerde altın işletmeciliğinin toplumsal maliyetleri yok sayılmaktadır. Riskler ya da kaza sonucu ortaya çıkan zarar ve kirliliği önleyici harcamalar göz önüne alınmamaktadır.

* Doğal kaynakları ulus ötesi şirketler tarafından sömürülen hiçbir ülke gelişememiştir, yoksul bırakılmıştır… Bu ülkelerde yapılan madencilik, o ülkeye yarar getirmekten çok, belirtilen şirketlerin kasalarının dolmasına hizmet etmektedir.

* Altın madenciliği uygulamalarına karşı açılan birçok davada verilen kararlar, idari kararlarla yok sayılmakta, idare, bu yargı kararlarına uymamaktadır. Bu durum zaten sorunlu olan siyasal sistemi daha da sorunlu hale getirmektedir.

* Demokratik gelenekleri geri ülkelerde düşük maliyet için teknik standartları uygun olmayan teknolojiler, güvenlik standartları ihmal edilerek kullanılmaktadır.

* Bütün bu tartışmalar sadece zenginlik, takı eşyası olarak kullanılan bir maden için yapılmaktadır.

ZENGİNLİK DEĞİL BELA GETİRİYOR

Altın işletmeciliği dayatılan ülkelerdeki duruma baktığımızda bağımlı ülkeler için altın işletmeciliğinin, daha çok yoksulluk ve borç anlamına geldiği ortaya çıkar. Bu ilk bakışta garip bir çelişki gibi görülebilir. Yeraltı zenginlikleri olan az gelişmiş, bağımlı ülkeler, bu yer altı zenginlikleri ile kalkınmak bir yana, bunları sömüren emperyalist sistem nedeniyle gittikçe daha kötü duruma düşmektedirler.

Altın madenciliğinin yapıldığı ülkeler ile altın madeni üretimini elinde bulunduran firmaların bağlı olduğu ülkelere göz attığımızda, altın madeni üretiminin maden çıkarılan ülkelerin kurtarıcısı olmadığını görürüz. Bütün çevresel sorunları yaşamalarına rağmen altın üretiminden herhangi bir gelir elde edememektedirler.[8] Çeşitli ülkelerin merkez bankalarının altın stokları incelendiğinde altın üretiminden kimlerin kârlı, kimlerin zararlı olduğu rahatlıkla görülebilmektedir.  

Dünyada kendi topraklarında altın çıkaran zengin ülkelere ABD, Kanada ve Avustralya’yı örnek olarak sayabiliriz. Kendi ülkelerinde altın çıkarmalarına rağmen geri kalmış (bırakılmış) bağımlı ülkelere örnek olarak şunlar gösterilebilir: Guana, Etiyopya, Gana, Mali, Fildişi Sahili, Mozambik, Nambiya, Sudan, Zaire, Zambiya, Brezilya, Arjantin, Bolivya, Şili, Endonezya, Malezya, Filipinler, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kolombiya, Ekvator, Venezuela, Peru, Papua Yeni Gine, El Salvador, Fiji, Kostarika…

Gelişmekte olan ülkelerin altın madenciliğinden döviz beklentileri hüsranla  sonuçlanmaktadır. Çünkü gerek madeni işlemek için kurulacak olan sınai tesisin ilk yatırım giderleri gerekse işletme sarf malzemeleri (özellikle siyanür) için ödenen döviz miktarı, ülkeye kalacak altının döviz getirisi ile neredeyse başa baş gelir.[9]

SİYANÜR: MAVİ ZEHİR

Dağ bile eriyor koca dağ iken

Gazel mukadderdir yeşil bağ iken

Mahzuni’yi kucaklayın sağ iken

Altın olsa mezarında değer yok

Aşık Mahzuni Şerif

Altın işletmeciliğinin yarattığı çevresel sorunlar, dünya ekonomisinde ve kapitalist sistem içerisindeki rolü gibi konuları bir yana bıraktığımızda, altın madenciliğine dair tartışmaların odaklandığı bir diğer konu insan sağlığıdır. Burada altın işletmeciliğinde en çok kullanılan siyanür maddesi işin içine giriyor.

Doktorlar, potasyum siyanürü tattım. Dili yakıyor ve acı bir tadı var.” M. P. Prashad adlı Hintlinin ölmeden hemen önce yazdığı bu intihar notu siyanürün tadı konusunda bir belge olarak kabul ediliyor.[10]

Helence’de mavi anlamına gelen “Kyanos” kelimesinden türeyen siyanürün acı bademe benzetilen ve genetik karakterlere bağlı olarak insanların yüzde 40’ı tarafından fark edilemeyen kokusu ise çok uzun zamandır bilinen bir bilgidir. Siyanür, çok az bir miktarı bile çok kısa zamanda insanı öldürebilen, aynı zamanda ölüm tanısı konması son derece zor olan bir zehirdir. Vücuda giren siyanür, ilk önce beyni hedef olarak seçer. Vücuttaki oksijeni yok eden zehir, kısa sürede oksijensizlikten ölüme neden olur.

Altın ve siyanür

Sheele’nin siyanür zehirlenmesinden ölmeden önce yaptığı bilimsel çalışmalardan birisi de altının siyanür çözeltisindeki çözünürlüğü olur. Sheele’nin 1783 yılında İsveç’te yaptığı bu çalışmalar, konu ile ilgili ilk belgelenmiş çalışma olarak kabul edilir.

Ticari olarak siyanür çözeltisi ile çalışan ilk tesis ise 1889 yılında Yeni Zelanda’daki Crown altın madenidir. Bu teknik daha sonra Güney Afrika, Avustralya, ABD, Meksika gibi birçok ülkede kullanılmaya başlanır. 20. yüzyılın ilk yarısı, düşük tenörlü cevherlerdeki altının ayrıştırılması için siyanür kullanımının tam olarak yerleştiği yıllar olur.

Tarih boyunca altın üretiminde kullanılan yöntemlere bakalım: Doğada saf halde bulunan ve 19.3 g/cm3 yoğunluğu ile bulunduğu ortamdaki diğer taş ve minerallerden ayrılan altın, bu özelliği değerlendirilerek elde ediliyordu. Yani sudan 19 kat daha ağır olan altın dibe çöker. Altın arayıcıların kullandıkları leğene benzeyen kap, M.Ö. 2500 yıllarında ilk kez Batı Afrika’da ve Mısır’da kullanılmış. Altınlı cevher, küçük tane boyutlarına ufalandıktan sonra çukur bir kapta suyla çalkalanır. Amerikan kovboy filmlerinden tanıdık gelen bu yöntemde ağır olan altın taneleri kabın dibinde kalırken daha hafif olan mineraller çamurla dışarı atılır. Bugün Manisa Salihli Sart antik kenti yakınlarında bulunan Pomza Export adlı şirkete ait sahada altın, kuvars, pomza, perlit ve manganez madenciliğinde altın eldesi, yukarıdaki yönteme benzer bir teknikle yapılmaktadır.

SİYANÜRÜN SAĞLIĞA ETKİSİ

İçilen su, solunan hava ile ya da deriden siyanür geçişi olabilir. Bu olay gerçekleştiği takdirde;

* Solunum merkezini baskılar,

* Hücrelerde solunum enzimlerini baskılar,

* Kısa süreli yüksek doz, sinir, solunum, dolaşım sistemini etkilemektedir.

* Uzun süreli düşük doz, ruhsal dengede bozulma, iştahsızlık, guatra neden olur.

* İnsan için öldürücü doz 1mg/kg (beden ağırlığı) kadar olup, solunan havadaki 100-300 ppm siyanür öldürücü etki yapmaktadır.

* Uzun dönemde ise siyanür zehirlenmesinin insan bedeninde saptanması neredeyse olanaksızdır.

KAZDAĞLARI NASIL KURTULUR?

Tarımsal varlığı, orman örtüsü, sularının yanı sıra mitolojilere kaynaklık eden tarihsel dokusu ile ülkemizin en önemli eko sistemlerinden birisi olan Kaz Dağları altın madencilerinin istilasına uğramış durumda. Dağın dört bir yanında sondaj çalışmaları yapan uluslararası ve yerli altın şirketleri Kaz Dağları’nı adeta delik deşik ettiler. Özellikle Çanakkale’nin ve civardaki otuza yakın köyün içme sularının kaynağı olan Ağı Dağı, altın madencilerinin sondaj kuyuları ve bunlar arasında uzanan borular nedeniyle koma halindeki ağır bir hastayı andırıyor.

Altın madenlerinin daha sondaj aşamasında zararlarını görmeye başlayan Kaz Dağı köylüleri, özellikle 2011-2012 yıllarında madencilere adeta kök söktürmüşlerdi. Dağ’ın eteklerindeki Söğütalan köylüleri, altıncı şirketin ÇED halkı bilgilendirme toplantısı yapmalarına izin vermemiş, köy kahvelerini altıncılara kapatarak altıncıları topraklarında istemediklerini açıkça ortaya koymuşlardı.  

Söğütalan’dan istediklerini alamayan altın madencileri, bir sonraki ÇED toplantısını Halilağa köyünden apar topar Muratlar köyüne almışlardı. Halilağa köyünün de altın madeni karşıtı olduğunu bilen madenciler, ‘kaleleri’ olarak gördükleri, sondajlarda işçi olarak çalışan birçok köylünün de desteğini aldıkları Muratlar’da istedikleri toplantıyı yapacaklarını düşünüyorlardı. Oysa durum onların istediği gibi olmadı. Hatta tam tersi oldu. ÇED toplantısından birkaç gün önce bilim insanları ve konunun uzmanı kişiler köye giderek altın madenciliğinin bölgeye getireceği yıkımla ilgili somut bilgilerle ortaya konan, görsel foto ve videolarla desteklenen sunumlar yaptılar. Balya’dan, Lefke’den, Bergama’dan, Kışladağ’dan görüntülerin yer aldığı bu sunumların, özellikle köy kadınları üzerindeki etkisi büyük oldu. Toplantının yapılacağı gün, köy halkının yanı sıra Çanakkale, Çan, Bayramiç, Söğütalan, Etili, Gelibolu gibi yerlerden gelen yaşam savunucuların da bulunduğu sayıları 500’e varan grup, altın madencilerinin toplantı yapmak istedikleri kahvelerin önünde adeta etten barikat kurdular. Sabah erken saatlerden itibaren kahvelerini kapatan Muratlar köylüleri, kapı kilidinin üzerine “Bizim oksijene ihtiyacımız var; altına değil” yazılı notlar asmışlardı. Köyün kadınlarının 6 araçla köye gelen altıncı şirketin adamlarına tepki gösterip adeta araçlarına kadar kovalamaları, olaylı geçmesi beklenen toplantı için köyde bulunan gazeteci ve televizyon kameralarının objektiflerine yansıdı. Köylü kadınlar madenin halkla ilişkiler biriminde çalışan iki kadına araçlarına kadar ‘eşlik’ ederken kahvelerin önünde toplanan diğer köylüler de “siyanürcü şirket Kaz Dağları’nı terk et” sloganları ile altıncılara tepkilerini ortaya koyuyordu. Köylülerin bu kararlı tepkileri sonrası toplantıyı yapamayacaklarını anlayan şirket görevlileri, köyü terk etiler. Toplantı için gelen resmi yetkililer de köylülerin Kaz Dağları’nda altın madenciliği istemedikleri için toplantıya izin vermediklerini, tutanak altına aldılar.  Madencilerin o çok güvendikleri ‘kale’leri düşmüştü.

Madencinin kalesiydi, direnişin öncüsü oldu 

Muratlar köylüleri altın madencilerine karşı bu direnişin ardından birkaç gün sonra köy meclisini toplayarak yeni kararlar almışlardı. Köylülerin aldıkları bu kararlar altın madenlerine karşı mücadele eden civar köyler için de önemli bir örnek olacak nitelikteydi. Bir zamanlar altıncının kalesi olarak görülen köy şimdi altın madeni karşıtı direnişin öncüsü haline gelmişti. Köy kahvesinde toplanan, aralarında köy muhtarı ve azaları ile ihtiyar heyetinin de bulunduğu köylülerin maden ve madencilerle ilgili verdikleri karar, mücadelenin ilerideki seyrini de özetliyordu:

1- Altın madeni ile bütün ilişkiler kesilecek. Madencileri hiçbir köylü evine almayacak, misafir etmeyecek.

2- Hiçbir köylü altıncı şirkete çalışmayacak, çalışacak olan, köylü tarafından dışlanacak. Şirket dışarıdan işçi getirirse buna tepki gösterilecek.

3- Şirketin araçları köy hududuna sokulmayacak.

4- Altıncı şirketin hiçbir araç gereci, kepçesi kullanılmayacak. Yapılacak işler köylünün kendi olanakları ile yapılacak.

5- Şirketin sosyal sorumluluk adı altında köye yaptığı maddi yardımlar kabul edilmeyecek.

Hukukun bittiği yerde halk konuşur

Kaz Dağları’ndaki altın madeni karşıtı mücadele, 1990- 2005 yılları arasında ülkemizde olduğu kadar dünyada da ses getiren, sempati uyandıran Bergama köylülerin siyanürlü altın karşıtı mücadelesinin ivmesini, kitleselliğini yakalayabilir mi? Bunu belirleyecek olan, halen devam eden “Su ve Vicdan Nöbeti“nin yanı sıra ve hatta ondan daha da önemli olarak Kaz Dağları’ndaki köylülerin 2011-2012 yılındaki kararlı tutumlarının tekrar ortaya konup konulamayacağıdır.  Hukukçuların, “Hukukun sınırlarına geldik. Artık yargıdan yaşam alanlarımızı koruyacak kararların çıkması çok zor” dediği bir süreçte, köylülerin ve kentteki yurttaşların fiili direnişlerle altıncıların karşısına çıkmaktan başka şansı da yok gibi görünüyor.

Diğer yaşam alanlarına yönelik saldırılarda olduğu gibi, Kaz Dağları’nı kurtaracak olan tek şey, yöre halkının onu koruyacak gücün sadece kendileri olduğunu kavraması ve bir an önce harekete geçmesidir.  

Altın madencileri tarafından yok edilmek istenen Balaban Tepesi’nin hemen eteğinde, çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu 50-60 kadar çadırda “Su ve Vicdan Nöbeti” devam ediyor. Aslında bu nöbetin, ülkenin diğer yerlerindeki “yaşam nöbetleri” gibi köylülerin, yöre halkının daha yoğun katılımı ile olması ya da var olan nöbetin köylülerce sahiplenilmesi nöbet tutanlar kadar farklı kesimlerden bu mücadele içerisinde yer alanlar tarafından da sıkça dile getirilen bir olgu. Şu an için ne yazık ki Kaz Dağı’ndaki bu talana karşı yöre köylülerinin mücadeleye katılımı çok cılız. Hatta 2011-2012 sürecinin bile gerisinde. Hal böyle devam ederse Kaz Dağı’nı koruma mücadelesini son derece zor günler bekliyor.

Kaz Dağları’ndaki talanı ve doğa tahribatını önleyebilecek tek güç, öznesini yöre halkının oluşturduğu halk direnişidir. Açılan/açılacak olan davalardan, TBMM’deki muhalefetin karşı çıkışlarından medet ummak, mücadele sürecini bunlara endekslemek, aslında hiçbir şey yapmamakla aynı anlama gelecektir.


[1] https://www.evrensel.net/haber/384493/5-soruda-kaz-daglari-talani

[2] http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/501.pdf

[3] Kenan Kaynaş, Kaz Dağları ve Altın Madenciliği Sempozyumu

[4] Öngür, T., “Altın Politikaları Sempozyumu”

[5] Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Uluslararası Ekonomik Düzen ve Altın, Altın Politikaları Sempozyumu 2009

[6] Kuruç, age

[7] Erşat Akyazılı, Uluslararası Ekonomik Düzen ve Altın, Altın Politikaları Sempozyumu 2009

[8] Cemalettin Küçük, age, 2007

[9] T.U. Bilim International Dergisi, Mayıs 1997

[10] http://www.milliyet.com.tr/2006/07/09/yasam/yas16.html