Seyfi Selçuk

2019 1 Mayısı son yılların en kitlesel ve yaygın kutlamalarına sahne oldu. 1 Mayıs kutlaması (gösterileri) yapılmayan il neredeyse yok gibiydi. Alanlara çıkan yüzbinlerce işçi ve emekçi taleplerini haykırdı. Gerek örgütlenme süreçleri, gerek gerçekleşme biçimiyle 1 Mayıs, pek çok açıdan işçi sınıfı hareketi ve sendikal hareketin içinde bulunduğu durumu gösteren bir ayna vazifesi gördü denebilir.

Kutlamaların bu ölçekte olmasında ekonomik krizin emekçi sınıf ve kesimlerde yol açtığı hoşnutsuzluk ve yarattığı tepki etkili oldu. Çalışma koşulları ve yaşam koşullarında kötüleşme, yaygın işten çıkarmalar ve çığ gibi büyüyen işsizlik, kriz gerekçesiyle işsizlik ödeneği adı altında yapılan ücret kesintileri, uzayan iş saatleri ve angaryaya dönüşen karşılığı ödenmeden çalıştırma (fazla mesai), ücretsiz izne çıkarma, kıdem tazminatı gibi tarihsel kazanımların, “son kale”lere yönelik saldırıların yeniden güncel tehlike haline gelmesi ve tek adam tek parti rejiminin grev yasaklamaları başta olmak üzere her türlü hak arayışının önüne tıkaç olması gibi gelişmeler işçileri yalnızca canından bezdirmekle kalmadı, mücadele yönünde kışkırtı da.

Öte yandan, işçi sınıfı, emekçiler, kır ve kent yoksullarının ekonomik, sosyal ve siyasal planda maruz kaldıkları saldırıların çeşitliliği ve çapı dikkate alındığında; 2019 1 Mayısı’nın daha ileri boyutlarda bir mücadeleye sahne olabilecek potansiyeli taşıdığı da bir başka gerçekliktir. Bu, işçi sınıfı ve sendikal hareketin geleceği bakımından mutlaka üzerinde durulması gereken bir husustur. Bu bağlamda söylenecek ilk şey, daha ilerisine elvermeyenin, işçilerin mücadele azmi ve kararlılığındaki zayıflık değil, işçi sınıfının (hareketinin) içinde bulunduğu politik bilinç (sınıf bilinci) ve örgütlülük düzeyi olduğudur.

TALEPLER VE ‘BEKLENTİCİ TUTUM’

Fabrikalarda, öncesi ve sonrasıyla 1 Mayıs sürecinde işçilerin yürüttüğü tartışmalar, başlıca şu üç talep etrafında düğümlenmiş gibidir: Kıdem tazminatı, emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) ve vergi dilimi artışına bağlı ücret kesintileri… İşçiler diğer taleplerin yanında asıl olarak bu üç talebi mücadelelerinde kendilerine bayrak edinmiş bulunmaktadır. Ve önümüzdeki dönemde TİS süreçlerinde ücretlerde, çalışma koşullarında ve sosyal haklarda iyileştirmeler biçiminde ifade edilebilecek taleplerin yanında bu üç talep, önemi azalmadan, işçilerin başlıca talepleri olmayı sürdürecektir.

İşçiler taleplerinde ısrarcı olduklarını ve dahası bu taleplerini elde etmek için mücadeleye hazır olduklarını 1 Mayıs’ta bir kere daha göstermiştir. Bununla birlikte işçiler, harekete geçmek için atılacak ilk adımı sendika(cılar)dan bekleyen bir mevzide bulunuyor. Bu durum Türk-İş’in Kocaeli’deki 1 Mayıs mitinginde de net biçimde görüldü. İşçiler, sendikacıların görmezden geldiği yakıcı taleplerini, buldukları karton parçalarına yazarak dillendirirken, kortejlerde sendika bürokrasisinin tam bir denetim sağlamış olduğu açıkça görülüyordu. Düz bir işçi bilinci (kendiliğinden bilinç) açısından bu son derece normal bir durumdur. Çünkü, -kendiliğinden bilincin sınırları içinde kalındığı koşulda da (deneyim yoluyla) kavranabileceği gibi- işçi sınıfının sermaye karşısında verdiği mücadelede örgütten (birleşerek örgütlenip mücadele etmekten) başkaca bir silahı yoktur. Ve bu örgüt verili koşulda kendiliğinden bilincin sınırları içinde hareket eden işçi bakımından yalnızca sendikadır. Bundan ötesi sıradan işçi bilinci açısından henüz yoktur, olamaz da. Bu yüzden işçiler 1 Mayıs’ta alanlarda “sendikal disiplin” adına genel olarak sendika bürokrasisinin çizdiği sınırlar içinde hareket ettiler.

Bundan hareketle başında bir “Demokles kılıcı” gibi sallanan işsizliğin, ailesiyle birlikte açlığın kollarına itilmekle eş anlamlı olduğunu bilen işçiyi “beklentici” olmakla, “sendikal bürokrasinin kuyruğunda hareket etmekle” eleştirmek hafiflikten öte günümüzde artık bir vicdan sorunudur.

İşçi sınıfının sermaye karşısındaki örgütlenme ve mücadele merkezleri olan sendikalar, günümüzde sendikal bürokrasi tarafından ele geçirilmiş durumdadır. İşçi sınıfı bu illetten (sendikal bürokrasi) kurtulmadan fazla ilerleyemeyecektir. Sendikal bürokrasi sınıf hareketinde üstlendiği rol bakımından işçiler tarafından ne ölçüde kavranmaktadır sorunu tam da bu noktada tayin edici bir önem kazanmaktadır. İşçiler sendika bürokratlarını, aralarından çıkan, ancak aldığı ücret, edindiği “statü” itabariyle işçi yaşamından koparak yalnızca kişisel konformizminin kaygısını güden “yozlaşmış işçi” olarak görmektedir. Bunlar doğrudur, ancak sendikal bürokrasiyi açıklamak için yeterli değildir. Sendikal bürokrasi ve (bugün için varlığı fazla hissedilmemekle birlikte) işçi aristokrasisi, bunlarla birlikte, asıl olarak sermayenin işçi sınıfı içindeki uzantısı ve ajanıdır; işçi sınıfı karşısında uğursuz rolünü de esas olarak bu cepheden oynamaktadır.

Sendikalar, bürokrasi eliyle sermayeye karşı verdiği mücadelede işçileri bölmenin, pasifize ederek etkisizleştirmenin bir aracı haline getirilmiştir. Sendikal bürokrasiye işçilerden farklı olarak  ayrıcalıklı bir statü ve maddi imtiyazlar tanınması bu nedenledir. Sendikal bürokrasi attığı her adımda sermayenin ve onun yürütme organı olan hükümet ve siyasi iktidarların çıkarlarını gözetir. 2019 1 Mayısı’nda da bu durum bir kere daha görülmüştür. Türk-İş bürokrasisi sürekli biçimde 1 Mayıslarda her ulus, milliyet ve cinsiyetten Türkiye işçi sınıfının gücünün, sermaye cephesi ve burjuva iktidarının karşısına yekpare olarak çıkmaması için elinden geleni yapmıştır. İşçiler karşısında kendini güçlü hissettiği anlarda “salon kutlamaları” yapmış ya da geçen yıl Hatay’da olduğu gibi burjuva devlete ve tek adam tek parti rejimine selam çakmış; işçilerin öfkesinden ve tepkisinden korktuğu anlarda ise bu yıl olduğu gibi “ayrı kutlamalar” yoluyla işçilerin gücünü bölmüştür.

MÜCADELENİN POLİTİK ALANA GENİŞLEME İHTİYACI

İşçi sınıfı sendika bürokrasisiyle, patronlar ve (günümüzde) tek adam tek parti iktidarı arasındaki ilişkileri kavrayıp bilince çıkarmadığı sürece dönen dolapları göremeyecek; bütün eleştiri ve tepkisine rağmen “sendika bürokratlarından” beklentisi şu ya da bu ölçüde sürecektir.

Son büyük örneği “Metal Fırtına”da görüldüğü gibi işçilerin, yer yer sendikal bürokrasiyi devre dışı bırakarak harekete geçip haklarını savunmaları ve/veya genişletmeleri, bu gerçeği değiştirmeye yeterli değildir.

Bu durumun değişmesi için işçi sınıfının, mücadeleyi politik alana doğru genişletmesi ve toplumsal, siyasal tüm gelişmeleri, olayları ve ortaya çıkan yeni olguları sınıflar mücadelesi alanından yaklaşarak değerlendiren bir mevzide hareket etmesi gerekir. Bu, işçi sınıfının bağımsız politik bir sınıf -hareketi- olarak örgütlenmesini koşullar ve işçi sınıfı bu sorununu çözmeden, ne sendikalarını gerçek bir sınıf örgütü haline getirecek dönüşümü sağlayabilir ne de demokrasi ve özgürlükler noktasında sermaye ve burjuvaziye karşı ileri mevziler tutabilir.

Güncelden örnek vermek gerekirse, ülkenin politik gündeminde baş sıraya oturan yerel seçimleri ele alabiliriz. YSK eliyle İstanbul’da yapılan seçimlerin hukuksuz biçimde yenilenmesi, bölge illerinde ise KHK gerekçesiyle seçme ve seçilme hakkının fiilen gaspını içeren uygulamalar ancak bağımsız bir sınıf olma (kendisi için sınıf) bilinciyle hareket ettiği durumda doğrudan işçi sınıfı için bir demokrasi sorunu haline alacak; halkın iradesine darbe vuranla, grevini yasaklayanın ve her türlü hak arayışını şiddetle bastıranın aynı merkez (tek adam tek parti rejimi) olduğu işçinin gözünde görünür hale gelecektir.

İşçi sınıfı hareketi kendiliğinden hareket olarak kaldığı sürece burjuvaziye yedeklenmekten kurtulamayacaktır. Günümüzde aşınma ve çözülme hızlansa da bugüne kadarki en emek düşmanı uygulamalara imza atan Erdoğan ve AKP’nin kitle dayanağının büyük kısmını hala işçilerin oluşturduğunu unutmamak gerekir.

SINIF OLARAK HAREKET ETMEK

Ekonomik kriz derinleşerek sürmekte, işsizlik rekor seviyelere çıkarken çalışma ve yaşam koşulları sürekli kötüleşmektedir. Krizin yükünü tümüyle emekçi sınıf ve tabakalara yıkmak için “ekonomik paket”ler peşpeşe devreye sokulmaktadır.

Metal, petrokimya başta olmak üzere temel sektörlerde TİS süreci devam etmektedir. Patronlar, ekonomik krizi fırsata çevirmek için harekete geçmiş bulunmaktadır. TÜPRAŞ örneğinde olduğu gibi TİS’in 3 yıla çıkartılması, başta olmak üzere izin hakkı ve vardiya sistemine yönelik dayatmalar peş peşe gelmektedir. Patronlar ve tek adam tek parti iktidarı “aynı gemideyiz” edebiyatı eşliğinde işçilere fedakarlık çağrıları yapmakta, sendika ağaları (bürokrasi) ise fabrikalarda bu nakaratı tekrarlamaktadır. Kısacası işçiler, burjuva kapitalist patronlar, tek adam-tek parti iktidarı ve sendika bürokrasisinin oluşturduğu “Bermuda şeytan üçgeni” tarafından kuşatılmış bir haldedir ve sermaye kriz sürecini kapitalist köleliği derinleştirmenin bir imkanı olarak değerlendirmek istemektedir. İşçilerin fabrika(lar) ya da sektörel temelde kalarak vereceği mücadelelerle bu ablukayı kırması oldukça zordur. Bilinen tabirle “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz ” fikrinden hareketle; birleşip bir sınıf olarak hareket edebildiği ölçüde sermayenin saldırılarını püskürtebilir, haklarını koruyup geliştirebilir.

İşçiler, sermaye cephesinden “batan gemi” metaforu eşliğinde gelen “fedakarlık çağrıları”na kulak tıkamalıdır. Belirtmek gerekir ki, patronla işçinin birlikte bulunduğu bir gemide sınıf ayrılıkları ve çıkarları ortadan kalkmaz, tersine daha da derinleşir. Patron güvertede sefa sürerken, işçi cehennemi sıcakta kafasını kazan dairesinden dışarı dahi çıkartamaz.

Bu yüzden, tekelci burjuvazi kendi sınıf çıkarları gereği “kriz programı” oluşturup hükümeti (günümüzde tek adam tek parti iktidarı) eliyle devreye sokmaya yöneliyorsa, işçi sınıfı da krizin yüklerini sermayeye yüklemek üzere kendi sınıf çıkarlarını temel alan bir mevziden kendi “kriz programı”nı (talepler halinde) oluşturarak hareket etmelidir. İşçiler TİS görüşmelerinde masaya bu talepleri sürmelidir. Gerçekte işçiler bu talepleri 1 Mayıs’ta buldukları her karton ve bez parçasına yazarak bir biçimde formüle etmişlerdir. Bu aşamada sorun, bunun bütünlüklü bir biçimde işçi sınıfının mücadele platformu olarak pratikleşmesi noktasında karşımıza çıkmaktadır.

Öyleyse, işçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarları temelinde hareket ettiği bir mevziye ilerlemesini temel alan bir (teşhir, aydınlatma, propaganda ve örgütlenme) faaliyeti, bugün işçi sınıfına yönelik çalışmaların merkezini oluşturmak durumundadır.