Yağız Senem

2018 Mart’ında Kor Kitap’tan çıkan “Maddi Olmayan Emek Teorisi: Kuramsal Bir Eleştiri” kitabı, maddi olmayan emek teorisi ve kavramının eleştirel bir temelde, derinlemesine bir biçimde ele alınmasına olanak sağlıyor. 9 makalenin yer aldığı ve Arif Koşar’ın hazırladığı derlemede Sean Sayers, Steve Wright, Henrique Amorim, Arif Koşar, Kaan Kangal ve Güven Savul’un makaleleri bulunuyor. Yazarların kavrama yönelik eleştirilerinde ortaklaştığı noktalar olduğu kadar, eleştirilerini temellendirdikleri farklı argümanlar, hatta ortaya konulan argümanların yetersizliği veya kavrama karşı alınacak tutumun mesafesi üzerinden farklı yorumlar ve doğrudan eleştiriler de bulunuyor. Bu makale, bahsi geçen derleme kitap üzerinden maddi olmayan emek tartışmasının önemini belirtmek, kavramı, kuramcıları ve onlara karşı temel eleştirileri okuyucuya sunmak amacı ile hazırlanmıştır. Dolayısıyla yazarların makalelerinin tamamını değerlendirmek ve tanıtmak yerine makaleleri özgün kılan ve bu amacı besleyen hususlar üzerinde durulacaktır.

HEGEL VE MARX’TA EMEK KAVRAMI

Kitabın “Emek Kavramı: Marx ve Eleştirmenleri” başlıklı ilk makalesinde Sean Sayers, Marx’ın emek kavramını ele alış biçiminin felsefi temellerine iniyor ve onun eleştirmenlerince anlaşılmadığı ya da çarpıtıldığını ifade ediyor. Marx’ın erken dönem eserlerinde emekten ‘nesneleştirme’ süreci olarak bahsettiğini belirtiyor ve Marx’ın emek kavramı üzerinde derinleşiyor. Bu tanımın kendisi, aslında Marx’ın ‘prodüktivist’ bir emek modelini kabul ettiği eleştirilerini de birlikte getiriyor ve maddi olmayan emek kavramının gerekliliği sonucuna ulaşılıyor. Marx’ın emeği, kaba bir biçimlendirici etkinlik olarak teorize ettiği, dolayısıyla günümüz emek biçimlerini kapsama yeteneği gösteremediği ileri sürülüyor.

Oysa Marx’ta emek kavramı, insan ve doğa ilişkisinin felsefi teorisindeki temel bir unsurdur. Marx, emeği ele alırken, Hegel’in insan doğa ilişkisine dair diyalektik yaklaşımından güçlü bir biçimde yararlanır. Dolayısıyla Marx’ın emek ve praksis anlayışını kavramak için onun bu alandaki öncülü olan Hegel’in yaklaşımını anlamak gerekir. Eleştirmenler bu kaynağı ve kapsamı görmemekte ya da geçiştirmektedir.

Hegel’e göre emek, insana özgü bir etkinlik ve biçimlendirici bir öğedir. İnsan dışındaki hayvanlar doğal arzu ile hareket eder, gereksinimlerini dolaysız bir yolla karşılar ve bu süreçte nesneyi olumsuzlar ve yok ederler.[1] İnsan emeği ise doğa ile dolaylı bir ilişki kurar. Tüketim için ürün yaratırken emek harcar ve bu esnada doyumu erteler. Nesneyi şekillendirir, kendisini dünyada yineler ve ürününde nesneleştirir. Böylece kendini, yeteneklerini tanır ve geliştirir. Diğer insanlar ile ilişki kurmak bir önkoşuldur, çünkü emek toplumsal bir etkinliktir. Hegel’in bu görüşü sadece belirli bir iş biçimi ile sınırlı olmayıp geneldir. Hegel Hukuk Felsefesinin Prensipleri eserinde şunları söyler:

İmal etme, bir dereceye kadar, idesine en uygun zilyetlik edinme tarzıdır, çünkü bir yandan sübjektif ile objektifi kendisinde birleştirirken, öbür yandan objelerin kalitatif tabiatı ve sübjektif amaçların çeşitliliği dolayısıyla sonsuz bir farklılaşma gösterir. Organik formasyon da burada yer alır. Organik formasyonda, benim objeye yaptığım şey onun dışında kalmaz, onun tarafından özümsenir. Örnekler: toprağın işlenmesi, bitkilerin yetiştirilmesi, hayvanların ehlileştirilmesi, bakımı ve üretilmesi, ayrıca, tabiat güçlerini veya hammaddeleri yararlanılabilir hale getiren tesis ve araçlar: bir maddî unsurun, bir başka maddî unsur üzerinde etkili olmasını sağlayan düzenlemeler, vs.[2]

İş sadece bir maddenin yaratılması değildir, mesela hayvanların geliştirilmesi veya karakterinin değiştirilmesi de iş ile amaçlanan olabilir. Ve yine bu pasajda, Hegel, özne ile nesnenin bir ilişki halinde olduğunu söyler. Özne geliştikçe ilişkili olduğu nesne de gelişir ve değişir. Yani Hegel esasen nesne ve özne arasındaki farklı biçimlerin değişik emek biçimleri oluşturduğunu söyler.

Emek kavramının bu genel vurgusunu göz ardı eden Ted Benton, Marx’ı, emeği sadece doğrudan el koyma (avcılık, balıkçılık vs.) ile tanımladığı iddiasıyla eleştirir. Benton’a göre, Marx’ın “prodüktivist” emek anlayışı yetersiz teorize edilmiştir ve doğrudan el koyma biçimine karşılık gelmemektedir. Doğrudan el koyma ile sanayideki gibi bir hammaddenin dönüştürülmesi etkinliği değil, balığın avlanması ya da doğadan hazır bitkilerin toplanması gibi maddeyi doğrudan değiştirmeyen etkinlikler kastediliyor. Bu tarz bir iş ile doğaya el konulduğunu, ancak onun dönüştürülmediğini ifade eder Benton. Oysa el koyma da bir tür dönüşümdür. Çünkü nesneyi doğadan ayırmaktadır. Bir nesnenin dış ilişkileri onun varlığının bir parçasıdır. Dolayısıyla emek, biçimde değişiklik yoluyla onda somutlaşır ve nesneleşir. Doğrudan el koyma doğayla ilişkimizdeki en dolaysız biçimdir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, özne ve nesne arasındaki ilişki değişir ve gelişir. İnsan ve doğa arasındaki ilişki de böyledir. Tarımın gelişmesi de bu ilişkiselliğin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Benton, aynı kaba ve indirgemeci biçimlendirme anlayışıyla, tarımın dönüştürücü değil sürdürücü, düzenleyici, çoğaltıcı bir emek biçimi olduğunu söyleyerek benzer eleştirilerini yinelemektedir. Ancak tarım doğal süreçlerin kontrolünü içerir. Nesne ile olan ilişkimiz geliştikçe insanın süreçteki işlevi daha da belirginleşir. Dolayısıyla buradaki üründe de insanın emeği somutlaşır ve kullanım değeri ortaya çıkar. Zanaat ve sanayi ise, insan ve doğa arasındaki ilişkinin oldukça gelişkin ve biçimlendirmenin en kolay göründüğü halidir. Ancak zanaatkar tüm üretim sürecine hakim iken manifaktürde işçi tikel ve rutin bir iş yapar ve makinenin devreye girmesi ile birlikte bu kez emek süreci değişir. Zanaatkar aleti kontrol eder, endüstriyel üretimde ise süreç makina tarafından yürütülür ve bununla birlikte artık emek kolektif etkinliğin kolektif sonucu haline de gelmiştir. Sanayi gelişip ilerledikçe öznenin nesne ile ilişkisi gitgide dolaylı hale gelmektedir. Hardt ve Negri bu dolaylama sürecini es geçerek, Marx’ın teorilerinin yetersizliğini ileri sürerler. Oysa Marx’ın emek kavramı, ‘maddi olmayan emek’ gibi ayrı bir kavrama gerek kalmaksızın, yenileri de dahil bütün emek biçimlerini içermektedir.

KAVRAMSAL KARGAŞAYA KARŞI

Arif Koşar’ın 2017 Ekim’inde yayınlanan ve yine Kor Kitap’tan çıkan “Negri, Sınıf ve Çokluk: Postmodern Özne Arayışının Eleştirisi” isimli kitabının ilk bölümü tüm dünyada ve özel olarak sosyal bilimlerde post-modernizmin hegemonik perspektif olarak ortaya çıkma ve gelişme sürecinin tarihsel-siyasal altyapısını, Negri’nin yeni öznesinin hangi koşulların sonucu olduğunu anlatıyordu. Kitabın ikinci bölümünde ise, Koşar, kapitalizmin yeni bir öze büründüğü, yeni iş alanları ve faaliyetlerin yeni kavramlarla açıklanabileceği üzerine ortaya atılan bu post-modern çıkışın temel ögesi “maddi olmayan emek” üzerine yoğunlaşıyordu. Kitabın ilgili bölümünde zaten postmodern birçok kavramın etkili olduğu akademide yine bu postmodern önermenin fazlaca sorgulanmadan kabul gördüğünü ve kavramın kendisinin ampirik bir temelden yoksun olduğunu belirtiliyor, veriler ile emeğin gerçekten maddiden maddi olmayan bir biçime dönüşüp dönüşmediği ve bu biçimin kendisinin hegemonya yaratıp yaratmadığı sorgulanıyordu. Maddi olmayan emeğin emek süreci, toplumsal ilişkiler ve sınıf karşıtlıkları yerine ürünleri ile tanımlamasının yöntemsel bir sorun olduğunu belirterek, Koşar Negri’nin kuramındaki temel hatalara dikkat çekiyordu.

Derlemede yer alan “Marx’ta Maddi Olmayan Emek Kavramının Bağlamı” ve “Maddi Olmayan Emeği Sahada Aramak” başlıklı iki makalesinde Arif Koşar, bu eleştirisini daha da derinleştiriyor ve tartışmalı bazı kavramlara açıklık getiriyor. Kitapta eleştiri konusu yapılan Hardt ve Negri, modern toplumdan post-modern topluma geçişte, maddi olanın hegemonyasından maddi olmayanın hegemonyasına geçişi önemli bir dayanak olarak kullanmakta ve bu dayanak ile birlikte “çokluğun” sosyo-ekonomik zeminini oluşturmaktadır. Yani iletişim, inovasyon, enformasyon vurgusu ile birlikte emeğin yerini bilgiye bıraktığını, emek sömürüsüne dayanan toplumsal ilişkilerin değiştiğini, emekçilerin çatışma gücünü yitirdiğini söylüyorlar. Daha açık söylemek gerekirse, bu perspektif, maddi olmayan emek kavramını kullanarak, işçi sınıfının üretim ilişkileri içindeki kilit konumunu yitirdiğini, artık kapitalizmin üretim döngüsünü maddi olmayan emeğin sağladığını ve maddi olmayan emeği üreten toplumsal kesimlerin kapitalizm ile mücadele ana özne olduğunu ileri sürüyor.[3] Tıpkı Koşar’ın “Maddi Olmayan Emeği Sahada Aramak” makalesinde eleştirdiği Onur Uca gibi. Uca, Notabene Yayınları’ndan çıkan “Türkiye’de Orta Sınıfın Fotoğrafı” isimli kitabında, kapitalizmin yeni bir bilişsel aşamaya ulaştığını ve yeni kapitalizmi anlamak için Marx’ın emek-değer teorisini aşacak bir ekonomik modele ihtiyaç olduğunu söylüyor. Kitap konu olarak, maddi olmayan emeği ve onun kendi içindeki ve sermaye ile ilişkileri üzerinde duruyor. Koşar ise, eleştirisinde “maddi olmayan emek” ve “orta sınıf” kavramları ve bunları kullanım biçimleri üzerinde duruyor. Uca, kabaca maddi olmayan emek üreticilerini tanıtım-reklam, satın alma, insan kaynakları, üretim planlama departmanlarında çalışan emekçiler, teknisyenler, alt, orta, üst düzey yöneticiler, mühendisler, denetçiler vb. olarak belirtiyor ve sermaye ilişkilerini bunların yönlendirdiğini söyleyerek bizzat üretimde çalışan işçilerin emeğinin önemini yitirdiğini belirtiyor. Koşar ise, maddi emek ve maddi olmayan emeği kategorik olarak ayırmanın yöntemsel bir hata olduğunu, meta üretiminde kafa ve kol emeğinin kolektif birliğinden bahsedilebileceğini belirterek Marx’ı referans gösteriyor:

Örneğin, bir fabrikada, daha önce değinilen vasıfsız işçilerin, hammaddenin işlenmesi ile doğrudan hiçbir ilişkileri yoktur. Malzemeyi işlemekle doğrudan görevli olanların üstünde bir tür nezaretçilik görevi yapan ustalar, bir adım daha ötededirler; iş mühendisi de daha başka bir tür ilişki içindedir ve esas olarak yalnızca beyniyle çalışır, vb.. Ancak sonucu, (her ne kadar çalıştırılanların tümü aynı düzeyi sürdürürse de) farklı değerde emek-gücüne sahip olan bu emekçilerin bütünü üretir; yalnızca çalışma sürecinin sonucu olarak görülen bu sonuç, ifadesini metada ya da maddi üretimde bulur; ve hepsi bir arada, bir işlik olarak, bu ürünlerin canlı üretim makineleridir -üretim süreci bir bütün olarak alındığında, emeklerini sermaye karşılığında değişirler ve kapitalistin parasını sermaye olarak yeniden-üretirler; yani artı-değer üreten değer olarak, kendini genişleten değer olarak yeniden üretirler.[4]

Makalenin ilerleyen bölümlerinde Uca’nın maddi olmayan emek tanımı ve kavramın kendisi üzerine bir polemik başlıyor. Kavramı ilk formüle eden Lazzarato ve kavramı kendi kuramlarının merkezi haline getiren Hardt ve Negri’ye atıf yapılıyor. Hardt ve Negri temel olarak maddi olmayan emeği, sonucunda somut, elle tutulur bir ürün üretmeyen emek olarak tanımlıyor. Ve maddi olmayan emeğin iki biçimi olduğunu söylüyor.[5] Fikirler, dilsel figürler, semboller, kodlar ve buna benzer diğer ürünleri üreten “sembolik emek” ve rahatlık, esenlik, heyecan, tutku gibi hisleri üreten, işleyen “duygulanımsal emek”. Koşar maddi olmayan emeğin bir sınıfsal kategori olarak ayrılmasının ve üretim ilişkilerinde hegemonik bir özne rolü atfedilmesinin kuramsal sorunlarından bahsetmekte[6] ve sonrasında ise Uca’nın çarpık ve temelsiz orta sınıf kavramı irdelenmektedir. Uca orta sınıfı şöyle tanımlıyor:

Peki, bu maddi olmayan emeği üreten kimdir? Maddi emek üreten işçinin üretimini belirliyor olduğu için mavi yakalı işçi olamaz. Emeğin karşılığında ücret aldığı için sermaye sahibi de değildir. Bu kişi, işçi ve sermayedar arasında yer alan biridir; eğitim hayatını bir konu üzerinde uzmanlaşarak tamamlar ve ardından iş hayatına başlar, tüm iş hayatı boyunca maddi üretimin gelişmesi ve düzenlenmesi için çalışarak maddi olmayan emeği üretir. Okulda, bankada, fabrikada, belediyede, inşaatta bu kişi ile karşılaşırız. Bu meslekleri gerçekleştiren kişiler üretim ilişkileri içerisinde orta sınıf üyesine tekabül etmektedir.[7]

Koşar, Uca’nın bu tanımı gerekçelendirmediğini ve kitabın ilerleyen bölümlerinde de kuramsal bir temele oturtmadığını belirtiyor. Uca’nın sahadaki gözlemleri üzerinden ortaya koyduğu “Türkiye’de beyaz yakalı işçinin ve orta sınıfın fotoğrafı” olarak adlandırdığı grafiğin ise, kapitalistle profesyonel meslek sahibi emekçilerin, yönetici ve altındaki işçilerle ilişkilerini anlama açısından önemli veriler ve gözlemler sunduğunu belirten Koşar, sınıf analizinin üretim ilişkilerinden bağımsız ele alınamayacağını, bunu Marksist kabulden kopma gibi dogmatik bir gerekçe ile eleştirmediğini, aksi takdirde üretim ve denetim ilişkileri arasındaki diyaloğun doğru kavranamayacağını belirtiyor.

Uca, tezlerini bilişsel ve “maddi olmayan” hegemonyanın ön kabulü ile kurmakta ve bunu saha çalışması ile doğrulamaya çalışmaktadır. Ancak sahadaki durum bu ön kabulün kendisini yanlışlamaktadır. Uca’nın beyaz yakalı işçi grubuna koyduğu kişilerle yaptığı mülakatta, bu kişiler, kendilerinin işçi olduğuna kanaat getirdiklerini söylemektedir. Yani bu kuramsal çerçevede ayrıcalıklı ve özel bir konuma konulan grupların kendisi bile kendilerini sermaye sömürüsü, aldıkları ücret ve çalışma koşullarının sonucu işçi sınıfının bir parçası olarak hissetmektedir.

Koşar “Marx’ta Maddi Olmayan Emek Kavramının Bağlamı” makalesinde ise, Marx’ın emek, üretken emek, artı-değer teorilerini irdeliyor. Hardt ve Negri sadece maddi malları değil toplumsal yaşamın kendisini ve toplumsal ilişkileri de üreten biyo-politik emekten bahseder ve bunun sonucunda kapitalist üretim ile yeniden üretim arasındaki ayrımın silindiği önermesini ortaya koyar. Yani artık tüm emek türleri, hatta emek olmayanlar bile, toplumsal ilişkileri ürettiği için üretken emek olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla emek-değer teorisi geçersizdir. Marx ise, emeğin üretkenliği tartışmasında elle tutulur ürünler üretip üretmemesini baz almıyor. Bu noktada Marx’ın Adam Smith’in kuramı ile yaptığı polemikler önemli veriler sunuyor. Adam Smith, Marx’ın aksine, emeğin üretkenliğini belirleyen faktör olarak ürünün maddi olup olmamasını baz alıyor. Dolayısı ile artı değeri sadece tarım ve sanayi üretimi ile sınırlıyor. Marx ise, onun fizikselci maddeciliğini eleştiriyor. Marx’a göre, bir hizmetçi de artı değer üretebilir. Eğer ki hizmetçi, kapitalistin günlük işlerini görmek yerine emeğini kapitalist şirket için sermayeye dönüştürüyorsa artı-değer üretir, yani emeği üretkendir. Belirleyici olan, kapitalist ile girdiği sömürü ilişkisidir. Aynı şey elle tutulur ürünler üretmeyen şarkıcı, komedyen, bahçıvan gibi emekçiler içinde geçerli. Dolayısıyla Hardt ve Negri, yeni olanı kuramsallaştırma motivasyonu ile kavramları alt-üst etmekte, toplumsal ilişkileri sömürü ilişkilerinden soyutlayarak yöntemsel bir hataya düşmektedir.

19. yy’da kapitalist meta üretimi büyük oranda sanayi ve tarım ürünlerine dayansa da, Marx’ın kapitalist hizmet üretimi üzerine analizleri yukarıdaki kısmıyla sınırlı değildir. Marx, üretken emek bağlamında hizmet üretiminin iki türlü ortaya çıkabileceğini söylemektedir. İlki, üreticilerden ve tüketicilerden bağımsız ve ayrı bir biçime sahip, kullanım değeri[8] olan üretim ve tüketim süresince var olan kitap, resim gibi satımlık metalardır. İkincisi ise, üretim eyleminden ayrılmayan ürünlerdir. Doktorun, öğretmenin ürettiği hizmet gibi. Bunların ikisinin de kapitalist artı-değer üretimi bağlamında gerçekleşebileceğini belirtir Marx. Kafa ve kol emeğinin birbirinden ayırmanın ve farklı insanlar arasında dağıtmanın kapitalizmin ayırt edici özelliği olduğunu söylemekte, ancak bunun sonucunda ortaya çıkan maddi ürünün bu insanların ortak ürünü olduğunu da belirtmektedir. Marx, günümüzden 200 yıl önce hizmet üretimini veya genel olarak maddi olmayan mallar üreten emeği, Hardt ve Negri’nin yanına bile yaklaşamadığı biçim ve doğrulukta analiz etmektedir. Bununla birlikte, Marx maddi üretim vurgusu yaparken, toplumsal üretimin fiziksel ve fiziksel olmayan nesnelliğini ifade etmektedir. Metaı ve değişim değerini emeğin maddileşmesi olarak tanımlamaktadır. Yani maddi olmayan ürün tartışması açısından kültür ve hizmet işi, toplumsal ilişkileri dönüştürdüğü için maddidir. Ve “maddi olmayan” ürünler üretilirken de fiziksel bir karşılığı olan bedensel ve zihinsel emek harcanmaktadır. Yani “maddi olmayan ürün” denen ürün, hem üretim süreci hem de hem de etkileri itibari ile maddidir.

EMEĞİN GENELLİĞİ

Henrique Amorim’in “Maddi Olmayan Emek Teorileri: Marx’a Dayanan Eleştirel Bir Bakış” makalesinde eleştirdiği Andre Gorz da emeği, sadece yüksek vasıflı emekle sınırlama eğilimindedir. Bilgi ve enformasyonun çekirdeğini oluşturduğunu iddia ettiği maddi olmayan emeğe başkaca anlamlar yüklemiştir. Onun için bu emek, bedensel emeğin aksine yaratıcılığı teşvik eder ve bir bilgi ekonomisi üretir, değerin asıl kaynağı artık bu bilgidedir. Ve bilgi soyut bir emek miktarına indirgenemez, dolayısıyla ölçülemez der. Gorz’un bu fikirlerindeki çarpıklığı anlayabilmek için Marx’ın soyut emek ve somut emek kavramlarına bakmak gerekir. Belirli bir amaçla yararlı bir biçimde harcanmış emek somut emektir. Emeğin farklı biçimleri, onun nitelikleri, yararlanılan gereçler ve sonuçları bakımından, yani kullanım değeri bakımından birbirinden ayrılırlar. Somut emek metanın kullanım değerini belirlemektedir. Bununla birlikte, emeğin emek olarak içkin karakteri ortak özellikler tarafından oluşturulur. Tüm emek biçimlerinde bulunan bu ortak öge “soyut emek“tir. Ve Marx bu emeği, metaların üretimi için toplumsal olarak gerekli “emek zamanı” ile ölçüp tanımlar. Pazar mübadelesinin düzenleyicisi bu soyut emektir.[9] Kapitalist tek bir sektöre odaklanmaz, farklı meta üretimleri gerçekleştirir. Bu yatırımların bir kısmı kafa emeği, bir kısmı beden emeği gerektirir; ancak tüm yatırım tamamen çalışma saatleri sömürüsüne dayalıdır. Bu denklem üzerinden bütün emek biçimlerinin değerinin nasıl ölçülebileceğini söyleyebiliriz. Değeri ve sömürüyü belirleyen temel faktör emek zamanıdır.

Maddi olmayan emek perspektifinin öncüllerinden Maurizio Lazzarato ise, analizinde, 1960-1970’lerde sanayide uygulanan Toyotaizm modeli ile birlikte uzmanlaşmış işçilerin yerini çok yönlü işçilerin aldığını söyler. Ona göre, bu çok yönlü işçiler, Taylorizm-Fordizm döneminden farklı bir şekilde komuta edici bir öznellik geliştireceklerdir. Ve sermaye için kâr üretmek işçilerin entelektüel büyümelerine bağlı olacaktır ve sermaye bu işçilere öznelliklerini vermek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla kapitalizme ve onun baskısına karşı duracak karaktere bürünecektir, bu yeni işçi. Öncelikle Onur Uca’nın saha çalışmalarındaki maddi olmayan emek üreten gruplar ile yaptığı mülakatlarında gösterdiği gibi, Lazzarato’nun bahsettiği yaratıcılık oldukça sınırlı meslek grupları için geçerli. Bugün birçok alt ve orta düzey yönetici, üretim planlamacı, denetçi, insan kaynakları ve PR çalışanlarının işleri de parçalara ayrılmıştır; bu gruplar sürekli tekrar eden tikel işler ile uğraşmaktadır. Üretim sürecinin kendisinden kopartılmış ve ürünün kendisine yabancılaşmışlardır ve tüm bunlardan ötürü önemli bir kısmı kendisini işçi olarak tanımlamaktadır. Bu ampirik göstergelerin yanında önerme kuramsal olarak da hatalıdır. Marx’a göre, zihinsel emek ve bedensel emek, karşılıklı olarak birbiri tarafından belirlenen somut soyutlamalardır. Yani zihinsel emek bedensel emeğin tam zıttı konuma gelemez. Zihinsel ve bedensel her insan etkinliği öznelliğin nesnelleştirilmesidir. Emeğin bu iki biçimi birbirinden ayrılamaz. Böyle bir ayrım üzerinden bu emeğin üreticilerine farklı nitelikler yüklemek bir kavramsal karmaşasının ürünüdür.

DİJİTAL EMEK TARTIŞMALARI

Kaan Kangal’ın “Dijital Emek Tartışması” başlıklı makalesi daha spesifik bir alan ile ilgilenen Christian Fuchs’ın kuramını ele alıyor. Fuchs, günümüzde dijital medya platformlarının oldukça geniş bir kitle tarafından kullanılması ve kullanımın toplumsal ilişkiler üzerinde önemli bir etkisi olması üzerine “Marksist” dijital medya teorisi geliştirme çabasına giriyor. Kuramında, Marx’ın emek kavramını eleştiren İtalyan Otonomculara karşı Marx’ın emek-değer teorisini savunduğunu iddia etmekte, ancak üretken emek, artı-değer ve meta konusunda kafası karışık gözükmektedir.

Sosyal medya platformlarını kullanan herkes kullanıcı bilgileri ve profil istatistikleri oluşturur. Bu bilgiler sosyal medya platformları tarafından alınır, işlenir ve reklam şirketlerine satılır. Reklam şirketleri de bu işlenmiş bilgiler üzerinden reklam politikalarını oluştururlar. Fuchs, sosyal medya kullanıcılarının oluşturduğu bu kişisel bilgi ve profil istatistiklerini “değer üretimi” olarak ele almakta ve kullanıcıların bu bilgiler karşılığında herhangi bir ücret almadığını ve “sonsuz derecede” sömürüldüğünü iddia etmektedir. Bu teze karşı farklı odaklardan çeşitli eleştiriler var, ancak konumuz itibari ile biz Fuchs’ın alt-üst ettiği kavramlar üzerinde duracağız. Kapitalizmde üretken emek, belirttiğimiz gibi, sermaye ile ücretli emekçinin doğrudan bir üretim ilişkisine girmesinin sonucudur. Bu ilişki, aynı zamanda kapitalistin sermayesini büyütmesini beraberinde getirir. Ancak dijital medya kullanıcıları bu platformların patronları ile doğrudan bir ilişki kurmamaktadır. Dolayısıyla burada üretken emekten bahsedilemez.

Peki, biriktirilen kullanıcı bilgileri ve profil istatistikleri meta mıdır? Fuchs’a göre, bu bilgiler medya ekonomisinde üretilen değerin hammaddesidir. Ancak hammadde değeri üretmez, değeri üreten insan emeğidir. Bu süreçte kullanılan makineler de değer üretmez, sadece üretilen değeri ürünlere devreder. Burada üretken emek, ne ücretsiz kullanıcı faaliyetinde aranabilir, ne de kullanılan yazılımda. Üretken emek, sermaye ile doğrudan değişim ilişkisi içerisinde olan ücretli emekçide aranır. Bu kullanıcı bilgileri alınıp satıldığı için meta olabilir, ancak bu bilgiler ne zaman metalaşmaktadır? Hammadde halinde iken mi yoksa kullanılabilir bilgi haline getirildikten sonra mı? Tabii ki işlendikten sonra, yani burada platform kullanıcısı meta üreticisi değildir. Dolayısıyla ortada sosyal medya kullanıcıları tarafından üretilen bir metadan, değerden ve sömürüden bahsedilemez. Fuchs, Marksist bir dijital medya teorisini ortaya koymaya çalışırken Marksizmi reddetmektedir.

SONUÇ

Maddi olmayan emek tartışması, kapitalist sömürüden kurtulma mücadelesinde hedef kitlenin ve mücadele yöntemlerinin belirlenmesi açısından önemlidir. Hardt ve Negri öncüllerinden alarak geliştirdikleri bu kavram ile özne olarak “Çokluk”u belirlemiş ve bunun üzerinden Marksizmi yadsımış, örgütsüzlüğün kendisini mücadelenin ana ögelerinden biri haline getirmiştir. Bu kuramlar bugün akademi başta olmak üzere çeşitli alanlarda hegemonik görüş haline gelmektedir. Koşar’ın derlemesindeki tüm makaleler ve yazarları oldukça değerli bilgiler sunmuştur, ancak bu yazıda makalelerin bir kısmı, maddi olmayan emek tartışması açısından sadece referans gösterilmiştir. Referans sonrası ortaya konulan argümanlar yazarların fikirlerinin tamamanını yansıtmamaktadır. Yazarların düşüncelerine dair çeşitli veriler bulmak ve kavramı derinlemesine incelemek için kitabın kendisini okumak gerekmektedir. Hardt ve Negri, farklı varyasyonları ve öncülleri Marksist terminolojiyi alt-üst etmek pahasına amprik temelden yoksun, kavram karmaşası içinde keşfettikleri özneyi “maddi olmayan emek” ile temellendirme çabası içindedir. Maddi olan içinde maddi olmayanı arama talihsizliği ile antogonizmayı üretim ilişkileri içerisinde değil, iktidar ve tahakküm ilişkisi içerisinde aramaktadırlar. Marx’ın tamamen net ve tutarlı olan sınıf, değer ve emek teorileri anlaşılmadığı takdirde Hardt ve Negri’nin kuramları kafa karıştırıcı olabilir. Ancak anlaşıldığında ve amprik veriler ile harmanlandığında, kapitalizmin farklı bir niteliğe büründüğü, yeni bir emek biçiminin hegemonyasının başladığı şeklindeki önermelerinin açık bir şekilde içinin yöntemsel, sosyolojik ve kavramsal hatalar ile dolu olduğu görülecektir.

[1] Günümüzde çeşitli primatların hatta farklı familyalardan türlerin de nesneyi araç olarak kullandığı gözlemlenmiş bir gerçek olarak kabul edilmektedir. Ancak bu gerçek, Hegel’in insan ve doğa arasındaki ilişkiye dair önermesinin temelden sarsmamaktadır.

[2] Hegel, Georg Wilhekm F. (1991) “Hukuk Felsefesinin Prensipleri”, Çev: Cenap Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul, sf. 71

[3] Onur Uca, eleştiriye konu olan kitabında, “orta sınıfın” üretim ilişkileri ve maddi olmayan emek üzerinde hakimiyet sahibi olduğunu, bu hakimiyeti burjuvazi lehine gerçekleştirdiğini ve “beyaz yakalı işçilerin” bu hakimiyetini devam ettirdiğini söylüyor.

[4] Marx, Karl (1988) Artı-Değer Teorileri 1. Kitap, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, Ankara, sf. 384-5

[5] Hardt ve Negri “İmparatorluk” kitabında enformatikleşmiş ve iletişim teknolojisini içine katmış endüstriyel üretimi de ayrı bir başlık olarak maddi olmayan emek biçimi içinde ele almışlardır. Ancak “Çokluk” kitabında bu üretim biçimi sonucunda somut bir çıktı üretmesine rağmen ayrı bir başlık olmaktan çıkartıp kavramın muğlaklığı içerisinde kaybetmiş/eritmiştir.

[6] Bu kuramsal sorunlara Sean Sayers de “Emek Kavramı: Marx ve Eleştirmenleri” makalesinde ayrıntılı olarak değinmektedir.

[7] Uca, Onur (2016) Türkiye’de Orta Sınıfın Fotoğrafı, Notabene Yayınları, İstanbul, sf. 14

[8] Metanın birbiri ile bağlı iki yönü vardır. Bunlardan “kullanım değeri” metanın gereksinimi karşılama özelliğidir. Metanın “değişim değeri” ise, kullanım değeri bir başka kullanım değeri ile kıyaslandığında ortaya çıkan nicel orandır.

[9] Nikitin, P. (1979) Ekonomi Politik, Çev: Hamdi Konur, Sol Yayınları, Ankara, sf. 55-6