İhsan Çaralan

24 Haziran seçiminin hemen arkasından başlayarak yerel seçimler, siyasi gündemin üst sıralarına çıktı. Yapılmasına henüz dört ay olmasına rağmen gündem derinleşerek yerel seçimler ekseninde belirlenmeye çalışılıyor.

Çünkü 24 Haziran seçimlerinin hemen sonrasından beri sürüp giden tartışmalar gösterdi ki, yerel seçimlerde Cumhur İttifakının kaybetmesi, 24 Haziran seçiminin sonuçlarını ve meşruiyetini tartışmaya açacak gelişmeleri tetikleyecek mahiyettedir.

24 Haziran seçimlerinin OHAL altında ve adil olmayan bir seçim ortamında yapılması ve “şaibeli seçim” damgasını taşıyor olması dikkate alındığında yerel seçimlerin hem Türkiye kamuoyunda hem de dünyada genel seçim sonuçlarını tartışmaya açması sürpriz olmayacaktır.

Bu iddia MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından belki AKP’yi MHP ile yerel seçim ittifakına zorlamak için öne sürdü ama içinden geçilen dönemin gerçeklerine dayandığı da bir gerçektir.

31 Mart 2019’da yapılacak yerel seçime Türkiye;

1-) 24 Haziran seçimini kazanan “Cumhur ittifakı”nın “Tek parti tek adam rejimi”ni kurduğu;

2-) Ekonomik krizin halkın canını yakacak bir biçimde derinleştiği;

3-) 100’e yakın HDP-DBP’li belediyelerin seçilmiş belediye başkanının ve çok sayıda yöneticinin görevden alınıp tutuklandığı, dahası bizzat Cumhurbaşkanının, “Eğer yeni seçilecek belediye başkanları terörle bağlantılı kişiler olursa, onların da görevden alınıp yerlerine kayyım atanacağını” açıkça ilan ettiği;

4-) AKP ve Erdoğan, 7 Haziran Seçimi’nde alınan yenilgiden çıkardıkları derslere ek olarak; 1 Kasım seçimi, 16 Nisan referandumu, 24 Haziran seçimlerinde olduğu gibi 31 Mart 2019 yerel seçimlerine de milliyetçilik ve din istismarcılığında sınır tanımayarak, militarizmi kışkırtarak, içeride ve dışarıda operasyonlar organize ederek, polis, jandarma, savcılar ve yandaş haline getirilmiş yargıçlara vb. kadar elindeki her imkanı kullandığı bir süreç olarak organize edeceği şimdiden apaçık olan koşullarda gidiyor.

YEREL SEÇİM NEDEN ÖNEMLİ?

OHAL koşullarına eklenen “savaş hali” ortamında, tüm devlet imkanlarının AKP ve Erdoğan’ın emrine verildiği, medyanın tek ses haline getirildiği, adil olmadığı gibi şaibeli de olan bir seçimle, tek parti tek adam rejimi için çok önemli bir mevzi elde eden Erdoğan ve partisi (küçük ortak MHP ile), şimdi de yerel seçimleri kazanarak, halk desteğini güçlendirmeyi, muhalefeti iyice sindirip etkisizleştirmeyi hesaplamaktadır.

Çok partili döneme geçilmesinden beri ülkemizde yerel seçimler hep genel seçimlerin gölgesinde kalmıştır. Oysa yerel yönetimler, demokrasi mücadelesinin olanaklarından birisi olmuştur.

Tarihi, feodalizmde kentlerin derebeylik sitemi içinde özerkleştirilmesi, kent halkının, en başta da henüz doğan burjuvazinin derebeylik karşısında haklarının savunulması mücadelesine kadar eskiye giden, yerel yönetimlerin nasıl organize edileceği mücadelesi, öteki burjuva kurumlar gibi, burjuvazinin egemen sınıf haline gelmesine paralel olarak, yereller kimi konularda özerkliklerini korusalar da, giderek merkezi iktidarın izdüşümlerine dönüşmüşlerdir.

Bu yanıyla da yerel yönetimler her zaman iktidar mücadelesi yürüten sınıfların ilgi alanında kalmışlardır. Burjuvazinin kendi devletini kurmasından itibaren de yerel yönetimler merkezi politikaların yereldeki uygulayıcısı, takipçisi durumuna gerilemişlerdir. Ancak başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilerin yerel yönetimler üzerinde söz sahibi olma, karar alma süreçlerinde kendi taleplerinin gözetilmesini sağlama, emekçilerin örgütlü gücü aracılığıyla yerel yönetimlerde yaptırım gücü uygulayabilme, hatta belediye yönetimlerini ele geçirerek bunları bir örgütsel mevziye dönüştürme mücadelesi hep sürmüştür.[1]

Türkiye’de yerel yönetimler ve bunların işleyişini düzenleyen yasalar, yerel yönetim kültürü, belediyeleri bunların batıdaki örneklerine göre daha büyük ölçüde merkezin yereldeki uzantıları olarak konumlandırmaya hizmet etmiştir.

Çok partili dönemle birlikte merkezi iktidar nasıl merkezi rantın egemen sınıflar ve onların klikleri arasındaki rant paylaşımının dayanağı olmuşsa yerel yönetimler de hem yerel rantın yerel sermaye klikleri arasındaki paylaşımının aracı hem de arazi yağması, kentsel hizmetlerin arzı bakımından daha genel düzeydeki rant paylaşımının zemini haline gelmiştir.

Bunun yanı sıra sistem partileri yerel gericiliğin imkanlarını kullanmaktan, onlarla ittifak etmekten kaçınmamışlardır. Din (tarikat, cemaat, mezhep ayrımcılığı), milliyetçilik, gelenek görenek kutsaması ve yığınların kutsal bildiği değerlerin istismarı aracılığıyla yerel yönetimleri yerel sermayenin merkezi iktidarla ittifakının dayanağına dönüştürmüş; böylece yerel yönetimlerin giderek çürütülüp yozlaştırılması sürecinde gericiliğin yeniden üretilmesinin birer merkezi olarak kullanmışlardır. Bugün de bu siyasi mezbelelik içinde giderek daha derinlere doğru kulaç atmaktadırlar.

12 Eylül’le birlikte oluşturulan sistem kapsamında hangi sermaye sınıfı yanlısı partinin iktidara gelip gelemeyeceği yerel yönetim seçimlerinde az çok belli olmaktadır. Klasikleşmiş ölçüt; yerel seçimleri kazanan siyasi partinin genel seçimleri de kazanacağı ya da yerel seçimi kaybeden iktidardaki partinin bir sonraki genel seçimi kaybedeceğidir!

Bu yüzden Cumhur İttifakı partileri yerel seçim sonuçlarına bu kadar odaklanmışlardır. Çünkü yerel seçimlerde istediği başarıyı elde edemezlerse bir sonra genel seçimlerden zayıflayarak çıkmalarını, arkalarındaki seçmen desteğinin azalmasını muhtemel görmektedirler.[2]

Cumhur İttifakı partileri için yerel seçim sonuçlarının Tek adam rejimi gibi otoriter bir rejimin inşasını yeniden tartışılır kılması, halk nezdinde bir rejim tartışmasını körüklemesi istenir bir şey değildir. Öte yandan bu korku “İstanbul Ankara ve İzmir’i kaybeden iktidarı da kaybeder” ifadesinin kullanılmasına kadar vardırıldı. Diğer yandan da bu klasik önerme MHP’nin AKP’ye yönelik şantajı olarak da dile getirildi.

Bu büyük kentler sadece ülke nüfusunun üçte birine yakınını barındırmakla kalmıyor, aynı zamanda üretim, toplanan vergiler, ülkenin siyasi, entelektüel ve kültürel hayatında da belirleyici bir rol oynuyorlar. Dolayısıyla üç ketin yerel yönetimlerini yeniden ele geçirdiği koşullarda egemen siyasi gücün ve arkasındaki tekellerin; ülkenin siyasetinde olduğu kadar ekonomisi, bilim-kültür-sanat hayatı üstünde de egemenliği güçlendirme imkanını elde edeceği anlamına geldiğini söylemek yanlış olmaz.

İşte bu ve daha fazla nedenlerden dolayı, 31 Mart 2019 yerel seçiminin egemen sınıfların farklı fraksiyonları arasında “üç en büyük kent”i üzerinde bir çatışmaya dönüşmüş olması sürpriz değildir.

AKP’de yapılan hazırlıklara bakılırsa, sanki yasalar elverse Erdoğan, cumhurbaşkanlığı yanı sıra üç büyük kentin büyükşehir belediye başkanlığına aday olacaktır!

CHP için de durum çok farklı değil; gerek yerel seçimde galip çıkmak gerekse üç ili kazanmak için her mihnete katlanacağı görülüyor.

Aynı şey daha küçük boyutlarda olmak üzere İyi Parti ve MHP için de geçerlidir.

HDP ise bir yandan kayyımlı belediyeleri geri alarak öte yandan da batı illerinde kendilerine oy veren kesimlere dayanarak yerel yönetimlerde etkinliğin artırmaya çalışmaktadır. CHP ile de el altından ya da açık bir işbirliği için girişimler sürdürürken aynı zamanda ilerici demokrat güçlerle gidişata müdahale etmeye de çalışmaktadır.

Elbette burada genel seçimlere daha dört yıldan fazla zaman olduğu, dahası Erdoğan-AKP yönetiminin artık seçim sonuçlarını artık eskisi kadar umursamayacağı, hele de yerel seçimin sonuçlarının, “Bunlar yerel seçim genel seçimle, hele de cumhurbaşkanlığında verilen oylarla ne ilgisi var” diyerek yoluna devam edeceği söylenebilir. Bu itirazlarda da gerçek payı vardır. Dahası bu tartışma, tartışma olarak kaldığı sürece Erdoğan’ın bunları hiç umursamayacağı da bir gerçektir. Bu yüzden de yerel seçim sonuçlarının genel seçimlerin bir hesaplaşmasına dönüşmesi ancak yerel seçim çalışmasını, aynı zamanda halkın gidişata müdahale edecek dayanaklara sahip olmasını sağlayacak bir örgütlenme çalışması olarak ele alınmasıyla olanaklı olabilecektir.

‘KAYYIM’LI DEMOKRASİ

Burada gerek yerel yönetim anlayışı gerekse yerel yönetimden beklentileri bakımından Mecliste gurubu bulunan partiler içinde tek farklı partinin HDP (DBP) (bu yazı içende yerel seçimlerden söz ederken HDP derken DBP’yi de kastetmiş olacağız) olduğunu söyleyebiliriz.

Çünkü HDP, 31 Mart yerel seçimine, bir önceki yerel seçimde kazandığı yüz dolayındaki belediyede, belediye başkanları görevlerinden alınmış tutuklanmış, yerlerine “kayyım” atananmış olarak giriyor. Bu yetmiyormuş gibi, yerel seçime henüz altı ay varken Cumhurbaşkanı, “Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, olur ya sandıktan çıkacak olurlarsa öyle bekleyelim şu olsun bu olsun yok, anında gereğini yapıp kayyum tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz” diyerek bugün yerellerdeki neredeyse “tek demokratik norm” haline gelmiş olan “seçimi de ortadan kaldırmaktadır.

Bu sadece HDP belediyelerine yöneltilmiş bir tehdit değildir. Kayyum yöntemiyle yerel yönetimlerin göreli özerkliklerinin bitirilmesinin de adımı atılmış, yerel seçimin “demokratiklik çıtası”nın konduğu “kertik”; “Eğer seçimde vatandaş bizim beğenmediğimiz kişileri seçerse, seçimin sonucunu tanımayız” “kertiği”ne dönüşmüştür.

7 Haziran seçiminde de aynı tutum görülmüştü. Seçim sonuçlarını beğenmeyince, muhalefetin de basiretsizliğinden yararlanan Erdoğan-AKP yönetimi, Cumhurbaşkanlığı yetkilerini de istismar ederek, ülkeyi “tekrar seçime” götürdü! Sonraki seçimlerde ise işe baskı, siyasi ortamı terörize etme, OHAL ve savaş hali koşullarını devreye sokma, oy sayımında “hile-hurda” vb. yöntemler dahil edilmiş, bu şekilde sonuç alınmaya çalışılmıştı. Şimdi ise bir adım daha atılarak, bütün bu anti demokratik, girişimlere, “eğer seçilenleri beğenmezsem, görevden alıp yerlerine kayyım atarım” şartı geçirilmiş bulunulmaktadır.

Öte yandan Cumhurbaşkanı kendisini “tek seçici” ilan etmiş, genel oy sistemi şeklen korunduğu halde etkisi tedrici olarak azaltılmıştır. Kendi partisinde de son bir yıl içinde “metal yorgunluğu” ile suçladığı bürokrat ve yöneticileri görevden alma yoluna gitmiştir. Kendisini astığı astık kestiği kestik yetkilerle donattıktan sonra artık AKP’de “istişare”ymiş, “danışma”ymış, “yerel parti örgütlerinin isteklerini dikkate alma”ymış gibi mekanizmalar “boş işe” dönüşmüştür. Adaylar Cumhurbaşkanının kendi istihbarat kaynaklarından aldığı bilgilerle belirlenmekte, parti teşkilatı da bunlara koşulsuz destek vermeye zorlanmaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece HDP’yi değil diğer partileri de, beğenmediği adaylar çıkardıkları takdirde “kayyım”la tehdit etmektedir. Nitekim Beşiktaş ve Ataşehir belediye başkanları da görevden alınarak CHP’ye de bir gözdağı verilmiştir. İyi Parti de her an “FETÖ’cü adaylar” suçlamasına muhatap olabilecek bir yerde görülmektedir.

Bu yüzden de 31 Mart 2019 yerel seçiminde “demokrasi çıtası” sadece HDP için değil AKP, CHP, İyi Parti için de; “Cumhurbaşkanına beğendirme ölçütüne göre çekilmiştir” dersek bir abartı yapmış olmayız. En azından uzak olmayan bir tehdit olarak!

YEREL SEÇİME GİDERKEN DURUM VE GÖREVLER

31 Mart 2019’da yapılacak yerel seçimlere, seçim ortamı, yerel yönetimlerin geldiği yer ve bu gelişmeler içinde demokrasi güçlerinin mevzilenmesi açısından bakıldığında şu saptamaları yapabiliriz:

1-) Yerel yönetimler rant paylaşımı, yolsuzluk ve yerel siyaset erbabının ‘arpalığı’ yapıldı: Yerel yönetimler düzen partileri tarafından yerel rantın paylaşım merkezleri haline getirilirken aynı zamanda bu partilerin yerel örgütleri; “delege ağaları”, yerel siyaset erbabının arpalığı olarak kullanılmaktadır. Yolsuzluk, usulsüzlük, ihalelerin yandaşlara verilmesi, “sosyal yardımların” bile oy karşılığında dağıtılması yerel yönetimciliğin “olağan uygulaması” haline getirilmiştir.

Son aylarda yayımlanan Sayıştay raporları da yerel yönetimlerin imkan ve birikimlerinin yönetimlerle iç içe geçmiş yerel rantçılar tarafından nasıl yağmalandığını belgeleriyle ortaya koymaktadır. Bu konuda AKP’siyle MHP’siyle, CHP’siyle İyi Parti’siyle düzen partilerinin birbiriyle yarıştığını ama AKP’nin bu konuda hem gelmiş geçmiş partileri hem de bugünkü düzen partilerini hayli geride bıraktığını söylemek, AKP’nin hakkını teslim edilmesi için gereklidir! Çünkü AKP’nin yerel örgütleri yerel yönetim hizmetlerini yerel rantın paylaşımına eşitlemiştir ve buna göre örgütlenmiştir.

2-) Seçimle krizin faturasını reddetme mücadelesini birleştiren bir mücadele: Yerel seçime giderek derinleşen ekonomik kriz koşullarında gidilmektedir. Erdoğan-AKP yönetimi, krizin derinleşmesini erteleyecek (ÖTV, KDV indirimi, ucuzluk kampanyaları, zabıta ile marketlerde fiyat denetimi yapma vb.) çeşitli kozmetik önlemlerle krizin yıkıcı sonuçlarını seçimden sonraya ötelemek için uğraşmaktadır. Bu yüzden bir yandan bu kozmetik önlemleri öte yandan da krizin yükünü emekçilere yıkma amaçlı uygulamaları teşhir etmek, halkı bekleyen tehlikelere dikkat çekmeyi seçim çalışmasına feda edecek tutumlardan kaçınmak, demokrasi güçleri için dikkate alınması gereken bir sorumluluktur. Tersine seçim çalışmasını, aynı zamanda, krizin yükünün işçilere, halka fatura edilmesine karşı çıkma mücadelesiyle sıkıca birleştiren bir çalışma dönemin çalışması olmak durumundadır. Bu çalışmada işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesini örgütleme ve ilerletme perspektifiyle hareket edilmesi gerekir.

3-) Yerel seçimler, “tek parti tek adam rejimi”ne karşı mücadelenin bir dayanağı olmalıdır: Erdoğan-AKP yönetiminin, yerel yönetim seçimlerini kazanması durumunda, bu kazanımı, “tek parti tek adam rejimi”ne karşı güçlerle hesaplaşmanın, onları sindirmenin bir dayanağı olarak kullanacağı görülmektedir. Derinleşen kriz ortamında hoşnutsuzlukları artan emekçi kesimlerin bastırılması için de saldırgan politikalar izleneceğinin belirtileri şimdiden ortaya çıkmıştır.

Bu amaçla da iktidar, yerel seçimleri aynı zamanda “tek parti”nin yereldeki örgütlenmesini güçlendirmek, devlet-parti iç içeliğini yerellerde ete kemiğe büründürmek için kullanmaktan geri durmayacaktır.

Öte yandan seçim koşullarına, yüz dolayında belediyenin “kayyım yönetimi”nde olduğu, “kayyım”ın kendi desteklediği partinin (AKP’nin) seçimi kazanması için hiçbir yasa-hak-hukuk-adalet ölçütü tanımayacağı koşullar da eklenmiştir. Dahası “tek parti tek adam rejimi” doğrultusunda atılan adımların geldiği aşamada; “keyfi yönetim”, yargı, emniyet ve yerel idarenin doğrudan “tek adama” bağlanmasına yönelik girişimler, bu yerel seçimlerin önceki genel ve yerel seçimlere göre bile daha anti demokratik koşullar altında geçeceğini göstermektedir. Ki bunun anlamı da yerel seçimlerin aynı zamanda iller, ilçeler, mahalleler-köyler, her alanda bir hak ve özgürlük mücadelesine dönüşme zorunluluğudur. Bu yüzden de de artacak duyarlılıkları doğru değerlendirerek, yerel seçimleri, Erdoğan-AKP yönetiminin anti demokratik uygulamalarının teşhiri, özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesi mücadelesinin güçlendirilmesi için vesile yapmak bütün ilerici demokrat güçlerin, “tek parti tek adam rejimi”ne karşı güçlerin ihmal edemeyeceği bir sorumluluk olarak ortaya çıkmaktadır.

4-) Yerel rantın paylaşılmasının teşhiri ve halkçı belediyecilik anlayışının yaygınlaştırılması: Sermaye partileri için yerel seçimler mücadelesi, teferruatlarından arındırılırsa, bu yazı boyunca göstermeye çalıştığımız gibi, “yerel rantın paylaşılması mücadelesi”dir. 31 Mart seçimleri, üstelik bir de kriz koşullarında gerçekleşmesi bakımından, bu mücadelenin had safhada sert geçeceği seçimlerdir. AKP’nin “metal yorgunluğu” gerekçesi ekseninde kendi belediyelerinde giriştiği operasyon, bırakalım iktidar ve muhalefet partileri arasındaki paylaşım mücadelesini, AKP içinde örgütlenmiş yerel (elbette merkezi boyutu da var) sermaye kliklerinin de birbirine düşme ihtimalini artırmaktadır. Çünkü Erdoğan’ın bu operasyonu, parti içindeki kliklerden bir bölümü yerel rantla palazlanırken bir ranttan yeterince faydalanamayan ve “Bunların yediği yeter artık biraz da biz yiyelim” diyen klikleri tatmin etmek için yaptığını; en azından bu operasyonun önemli nedenlerinden birisinin de bu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yani “metal yorgunluğu” operasyonunun yorulanların geri çekilerek gençlere fırsat veren bir “nöbet değişikliği” olarak sunulmasına karşın gerçekte “yemede nöbet değişikliği” olarak anlaşılması gerekir. Ki, yerel seçimde bunu hem yerel yönetimlerdeki hem AKP’de yönetimindeki değişiklikler biçiminde de göreceğiz. Rant büyük olduğu için AKP’de bir yıl önceden başlayan bu çatışma, CHP, MHP, İyi parti gibi partilerde de seçim sürecinde yeterince gürültülü biçimde ortaya çıkacaktır. Daha seçimlere dört ay varken bunun işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Kriz, paylaşılacak pastayı küçülttüğü gibi pastadan pay alanların ihtiyaçlarını büyütmüş ve acilleştirmiştir. Bu yüzden de yerel rantın paylaşım mücadelesinin önceki seçimlerle kıyaslanmayacak kadar sert ve gürültülü olması sürpriz olamaz. Ama tersi sürpriz olur. Bu yerel seçim partilerin içinde ve dışında, herkesin rakiplerinin “kirli çamaşırlarını” ortaya döktüğü, kendisini tek haklı, tek halktan yana, tek kişisel çıkar gözetmeyen, partisine en bağlı, halkı en çok seven, halkın da kendisini en çok sevdiğini iddia edenlerin yarışı olacak gibi görünmektedir.

Gerek partiler arasındaki gerekse partilerin içindeki klikler arasındaki çatışmanın sertleşmesi, ortaya dökülecek “kirli çamaşırlar”ın çokluğu, düzen partilerinin yerel yönetimleri nasıl kendi yandaşlarının arpalığına dönüştürdüklerinin ve kedilerine yakın sermayenin yağmasına açtıklarının, halkın parasını nasıl çarçur ettiklerinin görülmesini kolaylaştıracaktır.

Daha da önemlisi böyle bir tablo içinde; sermaye partilerinin nasıl bir yerel yönetim peşinde koştuğu kadar işçilerin, emekçilerin, ilerici demokrat güçlerin nasıl bir halkçı belediyecilik savunduklarını, böyle bir halkçı belediyeciliğin nasıl oluşabileceğini, halkın dolaysız bir biçimde yerel yönetimlerde söz sahibi olmasının yolunun nereden geçtiğini tartışmayı kolaylaştıracaktır.

Kuşkusuz ki burada Türkiye’de “yerel yönetimlerin halkçılaştırılması” mücadelesi kendi başına bir mücadele değil Türkiye’nin demokratikleştirilmesi mücadelesiyle sıkı sıkıya bağlı bir mücadeledir. Bu yüzden de yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi için atılacak her adım Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinin de bir dayanağıdır.

5-) Yerel ittifakların önem kazanacağı bir seçim: “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” partilerinin yerel seçimlerde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi iller başta olmak üzere bazı büyükşehirlerde “ilin özelliklerine göre yerel seçim ittifakı” (işbirliği, güç birliği de deniyor) yapacakları anlaşılmaktadır. En azından bu yazı kaleme alındığında, yani kasım ayı sonu itibariyle tablo böyleydi. CHP ile HDP’nin ancak el altından kimi işbirlikleri ötesine geçemeyecekleri de bir gerçek.

CHP içindeki milliyetçiliğin son yıllarda daha da canlanmış olması yanında AKP ve MHP’nin, hatta İyi Parti’nin CHP’nin bu “yumuşak karnı”na oynaması CHP ile HDP’nin seçim işbirliğini baskı altına almış bulunmaktadır.

Bu yüzden de bu partiler arasındaki “yerel” seçim ittifakları da ancak yerelde, her yerelin kendi özgün koşullarında yapılabilecek görünmektedir.

İşçi, emekçi ve toplumun diğer ezilen kesimleri açısından ise yerel seçim platformu halkçı belediyecilik için bir mücadele platformu olarak belirecektir. Rantçı belediyecilik anlayışına karşı çıkan, yerel yönetimlerin demokratik örgütlenmesini, halkın yaşadığı yerelde söz ve karar hakkına sahip olmasını talep eden bir yerel yönetim anlayışı etrafında oluşacak platformlar belediye başkanlarından muhtarlıklara kadar ortak adaylar çıkarmak, bu adaylar üzerinden demokrasi mücadelesini yürütmek, bu çalışmayla krize karşı mücadeleyi birleştirerek seçim çalışmasını örgütlemek gibi bir görevle karşı karşıyadırlar.

Daha önce yerellerde oluşturulan “demokrasi platformları”, “sendika şubeler platformları, emek ve demokrasi platformları” gibi platformların işlevselliği göz önüne alındığında yerel seçim gibi, yerellerde somut talepler ve hedefler belirlenebilecek bir ortamda oluşturulacak platformların da işlevsel olmaması için bir neden yoktur. Bu platformlar sadece siyasi partilerin yerel temsilcilerinin toplamından oluşan platformlar değildir; halkın çeşitli kesimlerinin örgütlü varlığını kapsayan ve onları ortak hedef doğrultusunda birleştiren platformlar olarak ortaya çıkarlar.[3]

Yerel yönetimler sadece bir yerelin kim veya nasıl yönetileceğini belirleyen alanlar değildir. Bu bakımdan yerel seçim çalışmaları sadece yerellerin değil ülke çapında genel siyasetin gidişatının da gündeme geldiği, tartışıldığı seçimlerdir. Siyasi iktidar bileşenlerinin bunu bir referandum ya da güvenoyu gibi algılamasının arkasında da bu gerçek yatar. İşçiler, emekçiler için de yerel seçimler nasıl bir yerel yönetime ihtiyaç duyulduğunun dışında tek adam rejimine alternatif bir rejim perspektifinin de gündeme getirildiği zemindir. Yerel seçim çalışmaları genel siyasi düzen tartışmaları dışarıda bırakılarak yapılamaz.

Yerel siyasi parti ve çevreler, yerel sendika ve emek örgütleri, çevre örgütleri, yöre dernekleri, Alevi örgütleri, yerele özgü kültür sanat evleri, kadın ve gençlik çevreleri, çeşitli meslek örgütleri, emekli dernekleri, demokrat ve aydın kişiler, kültür insanları vb. gibi yerelde az çok etkili kurumların temsilcilerini ve kişileri içine alacak kadar geniş olmak durumundaki yerel seçim platformları, merkezi olarak bir araya gelip ittifak kurması zor partilerin yerelde birlikte hareket etmesini de mümkün kılar.

Bu platformların yerel seçimlerdeki mücadele ve faaliyet ekseni; rantçı, belediyeleri yandaşın arpalığı olarak gören belediyecilik anlayışlarını teşhir etmek, halkın genel çıkarını savunan bir belediyeciliği tartışmaya açmak ve bunun için çaba harcamak, düzen partilerinin belediyecilik anlayışıyla arasına ayrım koymak, yerel talepleri yaygınlaştırıp içeriğini zenginleştirmektir.

Bu yüzden de oluşturulacak yerel seçim platformlarının mümkün olduğu kadar kapsayıcı olması, en acil talepler etrafında birleştirici bir rol oynaması, sadece yerel seçim için değil yerel seçim sonrasında da demokrasi mücadelesi ile krizin faturasını reddetme mücadelesinin platformu olarak devam edebilmesi için çalışılmalıdır; bu platformlar kalıcı kazanımlar edinilmesi için de önemlidir.

***

31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerinde belediyeleri kimlerin yöneteceği belli olacaktır; sonuçta şu ya da bu kişiler ve listeler kazanacaktır. Ama ülkenin içinden geçtiği koşullar da dikkate alındığında seçimlerde kazanımın asıl ölçütü;

  • – Demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde, dolayısıyla tek parti tek adam rejiminin inşasına karşı mücadelede,
  • – Krizin faturasını reddetme mücadelesine seçimlerin ne ölçüde katkı yaptığı, halkın bilicinin ilerletilmesinde ne ölçüde ilerleme sağlandığı olacaktır.

Bu yüzden de seçim ve seçim çalışmaları, sınıf partisi ve ilerici demokrat güçler için kime oy verilip verilmeyeceğinden öte, işçi sınıfı ve halkın mevzilenmesini güçlendirme faaliyetinin bir alanı, bir vesilesi olarak değerlendirildiği ölçüde önemli olacaktır.

[1] Aslına bakılırsa bugün “belediyeler” dediğimiz yerel yönetimler, tarihsel kökleri, sosyalist literatürde “komün” diye ifade ettiğimiz, kent yönetimlerine dayanıyor. Örneğin Fransa’da belediye yönetimine komün denilmektedir. Fransa’da 1793 ve 1871 devrimlerini hükümetlerine de komün deniyordu… Engels, Manifesto’nun 1888’de yayımlanan İngilizce baskısına şu dipnotu eklemişti: “Fransa’da kentlere komün denirdi. Hiç değilse kentler üçüncü kuvvet (Tiers Etat) şehir özelliklerini ve siyasal haklarını toprak soylularından koparıp almalarına kadar, bu adla anıldılar.” Manifesto’nun 1890 tarihli Almanca baskısında şu dipnotu ekliyor Engels: “Şehirler İtalya ve Fransa da, ilk özerk yönetim haklarını feodal beylerden kopardıktan ya da satın aldıktan sonra şehir toplulukların komün adıyla adlandırıyorlardı” diyerek; komünle, belediye, bugün yerel yönetimler dediğimiz kurumlar arasındaki tarihsel bağa da işaret ediyordu.

[2] AKP ve MHP yerel seçimde ittifak tartışmasına girdiler. Önce bu ittifakın olmayacağı ilan edildi fakat “Cumhur İttiakı” genelde sürecekti. Ne var ki, aradan bir ay geçtikten sonra ve anketlerden gelen sonuçlara bakarak AKP ve Erdoğan MHP ile en azından bazı büyük şehirlerde ittifakı yeniden konuşmak için harekete geçmişler ve MHP üç büyük ilde aday çıkarmayacağını ilan etmiştir. CHP ile İyi parti arasında da benzer biçimde güç birliklerinin olacağı da az çok belli olmuştur. CHP ile HDP arasında ise açıkça olmayan ama “vücut diliyle” tariflenen birliklerin olması da yerel seçimlerin diğer bir özelliği olacağa benzemektedir.

[3] Yerellerin halk tarafından yönetilmesini ve halkın acil talepleri etrafında mücadelesini geliştirmeyi hedefleyen bir seçim platformu bunun için mücadele etmek isteyen tüm güçleri kapsamak için çaba harcamayı gerektirir. Bu platformlar yerellerdeki en alt birimlerden başlayarak oluşturulur ve ilerletilmesine çalışılır. Platformlara yaklaşım böyle bir genişlikte olmalıdır. Ve koşullar öyle gelişebilir ki, yerel platform bu genişlikte olmadığı halde yerelde bir etki yaratacaksa sürdürülebilmelidir.