Cengiz Mahir

12 Haziran’da Singapur’da buluşan ABD Başkanı Donald Trump ve Kuzey Kore lideri Kim Jong Un tarihi bir anlaşmaya imza attı. Anlaşmaya göre Kuzey Kore geri dönüşümsüz olarak nükleer silahlarından tamamen arındırılacak ve bunun karşılığında ABD, Kuzey Kore’ye yönelik herhangi bir tehdit, taciz, saldırı ve işgal gerçekleştirmeyecek. Güney Kore’de 20 bini aşkın askeri bulunan ABD ordusu, geçmişte Güney Kore Hava Kuvvetleri’yle Kuzey Kore sınırlarında uluslararası kamuoyunun itirazlarına rağmen uçuşlar yaparak çeşitli taciz ve kışkırtma girişiminde bulunmuştu.

2017 Yaz/Sonbaharı’nda art arda birkaç nükleer başlıklı füze testi gerçekleştiren Kuzey Kore, ABD’ye öyle kolay yutulur lokma olmadığı mesajını göndermişti. Trump’ın tabiriyle “roket adam” Kim Jong Un, ABD’nin fiziksel varlığını sözüm ona tehdit etmekteydi ve gerekli önlemler alınmazsa üçüncü bir dünya savaşıyla yüz yüze gelinebilirdi. ABD açısından bu krizden kurtulmanın birinci, ama Trump’ın “tercih etmediğini” söylediği yöntem Kuzey Kore’nin ABD’li güçler tarafından işgaliydi. İkinci yöntem Kuzey Kore’nin nükleer faaliyetlerini sonlandırmasıydı. Bu süreç esnasında Birleşmiş Milletler üye ülkeleri tarafından düzenlenen olağanüstü toplantıda ABD, çoğu BM üyesi ülkeye Kuzey Kore’nin dünya barışına karşı bir tehdit oluşturduğu görüşünü dayatabilmiş, Rusya ve Çin ise nükleer başlık sayısı ve roketlerin menzil kapasitesi açısından ABD’ye karşıt görüş belirtmişti. Buna rağmen ne Rusya ne de Çin 5 Ağustos’ta başlayacak olan Kuzey Kore ambargosuna karşı veto oyu kullandı. Kuzey Kore’yle kömür ve demir hammade ticaretini tamamen yasaklayan ambargoya 7 Eylül’de doğal gaz, 22 Aralık’ta tüm petrol ürünleri eklendi.[1]

Güney’de Vietnam ve Filipinler üzerinden ve Kuzey Doğu’da Japonya ve Güney Kore’yi arkasına alarak Çin’in Doğu Asya’daki jeopolitik gücünü zayıflatmaya, Güney Çin Denizi’nde yıllardır süren bölgedeki adalara hakimiyet kavgasını körükleyerek Çin’in, komşularıyla diplomatik ve ticari ilişkilerine zarar vermeye, Tayvan ve Hong Kong gibi sonradan Çin’e dahil olmuş eski sömürgelerle Pekin yönetimini dikkate almadan doğrudan diplomatik ilişkiler geliştirmeye çalışan bir ABD var Çin’in karşısında.

“Dünya liderliği” peleriniyle dolaştığı BM koridorlarında ABD, Kuzey Kore meselesini de kullanarak Çin’in BM politikalarının şekillenmesi konusunda sesini kısmaya çalışıyor. Kore ambargosu gibi konularda BM’de alınan kararların tasarlanması ve sonuca bağlanması konusunda “son söz” BM’nin beş sürekli üyesine bakıyor: ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Rusya ve tabi ki Çin. Kuzey Kore’nin baskı altına alınması ve bunun BM Güvenlik Konseyi tarafından resmi kararla güvence altına alınmasının ABD açısından bir dizi avantajı var. Bunlardan ilki elbette ABD’nin Asya’daki yayılımcı politikasının resmi bir görünüm kazanması; bir diğeri, bir BM kararı olduğu için tüm üye ülkelerin desteğinin bağlayıcılık kazanması, yani ABD’nin diğer ülkeleri kendi uluslararası politikasına sahip çıkmasına vesile kılması; son olarak Çin’i (ve Rusya’yı) kendi çıkarlarına zıt bir karara destek olmak konusunda zorlaması. Şüphesiz Çin ve Rusya’nın Kore ambargosuna karşı çıkmak gibi bir seçeneği önünde duruyor. Buna rağmen bölgedeki çıkarlarından taviz vermelerinin nedeni yine BM’deki etkin faaliyetlerinden vazveçmek istememeleri. Çünkü Kore ambargosuna karşı çıkmak Çin (ve Rusya) açısından tüm BM’yi karşısına almak anlamına geliyor. Diğer yandan Çin’in dünya ticaret yollarının uluslararası hukuk çerçevesinde kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizaynı planlarında BM’de merkezi bir özne haline gelebilmesinin yolunun –kendi çıkarlarıyla çelişse de– bu ve benzeri kararlara aktif destek sunmasından geçtiğini biliniyor. Çin’in BM’deki siyasal yatırımlardan vazgeçmek istememesinin bir diğer nedeni de Japonya gibi bölgede sürtüşme yaşadığı ülkelerin Güvenlik Konseyi’nde sürekli üyelik kazanmasının önüne geçmek istemesidir. Bu açıdan Çin, Kore krizinde dezavantajlı bir konumdadır ve ABD bu dezavantajı Çin’e karşı kullanmaktadır.

ABD’nin ambargo konusunda Çin’den beklemediği –ve bu konuda şaşkınlığını da gizlemediği– bir hamle, Çin’in Kuzey Kore’yle ticarete ilişkin Çin’deki tüm banka hesaplarını dondurması olmuştu. ABD’nin saldırı ve işgal politikaları karşısında yine Çin yapıcı barış ve diyalog sloganlarını benimseyerek kendisini bir “barış bekçisi” olarak sunmuş, bu manevrasıyla içinde bulunduğu dezavantajı bir avantaja dönüştürmeye çalışmıştı. Bu açıdan Çin, BM arenasında liderlik pelerinini ABD’den kapmaya yönelik stratejiler üretiyor diyebiliriz.

Trump son yaptığı basın açıklamasında Singapur’daki anlaşmanın Kuzey Kore’ye yapılan uluslararası baskıların bir neticesi olduğunu söyledi. Bir bakıma Kuzey Kore’ye uygulanan “yumuşak güç” sonuç vermiş oldu. Kuzey Kore medyası Trump’ın diz çöktüğü görüşünde. Çin medyasındaki hakim kanı, Çin’in bölgede uçurduğu “barış güvercinlerinin” hedefine ulaştığı yönünde. Bu farklı görüşlerin ortak noktası 2017 yaz aylarından beri esen fırtınanın durulduğu şeklinde. Mayıs sonunda Kuzey ve Güney Kore liderlerinin buluşmasının bu değişimin bir göstergesi olduğu yorumları yapılıyordu. Buluşmanın hemen ardından ABD ve Güney Kore tarafından yapılan bir askeri tatbikatın iyi niyet ve barış çabalarıyla çeliştiğini söyleyen Kuzey Kore, ABD ve Güney Kore’yle ilgili ortak çalışma planlarını askıya aldığını söylemiş, Trump da bunun üzerine Haziran’daki Singapur toplantısının iptal edildiğini ilan etmişti –ta ki o iptalin kendisi iptal edilene kadar!

Şimşeklerin çaktığı Mayıs ayında ne oldu da birden akan sular duruldu? Kuzey Kore, uluslararası medyayı (Güney Kore hariç) ülkenin kuzeyindeki Punggye-ri nükleer test alanın imha edilmesine şahit olması için çağırdı. 24 Mayıs’ta gerçekleşen bu “şov”dan bize ulaşan, bir dizi toz bulutu resmi. Patlamayı izlemeye çağrılanların sadece gazetecilerden oluştuğunu, uluslararası bir uzman kadronun davetliler arasında olmadığını belirtelim. Patlamanın gerçekten test alanını imha etmeye yönelik mi olduğu yoksa bir tür iyi niyet mesajı mı verildiği şimdilik bilinmiyor.

Bu konuda genelde gözden kaçan bir detay ise Çin Deprem Araştırmaları Merkezi’ne bağlı Çin-Kuzey Kore sınırı yakınındaki Jilin Deprem Ajansı’ndaki uzmanların Ocak 2018’de Kuzey Kore füze denemelerine dair tamamladıkları bir araştırma raporu. 14 Mart’ta yayınlanan rapora göre 3 Eylül 2017’de Kuzey Kore’nin şu ana kadar gerçekleştiriği en büyük füze denemesi 8,5 şiddetinde bir sarsıntıya neden oldu ve test alanının üzerine kurulu bulunduğu kayalar çöktü.[2] Araştırma, patlamanın ardından gerçekleşen bazı artçı sarsıntıların test denemeleri sonucu gerçekleşen sarsıntılar değil, bölgedeki kayaların çökmesine ait artçı şok dalgaları olduğunu belirtiyor.[3] Eğer bu sarsıntılar test alanında ciddi bir tahribata neden olduysa, bu durumda Mayıs sonunda gerçekleştirilen imha gösterileri, aslında aylar öncesi kullanılamaz hale gelmiş olan test alanını yok etmekten ibaret.

Barış süsü verilen bu hadiseler zincirinde muhatap bütün dış güçlerin Kuzey Kore’yle ilişkilerin normalleşmesinde ortaklaştığı nokta serbest ticaretin rahatlatılması, ülke içine yabancı sermaye akışını kolaylaştırmak ve ülkenin sahip olduğu ucuz hammade ürünlerinden istifade etmek. Bu imtiyaza hangi ülke veya ülkelerin sahip olacağı bölgedeki jeopolitik ilişkilerin belirleyici öznesinin belirlenmesine bağlı. Bu konuda bugüne kadar hakim strateji ABD’nin birçok başka ülkede uyguladığı darbe ve işgal politikalarıydı. Çin, Yeni İpek Projesi kapsamında reklamını yaptığı “kazan-kazan” modeliyle ABD’ye bir alternatif oluşturma çabası içinde. Kuzey Kore’nin işgal edilme ihtimali karşısında Çin’le “kazan-kazan” opsiyonuna yöneleceğini tahmin etmek güç değil. Bu denklemin asıl bilinmeyeni Çin ve Rusya bloku içinde kendisine er ya da geç bir yer edinecek olan Kuzey Kore’nin ABD’yle olan ilişkilerinin nasıl bir seyir izleyeceği.

 

[1] https://www.un.org/sc/suborg/en/sanctions/1718/resolutions

[2] https://agupubs.onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1002/2018GL077095

[3]Aynı araştırma grubunun 9 Mayıs’ta yayınlanan çalışması için bkz: https://agupubs.onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1029/2018GL077649